türkü sözlüğü

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan *MeleK*
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
Ce: türkü sözlüğü

K

Kable en temüti: Ölmeden evvel ölünüz.(Hadis-i şerif),(Alevi-Bektaşi yolunda bir ön koşul).

Kad: Boy.
Kada: Kaza, kötülük, yıkım, ilenç.
Kadem Basmak: Ayak basmak, varmak.
Kadem: Ayak. Adım. Metrenin üçte biri kadar olan uzunluk. Oniki parmak uzunluğu, yarım arşın. Uğur.

Kadim: Ayak basan. Ulaşan, varan. Devamlı.
Kadir Mevla: Gücü sonsuz Tanrı.
Kaf ü nun: Kün. Tanrı'nın yaratma eylemini başlatan ''kon'' (ol) buyruğunu anlatan ''k'' (kaf) ve ''n'' (nun) harflerinin birlikte söylenişi.

Kaf: Söylence ve masallara göre yerküreyi çevreleyen zümrüt dağ. Kafdağı. Kafda koymak: Mutluluğa, esenliğe kavuşturmak.
Kafdan Kafa hükmetmek: Kafdağı'ndan Kafdağı'na; yer kürenin bir ucundan bir ucuna hükmetmek.

Kaftan: çoğu ipekli, uzun, süslü üst giysi.
Kail: Söyleyen, diyen. Razı olmuş, boyun eğmiş.
Kala: Kale, hisar.
Kalem kaş: İnce, düzgün kaş.
Kalım mı: Kalayım mı?
Kalıram: Kalırım.
Kalmışam: Kalmışım.
Kalmıyıp: Kalmamış.
Kalnğız: Kanmışız.
Kalu beli: Evet dediler.
Kalu: Dediler. Onlar söylediler (mealinde fiil).
Kam almak: Dileğe, isteğe, umuda kavuşmak.
Kam: Dilek, İstek, umut.
Kamaşma: Fazla ışık nedeniyle gözün bakamaz duruma gelmesi.
Kamaşti: Kamaştı.
Kame: Kama, silah olarak kullanılan iki ağızlı, iki ağzı da kesici uzun bıçak.
Kamer: Ay.
Kamet: Namaza başlama işareti, namaz kılmak için okunan ezan. Boy, boy-pos, endam.
Kamu: Bütün.
Kan: Maden ocağı, kaynak, memba.
Kan'an: Kenan Ülkesi. (Adanmış Ülke. Dinsel kaynaklara göre Hz. Yusuf'un ülkesi. Batıda Akdeniz, doğuda Şeris ırmağıyla sınırlıydı. Filistin ve Fenike'yi içine alırdı. Kenanlılar ülkeye İ.Ö. 9000'e doğru yerleşmiş Samiler idi. Mısır'dan çıkan İsrailliler İ.Ö.1200'e doğru Kenan ülkesini ele geçirdiler. İncil'e göre Tanrı bu toprakları İsrailliler'e adamıştır. Kenan ülkesi halk anlatılarında çoğunlukla Yusuf'la birlikte geçer. Bkz:Yusuf.]

Kanara: Büyük, kaba budaklı ağaç.
Kançeri: Nereye kadar.
Kande: Nerede.
Kanı: Nerde nerede?
Kanlısı olmak: Ölümüne neden olmak.
Kapı: Kapı.
Kapısın: Kapısını.
Kapıyan: Kapma.
Kar: Etki.
Kara çalmak: 1. Suç yüklemek 2. Sürme çekmek.
Karabağır: Acılı yürek.
Karahal: Kara benekli bir av kuşu.
Karakoyunnu: Karakoyunlu, Karakoyunlu Türkmeni.
Karakuş: Kartal türünden yırtıcı kuş.
Karal: Karar, dayanç, dayanma gücü.
Karayel: Karayel, kuzeybatıdan esen soğuk rüzgar.
Karayer: Acun.
Kargış: İlenç.
Kasar: Üşenme, tembellik etme. Boğazı tutup nefes aldırmayan bir zahmet. Çeker. Sıkar.
Kasr(kasır): Saray.
Katam: Katayım.
Katar katar: Sıra sıra.
Katar: 1 .Bir kervanı oluşturan dizi. 2.Göçmen kuşların göç dönemlerinde havada oluşturdukları küme, dizi, sıra.

Katarlaşmak: Göç dizisini oluşturmak.
Katib-ı dircan: Toplayıp yazan.
Katre: Damla.
Kavi: Dağlayan, yakan, yakıcı, kuvvetli, güçlü, sağlam.
Kavil: 1. Söz. 2. Sözleşme, anlaşma.
Kavl: Lakırdı, söz, sözde, sözleşme.
Kavlince: Söze, sözleşmeye uygun.
Kavvas: Oklu asker, bekçi, kapıcı.
Kaygu: Kaygı.
Kayıtmak: Dönmek, geri dönmek.
Kaytarmak: 1. Geri çevirmek. 2. Geri dönmek.
Kazalağ kazalak: 1. Gündoğumunda bahçelerde ötüşen bir soy boz renkli küçük kuş. 2. Beyaz ve sarı tüylü, gagası sarı ve siyah renkli bir cins yaban ördeği.

Ked: Boy.
Kefen kasar: Kefen sıkar.
Kehlan: Küheylan, soylu Arap atı.
Kehlik: Keklik.
Keklik sekişli: Keklik yürüyüşlü.
Keklik seküşli: Keklik sekişli.
Kelam: Söz, konuşma.
Kelam: Söz.
Kelam-ı kudret: Sözün gücü.
Keleş: Yiğit, cesur.
Kelimullah: Tanrı buyruğu, Kur'an.
Kem: Uğursuz, kötü. Uygunsuz.
Keman: [kadınlarda] İnce, düzgün kaş.
Kemarbast: 1. Yeni evlenen kızın beline bağlanan kuşak. 2. Hz. Ali'nin oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile birlikte on yedi yakınına taktığı söylenen ve kemeri simgeleyen kumaş.

Kemha: Bir cins ipek kumaş.
Kemter: Hakir, itibarsız, aciz, zavallı, kul, köle.
Kend: Kent, şehir.
Kendir: Kendir bitkisinden yapılma ip, urgan.
Kerem: Asalet, asillik, soyluluk, cömertlik, el açıklığı, lütuf, bağış.
Kerem: İyilik, bağış.
Kereyağı: Tereyağı.
Kergah: Gergef.
Kergef: Gergef.
Kesiret: (Kesret) Çokluk, bolluk.
Keste peste: Aşağılık.
Kete: Bir tür çörek.
Kevn-i mekan: Varlık, evren, cihan.
Kevser: Cennette bir ırmak, sonsuz, soy sop (Hz. Muhammed'e ait). Sofiler kevseri ''irfan'' olarak düşünür.

Kez: defa, kere.
Kezel: Kuru yaprak, kuru güz yaprağı.
Khal: Ben.
Khına: Kına ağacının kurutulmuş yapraklarından elde edilen, saç ve elleri boyamakta kullanılan toz, kına.
Khonça: Armağan bohçası.
Khontkar: Hünkar
Kıl ü kal: Dedikodu.
Kılmak: Etmek, eylemek, yapmak.
Kır: Kül rengine çalan, beyazla az miktarda siyahın karışmasından oluşan renk, beğenilen bir at rengi.

Kırab: Tek renk ipek dokuma baş örtüsü.
Kırağ: Kenar, kıyı. Sahil.
Kır-ha-kır: Kıyım.
Kırmızı: Altın.
Kıya bakmak: Yan bakmak.
Kıyamet: Kıyamet günü.
Kızıl: Kızıl, parlak kırmızı renkli.
Kızınan: Kız ile.
Kimi: Gibi, benzeri.
Kiraman katibi: İnsanların iki tarafında bulunup, sevaplarını ve günahlarını yazan meleklerin adı.

Kirman Kuşağı: Kirman'da dokunan bir cins kuşak.
Kirman: İran'da Deştilüt'un güneyinde kurulu şehir. Güneydoğu İran'ın en büyük ticaret kavşağı ve önemli bir dokuma sanayii merkezi.
Kisb ü kar: Kazanç, iş güç.
Kiş: Satranç oyununda en önemli taş olan Şah'ı isterken söylenen söz.
Ko: Bırak.
Kocalanmak: Kocamak, yaşlanmak, ihtiyarlamak.
Kocalık: Yaşlılık, ihtiyarlık.
Kocalmak: Kocamak, yaşlanmak, ihtiyarlamak.
Koç kuzu hurcu: Koç katımı günlerinde çobanlara gönderilen şölen heybesi.
Koçağ: Koçak, yiğit.
Koçmak: Kucaklamak.
Kofu: Evli kadınların başlarına giydikleri üzeri kadifeyle kaplı, altın, gümüş paralarla bezeli tahta başlık. 2. Üstü sargılı, altın, gümüş paralarla bezeli kadın başlığı, fes.

Kokuşlu: Koku saçan.
Kolbağ-kolbağ: Bilezik.
Kolçağ-kolçağ: Kolluk, zırhın kolu saran parçası.
Koma: Küme, yığın.
Komalamak: 1.Kümelemek, yığmak. 2. Kümelenmek, yığılmak.
Komalanmak: Kümelenmek, yığılmak.
Komayor: Koymuyor, bırakmıyor.
Konağ: Konuk.
Konuşak: Konuşalım.
Kor: Kör.
Koryapalağ: Yarasa.
Koşa: Çift, iki tane.
Kovmak: İzlemek, avlamak için izlemek.
Koy: Yeter ki, bırak, bırakın.
Koynan: Koynuna.
Koyunnan: Koyun ile.
Köç: Göç.
Köçdü: Göçtü.
Köçüm: Göçüm, göçeyim.
Köçüni: Göçünü.
Köçürim: Göçüreyim.
Köks: Göğüs. )
Kömegi: Sivri çadır biçiminde taş yığını.
Kömek: Yığın, kalak, küme, doğal taş kümesi.
Kömergi: Sivri çadır biçiminde taş yığını.
Könül: Gönül.
Kör yapalağ - köryapalağ: Puhu kuşu, baykuş.
Körpe: Yeni yetişmekte olan.
Körülenmek: Gürlenmek, alazlanmak.
Köşmek: Göçmek.
Köynek: Gömlek, göynek.
Köz: Kor ateş, kor halindeki ateş.
Kubar: Toz.
Kuçmak: Kucaklamak.
Kuçmaya: Kucaklamaya.
Kudret Honu: Kudret sofrası.
Kudret lokması: Tevrat'a göre Tanrı'nın Sina çölünde İbraniler'e gökten indirdiği yiyecek.
Kujmaya: Kucaklamaya.
Kul Emrah: Ercişli Emrah.
Kulak Asmak: Dinlememek.
Kulak urma: Dinleme.
Kurbanam: Kurbanım.
Kurtulum: Kurtulayım.
Kurup: Kurmuş.
Kutbül aktap: Kutupların kutubu, Hz. Ali, Hacı Bektaş Veli.
Küffar: Tanrı tanımazlar.
Küfran: Küfürbaz.
Kühlan: Küheylan, soylu Arap atı.
Kühüstan: Dağlık yer, dağı çok olan mevki.
Külhan: Hamam ocağı, hamamda suyun ısıtıldığı yer.
Küllivar: Tüm varlık.
Kümbet otağ: Kubbeli, süslü büyük çadır.
Kümbet: 1. Kubbe. 2. Damı kubbe biçiminde olan yapı.
Kün: Tanrı'nın evreni yaratırken buyurduğu ''ol'' emri.
Künç: Köşe, bucak, kuytuluk.
Kürtük: Donmuş kar birikintisi.
Küş: Guş, kulak, duymak, işitmek.
Küşat: Açış, açılış merasimi, açma, fethetme.
 
Ce: türkü sözlüğü

L

La: Olmaz, olumsuzluk eki.
Laçın-laçin: Benekli doğan, benekli boz-gök-doğan.
Lain ü gümrah: Lanetlenmiş ve yolunu şaşırmış.
Lain: Kovulmuş, nefret kazanmış, istenilmeyen.
Lal: Dilsiz, söz söylemeyen.
Lasi: Leş.
Lat: Arapların İslam öncesi putlarından biri.
Lat-ı mehatı: Putlar.
Lavaş: Yufka ekmek.
Leb: Dudak.
Leblerinnen: Dudaklarından.
Lengi har: Topal eşek.
Lengi: Topallık, aksaklık.
Lenterani: (sen) beni göremeyeceksin.
Leşker: Asker
Levh: Üstüne yazı yazılan düz taş veya tahta, levha.
Levh-i mahfuz: Bu ve bundan önceki ayette, şerefli, yüce Kur'an korunmuş levhte bulunduğu bildirilir.

Levh-i-kalem: Üzerine insan kaderinin, olmuş ve olacakların yazılı olduğuna inanılan Tanrısal levhayı; Levh-i- mahfuzu yazan kalem.

Leyl ü nehar: Gece gündüz.
Leyl: Gece.
Leyla: 1. Leyla ile Mecnun hikayesinin kadın kahramanı. 2. Sevgili.
Leyli Mecnun: Leyla ile Mecnun.
Leyli vakti: Gece zamanı, gece gezintisi zamanı.
Leyli-Leyli: 1. Hikaye kahramanı Leyla. 2.Sevgili
Libas: Giyilecek şey, elbise.
Lokman Hekim: Efsane kahramanı hekim ve bilge kişi. İslamlık'tan önce yaşadığı kabul edilir. Halk inancında uzun ömrün simgesi ve hekimliğin atası sayılır. Lokman Hekim hikayeleri İran ve Türk Edebiyatı'na Arap Edebiyatı'ndan geçmiştir.
 
Ce: türkü sözlüğü


M

Mağrib: Mağrip, batı.
Mah: Ay.
Mahbup: Sevilen, sevgili.
Mahı: Balık.
Mahıtaban: Parlayıcı, parlak ay.
Mahi göz: Mahveden göz.
Mahi: Mahveden.
Mahim: Ay yüzlü sevgilim.
Mahpara: Mahpare, ay parçası, ay benzeri.
Mah-pare: Ay parçası gibi olan sevgili.
Mahraba: Büyük mendil, erkek mendili.
Mahrama: Mendil.
Mahzun: Üzgün, üzüntülü.
Mahzun: Üzüntülü, kederli, tasalı.
Mail olmak: Meyli olmak, ehli olmak.
Mail: Ehil, meyil.
Malamat: Ortaya çıkarma, açıklama.
Malı: Çapı, yağlık, başa sarılan örtü.
Mamur: Bayındır, bakımlı.
Man: Bana.
Mar: Yılan.
Marağa dügüsi: Marağa pirinci.
Maral bakışan: Dişi geyik gibi bakışına.
Maral: Dişi geyik.
Marifet: Hüner.
Masiva: Ondan gayrısı (Allah'tan) başka her şey hakkında kullanılan tabirler. Dünya ile ilgili şeyler.

Maslahat: Uğraş.
Maş: Baklagillerden yenilebilen bir bitki, taneleri ufak bir tür börülce. 2.Mercimek.
Maşrık: Doğu yönü.
Maşuğun: Sevgilini.
Maşuk: Sevgili.
Mat etmek: Satranç oyununda yenmek.
Mat kılmak: Mat etmek.
Mat: Satranç oyununda uğranılan yenilgi.
Mavu: Mavi, göl.
Mayıl olmak: Meyil vermek, sevmek, gönül vermek.
Mayıl salmak: Meyil salmak, gönül düşünmek, sevdalanmak.
Mayılam: Meylim var, istekliyim, özlemliyim.
Mecal: Güçlük, dinçlik, derman, takat.
Mecnun: Leyla ile Mecnun hikayesinin erkek kahramanı.
Medet: Yardım çağrısı.
Mefta: (Meftah) Hazine,
Mehhr-i mübüvvet: Peygamber mührü.
Mehle: Mahalle.
Mehr-i muhabbet: Muhabbetin şefkati.
Mehriban: Dost, seven, güler yüzlü, sevecen.
Meknun: Örtülü, gizli, saklı,
Mektep uşağı: Okul çocuğu, öğrenci.
Melaik: Melekler.
Melhem: Merhem, acıyı giderecek, iyileştirecek em.
Melil: Üzgün, üzüntülü.
Melul: Üzgün, üzüntülü.
Memat: Ölüm, ahrete göç etmek.
Memir: Bayındır, mamur.
Men aref: Kendini bilme, kendini kötülüklerden koruma. Menend: Benzer.
Men: Ben.
Menal: Ele geçirilen, sahip olunan varlık; mal, mülk.
Menem: Benim.
Menemşe: Menekşe.
Menevşe: Menekşe.
Meni: Beni.
Menim tekim: Benim gibi.
Menim: Benim.
Mennen: Benden.
Mensiz: Bensiz.
Menzil: 1. Yolculukta dinlenmek amacıyla konaklanılan yer, konak, konak yeri. 2. İki konak yeri arasındaki uzaklık.

Menzil: Mesafe, ulaşılması amaçlanan yer.
Meraga[Maraga]: Batı İran'da, Sahand dağının güney eteğinde Urmiye gölüne yakm şehir.
Merah: I.Bilmek isteği; 2.Kaygı, tasa. [merak]
Merd-i peleng: Erkek kaplan, erkek panter.
Merduvan: Merdiven.
Mesgen: Mesken, barmak, yuva.
Meskenet: Miskinlik, uyuşukluk, bitkinlik, yoksulluk.
Mesnevi: Her beyti ayrı uyaklı -başlı başına uyaklı- bir Divan Edebiyatı koşuk biçimi. Bu türdeki yapıtların genel adı.

Mest müdam: Heraman, devamlı sarhoş.
Mest: Sarhoş, aklı başında olmayan.
Mestan: Esrik, sevgi esriği, gözleri süzgün.
Mestan: Sarhoşlar.
Mestur: Sınırlanmış, çizilmiş, yazılmış, örtülü.
Meşrig: Doğu yönü.
Sermaye, satılacak mal,
Metederem: Överim.
Metel: Şaşkın.
Mevla: Tanrı.
Mey: İçki.
Meyil: Meyil vermek, gönül vermek, ilgi yöneltmek, ilgi duymak.
Meyit (Meyyit): Ölü.
Meyli: Gönlü, isteği, dileği.
Mezat: 1. Artırma ile yapılan satış. 2. Artırma ile satış yapılan yer.
Mezer: Mezar.
Mezet: Mezat, artırma ile satış yapılan yer.
Miheng: Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran ayar aleti. Bir insanın kıymetini ahlakını anlamaya yarayan vasıta.

Mihman: Misafir.
Mihnet: Sıkıntı, çile.
Mihr-i muhabbet: Sevgi ve aşk, aşk güneşi.
Mihrap: Sevgilinin kaşları, mihrabın girintili yapısının bir yaya benzetilerek, kutsallığa yönelmiş bir övgü ile sevgilinin kaşlarının anlatılmasında kullanılması.

Milağ: Elma, armut, ayva hevengi.
Minasip: Uygun.
Minekaş ayvan: Alınlığı mavi çinilerle süslü ayvan, balkonlu konak.
Miner: Biner.
Mirze: Soylu, saygın kişi, mirza.
Misk: Güzel kokulu bir madde.
Misk-ü-amber: Çok güzel koku.
Mizan: Terazi, ölçü, tartı, akıl, idrak, muhakeme. Mahşerde herkesin amellerini tartmaya mahsus bir adalet ölçüsü olup hakiki mahiyeti ancak ahrette bilinecektir.

Mor menevşe: Mor menekşe, menekşe.
More: Trakya ve Rumeli yöresinde erkeklere bir hitap sözcüğü.
Mori: Trakya ve Rumeli yöresinde kadınlara bir hitap sözcüğü
Möhebbet: Muhabbet, sevgi" aşk, dostluk.
Mufassal: Netice, sözün kısası,
Mugallit: Taklitçi.
Muhannet: Korkak, soğuk davranışlı, uzak.
Muhip: Seven, sevgi besleyen.
Muhkem: Sağlam, metin, sıkı sıkıya kuvvetli, tahkim edilmiş, sağlamlaştırılmış.
Mukaddem: Zaman ve mekan cihetiyle daha evvel olan.
Mukadder: Kader , kısmet. tayin olunmuş.
Mulla: Molla.
Murtat (Mürted): Dönek.
Musahip: Yol kardeşi, birlikte olan, arkadaş.
Muş: Muş ili.
Muştu: Sevindiren haber, müjde.
Muştuluk: Muştucuya verilen armağan, muştuluk, müjdelik.
Muy: Saç.
Muzu: Engel.
Mübah: İşlenmesinde sevap ve günah olmayan şey.
Müdam: Devam eden, süren, sürekli.
Müddei: İddia eden. İddiacı. davacı.
Müheyya: Hazırlanmış olan.
Müjgan: Kirpikler.
Mülevves: Kirli, pis, bulaşık, alıkoyulup sonraya bırakılmış veya durdurulmuş olan. Karışık, intizamsız.

Mülk ü meleküt: Maddi olmayan alemin varlığı, varlık melekler.
Münaci(müncü): Kurtaran.
Münezzeh: Arınmış.
Münkir: İnkar eden.
Müptela: Bir şeye tutulmuş, düşkün, aşık.
Mürayi: Riyakar, iki yüzlü.
Mürşit: İrşad eden, doğru yolu gösteren, gafletten uyandıran, Peygamber varisi olan kılavuz. Tarikat piri, şeyhi.

Mürur etmek: Ulaşmak, varmak.
Müsahip: Yol kardeşliği.
Müstecap: Hoş görülen, istediği kabul edilen, icabet olunmuş.
Müşerref: Şereflendirilmiş, şerefli.
Müşg-ü amber: Misk-ü amber.
Müşteri: Müşteri yıldızı, Jüpiter. Erendiz.
 
Ce: türkü sözlüğü

N

Naciler: Kurtulmuşlar, esenlik ve saadete kavuşanlar.
Naçar: Çaresiz, umarsız.
Naçaram: Çaresizim, umarsızım.
Naçarımı: Çaresizliğimi.
Nadan: Cahil, bilmez, haddini bilmez, kaba, terbiyesiz.
Nail olmak: Erişmek. Kavuşmak, ulaşmak.
Nail: Erişme, ulaşma.
Nakkaş: Süsleme sanatkarı, usta.
Nale: İnilti.
Name: Mektup, kitap, mecmua.
Namert: Mert olmayan, alçak.
Nan: Ekmek, yiyecek.
Nar: Ateş, tamu. [Mec.] Meme.
Nara çalmak: Ateşe atmak.
Nara salmak: Ateşe atmak.
Narh: Fiyat.
Nar-ı hicran: Ayrılık ateşi.
Nar-ı miran: Zalim, kumandanın belası.
Narınç: 1. Turunç meyvası. 2.Mec.Meme
Nasip: Düşerlik, pay.
Naşi: Hain, kötü kişi.
Natuvan: Natüvan, güçsüz, argın.
Natüvan: Güçsüz.
Nazan: Nazlı.
Nazar: Bakış.
Nazen(nazende): Nazlı, naz edici, naz yapan.
Nazenin: 1. Cilveli, oynak. 2. Çok nazlı yetiştirilmiş.
Nazeninnen: Nazeninle.
Nazınnan: Nazından.
Nazik: İnce, zarif, güzel.
Nebat: Bitki.
Necaset: Pislik, murdarlık.
Nece bir: Nasıl da.
Nece: Nice, nasıl.
Nedür: Nedir.
Ne-düşüpsen: Niçin düştün, niye düştün?
Nef eylemek: Fayda etmek.
Nef: Fayda.
Nefsi emmare: İnsanın çirkin ve şeytanın teşviklerine itirazssız ve mücadelesiz tabi olması hali.

Ner: Erkek deve.
Nerban: Deveci.
Nerde: Nerde.
Nerduvan: Merdiven.
Nergiz: Nergis çiçeği.
Nerye: Nerye, nereye.
Nevcivan: Taze, genç, delikanlı.
Nevruz: Eski bir İran takvimine göre yeni yılın ve ilkbaharın başlangıç günü, 22 Mart.
Neynerem: Neylerim, istemem.
Neynin: Neyleyeyim.
Nezereyıe: Nazarkıl, bak.
Nigar: Nigar, özel ad.
Nihan etmek: Gizlemek.
Nihan: Gizli, saklı, bulunmayan, görünmeyen, sır.
Nikap: Yüz örtüsü, peçe.
Nikap: Yüzörtüsü.
Nişana: Nişane, belirti, im, kanıt.
Niyaz: Dilek, istek, dua.
Niza: Çekişme, kavga.
Nize: Kargı, mızrak.
Nöker: Köle, hizmetçi.
Nuş eylemek: Zevk ve sefa etmek.
Nuş: İçen, içici, tatlı şerbet gibi içilecek şey, zevk ve sefa.
Nübüvvet: Peygamberlik, nebi olmak, nebilik, Allah'ın emriyle görevli olarak insanları doğru yola çevirmek.

Nüsha: Yazılı, yazılmış şey, yazılı bir şeyden çıkarılan suret.
 
Ce: türkü sözlüğü

O

Od: Ateş.
Oğramak: Uğramak.
Oğru: Hırsız, uğursuz.
Oğrun: Gizli.
Ohullar: Okurlar.
Ohumak: Okumak.
Ohur: Okur.
Oladım: Olaydım, olsaydım.
Olam: Olayım.
Olannar: Olanlar.
Olar: Olur.
Olasan: Olasın.
Olcağ: Olucak, olunca.
Olcah: Olacak, olunca.
Ollam: Olurum.
Olmuşam: Olmuşum.
Olmuyum: Olmayayım.
Olum: Olayım.
Onın: Onun.
Otağ: Büyük ve süslü çadır.
Oyanıban: Uyanarak
Oyanmak: Uyanmak.
Oyatmak: Uyandırmak.
Oymak: Oymalı, bezeli, süslü, kümü küme.
Oynayıban: Oynayarak
Oyunbaz: Oyuncu, aldatıcı.
Oyunnu: Oyunlu, tutumlu, davranışlı.


Ö

Ögünden: Önünden.
Öğmek: Övmek.
Öldi: Öldü.
Ölke: Ülke.
Öllem: Ölürüm.
Ölüm: Öleyim.
Ölümnen: Ölümden.
Ölüptür: Ölmüştür.
Ömür başa varmak: Ömrün sona ermesi, bitmesi.
Ömür başa yetmek: Ömrün sona ermesi, bitmesi.
Ömür malı: Ömür varı, tüm yaşam.
Örük: Saç örgüsü, bir örgü saç.
Öz: Kendi, zat.
Öz-elinnen: Kendi elinle
Özge yarnan: Özge yarla, başka sevgiliyle.
Özge: 1. Başka 2. Başkası.
Özgelernen: Özgelerle, başkalarıyla.
Öz-özüme: Kendi kendime.
Özüm: Kendim, ben.
Özüme: Kendime.
Özün: Kendin, sen.
Özünü: Kendini, kendisini.
 
Ce: türkü sözlüğü

P

Paca: Baca.
Pahıl: Kıskanç.
Pak: Temiz, saf, katıksız.
Para para: Parça parça.
Para: Pare, parça.
Paralamak : Parçalamak.
Pare pare: Parça parça, küme küme.
Parlı: Parlak, ışıldayan, göz kamaştırıcı.
Pars: Farsça.
Pay pay olmak: Bölünmek, bölüşülmek, paylaşılmak.
Pay: Parça, düşer.
Payam vaktı: Konuşma, haber alma zamanı.
Payam: Peyam, haber.
Payız: Sonbahar, güz.
Peder: Baba, ata.
Penah: Sığınma, sığınılacak yer , dayandığı nokta.
Perçem: Alına ve yüze düşürülen saç, kakül.
Pergar: Çember, koruyucu.
Peri teki: Peri gibi, çok güzel.
Peri: Doğaüstü güçleri olduğuna inanılan, düşsel, çok güzel dişi varlık. Perişan: Dağınık, karmakarışık.

Perrü bal: Kanat.
Pervan : Pervane, geceleri ışık çevresinde dönen küçük kelebek.
Pervane: Geceleri ışığın etrafında dönen küçük kelebek, haberci, kılavuz. Peyk: Haber ve mektup getirip götüren.

Pervaz etmek: Havalanmak, uçmak.
Perveri koç: Besiye alınmış koç, besi koçu.
Perveri: Besili, besiye alınmış, beslenmiş.
Peş-peş: Ard, arka.
Peyke: Tahta sedir.
Peymane: Büyük kadeh, şarap bardağı.
Pısmak: Sinmek, başı omuzlara doğru çekerek korkuyla büzülmek.
Pısmanam: Pısmam, korkuyla sinmem.
Pısmanık: Pısmayız, korkuyla sinmeyiz.
Pısmazık: Pısmayız.
Pilte: Fitil.
Pinhan: Gizli, saklı.
Pir: 1. Hak katından aşıklık bağışlanmışlara dolu bade sunan Hızır. 2. Yaşlı, büyük, ihtiyar reis, bir tarikatın kurucusu, tarikatta ulu kişi, herhangi bir meslek ve sanatın kurucusu.

Pişe: 1. Sanat, meslek, iş. 2. Yaradılış, huy.
Pişvaz: Karşılama.
Piyale vaktı: İçkinin, şarabın sunulma zamanı.
Piyale: Şarap bardağı, içki kadehi.
Piye: Satranç oyununda ön sıraya dizilen taşlardan her biri, piyade.
Puc: Hiç, boş.
Pucalmak: Hiç olmak, boşa gitmek, boş çıkmak.
Puç: Puc, hiç, boş.
Pul: Para.
Puta: Uğruna dolu-bade içilen Tanrı vergisi sevgili, maşuka.
Puş eylemek: Örtünmek.
Puş: Örten, giyen, örtü, elbise. zırh.
Puta: Put putası.
Pür: Çok, dolu, çok fazla.
Pür-nur: Çok parlak, çok nurlu.
 
Ce: türkü sözlüğü

R

Rah: Yol, tarz, usul.
Rah-ı Halık: Allah yolu.
Rahim Şah: Emrah ile Selbihan hikayesinin bir Erciş kolunda Selbihan'ın babası
Rahm eylemek: Acımak, esirgemek.
Rahm: Acıma, koruma, esirgeme.
Rah-nüma: Kılavuz.
Raz: Gizli sır, sır gibi saklı şey.
Ref: Kaldırma, yüceltme.
Reftar: Yürüme, salınma.
Regib: Rakip, karşıt.
Rengin almak: Rengini almak, renklenmek.
Revan : Erivan kenti.
Revan: Yürüyen, giden, akan.
Reyhan: Fesleğen.
Rıza: Memnunluk, istek, arzu.
Rikab: Huzur, makam.
Rişte rişte: Tel tel.
Rişte: Tel.[ip ucu]
Riya: Özü sözü bir olmamak. İki yüzlülük.
Ruz u şeb: Gece-gündüz, gece ve gündüz.

S

Saba: Gün doğusunda esen hoş ve latif rüzgar.
Saba: Yazın kuzeydoğudan esen hafif rüzgar, tanyeli.
Sabbah: Sabah.
Sadağa: Sadaka.
Sadr: Her şeyin evveli ve başlangıcının en iyisi, kalp, göğüs, ön.
Safi: Katışıksız, temiz, süzülmüş.
Sağ: Sağlam, canlı, diri.
Sağalmadı: İyileşmedi.
Sağalmak: İyileşmek.
Sağalmıştır: İyileşmiştir, iyileşti.
Sağınnan: Sağndan, sağ yanından.
Sağolmaz: Sağalmaz, iyileşmez.
Sahat Çukuru: Çukur Sa'd-Saat Çukuru. Doğusu Erivan, güneyi Iğdır olan çukur bölge. Adını XIV. yüzyılda yaşamış olan Türkistan beyi Sa'ad'dan alır.

Sail: Kibirli, saldıran.
Sakı[saki]: İçki sunan.
Saklıyarlar: Konuk ederler, ağırlarlar.
Sal: 1.Dağ eteği, dağ eteklerindeki geniş düzlükler. 2. Genelde mezar örtüsü olarak kullanılan yassı taş, yassı kum taşı. 3. Sedye.

Salaca: Hastanın taşındığı sedye, ölünün taşındığı sedye ya da tabut.
Salak: Salalım, atalım.
Salatın: Selatin, sultanlar.
Salıpsan: Düşürdün ki, düşürmüşsün ki.
Sallana sallana: Salına salına.
Salmak: 1. Dizmek, koymak. 2.Atmak. 3. Ağlatmak. 4.Göndermek, ulaştırmak, vermek. 5.Düşürmek.

Sanarsın: Sanırsın.
Sanasan: Sanasın, sanırsın.
Sapa: 1.Gidilen yol üzerinde olmayan, sapılarak varılan. 2.Sarplık.
Saralar: Sararlar.
Saralı: Sarılı.
Saralıban: Sarararak.
Saralmak: Sararmak.
Sarayınnan: Sarayından.
Sarışak: Sarılalım, sarışalım.
Satılım: Satılayım.
Savgat: Armağan.
Say I: Çalışma, emek.
Say II: Sayı.
Say III: Kumda bir takım çizgiler çizerek fal bakma, remil.
Say IV: Seçme, seçkin.
Say sayılır: Sayılır, hesap edilir.
Say saymak: 1.Saymak, hesaplamak. 2.Kumda bir takım çizgiler çizerek fal bakmak, remil atmak.

Sayrı: Hasta, esenlik durumu bozulmuş.
Sayrı: Hasta.
Se: Üç sayısı.
Seba: Bkz.Saba.
Sebak: Ders.
Seb'ül mesan: Yedi kat gökyüzü. Yedi ayetten oluşan Fatiha suresi.
Sedir: Üstü halı, kilimle örtülü, minderli, yastıklı kerevet, divan.
Sefa: Gönül şenliği, rahatlık.
Seferbeylik: Bir ülkeyi savaşa hazırlayacak önlemlerin tümü, seferberlik.
Sefil Emrah: Ercişli Emrah.
Sehab: Bulut.
Seherinen: Seherle, tan ağartısında.
Sehv: Hata, yanılma.
Sekiz Cennet: En yüksek gök katında bulunduğuna inanılan cennetin sekiz katı ya da sekiz kapısı.

Seküş: Sekiş, sekme, sekerek yürüme
Selbi[Selbihan-Selbinaz]: Ercişli Emrah'ın sevgilisi, Erciş kalesinin başbuğu Miroğlu'nun kızı.
Selvağacı: [Selvi ağacı, selvi dalı]: İnce uzun boylu.
Sema: Gökyüzü.
Semek: Balık.
Seninnen: Seninle.
Sennen: Senden, seninle.
Sentekin: Senin eşin, senin gibi.
Ser çeşme: Suyun başı.
Ser: Baş, tepe, uç.
Ser: Baş.
Seraser: Baştan başa.
Serencam: Başa gelen, baştan geçen ibretli hadise.
Sergerden: Başı dönmüş, şaşkın.
Sermest eylemek: Serbest eylemek, sarhoş etmek, başını döndürmek.
Server: Reis, baş.
Servi hôban: Uzun boylu güzel.
Serv-i-revan: Uzun boylu sevgili, boyu selviye dönüşmüş, boyu selviyi andıran.
Settar: Allah'ın sıfatlarından biri. Örten, kapayan, gizleyen.
Sevdügüm: Sevdiğim, sevgilim.
Sevecen: İçten seven, koruyarak seven, şefkatli.
Sevennerin: Sevenlerin.
Seversez: Severseniz.
Sevli: Selvi, Selbi.
Sevmeginen: Sevmekle, sevmek ile.
Sevülmek: Sevilmek.
Sevülür: Sevilir.
Seyrakıp: Rakip, karşıt olan kötü kişi.
Seyran eylemek: Gezmek, gezinmek.
Seyran: Seyran, gezme, gezinti.
Seyrana çıhmak: Gezmeye, gezintiye çıkmak.
Seyrana düşmek: Gezintiye çıkmak.
Seyreylemek: Seyretmek.
Seyreylemiş: Seyretmiş, seyreylemiş.
Seyrine varmadan: Görmeye gitmeden, görmeye doymadan.
Seyrine varmak: Görmeye gitmek.
Seyyah: Gezgin, gezmen.
Seyyat: Avcı.
Seza: Layık.
Sıdk ile: İçtenlikle.
Sıdk: 1. Doğruluk, gerçeklik. 2.İçten bağlılık.
Sıdk: Kalp temizliği, ahdına sadık olma, samimi.
Sıdkınan: Doğru olarak, içtenlikle.
Sığamak: Sıvazlamak, okşamak.
Sındırmak: Kırmak, koparmak.
Sınık: Kırık.
Sırat mizan: Doğru yol.
Sıratü'l-müstakim: Doğru yol.
Sırdaş: Sır ortağı, sır saklayan.
Sırma: Gümüş tel, altın yaldızlı gümüş tel.
Sırr-ı yezdan: Tanrı Sırrı.
Sırrım: Sırrımı.
Sızıldanmak: Sızlanmak, yakınmak, sürekli yakınmak.
Sim ü zer: Altın ve gümüş.
Sim: Gümüş, gümüş, tel.
Simizer: Sim ü zer, gümüş ve altın.
Sin I: Mezar, gömüt.
Sin II: 1. ''S'' harfinin Arap abecesindeki adı. 2.Arap abecesinin on ikinci, Fars ve Osmanlı abecesinin on beşinci harfi.

Sin: Çin.
Sina: Sine, göğüs.
Sine: Göğüs, gönül, yürek.
Sine: Göğüs, kalp, iç.
Singirlenmek: Gerdanın sineye doğru güzelliğini bozmayacak bir ölçüde inmesi.
Sipin vahtı: Dua, yakarma zamanı; alatan; tan yerinin ağardığı zaman.
Sitem: 1. Bir kimseye, yaptığı güce gidecek bir eylemin ya da söylediği sözün yarattığı kırgınlık v.b. olumsuzlukları öfkelenmeden belirtme. 2. Haksızlık, eziyet.

Sitemkar: Sitem eden, sitemli, sitem taşıyan zulum ve haksızlık eden.
Somat: Şölen sofrası, sofra.
Sona: Suna, dişi ördek.
Sorak: Merak, düşkünlük.
Soraram: Sorarım.
Sormak: Emmek, sorumak, soğurmak,
Sökel düşmek: Halsiz düşmek.
Söylerem: Söylerim.
Söylüyüm: Söyleyeyim.
Sözün sayı: Sözün doğrusu.
Sözüni: Sözünü.
Sufra: Sofra.
Sulb: Soy , sülale, zürriyet.
Sücut etmek: Secde etmek.
Sücut: Secde.
Südkar: Şeker .
Süheyl: Süheyl yıldızı, sevgili.
Süleyman: Kur'an'da anılan peygamberlerden biri, İncil'de de adı geçen İsrail kıralı (İ.Ö.970-93 1 arası). Kur'an'ın bir çok ayetinde Süleyman peygambere verilen iistiin güçler, ilalıi nİnıetier ve saltanattan söz edilir. Kur'an'a göre Süleynıan, Davut peyganıberin oğludur. Süleylan peygamberin kuşların dilini bildiğine, rüzgara ve cinlere hükmettiğine inanılır. Divan ve Halk şairleri, Süleyman peygamberin doğa üstü güçlerine ve kudretli yüzüğüne (Mührü Süleyman) şiirlerinde telmih yoluyla, sıkça değinirler. Divan ve Halk şiirinde Süleyman peygamber kuvvet ve kudret örneği olarak işlenir.

Sümme veçhullah: Allah'ın.
Sünnet: Hz. Muhammed'in Müslümanlarca uyulması gerekli davranışlarının ve değişik konularda söylemiş olduğu sözlerin tümü. İbadet yönünden sünnet, farz olan nazalardan önce ve sonra kılınan namazlardır.

Süresen: Süresin.
Süryani: Eski Suriye halkında, Samilerin Arami kolundan olan.
Süsen: Süsen Çiçeği.
Süz: Süzülerek.
Süzmege: Süzmeye.
Süzük: Süzgün, baygın.
Ş

Şad olmak: Sevinçli olmak, neşelenmek.
Şad: Sevinçli, şen.
Şadda: Kuşak.
Şadlığ deryası: Sevinç denizi.
Şadlığ-şadlık: Sevinç, sevinçlilik.
Şadlık ünü: Sevinç sesi, sevincin sesi.
Şahanterlan: Şahin kuşu.
Şahan-terlan: Şahin kuşu.
Şahbaz: İri bir tür akdoğan.
Şakkü'l - kamer: Ayın ikiye bölünmesi.
Şamama: Güzel kokulu, yuvarlak, sarı kırmızı ya da sarı kahverengi çizgili bir tür küçük kavun. Saz şairlerinin şiirlerinde genç kız memesi kimi kez şamamaya benzetilir.

Şana: Tarak.
Şar: Şehir, kent, pazar.
Şaşarsız: Şaşırırsınız.
Şavk: Işık.
Şavkı çalmış: Işığı vurmuş.
Şayan: Yakışır, yaraşır, değer.
Şaz: Şad, mutlu, mutluluk.
Şaz: Şad, sevinç, neşe, mut.
Şefi: Ela göz, tatlı şaşı.
Şefteli: Şeftali.
Şeher: Şehir, kent.
Şekva: Şikayet, aciz kaldığını ve zavallılığını haber vermek.
Şem: Balmumundan yapılma mum.
Şems ü kamer: Ay ve güneş.
Şems: Güneş.
Şeraben tahur: Cennete mahsus şurup.
Şerik: Ortak, ders, okul arkadaşı.
Şeş: Altı (sayı).
Şevle: Şule, alev, yalım, parıltı.
Şeyda bülbül: Gülün sevgisiyle kendini yitirmiş bülbül.
Şeyda: Şaşkın, deli, sevda delisi.
Şikar eylemek: şikar eylemek, avlamak.
Şikar: Av.
Şikest eylemek: Kırmak.
Şikeste: Kırılmış, incinmiş.
Şire: 1.Şıra, daha mayalanmamış üzüm suyu; 2. Kimi meyve sularına verilen ad.
Şirin güftar: Tatlı söz.
Şirin: Ferhat ile Şirin hikayesinin baş kadın kişisi.
Şirin: Tatlı, sevimli.
Şita: Kış.
Şol: Şu.
Şovg-şovg: Şavk, ışık, parıltı.
Şövle: Şule, alev, yalım, parıltı.
Şuğ: Filiz, ağacın ilkbahar sürgünü.
Şuh-i-terlen: Özgürce uçan doğan.
Şule: Alev, ateş. alevlenmiş olan.
Şule: Alev, yalım.
Şüşe çekmek: Büyümeye, biçimlenmeye başlamak.
Şüşe: Şişe, sıvıların, özellikle içkilerin konulduğu camdan yapılmış dar ağızlı kap
 
Ce: türkü sözlüğü

T

Tağ: Kavun, karpuz gibi bitkilerin gövdeleri ve yerde kayılan kolları, dalları.
Taharetsiz: Temizlenmemiş, pis.
Tahayyüm: Acıma, rahmet kılma.
Tahayyür: Hayale getirme, hayalde canlandırma.
Tahça: Duvar rafı, duvara çakılmış kapaksız küçük dolap.
Tahir: Temiz.
Taht-ınan: Taht ile, tahtla.
Talak: Boşama.
Talan: Yağma.
Talanmak: Yağmalamak, yağma edilmek.
Talip: İstekli.
Talip: İsteyen, istekli, öğrenci, bağlı olan.
Tam taşı: İşaret taşı.
Tama: Hırsla isteme, aç gözlü.
Tamaşa: Temaşa, seyretme, hoşlanarak bakma.
Tamu: Cehennem.
Tamu: Cehennem.
Tan etmek: Hoş görmemek, kötülemek, yermek, ayıplamak.
Tan: Güneş doğmadan önceki alaca karanlık.
Tana: Susuzluktan yanmak.
Tanış: Tanıdık kimse, bildik.
Tanışak: Tanışalım.
Tan-yıldızı: Gün doğmadan önce doğu gözeriminde görülen parlak yıldız, Çoban yıldızı. Kervanyıldızı, Çulpan, Venüs.

Tapşırırsa: Söylerse, bildirirse.
Tapşırmak: 1. lsmarlamak. 2.Emanet etmek. 3. Söylemek, ad söylemek.
Tarayı tarayı: Taraya taraya.
Tarhun: Yenilebilen ve hekimlikte kullanılan güzel kokulu bir bitki; tuzla otu.
Tariflemek: Tanımlamak.
Tarikat: Yol manevi yol, usul, tarz.
Tarlan: Doğan. Sarıya çalgın renkli, iri pençeli doğan.
Tartılım: Tartılayım.
Tay: Denk eş.
Taya: Dadı, süt anası.
Tecdid: Yenileme, yeniden yapma.
Tecella: Tur Dağı'nda Tanrı'nın Musa'ya görünüşü.
Teferrüc: Fikretmek, düşünmek, fikri harekete getirmek.
Tehi dest: Eliboş, züğürt.
Tek: Gibi.
Tekebbür: Kibirlenmek. Kendini büyük görmek.
Tekebbürlük: Kibirlenme, büyüklük taslama.
Tekin: Gibi.
Telef olmak: Yok olmak, ölmek.
Telli durna: Turna, telli turna.
Telli: 1 .Kadın adı olarak, 2. Sorguçlu kimi kuş türleri için kullanılır.
Temaşa: Gezme, bakıp seyretme.
Temenna: Eli alnına götürerek selamlama işareti yapma.
Tene: Tane.
Ter: Yeni, taze.
Tercüman: Kurbanlık koyun.
Terezi: Terazi.
Terkini: Belli bir saatte ve yerde buluşma için sözleşme.
Terlan yiyenni: Terlan yiyenli. Doğandan daha yırtıcı avcı kuş.
Terlan-terlen: Sarıya çalgın renkli, iri pençeli doğan.
Terliyip: Terlemiş.
Tevekkül: İşi Allah'a bırakıp kadere razı olma.
Tevür tevür: Biçim biçim, her halinle.
Tezbahar: 1. İlkbahar. 2. Erken gelen bahar.
Teze: Taze, yeni.
Tezelenmek: Yenilenmek.
Tezelenmek: Yenilenmek.
Tezkin: Teşbih etmek, benzetmek.
Tezze: Taze, yeni.
Tezzele: Tazele, yenile.
Tıfıl: Küçük çocuk.
Tığ-ı müjgan: Sevgilinin kaşları ve kirpikleri.
Tırıntaz: 1. Tirendaz ''tir-endaz'', ok atıcı. 2. Uyumlu giyinmeyi huy edinmiş kimse. 3. Çok temiz kimse.

Timar: Sağaltma, iyileştirme.
Tir I: Benzer, denk eş.
Tir II: Ok.
Tomur olmak: Tomurmak, tomurcuklanmak, kabarmak.
Tomur salmak: Tomur sürmek, tomurcuklanmak, filizlenmek.
Tomur: Kabartı, ağaç ve asmalardaki filiz kabartıları.
Tor: 1. Ağ, tuzak, kapan. 2. Acemi, toy, bir işi yapmakta becerisi olmayan.
Tora ilişmek: Ağa takılmak, tuzağa düşmek.
Tora salmak: Tuzağa düşürmek.
Tovuz: Tavus kuşu.
Toy I: Şölen, düğün.
Toy II: Toy kuşu, iri ya da orta boylu, tüyleri kızıl ve esmer benekli bir av kuşu. Toygun: Ak ve çakır renkli doğan.

Toy tamaşa: Eğlence, düğün dernek.
Toylak: Toy Kuşu.
Toylu tamaşalı: Eğlenceli, düğün dernekli.
Tozarmak: Toz kalkmak.
Tozmak: Gezmek, salınarak dolaşmak.
Tozumak: Tozarmak, tozu kalkmak.
Tozuyan: Tozaran.
Töhmet: Karaçalma, suçlama.
Tökmek: Dökmek.
Töküp: Dökmüş.
Tuba: Cennette bulunan ve kökü göklerde, dalları aşağıda olan ağaç.
Tuğ: Başlangıçta Türklerce kutsal sayılan ve kutas-kotas adı verilen Tibet öküzünün, sonraları atın kuyruk kıllarından yapılan sembol, hükümdarın verdiği saygınlık belirten sorguç.

Tuğu terlen [terlan-tarlan]: Başında uzun tüyleri olan, sarıya çalgın renkli, iri pençeli avcı kuş; tuğlu doğan.

Tumaşa: Temaşa, seyretme.
Tun: 1.Köşe, bucak; gizli yer. 2.Yön, semt.
Tundan tuna atmak: Diyardan diyara sürüp dolaştırınak, bahtsızlığa uğratmak.
Tundan tuna: Uzak yerlere, felaketten felakete.
Tur Dağı: 1.Bir dağ adı. 2.Dinsel inanca göre Tanrı'nın Musa'ya yüzünü yansıttığı dağ.
Turab: Türap, toprak.
Turabınnan: Türabından, toprağından.
Turan: Eski İranlılar tarafından Türk ülkesine verilen ad; Orta Asya.
Turap: Toprak.
Tuş gelmek: Karşılaşmak, görünmek.
Tutam: Tutayıın.
Tutuban: Tutarak.
Tutum : Tutam, demet, deste.
Tutum: Tutayım.
Tüg: Tiiy, telek.
Tümen. 1. İran para birimi. 2. İran'da binlik altın. 3. On bin.
Türki: Türkçe. Türk milletine has.
Tütün: Duman, gönül yanığının dumanı.
 
Ce: türkü sözlüğü


U

Uca: Yüce, yüksek, yüksek yer.
Ucalanmak: Büyümek, boy atmak.
Ucalık: Yücelik, saygınlık.
Ucalmak: Yükselmek, yücelmek.
Ucasına: Yükseğine, yücesine.
Ucun ucun: Gizli gizli, bir yandan da...
Uçmak: Cennet.
Uğrun: Gizli.
Ukba: Ahret.
Ulak: Haberci.
Ulanmak: Ulaşmak, kavuşmak, eklenmek.
Umar: Çare.
Umdurmak: Ummasını sağlamak.
Umman: Büyük deniz, engin deniz, okyanus.
Umman: Engin deniz, okyanus.
Unulmaz: Onulmaz, iyileşmez.
Unutmuşam: Unuttum, unutmuşum.
Urmak: Vurmak.
Urum: Rum.
Usalmak: Uslanmak.
Ussuz: Akılsız, düşünemez.
Ustaz: Üstad.
Uşağ-Uşak: Çocuk.
Uşdu: Uçtu.
Uyuram: Uyurum.


Ü

Üce: Yüce, yüksek.
Ülfet: Kaynaşma, görüşme, konuşma.
Ümmet: Bir peygambere inanıp bağlanan cemaat.
Ün: Ses, yüksek ses.
Ürek: Yürek.
Ürküşmek: Ürkmek, bir şeyden korkup birden sıçramak.
Üryan: Çıplak.
Üsdüne: Üstüne.
Üsgek: Yüksek, yüce.
Üsgüf: Üsküf.
Üsküf: 1. Başlık, serpuş 2. Simle bezeli baş örtüsü. 3.Genç kızların ve gelinlerin giydikleri, genellikle kırmızı renkli, ince keçe, şayak ya da çuhadan yapılmış başlık.

Üşe: (Üşmek) Toplanmak, üşüşmek.
Üz: Yüz, çehre.
Üzdürmek: Sızdırmak, süzdürmek.
Üzmege: Üzmeye.
 
Ce: türkü sözlüğü

V

Vade gelmek: Ömrün dolması, ömür süresinin dolması.
Va'de gelüben: Günün biter, ömrüm dolarsa.
Vade: Ömür, ömür süresi.
Vaha : Çöllerde çoğu kez yüze çıkan yer altı sularının yarattığı ve önemi suyun niceliğine bağlı olarak değişen tarım veya yerleşme bölgesi.

Vahdet: Yalnızlık, teklik, birlik.
Vahşet: Vahşilik.
Vahtıdır: Zamanıdır.
Vakt: Vakit, zaman.
Vaktında: Vaktinde, zamanında.
Vala: İpekten baş ve yüz örtüsü.
Varak: Yaprak, kağıt veya kitap yaprağı, yazılmış kağıt.
Vasf etmek: Överek ve anlatarak tarif etme, övme.
Vasfetmek: Anlatmak, tanımlamak, nitelendirmek.
Vasl: Birleştirme, kavuşma.
Velbağsü bağdel mevt: Öldükten sonra dirilme (Haktır).
Velekad: Asalet, iyilik.
Velvele: Gürültü, bağrışma.
Veran olmak: Yıkılmak, haraplaşmak.
Veran: Viran, yıkık.
Verende: Verdiği zaman.
Veresen: Veresin.
Vermenem: Vermem, ben vermem.
Vesvas: Kur'an-ı Kerim'de Nas suresi. 114/4. ayet.
Vesvese: Şüphe, kuruntu.
Virana: Virane, yıkıntı.
Vird: Sık sık ve devamlı okunan dua. Bir cüz.
Visal: Kavuşma -sevgiliye kavuşma- .
Vurasız: Vurasınız.
Vurmak: Sapmak, yönelmek.
Vücut şehri: Beden, can, özvarlık.


Y

Yad ölke: Yabancı ülke, yabancı diyar.
Yadet: Hatırla.
Yad-yad: Yabancı.
Yağı: Düşman, hasım.
Yağlık: Büyük mendil, çevre.
Yahşı: İyi güzel, çok güzel.
Yakaram: Yakarım, yandırırım.
Yalçın: Laçin, benekli doğan.
Yaldak: Yalancı, aldatıcı.
Yalguz: Yalnız, tek başına.
Yan vermek: Arka çıkmak, desteklemek.
Yanağın zencirlenmesi: Yanağın kızarması, al al olması.
Yanah: Yanak.
Yanaknan: Yanak ile.
Yapalağ[yapalak]: Puhu kuşu, baykuş.
Yar vasfı: Sevgilinin nitelikleri.
Yara: Yare, sevgiliye.
Yaran: Yaren, arkadaş, dost.
Yaratan usta: Tanrı.
Yarı: Yari, sevgiliyi.
Yarım: Yarim, sevgilim.
Yarıma: Yarime, sevgilime.
Yarımdır: Yarimdir, sevgilimdir.
Yarın: Yarin, sevgilinin.
Yarından: Yarinden, sevgilisinden.
Yarısan: Yarisin, sevgilisisin.
Yaslanıp: Yaslanmış.
Yaşınan: Yaş ile.
Yaşmak: Kadınların başörtüsüyle gözlerini açıkta bırakacak biçimde alınlarını ve ağızlarını örtmeleri.

Yatam: Yatayım.
Yaylık: Yağlık, büyük mendil.
Yazan: Kader yazıcı, Tanrı.
Yedmek: Bir kimseyi elinden tutarak götürmek.
Yedullah: Allah'ın eli.
Yeğ: Yeğin, üstün.
Yek: Bir
Yeksan: Yerle bir. Beraber.
Yel: Rüzgar.
Yelmek: Dolaşmak, gezmek.
Yerağ : Silah, öldüren alet.
Yeren: Yaren, arkadaş. Dost.
Yeri: Yürü.
Yeşilbaş: Tüyleri kızıla çalgın kahverengi, beyaz, kara, mavi; başı ve kanat ucu telekleri yeşil renkli erkek ördek. Erkek yaban ördeği.

Yığılmak: Toplanmak, birikmek.
Yoh: Yok.
Yolu tutmak: Yola çıkmak, yola koyulmak, yola düşmek.
Yoluz: Yolunuz.
Yosma: Şen, güzel, fettan (genç kadın).
Yoz: Dava.
Yöğrük: Hızlı gitmek.
Yuca: Yüce, yüksek.
Yulduz: Yıldız.
Yunmak: Yıkanmak, arınmak.
Yusuf: İbrani Peygamberi. Yakup peygamberin oğlu, Yusuf'un serüveni Tevrat'ta, Tekvin bölümündedir. Yusuf, Kur'an'ı Kerim'de de yer alır [Yusuf Suresi]. İslami edebiyatlarda ''Ahsen'ül Kısas'' -Hikayenin en güzeli diye anılan Yusuf hikayesinin etkileri Türk Edebiyatı'nda da yaygındır. Yusuf ile Züleyha- Zeliha arasında geçen olaylar birçok mesneviye konu oldu, Yusuf ile Züleyha adını taşıyan bir çok hikaye yazıldı.

Yuvasın: Yuvasını.
Yügrük: Yüğrük. İyi yürüyen, iyi koşan, çevik.
Yükünen: Yüküyle, yükü ile.