Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Mitoloji hakkında genel bilgiler en geniş bilgi burada
MUT(Auramooth) : Amen'in karısıKhons'un annesi.Ismi anne demektir. NEFERTUM: Ptah ve Sekhmet'in genç oğludur.Taç giymis veya bir nilüferin üzerine oturmus bir genç olarak çizilir. NEITH(NetNeitThoum-aesh-neith) : Çok eski bir savaş tanrıçasıdır.Deltada zekilik tanrıçası olarak bilinir.Yunan mitolojisindeki Athena'yla eşleşir. Duamutef'in koruyucusudur.Timsah tanrı Sobek'in annesidir. NEKHBET: Yukarı Mısır patron tanrıçasıdır.Ikonografide bir akbaba olarak betimlenir.Kral ve kraliçenin tacının bir parçasıEdjo'nun eşidir. NEPHTHYS(Nebt-het) : Geb ve Nut'un en küçük çocuğuSeth'in karısıAnubis'in annesidir.Seth Osiris'i öldürdüğünde onu terketmisOsiris'in canlanması için Isis'e yardım etmistir.Hapi'nin koruyucusudur. NUT(Nuit) : Geb'in eşiShu ve Tefnut'un kızıdır.Gökyüzü tanrıcasıdır.Yeşil derili ve vücudu yıldızlarla kaplı bir kadın olarak resmedilmistir. OSIRIS(Ausar) : Ölülerin koruyucusu ve yargılayıcısıdır.Abidos'da hüküm sürdü.Nut ve Geb'in ilk çocuğudur.Ra dünyayı terk ettiğinde dünyayı yönetmeye başladı ama Set onu öldürdüğünde Isis onu tekrar canlandırdı. Böylece Osiris yeraltı dünyasının hükümdarı oldu.Oglu Horus onun intikamını Seth'le savaşarak ve onu yenerek aldı.Başındaki şapka Yukarı ve Aşağı Mısır'ın birliğini simgeler.
PTAH: Memphis'te Dünya'yı yarattıgına inanılır.Bazı efsanelere göre Thoth'un emirleri altında çalıştıgına ve cenneti ve dünyayı yarattıgına inanılır. RA: Günes tanrısı ve 'Yaratıcı' olarak bilinir.Şahin başı nedeniyle bazen Horus'la eşleştirilir.Hakimiyet merkezi bugünkü Kahire olan Annu'ydu.5. Hanedan'dan dan itibaren firavunlara 'Sa-Ra' (Ra'nin oglu) ünvanı verildi.Shu ve Tefnut'un babasıdır. RA-HORAKHTY(Ra-Hoor-Khuit) : Karma tanrı.Ismi'Ufukların Horus'u olan Ra' demektir. SATI: Elephantin'de hüküm süren tanrıçaKhnum'un eşi ve Anuket'in annesidir. SEKER: Işık Tanrısı.Ruhların Yardımcısıdır.Memphis'te Ptah'la eşleştirilir. Şahin başlı mumyalanmış bir adam olarak çizilir. SEKHMET: Aslan tanruça.Memphis'te Ptah'in eşi olarak bilinir.Ra'nin yarattığı Sekhmetdogruluk tanrıçası olarak da bilinir. SELKET(SerketSerqet) : Kafasında zehirli bir akrep bulunan güzel bir kadın olarak çizilmistir.Kadınlara dogumda yardımcı olurakrep tarafından sokulan insanların hayatını kurtarır.Isis'i Seth'ten korumak için Seth'e yedi akrep göndermistir.Qebhsenuef 'in koruyucusudur.Tutankhamon' un mezarındaki heykeli çok ünlüdür. SET(Seth) : Eskiden Aşagı Mısır'ın patron tanrısı olan Seth fırtına ve çöl tanrısı olarak bilinirdi.Kardesi Osiris'i öldürerek Osiris'in oğlu Horus'unIsis'in ve Nephthys'in düsmanlığını kazandı.Horus'la yaptığı savaslaraynı zamanda Asagı ve Yukarı Mısır'ın savaşı oldu.Bu savaşın sonunda Horus'a yenilerek çölde yaşamaya mahkum oldu.Mısır'ı çöllerden gelen yabancılardan koruduguna inanılır.
Medusa Efsanesi Medusa yaşamına çok güzel bir genç kız olarak başlamıştır. O kadar güzeldir ki tanrıçaların kıskançlığını üzerinde toplamış tanrıları da peşinde koşturmuştur. Tanrıça Athena (Zeus'un en çok sevdiği kızı) onu çok kıskanmaktadır özellikle. Denizlerin tanrısı Poseidon ise Medusa'ya hayrandır. Başı öylesine dönmüştür ki bir gün Athena'nın tapınağında Medusa'ya zorla sahip olur. Bu durumu kendisi için aşağılayıcı bulan Athena Medusa'yı gorgon yaparak cezalandırır. Çok çirkinleşmiş saçları yılana dönüşmüştür yüzüne bakanlar taş kesilmektedir. Medusa insan olduğu için ölümlüdür. Gorgon yapma cezasını az bulur Athena ve Perseus'la iş birliği yaparak Medusa'nın başını kestirir. Başı kesildiği anda Medusa'nın Poseidon'dan olma çocukları Pegasus ve Chrysar gövdesinden dışarı fırlarlar. Medusa'dan sıçrayan kan damlaları Libya çöllerine düşer ve birer yılana dönüşürler. Perseus Medusa'nın kesik kafasını alır gider. Athena ise Medusa'nın derisini yüzüp Aegis'in markası yapar. İki damla kanını kral Erichthonius'a hediye eder. Bu iki damla kandan biri öldürücü zehirdirdiğeri ise panzehirdir tüm hastalıklara deva olmaktadır.
ATEŞ KÜLTÜRÜ Kürt kültürünün temelinde güneş ve su var. Güneş kürtlerin kollektif bilincinde ve kollektif sosyal pisikolojisinde çok önemli yer tutar. Bununda nedeni yaşadıkları coğrafyadır. Kürtlerin yaşadığı toprakların iklimine ve uğraşlarına bakıldığında güneşin ve suyun belirleyici rolü hemen anlaşılır. Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın soğuk olmasından dolayı halk bol yiyeceğe sıcak barınaklara ve hayvanları için verimli otlaklara ihtiyacı vardı. Bütün bu gereksinimlerinin karşılanması için güneş ve su gereklidir. Bereketin bu iki unsuru olmadan zengin bir yaşamın olmıyacağını günlük yaşamlarındaki deneyimlerinden çıkaran Kürtler hem güneşi hemde suyu yararlılıklarından dolayı kutsamışlar tanrılaştırmışlar ve güneş ve suya bütün yaşamın ve canlılığın kaynağı olarak bakmışlar. Güneşin doğuşu yeni bir günün başladığını müjdelerken sevinçin ve umutların kaynağı olmuş. İnsanlar güneş enerjisinin yaratıcı özelliklerini belki bilimsel verilerle açıklama bilgilerinden yoksundular ama deneyimleri onlara güneşin yaratıcılığını öğretmişti. Kürt Mitolojisinde güneş tanrısı MİTRA su tanrısı ise güzelliği ile ünlü ANAHİTA dır. Güneş Zerdüşt dininde de önemli bir yer tutar. Ahura Mazda’nın özelliklerinde sayılan yaratıcı güç Vohumanah (Ameşa Spenta-Ölmez Azizler) dünyaya mutluluk veren güneşin ışığıdır. ATEŞ KÜLTÜRÜ Kürtlerin ateşi kutsal bir varlık olarak görmelerinin tarihi temeli Medleri oluşturan kabilelerden biri olan magaların eski dini olan Magilikten kaynaklanmaktadır. Magalar diğer dinlerde olduğu gibi tanrıya kayıtsız şartsız teslim olma sözkonusu değildi. Magalar yaptıkları sihirlerle (MAGİ) tanrıları etkiliyeceklerini düşünüyorlardı. Bundan dolayı yaşam için gerekli olan aydınlığa ve ısıya kavuşmaları için ateşler yakarak güneşi taklit ederlerdi. Böylece tanrıları etkiliyerek güneşin sürekli doğmasını sağlıyacaklarını ve arzuladıkları sonuca ulaşacaklarını sanıyorlardı. Bundan dolayı ateş sürekli yanardı. Zerdüşt ekonomik ve sosyal koşulların zorlamsı sonucu ari dinlerini yeniden günün ihtiyaclarına göre düzenlemeye başladığında eski dinleri tamimiyla dışlamamış zamanın koşullarına göre yararlı olan bazı özelliklerini yeni dine aktarmıştır. Ateşin güzelliklerini Mazdaizme entegre etmiş ve Ahura Mazdayı ışık ve ateşin tanrısı olarak nitelemiştir. Ateş kulelerinde sürekli ateşler yanar. Ateş kulelerinde yanan ateşe dokunulmaz ve kirletilmezdi. Ateşin sürekli yanmasını sağlıyan kişi ateşi nefesi ile kirletmemek için ellerinde eldiven ağzını kapattığı bir peçe bulunurdu. Kürtlerin ateşi kutsamaları iki ana nedenden kaynaklanır. 1- Güneşin yeryüzündeki simgesi oluşu 2- Günlük yaşamdan kaynaklanan kullanım değeri (ısınma-ışığından faydalanma) ve temizliğin bilgeliğin sembolü ve kötülükleri ortadan kaldıran niteliklere sahip olmasından dolayı. İnsanlar ateşi çeşitli sebeplerden dolayı yakarlardı. A- Dönemsel ateşler. Her yıl aynı günde yakılan ateşler (Newroz) . Hayvancılık ve tarım yaşamın temelini oluşturduğu için mevsimler Kürt yaşamında önemli bir yer tutar. Bahar mevsimi diğer mevsimlere göre bir ayrıcalığa sahip. Doğa yeniden canlanıyor. İnsanlar karanlıktan kurtuluyor. Kışın yokluklarına karşın toprağa bereket düşüyor. İnsanlar baharı kutlamak ve ona hoşgeldin demek için büyük ateşler yakarlarladı. B- Kurban olarak. Zerdüşt dininden kaynaklanan bir düşünce. Zerdüşte göre kurban kesmek müsrüflük sayıldığından dini ayinlerde hayvanlar kurban edilmez onun yerine ateşler yakılırdı. Bu davranış hayvancılığın başlıca geçim kaynağı olduğu dönemde İçanadolu kürtleri tarafında uygulanırdı. İçanadolu kürtleri büyük sürülere sahip olmalarına rağmen islam dinin öngördüğü kuralların dışında kendi özel zevkleri için hayvan kesmezlerdi. C- Özel günlerde yakılan ateşler. Özel günlerde yakılan ateş bereket getirmesi ve kötülükleri savması için yakılır ve insanlar alevlerin üzerinde atlarlardı. İnsanlar yakılan ateşlerin alevlerinin üzerinde fenalıklardan korunmak mutlu sağlıklı bir hayat ve günahlarından arınmak için atlarlardı. İçanadolu kürtleri arasında düğünlerde sin sin ateşi yakmak ve üzerinde atlamak çok sıkça rastlanılırdı. Ama son yıllarda bu gelenek tam değilsede terkedilmiş görülüyor. Günümüzde hemen hemen kitlesel olarak ateş sadece Newrozlarda (21 Mart) yakılıyor. Halbuki düğünlerde yakılan ateş düğünlere ayrı bir heyacan ve güzellik katardı. Üç etek giymiş kızlar kadınlar ve gelinler sin sin ateşinin etrafında halay çekerlerdi. Gecenin karanlığını ateşin alevleri ve renga renk elbiseler süslerdi. İnsanlar topluca ateşin üzerinden atlar türkü söylerlerdi. Yakın zamanlara kadar İç Anadolu kürtleri Ateşi su ile söndürmek güneşten ferekat etme anlamına geleceğinden ateşi kendi kendine sönmeye terkedilirdi.
Tanrılar da ağlar Saldığı aşk oklarıyla gerek insanların gerek tanrıların gönüllerini yakıp tutuşturan tanrı Eros aralarında geçen bir tatsızlık yüzünden bir gün tanrı Apollon’a çok kızdı…Eros yayını gerdi ve en yakıcı o ünlü aşk okunu tanrı Apollon’a gönderdi. Ayrıca onun gelecekte yanıp tutuşacağı sevgilisinin gönlüne de aşktan uzaklaştıracak bir ok saldı… Anadolu’nun çapkın tanrısı müzisyen Apollon bir gün kavalını çala çala dolaşırken güzeller güzeli su perisi Defne’yi çevresinde geyiklerin tavşanların dolandığı bir ırmakta yıkanırken gördü. Gerçekten de şimdiye dek böylesine bir güzel görmemişti müzisyen tanrı! Bu yüzden de ona deli divane tutuldu. Ne var ki ırmak tanrısı Pene’nin kızı Defne; yaşamının amacı olarak tek başına ormanlarda gezip tozmayı sonsuz bir özgürlüğün tadını sonuna dek yaşamayı seçmişti. Ama babası tanrı Pene; onu bir an önce başgöz etmek bir torun görmek istiyordu. O yüzden kapıda bekleyen sayısız damat adaylarından birini seçmesini istiyordu çok sevdiği kızı Defne’den.. Ne var ki Defne; tanrı Eros’un gönlünü her türlü aşka kapatan oklarıyla yaralı olduğundan her damat adayına olmaz da olmaz diye tutturuyordu. İnatçı hırçın ve gururlu Defne; ormanlarda hep o kuzu senin bu geyik benim gezip tozuyordu tek başına… Bu arada Defne’ye deliler gibi abayı yakan tanrı Apollon da; onu büyüleyebilmek için gece gündüz demeden en yakıcı aşk ezgileri döktürüyordu kavalından. Bir gün yakışıklı güzel bir avcı delikanlı kılığına bürünen tanrı Apollon Defne’nin yanına gidip konuşmak istedi…Ne var ki onun niyetini anlayan perikızı Defne hemen kalkıp oralardan koşar adım uzaklaştı…Gene de umudunu yitirmeyen tanrı Apollon böyle böyle pek çok kez avcı yada çoban kılığına bürünüp onunla arkadaş olmanın yollarını aradı hep. Ne var ki Defne de her seferinde kaçtı ondan…Çünkü güzeller güzeli bu bakir kız Eros’un aşktan kaçırıcı oklarıyla yaralıydı..Özgürlük diyordu bakir kalmak diyordu durmadan kendi kendine… Artık Apollon bu inatçı kız yüzünden uykularını bile unutmuştu…En kötüsü Olimpos’taki tanrılar ülkesine de uğramaz olmuştu! Babası Baştanrı Zeus da çok üzülüyor oğlunun bu karşılıksız aşkına derman olamıyordu…Gene de tanrı Apollon Defne’nin aşkını kazanabilmek için yapılabilecek belki de tek şey kaldığını düşünüyordu… Bu inatçı kızı yola getirmek için kendini tanıtmayı tanrısal kimliğini ona açıklamayı düşündü. Ama bunu da kendi tanrısal gururuna pek yediremiyordu! …Kala kala yakıcı mı yakıcı şiirler yazıp bunları yedi delikli kavalından ezgilerine dönüştürmek kalıyordu..Evet bu inatçı kızı aşk şarkılarıyla büyüleyip kendisine yakınlaştırmak tek çıkar yoldu. Bu amaçla dağ çobanlarının geceleri yıldızların denizlerde yıkandığı saatlerde kavallarından döktürdükleri gibi yoksul ezgiler çalıp söyleyebilirdi. Hatta bunları kendi tanrısal ezgileriyle harmanlayıp bütünleştirebilirdi…Bunun üzerine tanrı Apollon Defne’nin yüreğini yumuşatabileceğini sandığı en güzel çoban ezgilerini öğrendi Bir eylül sonu akşamüstünde Defne avdan dönmüş gene babası ırmak tanrısının pırıl pırıl sularında yıkanıyordu her zaman olduğu gibi…Ama çevrede koşup sıçrayan geyiklerin birdenbire oldukları yerde pusup kaldıklarını ağaçlarda kuşların sustuğunu Akdeniz göklerindeki kıpkızıl yorgun güneşin bile döngüsünü durdurup kulak kesildiğini gördü…Kendine yüz vermeyen bir sevgiliye yakılmış yalnız ve çaresiz mahzun Anadolulu bir çobanın kavalından dökülen ezgilerdi bunlar. Gerçekten de Defne; bir ara bu yoksul çoban ezgisine dağ başlarındaki ayılar ve kartallarla birlikte kendini kaptırıverdi! …Ne var ki az ötesinde kendine doğru gelen aynı avcı delikanlıyı fark etti… Hemen koşmaya başladı..Avcı ve çoban kılığındaki tanrı Apollon da onun ardı sıra koşmaya başladı. Bir tavşanı kovalayan tazı örneğindeki gibi bir koşu başladı ormanda. Defne koşuyor çoban koşuyordu! Ensesinde bir tazının sıcak nefesini duyar gibi oldu bir ara…İşte o anda avcı kılığındaki tanrı Apollon soluk soluğa diller dökmeye başladı yanıp tutuştuğu sevgilisi Defne’ye: “Ben ne bir avcı ne bir çobanım diyordu yana yakıla…Ben Zeus’un oğlu tanrı Apollon’um! Kavallara sazın tellerine en güzel esinleri ben verdim. Ben doğanın bitkilerinden her derde deva ilaçlar yaptım. Ama hiçbiri derdime derman değil. Ben avcı değilim ama asıl sen vurdun beni ta canevimden! ” Önde Defne arkasından sevginin kızgın alevleriyle tutuşmuş Apollon; her ikisi de koşuyor da koşuyordu! Sevginin ışıklarıyla sarılmış kanatlarıyla uçuyor gibiydi tanrı Apollon…Artık neredeyse soluğu kesilen Defne babası ırmak tanrısına ulaşabildi sonunda. Apollon’un elinden kurtarmasını diledi ondan. Ver olduğu yere yığılıverdi..Tanrı Apollon onu sevinçle kucağına aldı…Ama o da ne? Bir gevşeklik sarmaya başladı bedenini Defne’nin... Göğsü kolları başı yapraklanıp bir ağaca dönüşüverdi... Artık yüreği hop hop atan bir ağaç vardı avcı Apollon’un kollarında! Ve tanrı ilk kez çaresiz sessizce ağlamaya başladı…Artık bundan böyle dedi ağaca benim ağacım ol! .. Senin dalların kahramanlara çelenk olsun. Ezgilerde türkülerde yan yana adlarımız anılsın… Ve tanrının bu dileği yerine geldi. İşte o yüzden binyıllardan beri defne ağacına dönüşen güzeller güzeli bu peri kızının serüveni; sayısız ozanların şiirlerine esin kaynağı oldu; nice müzisyenlerin çalgılarında en yanık aşk ezgilerine dönüştü… Yaşar Atan
EUROPA Europa Suriyeli çok güzel bir kızdı. Öyleki parlak teni göz alıcı bakışı ile dillere destan olmuştu. Eğlenceyi ve gezmeyi çok severdi. Sabahtan akşama kadar tüm vaktini kırlarda deniz kıyısında arkadaşları ile birlikte gezerek geçirirdi. Gene böyle bir gün deniz kenarındaki bahçelerden birinde arkadaşları ile çiçek toplarken Zeus Europa'yı gördü. Onun güzelliği baş tanrının aklını başından almıştı. Karısı Hera'nın haberi olmadan güzel Suriyeliye yaklaşabilmek için altın rengi bir boğa şekline girdi ve kızların çiçek topladıkları bahçenin etrafında gezinmeye başladı. Kızlar boğadan korkmak bir yana onu çok sevimli bulmuşlardı ona yaklaşarak sevmeye başladılar. Güzel Europa ona yaklaştığı anda boğa yere yatarak kızın ayaklarına kapandı. Europa boğanın sırtını okşayarak yavaşça üzerine oturdu.Tam arkadaşlarıda ona katılacakken boğa birden ayaklandı ve ve sırtında Europa ile denize doğru koşmaya başladı. Deniz kenarına vardığında azgın dalgaların hepsi sakinleşmiş durulmuştu. Boğa dalgaları yararak denizde kumlu bir ovada koşuyormuş gibi hızla oradan uzaklaştı. Bir süre sonra kıyıya vardıklarında Zeus genç kızı bir çınarın gölgesine bıraktı ve boğa şeklinden sıyrılarak tekrar tanrı şekline döndü ve ona kendisini tanıttı. Horalar aceleyle Zeus ve Europa için bir yatak hazırladılar. Bu birleşmenin yapıldığı yere gölge saldığı için o günden beri çınar ağacı yapraklarını hiç dökmez. Kirid kralı Minos bu birlikteliğin sonucunda doğmuştur.
HEPHAISTOS (VULCAN) Hephaistos ateş tanrısı idi. Zeus ile Hera'nın oğlu olan bu tanrı topal olarak doğdu üstelik çokda çirkindi. Hera onu doğurduğunda çirkinliğinden utandı ve diğer tanrıların kendisiyle alay etmesinden korkarak onu Olympos'tan aşağı fırlattı. Hephaistos'un Olympos'tan aşağı Lemnos adasına düşüşü tam bir gün sürdü. Bir hocanın yardımıyla burada demir bronz ve değerli madenler üzerinde çalışma sanatını öğrendi ve ve bir yanardağın içine demir atölyesini kurdu. Bu demirhane de insanı hayrete düşürecek sanat şaheserleri yarattı. Nadide yüzükler bilezikler kalkanlar yaptı. Fakat annesini ve onun kendisine yaptıklarını hiç unutmadı. Annesinin yanına çağırılması için bir şeyler yapması gerekiyordu. Ve bir gün oturup annesi Hera için altından muhteşem bir that yaptı. Bu öyle bir tahttı ki insanın gözlerini kamaştırıyordu diğer yandan hiç te göründüğü gibi değildi. Görünmez bağlardan yapılmış kıskaçları vardı ve üzerine biri oturduğunda bir daha açılmamak üzere kilitleniyor oturan kişiyi hapsediyordu. Tahtı Olympos'a yolladığında Hera tahtın ihtişamına hayran kaldı fakat üzerine oturur oturmaz kıskaçlar kapandı ve Hera tahta bağlanıp kaldı. Bütün tanrılar el birliği ile onu tahtan kurtarmaya çalıştılar ama başaramadılar. Son çare Hephaistos'u çağırdılar fakat Hephaistos kulak asmadı. Tüm çağrıları duymuyormuş gibi davrandı. Kendisine yaptıklarından dolayı Hera'nın cezasını çekmesini istiyordu.Zeus Hermes'I yolladı ancak Hermes onu Olympos'a çıkmaya razı edemedi. Ardından Ares geldi onu Olympos'a çıkarmak için zor kullanmaya çalıştı ama Hephaistos onu kavgada yendi ve gerisin geri geldiği yere yolladı. Bunun üzerine şarap tanrısı Dionysos onu getrimeye talip oldu ama o çok farklı bir yol denedi. İçirdiği şaraplarla Hephaistos'u sarhoş ederek ondan Hera'yı that'tan kurtaracağına dair söz aldı.Fakat Hephaistos bunu tek bir şartla yapmayı kabul edecekti. Bunun için Tanrılar katına kabul edilmesi ve güzeller güzeli Aphrodite'in kendisiyle evlenmesi Karısının daha fazla acı çekmesine dayanamayan Zeus oğlunun şartlarını kabul etti. Bunun üzerine Dionysos onu alıp Olympos'a götürdü. Hephaistos Hera'yı kurtardıktan sonra ilk iş olarark kendisine baştan başa tunçtan bir saray yaptı. Saray güneş doğunca parıl parıl parlıyordu dör tarafına yıldızlar serpiştirilmişti. Görenleri hayran bırakan sarayın bir tarafına da muhteşem demirhanesini yerleştirdi. Hephaisto her sabah güneş doğduktan sonra atolyesine gidiyor akşama kadar hiç durmadan çalışıyor tanrıları ve insanları hayrete düşüren ve hayran bırakan şaheserler yaratıyordu. Zeus için muhteşem bir asa ve altından that imal etti. Demeter içinse parlak bir orak. Apollon ve Artemis içinse sağlam ve hızlı oklarla ok kılıfları yaptı. Tüm bunların yanında Olympos'u süslemek için elinden geleni yaptı; Apollon için güzel bir saray inşa etti Zeus'un sarayını güçlendirip süsledi. Ve tanrılar için onların arzularına gör hareket edecek koltuklar imal etti. Hephaistos sadece tanrılar için değil insanlar içinde bir çok iyilik yaptı. Çirkin ve topal olmasına rağmen iyi kalpli oluşu ile gerek tanrılar gerekse insanlar tarafından sevildi ve sayıldı. Ama arzu ettiği ve hak ettiği mutluluğa hiç bir zaman tam olarak ulaşamadı. Onu sevmeyen ve sürekli aldatan Aphrodite ile olan evliliği ona mutluluktan çok acı ve utanç getirdi.
Üç Güzeller Masalı Peleus'la Thetis'in Olympos'ta kutlanan bir düğününe Fesatlık Tanrıçası Eris davet edilmemiş... fesatlık bu ya boş durur mu düğüne davetsiz gelip masanın ortasına altın bir elma atıvermiş elmanın üzerinde 'en güzele' yazıyormuş. Bütün kadınlar elma benim bana yakışır diyerek elmayı sahiplenmeye kalkmışlar bunun üzerine en güzeli Tanrılar Tanrısı Zeus seçsin denmiş ama Zeus elmayı karısı Tanrıça Hera'ya verse diğer Tanrıçalar kıyameti koparacaklar başka Tanrıçalara verse bu sefer de karısı ortalığı kaldıracak Zeus bu işi başından savmak için Kaz Dağlarının yakışıklı çobanı Paris'i elmayı en güzele vermesi için görevlendirmiş. Bu karmaşadan sonra ortada en güzelim diye üç Tanrıça kalmış. Zeus'un karısı Hera Akıl Tanrıçası Atena Güzellik ve Sevgi Tanrıçası Venüs. Bu üç Tanrıça yakışıklı çobanın karşısına çıkmışlar. Çobanın elinde 'en güzele' diye yazan altın elma karşısında yürekleri heyecandan çarpan üç Tanrıça... Tanrıçalar başlamışlar akıllarına gelen vaatlerle çobanı etki altına almaya. Atena; ün şan vaat etmiş Hera; zenginlik ve kuvvet. Venüs ise dünyanın en güzel kızını vaat etmiş. Atena ve Hera en güzel elbiselerini giyip en süslü mücevherlerini takmışlar oysa güzellik örtü istemez güzellik onun örtüsü diyen Venüs bunların hiçbirini yapmamış. Paris'in altın elmayı tutan eli kımıldamış... herkes heyecan içinde ve el geniş bir kavis çizerek Venüs'e doğru uzanmış. Paris üzerinde 'en güzele' yazan altın elmayı Venüs'e vermiş...
PARİS DEDİKLERİ Paris öbür adıyla Aleksandros Troya kralı Priamos'la karısı Hekabe'nin en küçük oğlu. Kraliçe onu doğurmadan birkaç gün önce uykusunda bir düş görmüş: karnından çıkan bir alev Troya surlarını sarıyor bütün şehri yangına veriyormuş. Falcılar bu düşü kötüye yorumlamışlar doğacak olan çocuk şehri yıkıma götürecek demişler. Bebek doğunca da Priamos onu İda dağına bırakmak üzere bir uşağına vermiş. Uşak Paris'i dağa bırakmış vahşi hayvanlar hakkından gelir diye düşünmüş. Ama öyle olmamış bir dişi ayı gelip bebeği emzirmiş. Bir süre bu böyle gitmiş sonra çocuğu Agelaos adındaki bir çoban bulmuş evine götürmüş ve kendi çocuklarıyla bir arada büyütmüş. Paris çobanlar arasıdan güzelliği yardımseverliğiyle dikkati çekermiş sürülerine çok iyi baktığı için ona koruyucu anlamına gelen Aleksandros adını takmışlar dağda önce Oinone adlı bir nympha ile sevişmiş. Evlenmişler ama mutlulukları uzun sürmemiş.
OİNONE Oinone İda dağının nymphalarından biridir. Paris ile evlenir. Paris güzellik yarışmasında yargıç olarak çağrıldığında onu vazgeçirmeye çalışır ama başaramaz; ancak bir gün yaralanırsa onu gelip bulmasını söyler. Apollon'un kendisine verdiği şifalı otlar vardır. Paris Troya savaşının sonlarında Philoktetes'in attığı bir okla yaralanınca Oinone'nin bu sözünü hatırlar ona haber gönderir ama nympha yardıma gelmez. Paris ölünce Oinone pişman olup canına kıyar. (Nympha: Aslında başı örtülü yani gelin anlamına gelen nympha kırlarda sularda ormanlarda yaşayan doğal ve tanrısal varlıkların dişi olanlarına verilen addır. Homeros'a göre nympha'lar Zeus'un kızlarıdır.)