Yabancı Ressamlar Hakkında Özet Bilgiler

Ce: Yabancı Ressamlar Hakkında Özet Bilgiler

Craigie Aitchison, 13 Ocak 1926 yılında İskoçyanın Edinburg kentinde doğdu.Edinburg hukuk bölümünde okudu.Fakat hukuk okumak ona resim yapmak kadar zevk vermiyordu.Bu nedenle 1952-1954 yılları arasında Londra'daki Slade Güzel Sanatlar Akademisinde öğrenim görmeye başladı

İlk sergisini 1959 yılında Beaux resim galerisinde açtı.
Diğer sergilerinden bir kaçı ; Marlborough Güzel Sanatlar Akademisi(Londra-1968),Compass Galerisi(Glasgow-1970),Basil Jacobs Galerisi(Londra-1971),The Knoedler Galerisi(London-1977)

 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Ce: Yabancı Ressamlar Hakkında Özet Bilgiler

Eastman (Jonathan) Johnson, (Temmuz 29, 1824 - Nisan 5, 1906) Amerikan ressam.Ressamın tablolarında en bilinen tarzı,günlük yaşamdan görüntülerin olması.
Abraham Lincoln, Nathaniel Hawthorne, Ralph Waldo Emerson, and Henry Wadsworth Longfellow gibi göze çarpan ünlülerinde potrelerini yapmıştır.
Eğitimi sırasında Hague'de bulunması,yaptığı son eserinde 17 yy. Hollandasının etkisinin görülmesine neden olmuştur.Kendisi "Amerikanın Rembrandt'ı " olarakta bilinirdi.


 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Ce: Yabancı Ressamlar Hakkında Özet Bilgiler

Edgar Degas, 19 Temmuz 1834’te Paris’te dünyaya geldi. Babası Auguste zengin bir bankacı aileden gelmekteydi ve Napoli’den Paris’e henüz taşınmışlardı. Auguste, çevreye soylu bir aileden gelmiş havası vermek için soyadlarını Degas’dan ‘de Gas’ya çevirmeye karar verdi. Ardından Paris’te Celestine Musson adında bir amerikalı kızla tanıştı ve evlendi. Edgar ilk çocuklarıydı. Auguste de Gas, meslek olarak bankacıydı ama sanatla, özellikle müzik ve tiyatroyla çok ilgiliydi. Bu yüzden genç Edgar’ın sanatsal etkinliklerini desteklemişti. Edgar, hukuk fakültesine girmesine rağmen resim uğruna okulu bırakmıştır. 1855’te, resim yapmayı öğrenmek için Güzel Sanatlar Okulu’na gitmeye başlamış, ama zamanının çoğunu büyük İtalyan ustaların çalışmalarını incelediği Napoli ve Floransa’daki akrabalarını ziyaret etmekle geçirmişti. Kendi çalışmaları, çizimin, iyi resmin temeli olduğu inancı üzerine kurulmuştu. Bu yüzden ressamlık hayatı boyunca, Leonardo da Vinci ve Michelangelo gibi büyük rönesans ressamlarının tekniklerine ulaşabilmek için çaba göstermesi gerekiyordu.

Degas büyük Fransız ve İtalyan ustalarının sanatından etkilenmiş ve hayatını, onların meslek sırlarını çözmek için bıraktıkları eserleri taklit etmeye adamıştır. 1857’de Roma’yı ziyaret ettiğinde, gördüğü sanat eserlerini neredeyse takıntıya dönüştürüp sürekli çizerek 28 resim defteri doldurmuştur. 1860’ta elinde Rönesans ve Klasik döneme ait çalışmaların 700 civarında kopyası birikmiştir. Degas meslek hayatının başında Eugene Delacroix’dan, özellikle de Jean Auguste Dominique Ingres’den çok etkilenmiştir.

Degas’nın ünü, 1870’lerde izlenimci gruplarla birlikte sergi açan önemli ressamlardan biri olarak ortaya çıkmasıyla artmaya başlamıştır. Bazı ressam arkadaşları gibi, ailesinin zengin olmasından dolayı büyük mali endişeleri olmamıştı. Degas resimlerini, şartlar gerkli bir durum oluşturana kadar saklar ve bunları ya doğrudan stüdyosuna gelip giden kimselere ya da tanınmış sanat eserleri sahipleri aracılığıyla satardı.

Degas’ın uzun saçlara olan ilgisi neredeyse tüm tablolarında mevcuttur.

Degas 27 Eylül 1917’de hayatını kaybetti.




 
Ce: Yabancı Ressamlar Hakkında Özet Bilgiler

Edvard Munch, 1863 yılında Loten’de, Dr. Christian Munch ve Laura Cathrine’in ikinci oğulları olarak dünyaya gelmiştir. 1864 yılında aile Christiana’ya (bugün Oslo) taşınmıştır. Burada, Edvard henüz 5 yaşındayken, annesi 1868’de verem hastalığından hayata veda etmiştir.

Bundan sonra beş kardeş için zor bir yetişme dönemi söz konusu olacaktır. Edvard’ın çok küçük yaşta annesiz kalması, onu derinden etkilemiş olmalıdır. Ama onu daha da fazla etkileyen olay, kendisinden sadece bir yaş büyük olan kızkardeşi Sophie’nin de annesini alıp götüren verem hastalığına yakalanmış olmasıdır. Kardeşinin günden güne tükenişine tanık olmak, ergenlik dönemindeki Edvard için oldukça acı bir deneyim olmuştur. Sanki küçük yaştayken tam olarak anlamlandıramadığı annesinin ölümünü, Sophie’nin hastalığı süresince bu kez gerçekten yaşamıştır. Kızkardeşi, 15 yaşındayken 1877 yılında hayatını kaybeder.

Yaşadığı acı tecrübeler iç dünyasında derin yaralar bırakırken Edvard Munch, 1879’da başladığı mühendislik eğitimini 1880’de terkederek ressam olmaya karar vermiştir. Oslo’da akademiye giren Munch, 1882 yılında kendisi gibi altı sanat öğrencisiyle birlikte bu şehirde bir atölye kiralamıştır. Buradaki çalışmalarını, Norveç’in o dönemde en önemli ressamlarından birisi olan Christian Krohg yönlendirmiştir. Krohg, bu sırada Paris’ten henüz dönmüş ve orada özellikle Manet’nin resimlerinden etkilenmiştir. Sanatın merkezinden aktarılan izlenimler, diğer gençlerle birlikte Munch’u da heyecanlandırmış olmalıdır.

Munch, 1883’de Oslo Sonbahar Sergisi’nde ilk defa olarak resimlerini göstermiş, aynı dönemde Oslo’nun sanat ortamına da girmiştir. 1885 Antwerp Dünya Sergisi’nde, aralarında kızkardeşi Inger’in portresinin de bulunduğu resimlerini sergilenmiştir. Bu resimle birlikte, 1885/6’da yaptığı Hasta Çocuk adlı çalışmasını 1886’daki Oslo Sonbahar Sergisi’nde göstermiştir. Ancak, her iki çalışma da kamuoyunun tepkisini çekmiştir. Hasta Çocuk, konu olarak Munch’un yakın geçmişine göndermeler içermektedir. Çok da uzak olmayan bir süre önce kızkardeşi Sophie, böyle bir hasta yatağında verdiği hayat mücadelesinde her an yenik düşmekteydi.

Ancak, konunun genel etkisi ve Munch’un hayatındaki yeri bir yana, resim üslup açısından da ‘dramatik’ bulunmuş olmalıdır. Resim yüzeyinde fırça lekeleri ve akıtmalarla oluşturulan dokular ve resmin tamamlanmamış etkisi bırakacak şekilde ele alınışı, bu çalışmaya yönelik tepkilerin asıl hedef noktasını oluşturmuş gözükmektedir. Oysa, konunun dramatik etkisini arttıran bu üslup anlayışı, Munch’un sanat kariyeri boyunca izleyeceği yolun ana çizgisini ortaya koymaktadır.

Munch, hayatı boyunca tüm tepkilere karşın sanat çizgisinden taviz vermeden yoluna devam etmiştir ve henüz 23 yaşındayken, 1889 yılında, Oslo’da 110 eserden oluşan ilk kişisel sergisini açmıştır. Aynı yıl devlet bursuyla, sanatı üzerinde derin etkisi olacak Paris’e gitmiş ve Léon Bonnat’ın sanat okuluna girmiştir. Bu tarihten sonra, Fransa ve Paris, hayatı boyunca çeşitli fırsatlarla döneceği bir uğrak noktası olacaktır.

İlk Paris deneyimi, onu yeni sanat arayışlarına yönlendirmiş görünmektedir. 1890 tarihli Karl Johan’da Bahar Günü, yeni- izlenimci tarzda bir resimdir. 1891 tarihli Rue Lafayette, Paris’te bir süre yaşadığı caddenin görünümünü benzer bir üslup anlayışı içerisinde yansıtmaktadır. Sanatçının başından beri yatkın olduğu serbest fırça vuruşlarının, neredeyse noktacı bir anlayışta ele alındığı bu şehir görünümlerini, 1891 tarihli Oslo Fiyordu Üzerinde Ayışığı adlı manzara izler. Burada fırça vuruşları daha kalın ve sadedir; resim yüzeyinde belirgin bir yalınlaşma hissedilmektedir. Belli ki Munch, Paris’in ilk etkilerini aşmakta ve bir ‘ara dönem’in ardından tekrar kendi üslup çizgisinin tutarlılığı içerisinde gelişimini sürdürmektedir.

Ancak Paris, en azından onun renk anlayışını belirgin bir şekilde değiştirmiş görünmektedir. Bundan sonra resimlerinde farklı renk düzlemlerini kullanmaktan geri kalmayacaktır. Resim yüzeyindeki doku arayışları ve figürlerdeki yalınlaşmanın ardından, rengin de bir ifade aracı olarak önemini kavramıştır.

1891 yılında Nice’de, Hayat Frizi adlı bir seri tuval resmi üzerinde çalışmaya başlayan Munch’un, 1892 yılında Berlin’de açtığı kişisel sergi, basının ve halkın büyük tepkisini çekince bir hafta sonra kapatılmıştır. Ancak Berlin’de, aralarında Strindberg’in de bulunduğu entelektüel bir çevreyle kurduğu ilişkiler, bu şehri kendisini besleyen önemli bir merkez konumuna getirmiştir. Berlin, Munch’un sanatındaki sembolist eğilimlerin gelişiminde etkili olan bir ortamı barındırmaktadır.

Bu dönemde yaptığı çalışmalardan 1893 tarihli Ses, arka planda durgun suya düşen ay ışığının oluşturduğu dikey- sarı hat, bunun önünde yer alan dikey ağaç gövdeleri ve resmin sol ön kısmındaki kadın figüründen oluşmaktadır. Bu dikey hatları, göl kıyısını tanımlayan yatay hat dengelemektedir. Bütün resme yoğun bir atmosfer duygusu hakimdir. Munch’un Hayat Frizi çalışmaları üzerine yoğunlaştığı bir dönemde gerçekleştirdiği bu resmin devamında, sanat tarihinin başyapıtlarından birisi olan Çığlık gelmiştir.

Çığlık, Munch’un sanatında o zaman kadar etkili olmuş farklı konu ve üslup kaynaklarının olağanüstü bir bileşimidir. Bu, renk ve deformasyonun bir ifade aracı olarak böylesine yoğun bir şekilde kullanıldığı ilk modern başyapıt olma özelliğine sahip öncü bir resimdir. Hastalık ve ölümlerle kuşatılmış bir yetişme dönemi geçirmiş olan duyarlı bir iç yapının, adeta patlama halindeki bir dışavurumudur çığlık. Resim yüzeyini diyagonal olarak bölen köprünün ardında deniz ve kızıl gökyüzü dalgalanarak bütünleşmiş, mekan boğucu bir atmosferin tüm etkilerini yansıtacak şekilde düzenlenmiştir. Köprünün üzerinde, yoğun bir şekilde deforme edilmiş ve başını iki elinin arasına almış durumdaki figürün çığlığı bu dalgalanan, dönen atmosferde yankılanmakta ve baş döndürücü bir etki yaratmaktadır. Aslında bu atılmamış bir çığlıktır. Bireyin içinde saklı kalmış, bastırılmış, çeşitli sebeplerle dışa vurulmamış bir çığlık. Aynı zamanda bireyin, kendisini kuşatan boşluğun kuvvetli baskısına, diğer bir deyişle ‘varolmanın dayanılmaz ağırlığı’na gösterdiği bir tepkidir. “Bağırmak istedim; bunun beni hafifleteceğini biliyordum, ama utandım.”der Kazancakis. Bu ifade tam da Munch’un atılmamış çığlığına denk düşmektedir.

1890’lı yıllar Munch’un üretken bir dönemini işaret etmektedir. 1894’de Berlin’de ilk gravür ve taşbaskılarını üretmeye başlamıştır. Bu sırada, aralarında Kadının Üç Durumu ve Madonna gibi resimlerin de bulunduğu Hayat Frizi’nin çalışmalarına devam etmektedir. Madonna, doğum ve ölüm kavramlarını ele aldığı önemli eserlerinden birisidir. 1895 tarihli Ayışığı ise, iki yıl önce yaptığı Ses’in bir devamı niteliğindedir; bu kez manzaradan figür kaldırılmıştır.

Bu dönemde Paris, Berlin gibi sanat merkezleri ile Norveç’te yaşamını sürdüren Munch, bir yandan kadın ve kadının erkeğin iç yaşantısındaki yerini irdelediği (Erkek ve Kadın/ 1898, Öpüş/ 1897, Hayat Dansı/ 1897- 99) resimlere yoğunlaşırken, diğer yandan erken kariyerinin değişmez teması olan hastalık ve ölüme de ilgi göstermiştir (Ölüm Döşeği/ 1895, Hasta Odasında Ölüm/ 1895, Ölü Anne ve Çocuk/ 1897- 99).

Ölü Anne ve Çocuk, Munch’a özgü tamamlanmamışlık etkisi ve deformasyon eğilimi ile dikkat çekmektedir. Resim yüzeyine paralel yerleştirilmiş yatakta annenin cansız bedeni, neredeyse bir çizim taslağı olarak bırakılmıştır. Çığlık’taki figür gibi, başını elleri arasına almış olan küçük kız; yatağın önünde, yüzü izleyene dönük olarak durmakta ve bu dramatik olaya tepkisini vermektedir.

1899’da birkaç kez döneceği Köprüde Kadınlar konusunu ilk kez ele alan Munch, 1900 yılında uzun süredir üzerinde çalışmakta olduğu Hayat Frizini tamamlamış ve frizin tamamını 1902 Berlin Sezession’unda sergilemiştir. Bundan sonra Oslo, Paris, Berlin gibi merkezler başta olmak üzere, Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde bulunan, sergiler açan ve siparişlere yanıt veren önemli bir ressam olarak Munch, portre ve manzara çalışmalarına ağırlık vermiştir. 1908 yılında geçirdiği bir sinir krizi sonucu altı ay hastanede yatan sanatçı, yaşamının sonuna kadar üretmeyi sürdürmüş, ancak 1930 yılında geçirdiği bir göz rahatsızlığı çalışmalarını yavaşlatmıştır.

1937’de Nazi yönetimi, Munch’un Alman müzelerindeki çalışmalarından 82’sini ‘yoz sanat’ şeklinde nitelemiş ve çoğunu satmıştır. 1940 yılındaki Alman istilası, Norveçli ressamın hayatının son dönemindeki acı deneyimlerden birisi olmuştur. 1942 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ilk sergisini açan Munch; deforme edilmiş figürler, işlenmemiş yüzeyler ve yoğun renk kullanımı ile olduğu kadar resimlerinde yarattığı atmosfer etkisi ve konuları ile, başta dışavurumcular olmak üzere pekçok 20.yüzyıl sanatçısını derinden etkilemiştir.






 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Ce: Yabancı Ressamlar Hakkında Özet Bilgiler

New York’ta yaşamasına rağmen ABD’yi baştan aşağı gezdi.
new york sanat okulu'nda robert henri (1865-1929) tarafından eğitildi.
sonra reklam tasarımcısı oldu.
1930ların sonlarında şehir hayatının yalnızlığını oldukça kişisel ve resmi çarpıcı stiliyle ele alarak
realist bir ressam olarak şöhrete ulaştı.
otel odaları, bürolar ve yemekhaneler gibi mekanları ışık ve gölgenin zıtlığını işleyerek resimledi.
en meşhur tablolarından biri çoban aldatanlar (1942)’dır.
belki de çoğu zaman insan halleri üzerinde durduğu için yapıtları ebedidir.
sanatı, 1960’ların pop art hareketini etkiledi.
hopper eserlerini halka açmayan münzevi bir kişilikti.

Şehir hayatını gerçekçi bir şekilde resmeden sanatçı,
kübist akımdan çok etkilenmiş.
Nighthawks isimli eseri çok popüler olan sanatçının en önemli resimleri,
2004 yılı içinde Londra ve Köln'de sergilenmiş.

 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Ce: Yabancı Ressamlar Hakkında Özet Bilgiler

Meksika'dan bir kadın

Meksikalı ressam Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon, 6 Temmuz 1907'de, Mexico City yakınlarındaki Coyoacan'da doğmuştur. Fakat doğum tarihini, Meksika devriminin gerçekleştiği 1910 olarak söylemiş, yaşamının modern Meksika'nın doğuşuyla başlamış olmasını istemiştir. Bu ayrıntı, onun bağımsız kimliğinin ve sosyal ve ahlaki kalıplara karşı koyuşunun, tutkularıyla hareket edişinin, Amerikanlaşmaya karşı Meksikalılığını ve kültürel gelenekleri savunmasının ipuçlarını vermektedir.

Frida'nın doğumundan kısa süre sonra, annesi hastalandı ve kızına süt veremeyecek hale geldi. Bu yüzden çocuğu, bir süre, kızılderili bir sütanne emzirdi. Bunun Frida'yı etkilemiş olamayacağına inandılar, ama Kahlo, yıllar sonra yaptığı resimlerde, sütannesini, Meksikalı yönünün mitik bir şekilde bedenlenmiş hali olarak gösterdi. Hakkında karmaşık duygular beslediği annesini çok nazik, canlı ve zeki, ama aynı zamanda zalim, hesaplı ve fanatik bir şekilde dindar olarak tanımlamıştır.

Annesine pek düşkün olmasa da, Frida babasını çok seviyordu. Altı yaşındayken geçirdiği çocuk felci sırasında babasının dokuz ay boyunca kendisine baktığını hiç unutmamıştır. Bu hastalığın bir sonucu olarak, Frida'nın bir bacağı özürlü kalmış, kendisine "Tahta Bacak Frida" denmiştir. Günlüğünde, çocukluğunun harika geçtiğini, babası hasta bir insan olsa da şefkat ve çalışkanlığın mükemmel bir simgesi olduğunu, daha da önemlisi, tüm sorunlarına anlayışla yaklaştığını söylemiştir.

Kaza

Kahlo, Escuela Nacional Preparatoria'da aldığı eğitimden sonra, doğa bilimlerine yönelmek istemiştir. Ama 1925 Eylül'üne kadar sanatla ilgilenmeyi düşünmediği halde, kendini, çizim yapmak zorunda olduğu bir stüdyoda bulmuştur. Kahlo'nun bütün hayatını derinden etkileyen kaza, 17 Eylül 1925'te, erkek arkadaşı Alejandro Gomez Arias ile birlikte otobüsle okuldan dönerken gerçekleşti. Bindikleri otobüs, bir tramvayla çarpışır ve çok sayıda kişi ölür.

Ambulans gelip de Frida hastaneye götürüldüğünde, doktorlar, omurgasının, bel bölgesinde üç noktadan kırıldığını, köprücük kemiği ile üçüncü ve dördüncü kaburgalarının da kırık olduğunu gördüler. Sağ bacağı on bir yerden kırılmış, yerinden oynamış ve ezilmişti. Sol omzu çıkmış, leğen kemiği de üç yerden kırılmıştı. Çelik çubuk karnının sol tarafından girip cinsel organından çıkmıştı. Doktorlar, tekrar yürüyebileceğinden, hatta yaşayabileceğinden bile şüpheliydiler. Onu parça parça bir araya getirmeleri gerekiyordu. Doktorlar, anne ve babasını aradılar, ama ikisi de gelebilecek durumda değildi. Onu ziyarete yalnızca kız kardeşi Matilde ve okul arkadaşları gitti. Hastanede geçirdiği günlerde, aldığı yaralar nedeniyle kendisini ziyarete gelemeyen erkek arkadaşına düzenli olarak mektup yazdı.

Kızıl Haç Hastanesi'nden tam bir ay sonra, 17 Ekim'de ayrıldı. Taburcu edilmişti, ama aylarca evden çıkamayacağı düşünülüyordu. Bu aylarda, sıkıntı ve acıdan kaçmak için resim yapmaya başladı. Kendisini görmek ve resmini yapmak için yanında bir ayna bulunduruyordu. 1925 yılından başlayarak, Frida'nın hayatı, korkunç bir savaş ve omurgası ile sağ bacağında dinmeyen bir ağrıyla geçti. Ama çok acı çektiği halde, bunu göstermekten kaçındı. Hastayken bile sürekli gülümsüyordu.

Kazadan sonra otoportreler ve başka resimler yapmayı sürdürdü. İyi hissettiği bir gün, saygın bir sanatçı olduğunu bildiği Diego Rivera'yı görmeye gitti. Resimlerinin, bir kariyer yapmak için yeterince iyi olup olmadığını sordu ona. Daha sonra da görüşmeye devam ettiler. Tanıştıklarında, Rivera kırk bir yaşındaydı. Fiziksel bir çekiciliği olmadığı bir gerçekti, ama canlı ve etkileyici bir adamdı. 21 Ağustos 1929'da Kahlo ve Rivera evlendiler.

Evliliklerinin ilk yılında Frida hamile kaldı, ama hamilelik sırasında yaşadığı sorunlar yüzünden, bebeği aldırdı. Başına gelen kötü olaylar bununla da bitmedi. Diego'nun, küçük kız kardeşlerinden biriyle ilişkisi olduğunu öğrendi. Hayatının sonraki yıllarında, başından iki düşük vakası daha geçti ve Diego'nun, başkalarıyla da ilişkisi olduğunu öğrendi. 1939 yılında nihayet boşanmaya karar verdi. Ama 1940'ta yeniden evlendiler.


 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Ce: Yabancı Ressamlar Hakkında Özet Bilgiler

Gerardo Dottori
Laghi Fiume(Göller ve Akarsu)
1884te Perugia’da dogdu.Kendi şehrinde güzel sanatlar akadamisine yazıldı.Çagdaş tarzda bir arkeoloji çıragı gibi çalıştı.1906da Milanoya gitti.Ancak tekrar mecburi olarak Perugia’ya dönerek akademide arkadaşlarıyla bir gurup oluşturarak,egitimdeki eski tarzı dışlayarak çalışmaya başladı.1908de entelektüel öncü Fiyorentini’lerle temas kurdu.E.Settimelli,M ile M.Carli ve V Scattolini.!911 sonlarında Balla tanıştı,füturizm fikrini savundu.1914 fütürist Marinetti ile bir gece organizasyonu düzenleyip Adriana meydanında bir sergi açarak Günün ileri gelenlerini davet etti.Savaş anında kalp rahatsızlıgından çalışamadı.Ancak dinamik motifler çizdi ve boyadı. Son yıllarda başlıca eserlerini İtalya’da ve yurt dışında sergilemştir.1977de Peruca’da ölmüşür.









 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Ce: Yabancı Ressamlar Hakkında Özet Bilgiler

Giotto di Bondone

İtalyan ressamı ( Floransa, yaklaşık 1267-1337)

İlk sanat öğrenimini nerede ve nasıl yaptığı konusunda çok az bilgi vardır; buna karşılık ilk sanat faaliyetine Assisi’de başladığı, XIII. y.y’ın son on yılında burada çalıştığı ve yukarı bazilikanın sahınındaki Eski ve Yeni Ahit Hikayeleri’nden bazılarını yaptığı bilinir. Hepsi çok bozulmuş olan bu freskler, renk sisteminde Bizans unsurlarını sürdüren, bazilika süslemesinde ise Cimabue’yi örnek alan Cavallini’nin izleyicisi Romalı ressamların tarzında yapılmıştır. Bununla birlikte, bazı sahnelerde, figürlerin konumu ve bu figürlerin manzara unsurlarıyla ilişkisi bakımından yeni, somut bir mekan anlayışı görülür. Bu ilk fresk dizisinin yapımından sonra Giotto’nun Roma’ya gittiği sanılır; Assisi’deki yukarı bazilika’nın sahınında bulunan Aziz Frencesco’nun Hikayeleri adlı yirmi sekiz kareden meydana gelen dizide Arnolfo di Cambio’nun etkisi vardır. Bu dizinin yapımında Giotto bazı ressamlarla, (özellikle Sante Cecillia ustası) işbirliği yapmıştır. Giotto’nun XIII. y.y’ın son yirmibeş yıl içinde yaptığı sahnelerde çok az ünlü insan figürlerine rastlanır. Kompozisyonlarında, en dramatik ve önemli sahneleri seçerek, hikayeleri kolaylıkla anlaşılabilecek bir şekilde ortaya koymuştur. Manzara, mimari figürlere yalnız fon görevi yapmakla kalmaz, kişilerin hareket ve jestleriyle uyuşan bir ortam yaratır. Dünya Nimetlerinden El Çekme, Celano Süvarisinin Ölümü, Arles Meclisinde Görünme, bu dizideki en güzel resimlerin konusudur. Giotto’nun, boşluk ile kabartmanın sentezi olarak yorumladığı biçimi ön plana alması, üslubunun gelişimindeki yepyeni bir evrenin başlamasına yolaçtı. Cavallini’nin etkisiyle, ilk resimlerindeki biçim anlayışını bırakarak daha tatlı ve yumuşak biçimlere yöneldi. San Pietro kemerindeki Naricella mozayiği Cavallini’nin Giotto üzerindeki etkisini açıkça ortaya koyan eserlerdir. Aynı yıllarda (1300 yılları sırasında) Floransa Santa Maria Novella kilisesindeki Çarmıha Gerilme’yi yaptı.

1303-1305 arasında Podoma’ya gitti ve orda Meryem’in Hikayeleri, İsa’nın Hayatı, Günahlar ve Fazilet, Kutsal Haberi Alan Meryem, Genel Yargılama, Dua Eden İsa, Meryem, Havariler adlı eserleriyle Scrovegni kilisesinin içini süsledi. Bu freskler Giotto’nun olgunluk devresinde verdiği eserlerdir; Bu eserlerde Assisi’dekilere oranla biçimler daha karmaşık ve gergin, anlatım tonu daha ciddi ve sakindir. Bu sadeleşmeler renklerle sıkı sıkıya kaynaşan bir ışık anlayışının sonucudur. Manzara, anlatım ritmiyle tam bir uyuşum içindedir. Anna ile Giacchino’un Karşılaşması, Mısırdan Kaçış, İsa’nın Yakalanması, Çarmıhtan İndirme. Hayatının son otuz yılında Giotto’nun faaliyeti daha da yoğunlaştı; Dormatio Virginis (Berlin, Vatikan Resim Galerisi) ve bugün çeşitli koleksiyonlara dağılmış olan başka panoları, kutsal eşya masaları ve çarmıhta İsa resimlerinden başka Ognissanti Kutsal Eşya Masası (Floransa, Ufrizi) 1317’den sonra yaptığı freskler, Peruzzi kilisesindeki Aziz Giovanni Battista ve İncil Yazarlarının Hikayeleri, Floransa’da Santa Croce’deki Bardi kilisesinde bulunan Aziz Francesco’nun Hikayeleri sayılabilir.

İkinci bölümde sayılan ve nispeten iyi muhafaza edilmiş eserlerde, biçimler adeta bir mimari görünüş ve tam bir denge meydana getirir. 1334’te Giotto, Santa Reparata’nın (Floransa Katedrali) inşaatının başına getirildi ve çan kilisesinin yapımına başladı. Sanatçı öldüğü sıradar çan kulesinin birinci kornişe kadar tamamlandığı sanılır; Andrea Pisano’nun devam ettiği kulenin yapımı 1357’de Francesco Talenti ve Neri di Fiora Vante tarafından tamamlandı. Daha sonraki yıllarda Assisi, Roma, Padora, Rimini (burada 1313’den önce Malatestiano tapınağındaki Çarmıha Gerilme tablosunu yaptı) Verona, Napoli ( arşiv kataloglarından 1329-1332 arasında burada oturduğu anlaşılır) ve Milano dışında Giotto’nun yaptığı sanat bakımından önemli seyahatler belgesizlik yüzünden bilinmemektedir
 
Ce: Yabancı Ressamlar Hakkında Özet Bilgiler

İtalyan ressam (Volos Yünanistan,1888-Roma 1978)Önce Antikçağ'dan,bir süreMünihte kaldıktan sonra ise(1906-1909Alman kültüründen(özellikle Shopenhauer ve Nietzsche'in felsefesi,Böcklin ve Klinger'in resmi) etkilendi.Kapalı ve tiyatromsu bir dünyanın geniş görüntüsünü vermeye yöneldi.(Bir sonbahar öğleden sonrası gizemi 1910)Paris'te kaldıgı yıllarda (1911-1914)Apollinaire ve Picasso'nun dikkatini çekti.Resimlerinde degişik temalar geliştirdi;donmuş ve ürkütücü havalarıyla dikkati çeken "Place d'İtalie'ler,sütunlu tek başına bir heykel bir fabrika bacası ya da bir tren dışında ıssız alanlar;katı perspektifler içinde dikilen cansız ve yüzsüz mankenler(kaygı veren esin perileri,1916,Mattiolli kol,Milano);bazı acayip nesnelerle resim sehpaları,ölçü aletleri,bisküiler oyun araçları,deniz haritaları vb.kalabalığıyla boğucu "metafizik iç mekanlar"De Chirico 1919 da bu metafizik resimleri bırakarak Tiziano,Rafeello,Rubens gibi ressamların etkisini taşıyan klasik anlayışa döndü.Bu döneminde manzaralar natürmortlar çizdi.Daha sonra yaşamının son yılların da yeniden metafizik temalara geri dönmüştür,ama artık fırçası gücünü yitirmiş,biçimlerde ağırlaşma başlamış,eski imge fışkırması gitgide azalmıştır.1910 yıllarındaki yapıtlarıyla gerçeküstücülerin büyük öncü olarak tanımladıkları gizemli sanatçı De Chirico,kendi sanat çizgisini Hebdomeros adlı özyaşam öyküsünde anlatmıştır.(!929) BÜYÜK LAROUSSE'den alıntı











 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Ce: Yabancı Ressamlar Hakkında Özet Bilgiler

Gustav Klimt (1862 - 1918)
Ekolü: Art Nouveau

Klimt'in ailesi Bohemya kökenlidir.
Viyana uygulamalı sanatlar okulunda eğitim gördüğü dönemde
ressam Hans Makarat’tan etkilenmiştir.
1883’ten sonra kardeşi Ernst ve ressam Franz Matsch'la birlikte
dekoratör olarak çalışmış,
Burgtheater’ın ve Sanat Tarihi Müzesi’nin dekorasyonunu bitirdikten sonra
kardeşinin ölümüyle 1892 yılında işi bırakmıştır.
1897 yılında bir grup sanatçı ile "Viyana Sezession Grubu"nu oluşturmuş,
grubun ilk başkanı seçildikten sonra 1905 yılına kadar bu görevini sürdürmüştür.

Viyana Üniversitesine felsefe, tıp ve hukuk adlı tavan resimleri yapan Klimt,
erotik simgeleri ve karamsarlığı yüzünden büyük tepkiler almıştır.
1902 yılında mimar dostu Josef Hoffmann’ın Brüksel'deki
"Stoclet Evi"nin yemek odası için duvar resimleri yapmıştır.
Avusturya Galerisi'nde bulunan Öpücük, Fritza Riedler ve Adele Bloch-Baver
adlı çalışmalarında figürler silüet biçiminde ele alınmıştır.

Klimt, beyin kanaması sonucu hayatını kaybetmiştir.


 
Moderatör tarafında düzenlendi: