Antalya Tarihi
Antalya
Antalya'nın Tarihi
Anadolu’nun güneybatı kıyısında bulunan Antalya, Akdeniz’in kuzey sahillerini kapsayan 36° 06’ ve 37° 27’ kuzey enlemleri ile 29° 14’ ve 32° 27’ doğu boylamları arasında kalan ve “Teke Yöresi” adı ile bilinen bölgenin merkezi durumundaki yerleşim alanıdır.
İlkçağlarda, Antalya sınırları içinde kalan bölge çeşitli alanlara ayrılmıştır. Buna göre Manavgat Çayı’nın doğusunda kalan bölgeye Kilikia; Manavgat, Beşkonak, Serik, Gebiz, Dağ bucağının bulunduğu yerlere Pisidia; Manavgat Çayı ile Boğa Çayı arasındaki dar uzun şeride Pamphylia; Boğa Çayı’ndan batıya doğru ve ilerisine de Lisya veya Lykia denilirdi.
Antalya’nın kuzeybatısında yer alan ve üç büyük bölmeden oluşan Karain Mağarası’nda yapılan araştırmalarda Paleolitik (Yontma Taş) Devre ait çakmaktaşı aletlere, hayvan, insan kalıntılarına rastlanmıştır. Aynı şekilde Antalya’nın 25 km. batısında keşfedilen Beldibi Mağarası’nda da Paleotik çağdan Neolitik çağa kadar olan dönemin özelliklerini gösteren Mezolitik çağın gerek çanak çömleksiz gerek çanak çömlekli dönemlerine ait buluntular ortaya çıkarılmıştır. Bu da Antalya ve çevresinin tarihin eski zamanlarını yaşadığını ve çok eski bir yerleşim alanı olarak köklü bir geçmişe sahip olduğunu bize göstermektedir.
Antalya ve çevresinde yaşayan en eski kavim “Solim”lerdi. Bölgenin Grek tarihi, Truva’nın düşüşünden sonra başıboş bir grubun Anadolu’nun güneyine inerek çoğunluğunun Pamphylia’ya, geri kalan kısmının da Kilikia’ya geçerek orada yerleştikleri MÖ. 1100 yılı civarında başlatılmaktadır.
Greklerden sonraki dönemle ilgili bilgiler oldukça az olduğundan bu yıllarda meydana gelen olaylar karanlıkta kalmaktadır. MÖ. 6. yüzyıldan sonra ise Lidya kralları, topraklarını Küçük Asya’nın batısına kadar genişletmişlerdir. MÖ. 546’da Pers Kralı Kyros tarafından bütün Lidya Krallığı ile birlikte Antalya ve çevresi de Persler’in eline geçmiştir. Pers Kralı I. Darius tarafından gerçekleştirilen satraplık bölüşümünde bu bölge, I. satraplığın içine alınmıştır. Ancak bölgedeki bu Pers hakimiyeti çok uzun sürmemiş ve MÖ. 469’da Atina’lı donanma komutanı Miltiades oğlu Kimon, Persleri yenilgiye uğratarak kendi hakimiyetini bölgede sağlamıştır. Eski topraklarını M.Ö. 386’da tekrar ele geçiren Persler’in bu ikinci egemenlik dönemi ancak Büyük İskender’in M.Ö. 334’de Küçük Asya’ya geçmesine kadar sürmüştür. Büyük İskender’in amacı, Küçük Asya’nın güney sahillerini Persler’e karşı bir deniz üssü olarak kullanmaktı. Antalya Bölgesi, M.Ö. 323’te Büyük İskender’in ölümü ile önce generallerinden Antigonos’un yönetimi altına girmiş sonra Selevkoslar’ın Asya Krallığı ile Ptolemaislar arasında sık sık el değiştiren bir bölge olmuştur.
Büyük İskender’in ölümünden sonraki karışıklıklardan ve el değiştirmelerden yararlanan ise Bergama Kralı II. Attalos (M.Ö. 159-138) olmuştur. Bu dönemde Pamphylia bölgesinin bir bölümünü ülkesine dahil etmiş olan II.Attalos, bu yerin stratejik önemini kavrayarak burada bir şehir ve deniz üssü kurulması emrini vermiştir. Sonuçta Antalya’nın Bergama Kralı II.Attalos tarafından kurulduğu “Attalia, Atalia, Satalia ve Adalya” adlarının da buradan geldiği belirtilmektedir.
Antalya, sahip olduğu elverişli yapısından dolayı diğer beldeler arasında hızla önem kazanmıştır. Ancak bir süre sonra Attalitler’in yaşadığı topraklar Roma İmparatorluğu’na geçince diğer kıyı bölgeler gibi burası da korsanların eline geçmiştir. M.Ö. 79’da İsauricus olarak tanınan konsül P. Servilius tarafından bu korsanların egemenliğine son verilmiş ve şehirde fiili olarak Roma hakimiyeti sağlanmıştır. Şehrin Roma eyaletleri arasına katılması ise Claudius zamanında M.S. 43’de gerçekleşmiştir.
Bizans hakimiyetindeki Antalya, bir süre sonra Türk ve İslam devletlerinin de dikkatini çekmiştir. Şehir, el-Avâsım bölgesinin valisi olan Ebu Suleym Ferec el-Hâdim et-Türkî’nin sevk ve idaresi ile ilk defa M. 790 senesinde feth edilmiştir. Bu fetihden sonra bölge sık sık Türk ve İslam orduları ile Bizans orduları arasında el değiştirmiştir. Nitekim bir süre sonra Bizans’ın eline geçen bölge, Halife Mu'tasım döneminde (M. 813-833) Türk komutanı Afşin tarafından karadan feth edilmiştir. Tekrar Bizans’ın eline geçen Antalya üçüncü defa Halife Mütevekkil’in amirali Türk asıllıFazl b. Karin tarafından ele geçirilmiştir.
Türkiye Selçukluları, Sultan I. Kılıç Arslan’ın 1107 yılında ani ölümü sonrasında onun oğulları arasında başlayan taht kavgaları ile bir süre sarsıntı geçirmiş ise de iktidarı elde eden Sultan I. Mesut (1116-1155), kendi devrinde devletin kuruluşunu tamamlayarak Anadolu’ya hakim büyük bir güç haline gelmiştir. Yine Sultan I. Mesut, Antalya’ya karşı Selçuklular’ın ilk ciddi girişimlerini başlatan hükümdar olarak bilinmektedir. Selçuklu orduları, İmparator Ioannes Komnenos’in Niksar kuşatmasından bir sonuç alamamasından sonra 1141 yılında Uluborlu Kalesi’ni ikinci kez kuşatmış ve Türk akıncıları Antalya civarına kadar gelmişlerdir. 1150’de Sultan Mesut ve oğlu Kılıç Arslan tarafından Antalya’ya seferler düzenlenmiş, 1182’de de Sultan II. Kılıç Arslan şehri uzun bir süre kuşatmasına rağmen bir sonuç alamamıştır. Ancak bu devamlı gelişmeler Antalya’yı çok defa Selçuklular’a vergi vermek zorunda bırakmıştır. Bunun yanında I. Gıyaseddin Keyhüsrev, Avrupa ve Mısır’dan gelen ticaret mallarının Antalya Limanı’nın önemi daha da artırdığını görerek şehrin fethinden önce orada da Samsun’da olduğu gibi bir Türk ve Müslüman tüccar kolonisi oluşturmuştur.
Latinler’in İstanbul’u işgalinden (1204) sonra ise Antalya’nın idaresi Aldo Brandini adında bir İtalyan’ın eline geçmiştir. Ticari öneminden dolayı Antalya ile ilgilenen bir diğer taraf ise Kıbrıs Krallığı idi. Bu nedenle Antalya’da hakimiyet kuran Aldo Brandini’yi Kıbrıs Kralı, bir tâbii olarak Gautier de Monbeliard’ın komutasında gönderdiği askeri bir kuvvet ile korumaktaydı. Bu gelişmeler limanın ve ticaret yollarının emniyetini bozmuş, şehirde oturan, Mısır ve Avrupa’dan gelen tüccarlar soyulmuştur.
Antalya’daki karışıklıkların devam ettiği sıralarda Müslüman tüccarlar da zarara uğramaktaydı. Nitekim Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev saltanat tahtında yargı işlerine bakarken bir grup tüccar huzuruna çıkarak Antalya’da iken uğradıkları zararları anlatmışlardır. Bunun üzerine sultan etrafa fermanlar göndererek kısa sürede ordusunu hazırlamış ve 1206 yazında Konya’dan batıya doğru harekete geçmiştir. Şehir kuşatıldıktan sonra özellikle daha önce Kıbrıs’tan gelen kuvvetler sayesinde bir süre direniş gösterilmiştir. Ancak Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev’in şehri uzaktan takibe alarak zayıflatması ve şehirdeki durumdan şikayetçi olan Rumlar’ın kendisine yardım edeceklerini bildirmesi üzerine tekrar saldırıya geçen sultan şehri 5 Mart 1207’de fethetmiştir. Fethin altıncı gününde Sultan, Antalya valiliğini ve subaşılığını Emir Mübârizedin Er-Tokuş’a vermiştir. Sultanın Antalya’da bulunduğu sırada kale duvarları tamir edilmiş, ambarlar ve silah depoları her türlü erzak ve silahlarla doldurulmuştur.
Ancak 1207’de mağlup ve esir edilmişken serbest bırakılan Gautier de Monbeliard, tekrar Kıbrıs’dan gelerek yerli Hristiyan halk ile birleşip isyan etmiş ve muhafızları öldürerek şehre hakim olmuştur (1215). Bunun üzerine yeni tahta çıkmış olan Selçuklu Sultanı I. İzzeddîn Keykâvus hemen harekete geçmiş ve bir ay süren kuşatmadan sonra 22 Ocak 1216 tarihinde şehri geri almıştır. Şehrin sûrlarındaki kitabelerde bu fetih “Şehir Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından fethedilmişti. Fakat şehid olarak ölümünden sonra beldenin halkı isyan etti ve orada eskisi gibi şirk kaim oldu. Keykâvus sayısız askerleriyle 612 yılı Ramazanın ilk günü başlıyarak şehri karadan ve denizden bu ayın sonuna kadar muhasara etti.Her tarafına mancınıklar yerleştirdi.Allah yardım etti ve gece-gündüz cihâddan sonra Allah kelimesi galip gelerek şehir fethedildi” şeklinde özetlenmiştir. Böylece Türkiye Selçukluları güneyde önemli bir ticaret limanı ve şehrine sahip oldular. Sonra Antalya Selçuklu Sultanları’nın kışlak merkezi haline gelmiştir. Antalya’nın fethi ile Türkler Akdeniz yolunu açmış ve bu şehri Avrupa ve Mısır ile yapılan ticaretin merkezi, Selçuklu donanmasının da üssü haline getirmişlerdir. Ona “Dârü’s-sugur”(Serhad şehri) ve “Dârü’l-İzz”(Onurlu belde) lakaplarını vermişler, kendileri de “El Bahreyn” unvanını kullanmışlardır.
Fetihten sonra güvenliğin sağlanması amacıyla Antalya ikiye bölünmüştür. Bir iç sûr yapılarak Hıristiyanlar şehrin doğusuna, Müslümanlar batısına yerleştirilmiştir. Daha sonra da şehirdeki imar faaliyetleri hızla sürmüştür.
I. Alâeddin Keykubad, Akdeniz’de Antalya’nın yanında ikinci bir ticaret limanı ile askeri bir üs elde etmek amacıyla Rumların Kalonoros, Avrupalılar’ın Candelore, Kandolor (Keloyorus, Köragezyom) dedikleri Kyr Vart adında bir Rum’un hakim olduğu beldeyi fethetmeye karar vermiş ve Antalya Subaşısı Mübârizeddin Er-Tokuş komutasındaki donanma ile birlikte iki ay süre ile kuşatmıştır. Sonuçta, Mübârizeddin Er-Tokuş’un beldeyi ele geçirmesine çok memnun olan Keykubad, kaleyi teslim almak ve Kyr Vart’ın kızı ile evlenmek karşılığında O’na Akşehir Beğliği’ni ve birkaç köyün mülkiyetini vererek bu beldeye sahip olmuştur (1223). Belde birkaç yıl içinde yeniden inşa edilerek sultanın adına izâfeten “Alâiyye” adını almıştır (1226). Daha sonra burada bir tersane kurularak donanma oluşturulmuştur.
Türkiye Selçuklu Devleti, I. Alâeddin Keykubad’ın saltanatının son yıllarında itibaren başlamış olan Moğol baskısına dayanamayarak XIV. yüzyıl başlarında beyliklere ayrılarak parçalanmıştır. Selçuklular zamanında Antalya Bölgesi’ne Teke Türkmenleri yerleşmişti. XIII. yüzyılın sonlarında Hamidoğulları Beyliği kurulduktan sonra Dündar Bey, beyliğinin sınırlarını genişleterek Gölhisar’ı, Korkuteli’ni ve Antalya’yı ele geçirmiş, kardeşi Yunus Bey’i de buraya tayin etmiştir. Yunus Bey’den sonra Antalya’ya oğlu Mahmud Bey gelirken diğer oğlu Sinanüddin Calis olarak bilinen Hızır Bey de Korkuteli’ne gelmiştir. Böylece Hamidoğulları’nın Teke (Antalya) kolu ortaya çıkmıştır. Bölgedeki Hamidoğulları hakimiyeti, daha sonraları Antalya’ya sahip olan Mehmed Bey’in Kıbrıslı Latinler ile amansız bir mücadeleye girmesine kadar devam etmiştir. Mehmet Bey, 1361 yılında Kıbrıs Kralı Petro’nunişgaline uğramış olan Antalya’yı on bir yıl sonra 1373’de geri almayı başarmıştır. O’nun Antalya emirliğinin süresi belli değildir. 1377 yılından sonra ölen Mehmet Bey’den sonra Osman Bey emir olmuştur.
Antalya, 1389 veya 1393’de Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt tarafından fethedilmiştir. Yıldırım Beyazıt, Antalya ve Teke-eli’ni aldıktan sonra buraları oğlu İsa Çelebi’ye sancak olarak vermiştir.
Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt’ın, 1402 Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilmesi üzerine Timur’a bağlılığını bildiren Osman Çelebi Bey, Antalya hariç olmak üzere beyliği ele geçirerek Korkuteli’ni kendisine merkez yapmıştır. Ocak 1423’de, yeni Osmanlı Padişahı II. Murad’ın iç karışıklıklarla meşgul olmasını fırsat bilen Osman Çelebi Bey, Karamanoğlu II. Mehmet ile birleşerek Antalya’yı geri almak istemiştir. Durumu öğrenen Teke-Karahisarı’nda subaşı olan Firuz Bey oğlu Hamza Bey Antalya’ya gelerek halkla görüşmüş ve bunların birleşmelerine engel olarak, Korkuteli’ne ani bir gece baskını yapmıştır. Osman Çelebi’yi öldürerek maiyetindeki Türkmenleri dağıtma neticesinde 110 sene iktidarda kalan ve 1301’de 1423’e kadar merkezi Korkuteli olan Teke-oğulları Beyliği sona ermiştir.
Osmanlı döneminde Antalya son bir defa daha yabancı saldırısına maruz kalmıştır. Uzun Hasan ile yaptıkları ittifak sonucunda Haçlı donanması, 1472’de Antalya önlerine gelerek burayı kuşatmış ve şehri tahrip etmişler ancak surlar aşılamadığından geri dönmek zorunda kalmışlardır.
Osmanlı Devleti’nin idare sistemine göre, Teke Sancağı’nın merkezi durumunda olan Antalya, Anadolu Eyaleti’ne bağlanmıştır.
Osmanlı hakimiyeti döneminde Teke-eli adlı sancağın merkezi olan Antalya’da Osmanlı hanedanına mensup şehzadeler de idareci olarak bulunmuşlardır. Nitekim Yıldırım Beyazıt’ın oğlu İsa Çelebi Teke-eli’nde bulunmuştu. Bunun yanında II. Beyazıt’ın oğlu Korkut, Teke Sancağı Bey’i olarak 1502’den 1509’a kadar Antalya’da kalmış ve saltanat mücadelesini buradan sürdürmüştür.
Kıbrıs’ın fethine çalışılırken de asker sevkiyatı sebebiyle Antalya Limanı’nı Kaptan-ı Derya Piyale Paşa ve Lala Mustafa Paşa kontrol etmişlerdir. Fetihden sonra ise Osmanlılar’a karşı direnen Kıbrıslı Hristiyanlar’ın üç yüz kadarı adadan sürülerek Antalya’ya yerleştirilmişlerdir.
XVII. yüzyılın ortalarında imparatorluğun içinde bulunduğu karışık durumdan yararlanmak isteyen ve Abaza Hasan Paşa İsyanı’nı fırsat bilen Körbey Mustafa Paşa’nın İsyanı Antalya şehrini de etkisi altına almıştır. İsyanı bastırmak üzere Antalya’ya karadan ve denizden kuvvetler sevkedildi. Sonuçta Körbey Mustafa’nın Antalya halkı tarafından devlet görevlilerine teslim edilmesiyle isyan bastırılmış oldu (1659).
Bundan sonra XIX. yüzyıla kadar şehirde önemli bir gelişme yaşanmamıştır. Ancak Tanzimat döneminin açılmasıyla birlikte devlet içerisinde pek çok idarî ve malî düzenlemelerin yapıldığı görülmektedir. İdari düzenlemeler sonucunda Karaman Vilayeti’ne bağlanan Teke Sancağı, 1864 tarihli Vilayet Nizamnamesi’ne göre de Konya Vilayeti’ne bağlanmıştır. Merkezi Antalya olan Teke Sancağı, bu haliyle Antalya, Elmalu, Akseki, Alaiye ve Kızılkaya olmak üzere beş kazaya ayrılmıştır. XIX. yüzyılın sonlarına gelindiğinde ise Teke Sancağı’nın 5 kazası, 11 nahiyesi, 549 köyü bulunmaktaydı. Teke Sancağı, 1914 yılında ise bağımsız bir mutasarrıflık olmuştur.
Bağımsız Teke Mutasarrıflığı başta olmak üzere hemen hemen bütün Akdeniz Bölgesi, İtilaf devletlerinin I. Dünya Savaşı sırasında imzaladığı gizli antlaşmalarla İtalya’ya verilmişti. Nitekim savaş sonucunda imzalanan 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi, İtalyanlar için aranan fırsatı vermiştir. Hemen harekete geçen İtalya, 28 Mart 1919’da Antalya’yı işgal etmiştir. İşgalin ardından İtilaf devletlerine karşı protesto telgrafları çekmeye başlayan Antalya halkı, bir de Antalya Müdafaa-i Heyet-i Milliye Cemiyeti kurmuştur. Bu cemiyetin yoğun çalışmaları ve kendisine bağlı idari merkezlerde açtığı şubeler, Sivas Kongresi kararları uyarınca Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne bağlanmıştır. Bundan sonra Antalya halkı bu çatı altında bölgenin kurtuluşu için çalışacaktır.
Antalya ve çevresi gizli antlaşmalarla İtalya’ya verilmiş olmakla birlikte, İzmir ve çevresi de İtalya’dan habersiz Yunanistan’a taksim edilmişti. İşte bunu öğrenen İtalya, artık müttefiklerine karşı daha tedbirli olacaktır ve kırgınlığı günden güne büyüyecektir. Nitekim 1921’den sonra genel politikasını değiştiren İtalya, ilk olarak 31 Mayıs 1921’de şehri boşaltma kararı almış, 2 Haziran 1921’de de Antalya üzerindeki emellerinden vazgeçtiğini bildirmiştir. 5 Temmuz 1921 tarihinde ise İtalyanlar artık Antalya ve çevresini boşaltmıştı.
Antalya’nın işgalden kurtulmasının ardından ülkedeki tüm işgal hareketleri de bir bir sona erdirilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur.
Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra yani 20 Nisan 1924’de kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ndeki idari taksimatta bazı düzenlemeler yapılmıştır. Yeni düzenlemede Müstakil Teke Mutasarrıflığı, Antalya Vilayeti haline getirilmiştir. Bundan sonra Antalya’nın kendisine bağlı köy, nahiye ve kaza sayıları giderek artmaya başlamıştır.
Kurulan yeni devletin önderi Mustafa Kemal Paşa, özellikle cumhuriyetin ilanından sonra her fırsatta ülkenin çeşitli noktalarına geziler yapmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Antalya’ya ilk kez 6 Mart 1930 tarihinde gelmiştir ve burada 6 gün kalan önder, “Hiç şüphesiz, Antalya dünyanın en güzel beldesidir” sözüyle, bu toprakların güzelliklerini tüm dünyaya ilan etmiştir.
Akdeniz Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi/Tarih Bölümü
Diskotekler Restoranlar Alışveriş Merkezleri Pastaneler Cafe ve Barlar Meslek Liseleri Liseler Yüksek Öğrenim Kurslar Dershaneler İlköğretim Okulları Eğitim Merkezleri Kreş ve Yuvalar Döviz Büfeleri Organize Sanayi Sitesi Tercüme Büroları Menkul Değerler Şirketleri Bankalar Kongre ve Fuar Merkezleri İl Müdürlükleri Sanat Galerileri Kitap Evleri Tiyatrolar Sinemalar Müzeler Dergi Ajans Televizyon Gazete Radyo 2.Sınıf Tatil Köyü Apart Oteller 4 Yıldız 2 Yıldız 5 Yıldız Özel Belgeli Oteller 3 Yıldız 1.Sınıf Tatil Köyü Pansiyon 1 Yıldız Karakol Sendikalar Konsolosluklar Kamu İktisadi Teşebbüsleri Belediyeler Özel Sektör Proje Kurumları Yargı Askeri Kurumlar Bakanlıklar İl Müdürlükleri Kaymakamlıklar Noterler Valilik Muhtarlıklar Ambulanslar Sağlık Merkezleri Hastaneler Eczaneler Sağlık Ocakları Poliklinikler Siyasi Partiler İl Başkanlıkları Spor Salonları Stadyum Meslek Örgütleri Dernekler-Vakıflar Tüccar Ardiyeleri (160 metrekare) Tüccar Ardiyeleri (110 metrekare) Komisyoncu Yazıhaneleri Tüccar Ardiyeleri (370 metrekare) Tüccar Ardiyeleri (150 metrekare) Zirai İlaç Dükkanları Tüccar Ardiyeleri (240 metrekare) Havayolu Şirketleri Otobüs Firmaları Limanlar Taksi Durakları Kargo Seyahat Acenteleri Oto Kiralama Yat
Antalya'nın Coğrafyası
Antalya Büyükşehir Belediyesinin kapsadığı alan yaklaşık 140 bin hektar olup, güneyinde Akdeniz, Kuzeyinde Çubukbeli’nden geçilerek ulaşılan Burdur İlinin Bucak ilçesi, batısında Toroslar, kuzeybatısında Korkuteli ilçesi, doğusunda Serik ilçesi, güneybatısında Kemer ilçesi bulunmaktadır.
Jeolojik Yapı
Antalya Bölgesi’nde paleozoike ait en eski kayaçlar, Alanya’nın kuzeyindeki Alanya dağlarında yaygın olarak görülürler
Kristal şişt, fillat, mermer ve kalkerlerle temsil edilen bu kayaçlar, şiddetli teknotik olayların etkisinde kalmışlar ve kırılarak kıvrılmışlardır. Bu olayların en önemlisi, paleozoik alanlarının, kuzeydoğu yönünde, mezozoik ve tersiyer alanları üzerine itilmesidir.
Antalya kentinde en çok yer kaplayan mezozoik formasyonlardır. Genellikle kalker, marn, fiş ve serpantin araziden oluşmuş bu devir alanları, Antalya Ovası'nın batısı ile kuzeyinde geniş alanlara yayılmıştır. İlin dağlık bölgelerini oluşturan bu formasyonlar tersiyer alanları ile birlikte karst yeryüzü şekillerini oluşturmuşlardır.
Antalya Ovası'nın zeminini meydana getiren tersiyer alanları ise, ayrıca dağlık bölgelerde mezozoik formasyonları ile karışık halde bulunmaktadır. Genellikle kalker, konglomera ve kumtaşlarından oluşmuştur.
Antalya Ovası'nın büyük bir bölümü kuater'e ait konglomera, alüvyon ve travertenlerle örtülüdür. Bu formasyonların en önemlisi, Aksu Çayı'nın batısında geniş bir alan kaplayan travertenlerdir. Üç basamak halinde kuzeye doğru yükselen bu formasyonun ilk basamağı üzerine Antalya kenti kurulmuştur. Büyük ve çok sayıda erime boşlukları bulunan travertenler, tipik karst yeryüzü şekillerini meydana getirmişlerdir.
Tektonik Durum
İl civarında teknotik engebeler bulunmasına rağmen deprem kataloğu, aktif bir hattın bulunmadığını göstermektedir. Bölgede nadiren hissedilen sarsıntılar, Göksu bölgesindeki yerel depremlerle ilgilidir.
Jeolojik Yapı
Antalya ilinde Quarterner, Tersiyer, Mesozoik, Paleozik adlı yaşlı kayaçlar bulunmaktadır. Antalya Ovası'nın büyük bir kısmı Quarterner'e ait o konglomera, alüvyon ve travertenlerle örtülüdür. Büyük sayıda erime boşlukları bulunan travertenler, tipik karst topografyasını meydana getirmişlerdir. Deniz altında da devam eden travertenlerin toplam kalınlığı birkaç yüz metreyi geçer.
Tersiyer araziler ise ovanın zeminini meydana getirmektedir. Dağlık bölgelere ilerledikçe Mesozoik yapı ve Tersiyer yapının karışık halde bulunduğu görülmektedir. Aksu, Köprü Çayı, Manavgat Çayı doğrultusunda kuzeye doğru uzayarak yer alır.
Antalya havzasının büyük bir kısmını oluşturan Mesozoik formasyon kalker, marn, filis ve serpantinden oluşmuştur. Kalkerler gri renkli, çok çatlaklı ve boşlukludur. Ayrıca karstik şekillere ve düdenlere sahiptir.
En eski formasyon olan Paleozike kayaçlar Alanya'nın kuzeyinde yaygın olarak görülürler. Kristalen şist, fillat, mermer ve kalkerlerden meydana gelen bu kayaçlar, şiddetli tektonik olayların etkisiyle kırılarak kıvrılmalardır.
Toprak Özellikleri
İklim, topografya, ana madde, bitki örtüsü ve zamanın etkisiyle Antalya ilinde çeşitli büyük toprak grupları oluşmuştur. Antalya ilindeki toprak grupları ve dağılımı şöyledir:
Kırmızı Akdeniz Toprakları
Antalya havzasında en geniş alanı kırmızı Akdeniz toprakları kaplar. Antalya ilinde 574.332 hektarlık alanı kaplamaktadır. Havzanın özellikle güney ve ortalarında yaygındır.
Kırmızı Akdeniz topraklarının bulunduğu yerlerde yıllık ortalama yağış 800-1250 mm'dir.
Bu toprakların doğal örtüsü orman ağaç ve ağaççıkları ile Akdeniz maki örtüsüdür. Orman ağacı olarak daha çok ibrelilerden kızıl çam, kara çam ile kısmen yaprağını dökenlerden meşe, köknar, ardıç bulunur. Maki topluluğunun ve otsuların hepsini görebiliriz.
Kırmızı-Kahverengi Akdeniz Toprakları
Antalya ilinde 2421 hektarlık alanı kaplamaktadır. Bu topraklar özellikle orta havzada Eğridir Gölü'ne kadar toplu bir yayılım oluşturur. Başta kahverengi orman toprakları olmak üzere birçok alüviyal ve kolüviyallerle kesildiği gibi kırmızı Akdeniz toprakları ile birlik oluşturur.
Kırmızı-kahverengi Akdeniz topraklarının bulunduğu yerlerde yıllık ortalama yağış 750-900 mm'dir. Kırmızı-kahverengi Akdeniz topraklarının büyük kısmı orman, geri kalan az bir kısmı da fundalık ve kuru tarım olarak kullanılmaktadır.
Kahverengi Orman Toprakları
Antalya havzasında kapladığı alan bakımından ikincidir. 326246 ha.'lık alanı kaplar. Alanya'dan başlayarak kuzeybatıya doğru Akdeniz toprakları ile Rendzinalar arasında havzayı baştan başa kat eder. Ayrıca havzanın batısında ve güneyinde kestane rengi topraklarla birlikte bulunur.
Kahverengi orman topraklarının bulunduğu yerlerde ortalama yağış 1000 mm'ye ulaşsa da esas olarak 600 mm. civarındadır. Bu toprakların doğal bitki örtüsü orman ağaç ve ağaççıklarıdır.
Kestane Rengi Topraklar
Antalya havzasının önemli topraklarından bir diğeridir. 71883 hektarlık alanı kaplar. Havzanın batısında Korkuteli ile kuzeyindeki Isparta ve Yalvaç civarında yayılım gösterir. Bu toprakların bulunduğu yerlerdeki yıllık ortalama yağış 400-600 mm. civarındadır. Bu toprakların doğal bitki örtüsü yıllık otlar, ot, çalı karışığı, seyrek fundalıklar ve kısmen seyrek orman kalıntılarıdır.
Rendzina Toprakları
Antalya havzası sahil kuşağının önemli topraklarındandır. 51458 hektarlık alanı kaplar. Bu toprakların bulunduğu yerlerde yıllık ortalama yağış 1000 mm.'dir. Rendzinaların doğal bitki örtüsü maki, otsu ve kültürleridir.
Alüviyal Topraklar
Antalya havzasında çok büyük bir alan kaplamaz. Ancak havza tarımında önemli bir yere sahiptir. 11558 hektarlık alanı kaplamaktadır. Özel bir iklime ve doğal bitki örtüsüne sahip değildir.
Kolüviyal Topraklar
Havza bakımından önemli bir yere sahiptir. 51339 hektarlık alanı kaplamaktadır. Özel bir iklime ve vegetasyona sahip değildir.
Bu toprak grupları dışında Antalya havzasında yer alan toprak grupları şunlardır:
- Regosal Topraklar
- Yüksek Dağ-Çayır Toprakları
- Tuzlu-Alkali Topraklar
- Hidromorfik Alüviyal Topraklar
- Kireçsiz Kahverengi Orman Toprakları
- Organik Topraklar
- Sahil Kumulu
- Irmak Yatakları
- Alüvyal Sahil Bataklıkları
- Çıplak Kaya ve Molozlar
Antalya'nın İlçeleri
Antalya'nın Merkez dışında 14 ilçesi bulunuyor. 2000 yılı nüfus sayımına göre toplam nüfusun yüzde 58'i ilçelerde yaşıyor.
Arazisinin ortalama olarak yüzde 77'si dağlık, yüzde 10.2'si ova, yüzde yüzde 12'si ise engebeli bir yapıya sahip olan Antalya'nın il alanının 3/4'ünü Torolar kaplamaktadır. İlin topoğrafik yönden gösterdiği değişkenlik gerek iklim, gerek tarımsal gerekse demografi ve yerleşme yönünden farklı ortamlar yaratmaktadır. Ayrı özellik gösteren bu alanları sahil ve yayla bölgesi olarak tanımlanabilir.
Antalya'nın sahil kesimi ilçeleri; denizden yüksekliği 5-44 metre arasında olan Merkez, Gazipaşa Alanya, Manavgat, Serik, Kemer, Kumluca, Finike, Demre (Kale) ve Kaş'tır.
Yayla kesimi ilçeler ise; Gündoğmuş, Akseki, İbradı, Korkuteli ve Elmalı'dır. Bu ilçelerin denizden yüksekliği ise 900-1000 metre arasındadır.
En Kalabalık İlçe Alanya
2000 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre 14 ilçeden en kalabalık olanı 257 bin 671 olan nüfusu ile Alanya, en tenha olanı ise 10 bin 826 olan nüfusu ile İbradı'dır. Yıllık nüfus artış hızı en yüksek olan ilçesi binde 86.2 ile Kemer, en düşük olan ilçesi binde 6 ile Demre'dir.