*MeleK*
♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
Yağlı Güreşler
pamukçulu osman pehlivan pamukçulu osman
Kırkpınar güreşleri, Türk'lerin Rumeli'ye ayak basmalarıyla başladı. ŞehzadeSüleyman Paşa (1316-1359). Rumeli Fatihi olarak anılan Osmanlı Başkomutanı Rumeli yakasına ilk ayak basan ve oralarda elde ettiği fatihlerle şanlanan bir askerdi ki, Kırkpınar'm destanlara karışmış tarihinde Süleyman Paşa'dan sözetmemek imkansızdır.
Nilüfer Hatunla, Orhan Gazi'nin büyük oğulları olan Süleyman Paşa, 1. Murat'ın ağabeyiydi. Orhan Gazi, 1324 yılında tahta geçince Süleyman Paşa da veliaht oldu. Tam 35 yıl bu makamda kaldı. Orhan Gazi, bir süre sonra da oğlunu başkomutan yaptı, bu görevi ondan hiçbir zaman almadı.Şehzade Süleyman Paşa, ilk defa 1349'da Bizans'a yardım etmek üzere, 20.000 kişilik bir Türk ordusunun başında Rumeli'ye geçti. Yanında 22 savaş gemisi vardı. Sırplafın almak üzere oldukları Selanik'! bağlaşık Türk-Bizans ordusu kurtardı.
1352'de 10.000 kişilik bir Türk birliği geri Rumeli'ye geçti. Dimetoka'da Sırplarla Bulgarlar1! yendi. Bu bölgeyi Bizans'a verdi. Türk askeri Balkanlarda büyük hayranlık uyandırdı. Süleyman Paşa, durumun iyice olgunlaştığını görünce, 13541e büyük teşebbüsüne başladı. Az ama, pek seçkin bir kuvvetle Çanakkale Boğazı'nı geçip Gelibolu Yarımadası'nı çıktı. Türkler, ilk defa fatih sıfatıyla Avrupa topraklanna ayak basmış oldular.
Süleyman Paşa'nın fetihlerinde kardeşi Murat Bey (I. Murat) da katılıyordu. 1357de Lüleburgaz'la Çorlu'yu Murat Bey aldı. Böylece Gelibolu Yarımadası gibi çok stratejik bir bölge tamamen alınmış, Çanakkale Boğazı'nın iki yakası da ele geçirilmiş oluyordu. Bizans, artık, güneyden, doğudan olduğu gibi batıdan da çevrilmişti.
Süleyman Paşa, taşlık bir bölgede avlanırken atının ayağı kayınca düştü, başını taşa çarparak öldü. Bolayır'a gömüldü ama, büyük bir askeri komutan olduğu kadar Türk güresine yaptığı hizmetleriyle de ölümsüz kahramanlar arasına karıştı.Rumeli'de ilk defa Süleyman Paşa'nın komutasındaki Türk askerleri güreştiler. Türk askeri ilk defa 1349 tarihinde Rumeli'ye ayak bastığına göre, Kırkpmarm bu yıl 637. si düzenlenecek demektir. Ne var ki, bu tarih, her nedende 625 olarak belirtilmektedir (1986).
1349'larda Sırpların işgaline son vermek üzere Selanik'e doğru yol alan Türk askerleri, bir Hıdırellez günü Edirne yakınlarındaki ahir Köy'de konaklar. Pehlivanlık, Türklerde hem bir gelenek, hem de savaş hazırlıkları olduğundan kırk yiğit, 1349 yılının Hıdıreltezi'nde güreşe başlar. Güneş batarken kapışmalara son verilince, bu kırk yiğit de bulundukları yere düşerek son nefeslerini vermişler. Şehit oldukları yere de gömülmüşler. Ertesi gün bir de bakmışlar ki her yiğidin can verdiği yerde bir pınar fışkırmış. Bunun üzerine oraya (Kırkpınar) adı verilmiş ve her yıl Hıdırellez'de burada toplanarak güreşmek adeti yerleşmiş.
Biz Türklerin yaşantılarında "Kırk-Yiğit", "Kırk-lncekız" ve "Kırklar önemli yer alır.
Türk hanlarının yanında, onun emirlerini uygulamak için "Kırk Yiğit", eşi hatunun yanında da hizmetini görmek için "Kırk-Ince-Kız" bulunurdu.
Bilindiği gibi "kırk" kelimesi, aynı zamanda Türkçemizde çokluk belirtisidir. Kırkpınar, Kırkağaç, Kırkküp, Kırkının da Kulpu Kınk Küp, Sarmısağı Gelin Etmişler Kırk Gün Kokusu Çıkmamış, Kırkharamiler, Kırkayak (çpkayak) ve Kırk Gün Kırk Gece gibi tabirler, dilimize yerleşmiş deyimlerdir. Kırkpınar kelimesinde bir çokluk belirtisi olduğunun sezilmesine rağmen, "Kırklar" aynı zamanda "Azizler" anlamına da gelmektedir. Unutulan eski tabirlerden "Kırklara kanşmak", Evliyalar arasına girmek manasınadır.
Kırkpınarda yapılan güreşlerin ulviliği, burada son nefeslerini verinceye kadar güreşenlerin şehit düşerek ölmezler arasında yer almaları, dolayısı ite "Kırklar Pınarı" veya o yörede çok sayıda suyun akmakta olduğunu vurgulamak için, aynı zamanda "Çeşme" anlamına gelen "Pınar" kelimesinin kullanılarak
"Kırkpmar" olarak adlandırılmış olduğunu düşünebiliriz. Her ne olursa olsun, Süleyman Paşa'nın komutasında Rumeli'ye ayak basan ilk Türkler arasında yer alan yiğitlerin, hiç bir şekilde anlaşmalı güreşe yanaşmadan, ölünceye kadar güçlerini denemeleri, birbirlerine denk bu yiğitlerin emsalsiz bir mücadeleden sonra son nefeslerini vermeleri, onların birer güreş şehidi olduklarının bir işaretidir.
EDİRNE VE KIRKPINAR
1959 yılında Kırkpmar dolayısı ile ilk defa Edirne'ye vardığımızda "Yeşil Meriç Oteli"nin bahçesinde yatmış, sabaha kadar da sivrisinek vızıltısından uyuyamamıştık. Bugünkü Şehir Kulübû'nün karşısında bulunan "Yeşil Meriç Oteli" o yıllarda herhalde Edirne'deki tek doğru dürüst konaklama yeriydi? Mehmet Faruk Gûrtunca'nın çıkardığı gazetede çalışmakta olan Murat Turgu adlı meslekdaşımızın yadımlarıyla kendimize Yeşil Meriç'te, bahçede bile olsa bir yer bulabilmiş olmamız, büyük mutkjluktu. Bazı arkadaşlar, talebe yurtlannla, kimileri de eşdost divanına konuk oldular.
Yeşil Meriç Oteli'nin girişinde her saat başı kilise çanı gibi vuran kocaman bir saat, bu saatin altında da seksen-seksen beş yaşlarında bir ihtiyar katip olarak duruyordu. Kırkpmar dolayısı ile hemen hemen her ilden Edirne'ye akın eden meraklıları doyurabilmek, onların hepsine yatacak yer temin etmek büyük organizasyon işiydi. Yıllarca ihmal edilmiş olan Edirne, o yıllarda bu işin üstesinden gelememekteydi.
Sanıyoruz şehrin en namlı lokantası "Zararlılar" denilen yerdi. Güreşlerden sonra bu lokantanın önünde muazzam bir kuyruk oluşur, ahçıbaşı kalabalıktan olacak, çoğu zaman dolma biberleri tabaklara parmaklanyla yerleştirirdi.
Zamanla günden güne gelişen Edirne'de bugün pekçok otel bulunmasına rağmen, yine de ihtiyaca kafi gelmemektedir. Güreşi çok seven, bu yüzden işi-gücü bırakıp Edirne'ye koşan güreşseverler, çoğu zaman Selimiye Camii'sinde gecelemektedirler. Belediye hoparlörle çeşitli anonslar yaptırarak, kalacak yer bulamayanların camiilerde geceteyebileceklerini duyurmakta, aynı zamanda bir panayır halinde devam eden eğlenceler sabaha kadar sürdüğünden geceyarısından sonra konaklamak için camütere doluşanlar, sabah ezanı ile yeniden ayaklanıp SarayicJ'ne koşmaktadırlar.
SARAYİÇİ
Sarayiiçinde 1959'larda çok çok 10.000 seyircilik portatif tribünlere sıra sıra dizilmiş sandalyelerde oturarak müsabakaları seyretmek kabildi. Şehirden faytonla Sarayiçi'ne doğru inerken göğe toz bulutu tabakası yükselir, pehlivanlar kendilerine otel bulamadıkları gibi yıkanacak su da temin edemezlerdi. Müsabakaları tamamlanan pehlivanlar, SarayiçJ'nin çevresinden akan Tunca'nın kollarında suya girer, elbette yeşilimsi bu suda yıkandıklarını sanır, aslında daha da kirlen!rlerdi. Çevre alabildiğine kalabalık olduğundan nehirde yıkanan pehlivanlar, soyunup giyinmede de büyük zorluk çekerlerdi. Bir yarımada görünüşünde olan bu bölgede "beş halka yirmi beş" diye bağırarak halkasatanlar, sigaralara halkaların birini geçirerek bir paket sigara kazananlar, yılan oynatanlar, Cemalin üç dönüş, iki göbekten sora dönüp iskemlesine oturan dansöz kızları görülecek yerlerdi. Cemal'in pavyonu bugün de Kırkpınar güreşlerinden bir iki hafta önce Sarayiçi'ne kurulur. Çevirmeciter, kuzudan ziyade oğlak pişirip, elleriyle parçalayıp ekmekicj yapar veya sıcak etleri tabaklara koyup servise geçerler. Çevirmedleıde bira, rakı gibi alkollü içkilerde satılır. Güreşlerin ağır gidişinden şikayetçi olanlar, bunalanlar, felekten bir gün çalmak isteyenler, karınlan acıkanlar, çevirmecilere dolarlar. Burada güreşlerden sözedilir, içilir, yenilir, eğlenilir, biryandan da Başpehlivanlık kapışmalannın heyecanı bastırılır.
Sarayiçi'ne birgünde girip çıkanların sayılarının ortalama 100.000'i bulduğu sanılmaktadır. Kırkpınar güreşleri sırasında çoluk-çocuk Edirnelilerin yanında Edirne'nin civar köylerinde oturanlar, Babaeskili'ler, Çorlulular, Tekirdağlı'lar, bütün Trakyalılar, bu yarımadaya dolarlar.
Çevirmecilerin kulübelerinin arka taraflarında Tunca'ya doğru ufak su dökerek ihtiyaçlarını giderenler, yıllarca tuvalet konusunda büyük sıkıntılar çektiler. Özellikle çoluk-çocuk, kadınlar buralarda adeta perişan oldular. Buna rağmen Sarayiçi'ne gelmekten kendilerini alamayıp, güreş günleri bu yanmadaya dolarak, piknik alışkanlıklarını sürdürdüler.
Edime Belediyesi, geçen yıllarla birlikte imkanları oranında Sarayiçi'ne yatırımda bulundu, tuvaletler çoğaltıldı, sporseverler için geniş tribünler inşa ettirildi, pehlivanlar için soyunup giyinme odaları ve sıcak sulu duşlar yaptırıldı.
TAVUK ORMANI
Sarayiçi yakınlarındaki Tavuk Ormanı" pehivanlann yıllarca idman yaptıktan bir bölgeydi. Burası da portatif çayhaneler, köfteciler ve yiyeceklerini yanlarında getiren ailelerle dolup taşardı. Durum yine aynıdır. Kırkpınar Ağaları da geleneksel yemeklerini "Tavuk Ormanfnda verirler. Edime Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi, buraya bir Ağa kköşkü yaptırdı.
DAVUL-ZURNA
Sarayiçi Meydada pehlivanlar kozlarını paylaşırlarken, tribünlerin dışında da hayat alabildiğine devam eder. iyne atılsa yere düşmeyecek tabirine tam uygun olarak ortalarda dolaşanlar, bir köşeye, bir çevirmeciye kapağı atıp bağdaş kuranlar, davul-zurnalı meclislerle kendilerinden adeta geçerler. Hiçkimse diğerinin havasına karışmaz, bir masada davul-zuma "Yüksek Tepeler"! vurur, iki masa ilersinde "Alişimin Kaşları Ka'are", bir iki masa sonrasında da "Atmaclini Debreli Hasan" melodileri ortalığı kaplar, kalkıp oynayanlar, çengi oynatanlar birbirlerinin havasına karışmaz, hem demlenir, hem eğlenirler. Yıllar önce Sarayiçi eğlencelerinde davul-zuma baş enstrüman arasında yer alırken zamanla klarnet ve keman da buralara yerleşmiş, eski şarkılar, türküler, pek bilinmez, söylenmez olmuştur. Bugünkü müzisyenlerin çalmakta zorluk çektikleri, hatta pek çoğunun bilmediği şarkılardan biri de "Naciyem'dir.
Kırkpınar güreşleri, Türk'lerin Rumeli'ye ayak basmalarıyla başladı. ŞehzadeSüleyman Paşa (1316-1359). Rumeli Fatihi olarak anılan Osmanlı Başkomutanı Rumeli yakasına ilk ayak basan ve oralarda elde ettiği fatihlerle şanlanan bir askerdi ki, Kırkpınar'm destanlara karışmış tarihinde Süleyman Paşa'dan sözetmemek imkansızdır.
Nilüfer Hatunla, Orhan Gazi'nin büyük oğulları olan Süleyman Paşa, 1. Murat'ın ağabeyiydi. Orhan Gazi, 1324 yılında tahta geçince Süleyman Paşa da veliaht oldu. Tam 35 yıl bu makamda kaldı. Orhan Gazi, bir süre sonra da oğlunu başkomutan yaptı, bu görevi ondan hiçbir zaman almadı.Şehzade Süleyman Paşa, ilk defa 1349'da Bizans'a yardım etmek üzere, 20.000 kişilik bir Türk ordusunun başında Rumeli'ye geçti. Yanında 22 savaş gemisi vardı. Sırplafın almak üzere oldukları Selanik'! bağlaşık Türk-Bizans ordusu kurtardı.
1352'de 10.000 kişilik bir Türk birliği geri Rumeli'ye geçti. Dimetoka'da Sırplarla Bulgarlar1! yendi. Bu bölgeyi Bizans'a verdi. Türk askeri Balkanlarda büyük hayranlık uyandırdı. Süleyman Paşa, durumun iyice olgunlaştığını görünce, 13541e büyük teşebbüsüne başladı. Az ama, pek seçkin bir kuvvetle Çanakkale Boğazı'nı geçip Gelibolu Yarımadası'nı çıktı. Türkler, ilk defa fatih sıfatıyla Avrupa topraklanna ayak basmış oldular.
Süleyman Paşa'nın fetihlerinde kardeşi Murat Bey (I. Murat) da katılıyordu. 1357de Lüleburgaz'la Çorlu'yu Murat Bey aldı. Böylece Gelibolu Yarımadası gibi çok stratejik bir bölge tamamen alınmış, Çanakkale Boğazı'nın iki yakası da ele geçirilmiş oluyordu. Bizans, artık, güneyden, doğudan olduğu gibi batıdan da çevrilmişti.
Süleyman Paşa, taşlık bir bölgede avlanırken atının ayağı kayınca düştü, başını taşa çarparak öldü. Bolayır'a gömüldü ama, büyük bir askeri komutan olduğu kadar Türk güresine yaptığı hizmetleriyle de ölümsüz kahramanlar arasına karıştı.Rumeli'de ilk defa Süleyman Paşa'nın komutasındaki Türk askerleri güreştiler. Türk askeri ilk defa 1349 tarihinde Rumeli'ye ayak bastığına göre, Kırkpmarm bu yıl 637. si düzenlenecek demektir. Ne var ki, bu tarih, her nedende 625 olarak belirtilmektedir (1986).
1349'larda Sırpların işgaline son vermek üzere Selanik'e doğru yol alan Türk askerleri, bir Hıdırellez günü Edirne yakınlarındaki ahir Köy'de konaklar. Pehlivanlık, Türklerde hem bir gelenek, hem de savaş hazırlıkları olduğundan kırk yiğit, 1349 yılının Hıdıreltezi'nde güreşe başlar. Güneş batarken kapışmalara son verilince, bu kırk yiğit de bulundukları yere düşerek son nefeslerini vermişler. Şehit oldukları yere de gömülmüşler. Ertesi gün bir de bakmışlar ki her yiğidin can verdiği yerde bir pınar fışkırmış. Bunun üzerine oraya (Kırkpınar) adı verilmiş ve her yıl Hıdırellez'de burada toplanarak güreşmek adeti yerleşmiş.
Biz Türklerin yaşantılarında "Kırk-Yiğit", "Kırk-lncekız" ve "Kırklar önemli yer alır.
Türk hanlarının yanında, onun emirlerini uygulamak için "Kırk Yiğit", eşi hatunun yanında da hizmetini görmek için "Kırk-Ince-Kız" bulunurdu.
Bilindiği gibi "kırk" kelimesi, aynı zamanda Türkçemizde çokluk belirtisidir. Kırkpınar, Kırkağaç, Kırkküp, Kırkının da Kulpu Kınk Küp, Sarmısağı Gelin Etmişler Kırk Gün Kokusu Çıkmamış, Kırkharamiler, Kırkayak (çpkayak) ve Kırk Gün Kırk Gece gibi tabirler, dilimize yerleşmiş deyimlerdir. Kırkpınar kelimesinde bir çokluk belirtisi olduğunun sezilmesine rağmen, "Kırklar" aynı zamanda "Azizler" anlamına da gelmektedir. Unutulan eski tabirlerden "Kırklara kanşmak", Evliyalar arasına girmek manasınadır.
Kırkpınarda yapılan güreşlerin ulviliği, burada son nefeslerini verinceye kadar güreşenlerin şehit düşerek ölmezler arasında yer almaları, dolayısı ite "Kırklar Pınarı" veya o yörede çok sayıda suyun akmakta olduğunu vurgulamak için, aynı zamanda "Çeşme" anlamına gelen "Pınar" kelimesinin kullanılarak
"Kırkpmar" olarak adlandırılmış olduğunu düşünebiliriz. Her ne olursa olsun, Süleyman Paşa'nın komutasında Rumeli'ye ayak basan ilk Türkler arasında yer alan yiğitlerin, hiç bir şekilde anlaşmalı güreşe yanaşmadan, ölünceye kadar güçlerini denemeleri, birbirlerine denk bu yiğitlerin emsalsiz bir mücadeleden sonra son nefeslerini vermeleri, onların birer güreş şehidi olduklarının bir işaretidir.
EDİRNE VE KIRKPINAR
1959 yılında Kırkpmar dolayısı ile ilk defa Edirne'ye vardığımızda "Yeşil Meriç Oteli"nin bahçesinde yatmış, sabaha kadar da sivrisinek vızıltısından uyuyamamıştık. Bugünkü Şehir Kulübû'nün karşısında bulunan "Yeşil Meriç Oteli" o yıllarda herhalde Edirne'deki tek doğru dürüst konaklama yeriydi? Mehmet Faruk Gûrtunca'nın çıkardığı gazetede çalışmakta olan Murat Turgu adlı meslekdaşımızın yadımlarıyla kendimize Yeşil Meriç'te, bahçede bile olsa bir yer bulabilmiş olmamız, büyük mutkjluktu. Bazı arkadaşlar, talebe yurtlannla, kimileri de eşdost divanına konuk oldular.
Yeşil Meriç Oteli'nin girişinde her saat başı kilise çanı gibi vuran kocaman bir saat, bu saatin altında da seksen-seksen beş yaşlarında bir ihtiyar katip olarak duruyordu. Kırkpmar dolayısı ile hemen hemen her ilden Edirne'ye akın eden meraklıları doyurabilmek, onların hepsine yatacak yer temin etmek büyük organizasyon işiydi. Yıllarca ihmal edilmiş olan Edirne, o yıllarda bu işin üstesinden gelememekteydi.
Sanıyoruz şehrin en namlı lokantası "Zararlılar" denilen yerdi. Güreşlerden sonra bu lokantanın önünde muazzam bir kuyruk oluşur, ahçıbaşı kalabalıktan olacak, çoğu zaman dolma biberleri tabaklara parmaklanyla yerleştirirdi.
Zamanla günden güne gelişen Edirne'de bugün pekçok otel bulunmasına rağmen, yine de ihtiyaca kafi gelmemektedir. Güreşi çok seven, bu yüzden işi-gücü bırakıp Edirne'ye koşan güreşseverler, çoğu zaman Selimiye Camii'sinde gecelemektedirler. Belediye hoparlörle çeşitli anonslar yaptırarak, kalacak yer bulamayanların camiilerde geceteyebileceklerini duyurmakta, aynı zamanda bir panayır halinde devam eden eğlenceler sabaha kadar sürdüğünden geceyarısından sonra konaklamak için camütere doluşanlar, sabah ezanı ile yeniden ayaklanıp SarayicJ'ne koşmaktadırlar.
SARAYİÇİ
Sarayiiçinde 1959'larda çok çok 10.000 seyircilik portatif tribünlere sıra sıra dizilmiş sandalyelerde oturarak müsabakaları seyretmek kabildi. Şehirden faytonla Sarayiçi'ne doğru inerken göğe toz bulutu tabakası yükselir, pehlivanlar kendilerine otel bulamadıkları gibi yıkanacak su da temin edemezlerdi. Müsabakaları tamamlanan pehlivanlar, SarayiçJ'nin çevresinden akan Tunca'nın kollarında suya girer, elbette yeşilimsi bu suda yıkandıklarını sanır, aslında daha da kirlen!rlerdi. Çevre alabildiğine kalabalık olduğundan nehirde yıkanan pehlivanlar, soyunup giyinmede de büyük zorluk çekerlerdi. Bir yarımada görünüşünde olan bu bölgede "beş halka yirmi beş" diye bağırarak halkasatanlar, sigaralara halkaların birini geçirerek bir paket sigara kazananlar, yılan oynatanlar, Cemalin üç dönüş, iki göbekten sora dönüp iskemlesine oturan dansöz kızları görülecek yerlerdi. Cemal'in pavyonu bugün de Kırkpınar güreşlerinden bir iki hafta önce Sarayiçi'ne kurulur. Çevirmeciter, kuzudan ziyade oğlak pişirip, elleriyle parçalayıp ekmekicj yapar veya sıcak etleri tabaklara koyup servise geçerler. Çevirmedleıde bira, rakı gibi alkollü içkilerde satılır. Güreşlerin ağır gidişinden şikayetçi olanlar, bunalanlar, felekten bir gün çalmak isteyenler, karınlan acıkanlar, çevirmecilere dolarlar. Burada güreşlerden sözedilir, içilir, yenilir, eğlenilir, biryandan da Başpehlivanlık kapışmalannın heyecanı bastırılır.
Sarayiçi'ne birgünde girip çıkanların sayılarının ortalama 100.000'i bulduğu sanılmaktadır. Kırkpınar güreşleri sırasında çoluk-çocuk Edirnelilerin yanında Edirne'nin civar köylerinde oturanlar, Babaeskili'ler, Çorlulular, Tekirdağlı'lar, bütün Trakyalılar, bu yarımadaya dolarlar.
Çevirmecilerin kulübelerinin arka taraflarında Tunca'ya doğru ufak su dökerek ihtiyaçlarını giderenler, yıllarca tuvalet konusunda büyük sıkıntılar çektiler. Özellikle çoluk-çocuk, kadınlar buralarda adeta perişan oldular. Buna rağmen Sarayiçi'ne gelmekten kendilerini alamayıp, güreş günleri bu yanmadaya dolarak, piknik alışkanlıklarını sürdürdüler.
Edime Belediyesi, geçen yıllarla birlikte imkanları oranında Sarayiçi'ne yatırımda bulundu, tuvaletler çoğaltıldı, sporseverler için geniş tribünler inşa ettirildi, pehlivanlar için soyunup giyinme odaları ve sıcak sulu duşlar yaptırıldı.
TAVUK ORMANI
Sarayiçi yakınlarındaki Tavuk Ormanı" pehivanlann yıllarca idman yaptıktan bir bölgeydi. Burası da portatif çayhaneler, köfteciler ve yiyeceklerini yanlarında getiren ailelerle dolup taşardı. Durum yine aynıdır. Kırkpınar Ağaları da geleneksel yemeklerini "Tavuk Ormanfnda verirler. Edime Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi, buraya bir Ağa kköşkü yaptırdı.
DAVUL-ZURNA
Sarayiçi Meydada pehlivanlar kozlarını paylaşırlarken, tribünlerin dışında da hayat alabildiğine devam eder. iyne atılsa yere düşmeyecek tabirine tam uygun olarak ortalarda dolaşanlar, bir köşeye, bir çevirmeciye kapağı atıp bağdaş kuranlar, davul-zurnalı meclislerle kendilerinden adeta geçerler. Hiçkimse diğerinin havasına karışmaz, bir masada davul-zuma "Yüksek Tepeler"! vurur, iki masa ilersinde "Alişimin Kaşları Ka'are", bir iki masa sonrasında da "Atmaclini Debreli Hasan" melodileri ortalığı kaplar, kalkıp oynayanlar, çengi oynatanlar birbirlerinin havasına karışmaz, hem demlenir, hem eğlenirler. Yıllar önce Sarayiçi eğlencelerinde davul-zuma baş enstrüman arasında yer alırken zamanla klarnet ve keman da buralara yerleşmiş, eski şarkılar, türküler, pek bilinmez, söylenmez olmuştur. Bugünkü müzisyenlerin çalmakta zorluk çektikleri, hatta pek çoğunun bilmediği şarkılardan biri de "Naciyem'dir.