İçimde bir boşluk var, durup durup özlüyorum onu. İtiraf etmeliyim, en azından güncem de dürüst olmalıyım belki de. Ben sevdim birini evet sevdim. Sevmeye çalışmanın bu kadar acıtacağını bilerek hem de. Onun gidişini izlemeyi göze alarak.
Koşup dökmeliyim kitapları, ona yazdığım o mektup bir yerlerde olmalı. Ağlayacağımı biliyorum, tüm gece uyumayacağım belki ama özledim işte. Adını çeviriyorum ağzım da. Bana ölümü sunacak bir zehri yutmadan son kez çevirir gibi…
Sesli okuyacağım, dudaklarım titriyor. Sesini de özlemişim… Şimdi yine parmaklarımla alsa saçlarını, kulak ardına. O nerde şimdi kim bilir…
‘’Bitti! Dedi… Neyin bittiğinin önemi yoktu. O iki hecelik kelimeydi ilk kursağına oturan. Sonra devamı gelecekti. Birazdan kendini alıp buradan gidecekti. Kaçkın bir şehri terk etmek hiç de zor değildi.
Kalabalıkları yararak ve tüm onursuzluğu üstünden damlayarak, kaçıp sığınmalıydı, şehrin eteklerinin altına. Ya o! Şimdi ne yapıyor. Üşüyor mudur? Ya elleri, soğuk mudur? Tutup öpse parmak uçlarından, kızarır mı yine yanakları ya kalbi atar mı yine, başım göğsünün konaklığındayken ki… Tik tak… Bir akreple yelkovana öykünüyormuş gibi! İlk gözlerine baktığımda mırıldanmıştım işte, öylesine, sonra kim bilebilirdi ki bu denli içine oturacağını; ‘’bir kız için gözleri fazla çocuk bakıyor…’’
Özlemek, inkâr etmek ne kolay! Özlemedim işte, ne münasebet… Özlememeli. Elleri üşüyor cam soğuğunda, otobüs duraklarını sayıyor. Ağlamayacak! Açılan bir müziğin sözleri içini yakıyor…’’Kırık kalpler durağında inecek var…’’ bağırası geliyor, kaptan nerededir o durak gitsek götürüp atsan beni oraya, ölü kuşlar gibi! Savursan acımaz canım korkma, şimdiden çok…
Ne büyük bir tehdittir suskun şairler. Ama kimse bilmiyor. Geçiyorum yanlarından dokunsalar, bakışları değse öksüzlüğüme patlar, öldürürüm tüm şehri, suskunluğumla. Ama yapmıyorlar! Kaç kişiyi öldürebilir susuşuyla bilmiyor. Ama o sustuğunda biliyor ki bir kişi ölür bu şehirde. Ama o susmuyor! Dudaklarının demedikleri gözlerine gizleniyor.
Gözleri kapalı. Asansör kapanıyor sayılar azalıyor yavaşça… Bir, iki… Ve hızla kapatılan soğuk, metal kapının sesi. Düşüyor kendinden, adımları uçuyor, şehrin kalbine doğru. Bir kalabalık arıyor, canlı bir bomba artık gülüşleri, suskunlukları pimi ölülerin! Öldürelim mi her gülüşü!
Şehir intihar edecek söylemediler mi sana. Tüm çocuk gülüşleri silinmiş bir şehirden ne beklerdin ki daha fazla. Karışıyor kalabalığa, kulaklarında kendi suskunluğunun en vicdansız sesi… Hata! Hata! Hata… Neydi hata olan, belki de doğumundan başka. Bin yıllık bir ruhun gencecik bir bedene hapsedilişimiydi! Kim verdi bu emri tanrı! Bu ruhu kapatmalıydınız, kaçkın ruhların arasına.
Bu geceyi sil günceden. Ve siliyor bu geceyi güncesinden! Üstü çiziklerle dolu yamalı güncesinden… Alıp basıyor bağrına ve kan oturuyor teninde dokunan her yere.
Kendini topluyor yabancı bakışlardan. Ama gözleri kayıp, anlıyor o kapı kapanmadan önce orada unuttuğunu. Anlıyor gözleri çocuk bakan kız gelmiyor yüreği öksüzlük kokan çoçuğun ardından! Ve işte bak, çöküyor tüm Türk filmi senaryoları ve bir kez daha anlıyor esas erkeğin kendi olmadığını.
Suskunluğu büyüyor, kız olsam saklardım âdemelmasının içine, oysa kimse bilmiyor erkekler saklayacak tüm yanları ölüme kesiyor diye, ağlarlar hiç durmadan! Bir kız bulup vermeli ona, saklamalı âdemelmasının soğukluğuna. Ve öpmeli hiç tanımadığım bir dudakların intiharından! Susuyor gittikçe büyüyor, elleri dokunuyor yanaklarına. Çocukluğunun en güzel anısı oturuyor, dizlerine. Bir çocuk, gözlerinde gülücük yaşları, yanaklarına süzülüyor.
Artık susmuyor, susamıyor, bir çığlık bu, arabada yabancı gözler ona dönüyor, ama yine gözlerinin gölgesi görünmüyor! Nasıl gidilir şimdi bu şehirden gözlerinin gölgesi olmadan! Ya sen gözleri çocuk bakan kız, evine düşmüşken gözlerim, bir mahşer yeriyken odan nasıl unutursun beni. Hediyemdir al tak gözlerine gölgemi. Ve ben gibi bak tüm yabancı adamların gözbebeklerine. Belki o zaman bağışlar seni dünya…
Bir otobüsün koltuk altı yalnızlığı üstüme bulaşan. Unutulan bir paket hüznüyle. Oysa bir çocuğun sevinciydim ben, unutmasaydın beni, başka bir erkeğin gözlerine dalıp! Tek başıma öksüz bir otobüs koltuğunun altında belki de çocuk gülüşlerini getirecektim sana!