Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan *MeleK*
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Rıza Tevfik Bölükbaşı





Şâir, felsefeci ve devlet adamı. 1868 yılında eski Edirne ilinin bugün Bulgaristan’a kalan Cesirmustafapaşa kazâsında doğdu. Mülkiye memuru olan babası onu İstanbul’a getirip, Mûsevî okuluna verdi. Rıza Tevfik, kuvvetli hâfızası ile iki yılda İspanyolca ve Fransızca’yı öğrendi. Rüştiyeyi (Ortaokul) babasının kaymakam olduğu Gelibolu’da bitirdi. 1890’da girdiği Tıbbiye'de taşkın mizacı yüzünden barınamadı, hapse atıldı. Orada mahkûmları isyana teşvik etti. Birkaç defâ hapse girip çıktı. Ancak, 1899’da okulu bitirip doktor olabildi.
1907’de İttihat ve Terakki Cemiyetine giren şâir, güçlü hatipliğiyle şöhret kazandı. Bir yıl sonra, İttihatçıların Edirne mebusu oldu. İsyancı mizâcıyla, çok geçmeden İttihatçılardan ayrılarak onların karşısına geçti. Balkan Harbinin İttihatçılar yüzünden çıktığına inanıyor ve hele Birinci Dünyâ Harbine girilmesini hiç istemiyordu. Bu sebepten İttihatçılara muhalefeti bir kin hâline geldi. Onlarla mücâdele için Hürriyet ve İtilaf Partisine katıldı. Bu sırada, vaktiyle çok hakâret ve iftira ettiği Sultan Abdülhamid Handan özür dileyen şiirler yazdı. Şûra-yı Devlet (Danıştay) reisliği, Darülfünun müderrisliği ve son Osmanlı kabinesinde Maarif Nâzırlığı (Eğitim Bakanlığı) yaptı.

Osmanlı delegesi olarak, Sevr Antlaşmasını (1920) imzâlayanlar arasında bulundu. Kuvâ-yı Milliye hareketine karşı çıktığı için yüzellilikler listesine alındı. Bu sebeple 1922’de vatanından ayrılmak zorunda kaldı. 21 yıllık ömrünü, vatan hasretinin sızlanışları içinde Mekke ve Amman gibi yerlerde geçirdi. Af Kânunu’ndan istifâde ederek, 1943’te kendi ifâdesiyle, “Hesaplaşmak için değil vedâlaşmak için” yurda döndü. 31 Aralık 1949’da vefat etti. Kabri Zincirlikuyu Asrî Mezarlığındadır.

Rıza Tevfik, düzensiz ve uzun süren okul tahsiline rağmen şaşılacak kadar geniş bilgi sâhibidir. Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca, Lâtince, İspanyolca, Arapça ve Farsça gibi sekiz lisanı okur, yazar ve konuşurdu. Târih bilgisi, hâfızası, sohbeti, zekâsı, nüktesi bütün tanıyanlarca övülür. Bundan başka hatip, şâir, pehlivan, doktor, sahne sanatçısı... kısacası eskilerin deyimiyle hezârfen (bin hünerli) bir adamdı.

Rıza Tevfik, okul hayâtından beri isyancı, ferdiyetçi, o gün için dillerde dolaşan hürriyete tutkun, disiplinsiz ve her şeye muhâlif mizâcı ile tanınır. Felsefî nesir, edebî inceleme, tenkit ve şiir türlerinde eser vermiştir.

Eserleri:

Felsefî sahada: Felsefe Dersleri, Mufassal Kâmûs-ı Felsefe (c harfine kadar), Abdülhak Hâmid’in Mülahazat-ı Felsefiyesi.

Tenkit ve incelemeleri: Ömer Hayyam, Tevfik Fikret.

Bir kısım hatıralarını, Biraz da Ben Konuşayım adıyla kaleme almış, şiirlerini Serâb-ı Ömrüm adıyla toplayıp bastırmıştır. Birçok mizahlı ve taşlamalı şiirlerini bu kitaba almamıştır.

Şiirlerinde Yunus Emre’den Dertli’ye kadar, Halk ve Tekke şâirlerinin kullandığı canlı dili ve hece veznini örnek almıştır. Bu yüzden, halk ve gençler üzerinde etkisi büyük olmuş, 1914’ten sonra yetişen Beş Hececiler de az çok onu tâkip etmişlerdir.

Çocukluğundan beri başına gelenler ve bilhassa gurbette geçen acı yılların tortusu, çoğu şiirlerine bezginlik, hüzün ve kötümserlik hâlinde sinmiştir. Her zaman içli ve ilhamcı şiire meylettiği için bilgiçliğe sapmamış, didaktik (öğretici) şiiri benimsememiştir. En çok, koşma nazım şeklini kullanmıştır.

Hece veznini ısrarla savunduğu halde, aruz ve heceyi birlikte kullanmıştır. Mecaz dünyâsı zengin ve tâzedir. Şiirinde konu ve temalar çok geniştir. Gurbet üzüntüsüyle karışık vatan ve gençlik özleyişlerini sanki gözyaşı damlaları hâlinde şiirleştirmesi bakımından Rıza Tevfik edebiyatımızda benzersizdir.

KOCA HASAN DAYI

Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın bu şiiri, otuz kıtalık bir manzum hikâyedir. Şâir, Rumeli’de bir köyde dolaşırken, ihtiyar bir çınara yaslanmış, asırlık bir köylüye rastlar. Şâirin İstanbullu olduğunu öğrenince ihtiyar konuşmaya başlar:

Sultan Mahmud sağ mı? dedi, sonra birden coşarak:
Tam beş yıl askerlik ettim, ekmeğini yedimdi.
Hey devletli koca sultan, hey celâlli arslan hey!
Bir kır ata biner gelir, gelen şâhin sanırdım.
Bin yiğidin arasında bir görüşte tanırdım.
Ak sakallı vezirleri karşısında titrerdi,
Ardı sıra deryâ gibi kullar yürür giderdi.
Fermânına yedi kral baş eğermiş derlerdi.
Evliyâ kuvveti vardı, ona “ermiş” derlerdi.
Biz ne mutlu günler gördük, de hey deli devrân hey!
Delikanlıydım o zaman kapısında çavuştum.
Beş sene hizmetten sonra geldim köye kavuştum.
Bir daha çıkmadım artık, tarla takım edindim,
Elli sene şu toprakla güreş ettim, didindim.
Çocuklar askere gitti, biri geri gelmedi.
Hiçbirinin bugüne dek bir haberi gelmedi.
Hürriyet ve adâlet nutukları ile idâreyi ele geçirdikten sonra ülkeyi ne hâle koyduklarını, bir de ihtiyarın ağzından dinleyen şâir, büyük bir üzüntü içinde onu İstanbul’a götürmek isterse de şu cevabı alır:

Dedi: Oğlum, bu dünyâda artık nedir umudum!
Allah senden râzı olsun, ben köyümden hoşnudum.
Gönlüm gözüm bu yerlerde ne şenlikler görmüştür,
Hepsi yalan, geldi geçti; fâni dünyâ bir düştür.
Arslan gibi üç oğlumu fedâ ettim uğrunda,
Çifti sattım, evi barkı vîrân ettim uğrunda,
Altmış sene oldu belki, ben bu köyden çıkmadım,
Ormanından, deresinden, kuşlarından bıkmadım.
Oğul arzum budur benim, burda ölmek isterim,
Yâdellerde neylerim?
(Serâb-ı Ömrüm, 1915)

SULTAN ABDÜLHAMİD HANIN RUHANİYETİNDEN İSTİMDAD

Nerdesin, şevketli Sultan Hamîd Han,
Feryâdım varır mı bârgâhına?
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,
Şu nankör milletin bak günâhına!

Târihler adını andığı zaman,
Sana hak verecek, hey koca Sultan;
Bizdik utanmadan iftirâ atan
Asrın en siyâsî pâdişâhına.

Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,
Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.
Sâde deli değil edepsizmişiz,
Tükürdük atalar kıblegâhına.

Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fenâ,
Bir sürü türedi, girdi meydâna.
Nerden çıktı bunca veled-i zinâ?
Yuh olsun bunların ham ervâhına.
 
Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Rüstem Paşa (Damat)





Osmanlı devlet adamı. Boşnak asıllı olup, 1500 yıllarında Bosna’nın doğusunda bir köyde doğduğu tahmin edilmektedir. Babası, Hacı Ali oğlu Mustafa Paşadır. Yeniçeri ocağına alınıp normal acemilikten sonra Osmanlıların en önemli okulu olan Enderûn’a girdi. Mohaç Seferine Kânûnî Sultan Süleymân’ın silahtârı olarak katıldı. Sefer dönüşü önce Diyarbakır ve ardından Anadolu Beylerbeyi oldu. 1539’da vezirliğe tâyin edilen Rüstem Paşa, aynı yıl Sultan Süleymân’ın kızı Mihrimah Sultanla evlendi. 1541’de ikinci vezir, 1544’te vezîriâzam oldu. Veliahd Mustafa Çelebi’nin ölümünden sonra bir müddet sadâretten ayrıldı ise de 1555’te ikinci defâ vezîriâzam oldu. İkinci defâ getirildiği bu makamda 1561’de ölünceye kadar kaldı. Şehzâde Câmii bahçesindeki türbesine gömüldü.
Ciddiyeti, gülmeyen yüzü ile tanınan Rüstem Paşa, iyi bir asker, harp sanatı inceliklerine vâkıf bir vezirdi. Ordu ve donanmanın hazırlanmasında ve onların başarılarında büyük payı oldu. Avusturya ile Papalık, Fransa ve Venedik’in de katıldığı bir antlaşma imzâlamış ve Avusturya’yı yılda otuz bin duka altın ödemeye mecbur etmişti. Aldığı bâzı tedbirlerle de hazînenin gelirlerinin artmasını sağlamıştı.

Rüstem Paşa, kendi adıyla anılan zarif câmiden başka, Anadolu ve Rumeli’de câmi, medrese, imâret, su yolu, köprü, kütüphâne gibi hayır eserleri; bunların bakımları için han, kervansaray gibi gelir kaynakları yaptırmıştır. Bunların yanında bıraktığı Tevârih-i Âli Osman veya Târih-i Rüstem Paşa adlı eseri önemlidir. Osmanlıların kuruluşundan kendisinin ölümüne kadar olan zamânı anlatan bu eserin en değerli bölümü Kânûnî Sultan Süleymân devridir.
 
Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Mütercim Rüştü Paşa (Rüşdî Paşa)





On dokuzuncu yüzyılda yaşayan Osmanlı devlet adamlarından. 1811 yılında Sinop’un Ayandon köyünde doğdu. Hasan adında bir kayıkçının oğludur. Çocukluğunda âilesiyle İstanbul’a yerleştiğinden tahsiline burada başlayıp, devam etti. Yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra Tophâne’de açılan Asâkir-i Muntazam taburuna girerek bir müddet sonra teğmen oldu. Bu arada özel öğretmenlerden ders alarak Arapça, Farsça ve Fransızca'yı öğrendi. Fransızca'yı bilmesinden dolayı Seraskerlik Dâiresinde, Nâmık Paşanın yanına verildiğinden “mütercim” lâkabı ile anılmaya başladı.
Yüzbaşılığı sırasında Trakya, Anadolu ve Suriye’de görevlerde bulunduktan sonra binbaşı, alay emini, kaymakam ve 1839’da miralay (albay) oldu. Redif kuvvetlerinin kuruluşu ile görevlendirildiği zaman ferik (tümgeneral) rütbesindeydi.

Yükselmesine devam eden Rüşdî Paşa, 1851’de seraskerliğe, çeşitli zamanlarda beş defâ seraskerlik, beş defâ sadrâzamlık makamına getirildi. Sultan Abdülaziz Hanın şehit edilmesi sırasında, sadrâzam olarak bulunuyordu. Hayâtı boyunca zor ve sorumluluk isteyen görevlerden devamlı kaçması, hal' olayında zorla bulunduğu düşüncesini akla getirmektedir. Sultan Murâd Han ve Sultan İkinci Abdülhamid Hanın ilk yıllarında sadârette kaldıktan sonra 1876’da görevinden istifâ ederek ayrıldı. Ali Suâvi olayından sonra istifâ eden Sâdık Paşanın yerine beşinci defâ sadârete getirildi. Fakat kabine kurarken bâzı şüpheli şahısların durumlarında ısrar etmesi ve Ali Suâvi taraftarlarını affettirmek için uğraşması sonucunda bir hafta sonra görevden alındı.

Manisa’da yerleşen Rüşdî Paşa, Sultan Abdülazîz’in şehit edilmesiyle ilgili olarak, İzmir’e götürülerek sorguya çekildi. Manisa’ya tekrar dönüp, 1882 yılında öldü. Hâtuniye Câmii bahçesine defnedildi.

Çalışkan, tedbirli, dürüst olduğu bildirilen Rüşdî Paşa, zor görevden kaçması, tehlikeli gelişmelerde hemen istifâ etmesiyle tanınır. Bu sebepten kısa sürelerle görevde kaldığı sadâret makâmında, devlet ve millet yararına faydalı işler yapamadı.
 
Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Sadullah Paşa





Tanzimat devri devlet adamı ve şâir. 1838’de Erzurum’da doğdu. Babası çeşitli illerde vâlilik yapmış Esad Muhlis Paşadır. İyi bir tahsil gören Sadullah Paşa, babasının kontrolünde özel hocalardan Arapça, Farsça, Fıkıh, Akaid, Tabiiyye, Kimyâ ve Fransızca dersleri aldı.
1853’te ilk memuriyetine başlayarak, mâliye Vâridat Kaleminde vazifelendirildi. Üç sene kadar burada çalıştıktan sonra, Bâbıâli Tercüme Odasına geçti. Kısa zamanda memuriyette derecesi yükseldi ve sırasıyla Mesahib Kalemine (1866), Şûrâ-yı Devlet Maârif Dâiresi Başmuavinliğine (1868) ve ardından da Başkitâbetine (1870) geldi. Dîvân-ı Hümâyun Tercümanlığına (1871), Dîvân-ı Hümâyun Amedliğine ve Defter-i Hâkânî Nezâretine (1874), Temyiz Mahkemesi Reisliğine (1876), Ticâret Nezâretine ve Sultan Murâd’ın tahta geçmesiyle de Mâbeyn Başkâtipliğine (1876) tâyin edildi.

Sultan İkinci Abdülhamid Han zamânında, Bulgaristan Meselesini yerinde incelemek üzere Filibe’ye gönderilen komisyona başkanlık yaptı. Bu vazîfesini tamamladıktan sonra Berlin’e elçi olarak gönderildi. Buradayken Ayastefanos Antlaşması ile Berlin Kongresine ikinci murahhas olarak katıldı. Berlin’deki başarılı çalışmalarından dolayı vezirlik rütbesi verildi (1881). 1883’te Viyana Büyükelçiliğine tayin edildi. 1891’de Viyana’da intihar etti. Cenâzesi İstanbul’a getirilerek Sultan Mahmud Hanın türbesinin bahçesine gömüldü.

Sadullah Paşa, devlet adamlığı yanında edebiyatla da uğraşmıştır. Fakat yazdıklarının pek çoğu ele geçmemiştir. Yazdıklarının içinde en önemlisi On dokuzuncu Asır manzumesidir. Bu manzumede batının ilerlediği müspet ilimlere, Türklerin de ayak uydurması gerektiğini savunmaktadır. Sadullah Paşanın batı dillerinden yaptığı tercümelerin en meşhuru Göl adlı eseridir. Berlin Mektupları, Charlottenbourg Sarayı, Paris Ekspozisyonu, Cevdet Paşaya Mektup, bilinen eserleridir. Berlin Mektupları, Tanzimat devri seyahat edebiyatının ilk örnekleridir.
 
Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Said Halim Paşa (Mehmed)





Osmanlı sadrâzamlarından, 1863 yılında Kahire’de doğdu. Mısır Vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşanın oğullarından vezir Halim Paşanın oğludur. Said Halim Paşa, mükemmel bir eğitim ve öğretim gördü. Doğu ve Batı dillerinden Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca'yı öğrendi. İsviçre’de üniversiteye giderek beş yıl süreyle Science Politique öğrenimi yaptı. Üniversite öğrenimini tamamlayınca İstanbul’a geldi.
1888 yılında Şûrâ-yı Devlet (Danıştay) üyeliğine seçildi. Bu sırada rütbesi mîrmîran idi. 1900 yılında ise, Rumeli Beylerbeyliği rütbesini aldı.

Said Halim Paşa, zararlı neşriyât ve silâh bulundurmakla itham edilip, hakkında soruşturma açılınca, ülkeyi terk etti. Önce Avrupa’ya sonra da Mısır’a gitti.

23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrûtiyet îlân edilince, tekrar İstanbul’a döndü. Halim Paşa, Şûrâ-yı Devlet üyesi olmak istediyse de, kadrosuzluk sebebiyle bu isteğine kavuşamadı. Bu durum üzerine Halim Paşa, İttihat ve Terakki Partisine girerek politikaya atıldı. Bu partinin adayı olarak belediye seçimlerine katıldı ve Yeniköy Belediye Dairesi Başkanlığına seçildi. Halim Paşa, Cemiyet-i Umûmiye-i Belediye İkinci Başkanlığına, daha sonra da Âyân Meclisi üyeliğine getirildi. Said Halim Paşa, Şûrâ-yı Devlet Başkanlığına seçildiyse de, bu vazîfeden kısa bir süre sonra 1912’de ayrıldı. İttihat ve Terakki Partisi Genel Sekreteri oldu. 1913’te Mahmud Şevket Paşa kabinesinde Şûrâ-yı Devlet Başkanı ve üç gün sonra da Hâriciye Nâzırı oldu. Sadrâzam Mahmud Şevket Paşanın, 11 Haziran 1913’te Divanyolunda otomobilinde öldürülmesi üzerine Said Halim Paşa, Sadâret Kaymakamı oldu. Ancak İttihat ve Terakki Partisinin, Sultan Reşad’a baskısı üzerine, 12 Haziran 1913’te sadrâzam, sadâreti süresince de Enver, Talât ve Cemal Paşaların kuklası oldu. Halim Paşa, kurduğu kabinede Hâriciye Nâzırlığını da kendisi aldı.

Birinci Dünyâ Harbi sırasında hükümet başkanı olan Said Halim Paşa, kendisinin haberi olmadan İttihatçılar tarafından harbe girildiğini sonradan öğrendi. İstifâ etmesine rağmen, ısrarlar üzerine vazgeçti. Fakat kendisinden habersiz kânunlar çıkarıldığını görünce, 3 Şubat 1917’de sadâretten ayrıldı. İttihat ve Terakki Partisinin iktidardan düşmesi üzerine, harp suçlusu olarak mahkemeye verildi.

İstanbul’un işgali sırasında, İngilizler tarafından 1919’da Malta’ya sürüldü. Bir müddet sonra serbest bırakılınca Roma’ya gitti. 18 Aralık 1921’de, evinin önünde bir Ermeni tarafından vuruldu. Mezarı İstanbul’da, Sultan Mahmud Türbesi bahçesindedir.

Said Halim Paşanın, İslâmlaşmak ve Taassub, Mukallidliklerimiz, İnhitât-i İslâm, Buhrân-ı Siyâsimiz, Meşrutiyet, Buhrân-ı İctimâîmiz, Buhran-ı Fikrimiz adlı eserleri vardır.
 
Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Said Paşa (Küçük Mehmed)





Osmanlı sadrâzamlarından. 1838 yılında Erzurum’da doğdu. Babası Seb’a-zâde Ali Nâmık Efendidir. Zamânın Bahriye Müşîri Eğinli Said Paşadan ayırmak için “Küçük” lakabı takılmıştır.
Öğrenimine Erzurum’da başladı ve İstanbul’da devam etti. Meclis-i vâlâ mazbata odasına kâtip yardımcısı olarak girdi. Bu sırada Fransızca'yı öğrendi. Sırasıyla, Şûra-yı Devlet üye yardımcılığı, Takvimhâne Müdürlüğü, Tahrîr-i Emlâk Müdürlüğü, Ticâret Nezâreti Mektupçuluğu ve Sadâret Mektupçuluğu vazifelerinde bulundu. Sultan İkinci Abdülhamid Han, tahta geçtikten sonra, Mabeyn-i Hümâyûn Başkâtipliğine tâyin olundu. Bundan sonra vezir pâyesini alarak, Meclis-i Âyân üyesi, Hazîne-i Hassa Nâzırı ve Dâhiliye Nâzırı vazifelerinde bulunduktan sonra, 18 Ekim 1879’da Sadrâzam oldu. Sadâret makamına geldiğinde kırk bir yaşında idi. Said Paşa, dokuz defâ sadrâzamlık makâmına tâyin edildi. Sadrâzamlığı yedi yıl, bir ay yirmi dokuz gündür.

Meşrûtiyete karşı olmakla berâber, çekingen ve sorumluluktan kaçan bir karaktere sâhip olduğu için, 31 Mart hâdisesinde pasif kalmıştır. Said Paşa, İkinci Meşrutiyette Meclis-i Âyân Reisi oldu. Mahmud Şevket Paşanın kabinesinde, nâzırlık vazifesinde bulundu. 1914’te yetmiş altı yaşında vefât etti. Mezarı, Eyüp Türbesinin girişindedir.

Said Paşa, Doğu ve Batı kültürüne sâhip olup, kitaplara karşı büyük bir merakı vardı. 1965’te, zengin kütüphânesi bir banka tarafından satın alınmıştır. Sadrâzamlığı zamânında ilmî, siyâsî, ekonomik alanlarda alınan bütün iyi kararları, kendisine mâl eden bir hatıra yazmıştır. Halbuki, yaptığını ileri sürdüğü bütün işler, bizzat Sultan İkinci Abdülhamid Hanın emirleriyle yerine getirdiği hususlardır.
 
Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Salih Reis (Paşa)





Büyük Osmanlı amirallerinden. Doğum târihi kesin olarak bilinmemekle beraber, Çanakkale veya Edremit yakınlarındaki Kazdağı’nda 1488’de dünyâya geldiği tahmin edilmektedir. Çocuk denecek yaşta Oruç Reis’in maiyetinde levend olarak yetişti. Barbaros kardeşlerin Akdeniz’e nam ve korku salan seferlerinde bulundu. Oruç Reis’in şehit edildiği 1518’de otuz yaşlarında olup, tecrübeli, korkusuz, düşmana aman vermeyen tam bir deniz akıncısıydı. Oruç Reis’in şehâdetinden sonra, Barbaros kardeşlerle berâber çalıştı.
Kânûnî Sultan Süleymân Hanın, Barbaros Hayreddin Paşayı İstanbul’a dâvetinde, onunla beraber gelen reislerin arasında Sâlih Reis de vardı. Sultanın huzûruna, Hayreddin Paşa ile berâber kabul edildi ve deniz albayı rütbesi verildi. Sonra bahriye sancakbeyliğine (tümamiral) terfi etti. Akdeniz’de korsan gemilerine diğer reislerle berâber göz açtırmayan Sâlih Reis, 1540’ta Korsika’nın bir limanında âni baskın neticesinde, Turgut Reisle berâber esir düşüp forsaya vuruldu. Akdeniz’in kendilerine dar geldiği bu korkusuz denizciler, üç yıla yakın eziyet ve sıkıntılar içinde kürek çektiler. Barbaros Hayreddin Paşa, bunların bulunduğu geminin Cenova Limanında olduğunu, câsusları vâsıtasıyla öğrenince, yüz parçalık muhteşem donanmasıyla derhal oraya gitti. Şehrin doçunu, amiral gemisine çağırarak, Sâlih ve Turgut Reislerin akşama kadar teslimlerini istedi. Yoksa Cenova limanında taş taş üstünde bırakmayacağını bildirdi. Bir müddet sonra reisler getirilip teslim edildi.

Sâlih Reis, Preveze Zaferinde (1538) Donanma-yı Hümâyûnun sağ kanadına kumanda etti. 1551’de bahriye beylerbeyi (oramiral) rütbesine yükseltilerek Cezayir eyâletinin beylerbeyliğine getirildi. Fas’ın İspanyollarla anlaşmasına meydan vermeden gerekli tedbirleri alması emredilince, 1553’te Fas topraklarına girdi. Böylece Osmanlı sınırları Atlas Okyanusuna kadar genişledi.

Osmanlıların Akdeniz hâkimiyetlerinde, büyük gayretleri görülen Sâlih Reis, çalışkan, zeki, teşebbüs sâhibi, idâreci, kâbiliyetli bir deniz amiraliydi. Barbaros kardeşler gibi dîne, devlete hizmet etmeyi şeref sayardı. Bu meziyet ve kâbiliyetleriyle denizlerde uzun yıllar, şerefli hizmetlerinden sonra, 1556 yılında Cezayir’de vefât etti.
 
Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Samsa Çavuş






Ertuğrul Gâzi ve Osman Gâzinin silâh arkadaşı. Doğum yeri ve târihi bilinmemektedir. Osmanlı Devletinde, çavuş unvânını ilk kullanan kişidir.
Ertuğrul Gâzi ile birlikte, kendisine bağlı aşîret ve obalarla Söğüt’e geldi. Osman Gâzi zamânında birçok gazâlara iştirâk etti. Pelekanon Muhârebesinde bulundu. İznik ve Sorkun’un fethinde, büyük kahramanlıklar gösterdi.

Orhan Gâzi, Kara Tegin Kalesini fethedince, muhâfızlığına Samsa Çavuşu tâyin etti.

Ömrünü daha ziyâde Sakarya boyunu tutmakla geçiren Samsa Çavuş, 1330 târihinden sonra vefât etti. Kabri, Mudurnu yakınlarında Hacı Mûsâlar köyündedir.
 
Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Selman Reis





On altıncı yüzyıl Osmanlı denizcisi. Korsanlıktan yetişerek Osmanlı hizmetine girdi. Venediklilere karşı yapılan Mora Seferine, meşhur denizci Kemâl Reis’in maiyetinde bahriye sancak beyi olarak katıldı (1499-1500). 1498 yılında Ümit Burnundan dolaşarak Hindistan’a ulaşmanın mümkün olduğunu fark eden Portekizliler, Kızıldeniz ve Atlas Okyanusunda, Müslümanlara sıkıntı vermeye başladılar. Sultan İkinci Bayezid Han tarafından, Portekizlilerin zararına mâni olmak için, teknik ve stratejik malzemeyle birlikte Mısır’a gönderildi. Mısır donanmasını, Osmanlı donanmasına benzer şekilde teşkilâtlandırdı. Basra Körfezi ve Kızıldeniz girişlerindeki stratejik noktaları zaptederek, Hindistan- Ortadoğu ticâret yolunu ele geçirmeye çalışan Portekizlilere karşı mücâdele etti. Gurab adıyla bilinen 50 çektiriden müteşekkil bir Mısır-Memlûk filosuyla çıktığı sefer, Yemen’de ortaya çıkan isyân sebebiyle netîcesiz kaldı. Mısır’ı fetheden Yavuz Sultan Selim Hanın emri üzerine, eli altında bulunan donanmayı Cidde’den Süveyş’e getirdi (1517). Bir süre burada kalarak, Süveyş Tersânesini genişletti. Sonra, Haliç Tersânesinin genişletilmesiyle vazifelendirildi (1518) ise de, Kânûnî başa geçince, Hind kaptanlığı unvânı ile, doğrudan doğruya Dîvân-ı hümâyuna bağlı olarak Süveyş’teki Osmanlı filosunun başına tâyin edildi. Bir taraftan Süveyş Tersânesini tanzim ederken, diğer taraftan Portekizlilere karşı mücâdeleye devâm etti. Mısır’a gelen Makbul İbrâhim Paşayla bizzat görüşerek, kendi adıyla anılan lâyihâsını sundu. Lâyihâda; Portekizlilerin elinde bulunan limanların durumunu, Hint deniz yolunun Osmanlı ticâretine sağlayacağı faydaları anlattı. İbrâhim Paşanın emriyle Süveyş kaptanlığını kurdu (1525). Süveyş’te inşâ ettiği kırk beş parçadan müteşekkil donanmasıyla, Hint Okyanusuna doğru yola çıktı. Aden’i aldı. Fakat ömrü Hind sularında dolaşmaya yetmeyip, gemisinde vefât etti (1529).
Osmanlı denizcileri, Selman Reis’in tecrübesinden istifâdeyle, Süveyş’ten Endonezya’ya kadar Müslümanların yardımına koştular. Devamlı şekilde Portekiz, Hollanda ve İngiliz donanmaları ile mücâdele ettiler. Osmanlı Devleti güçsüz kalınca, yüz binlerce Müslüman, vahşî Haçlı denizcileri tarafından hayâsızca katledildi.
 
Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Sokullu Mehmed Paşa





Meşhur Osmanlı sadrâzamlarından. Bosna’nın Sokol kasabasından, Şahinoğulları âilesine mensuptur. 1505’te Sokol’da doğdu. Sultan Süleyman Han (1520-1566), zamânında âilesinin rızâsıyla devşirme alındı. Zekâ ve kabiliyeti, devlet memurlarının dikkatini çekti. Mehmed adıyla Edirne Sarayında, Osmanlı tahsil ve terbiyesiyle yetiştirildi. Edirne’den İstanbul’a getirilerek, Saray-ı Âmire’de Enderun’un Küçük Odalar bölümüne alınıp, pâdişâhın hizmetine girdi.
Sarayda üstün gayret gösterip, mükemmel hizmet etti. İç hazinede vazifelendirildi. Dürüstlüğü ve başarılı hizmetleri sâyesinde sırasıyla; Rikâpdâr, Çuhâdâr ve Sarayda çok önemli bir mevki olan Silahdârlığa tâyin edildi. Bosna’daki âilesini de İstanbul’a getirip, onların İslâm dînini kabul etmelerine sebep oldu.

Sokullu Mehmed Paşa, Enderun’daki hizmetlerini tamamlayıp, Birûn’da Kapucular Kethüdâsı oldu. 1541’de Kapıcıbaşılık, büyük denizci Barbaros Hayreddin Paşanın vefâtıyla da 1546’da Gelibolu Sancakbeyi olarak, Kaptan-ı deryâlığa tâyin edildi. Kaptan-ı deryalığında, Trablusgarp Seferine çıkarak, İspanyollara karşı başarılı oldu. Kânûnî, 1549 İran Seferi sırasında Sokullu’yu Rumeli Beylerbeyi olarak tâyin etti. Sokullu, asıl ordunun İran Seferinde olmasından faydalanarak Rumeli’ye taarruz edebilecek kuvvetlere karşı koymak için vazifelendirildi.

Avusturya, Osmanlı tâbiiyetindeki Erdel ile sıkı münâsebetler içine girerek, burada hâkimiyet kurmak için faaliyetlerde bulunuyordu. Her ne kadar, Erdel idârecilerinden Martunuzzi, Osmanlılara bağlılıklarını bildirdiyse de, Budin Beylerbeyi vâsıtasıyla gerçeğin bildirilenlerin tam tersi olduğu öğrenildi. Tespit edilen bilgiye göre, Erdel Avusturya topraklarına katılma hazırlığı içindeydi. Bu hâince plânın ortaya çıkmasıyla, Sokullu, Erdel Seferine memur edilip, emrine Semendire, Niğbolu Sancak Beyleri ve Kırım, Dobruca kuvvetleriyle Eflak, Boğdan Voyvodalarının birlikleri, ayrıca iki bin Yeniçeri askeri verildi. Sokullu, Salankamen’de ordugâhını kurdu. Bu mevkide Mihaloğlu Ali Beyin akıncıları ile Budin Beylerbeyi Hadım Ali Paşanın kuvvetleri de orduya katıldılar. Martunuzzi bu hazırlıklardan telaşa kapılıp, bir takım teminatlarda bulunduysa da, seksen bin kişilik Osmanlı Ordusu Eylül 1551’de Erdel üzerine hareket etti.

Sokullu Mehmed Paşa tarafından 18 Eylülde Tissa Nehri üzerindeki Beçe Kalesi, 21 Eylülde Beçkerek Kalesi, Maroş Nehri üzerindeki Çanad Kalesi alındı ve Lapova Kalesi de, ahâlisi tarafından teslim edildi. Bu muvaffakiyetlerden sonra Sokullu, Temeşvar’ı muhâsara ettiyse de, kışın gelmesi ve şiddetli mukâvemet yüzünden Belgrad’a çekildi.

1552’de verilen emir üzerine Erdel Seferi serdarlığına İkinci Vezir Kara Ahmed Paşa tâyin edildi. Köprülü ise, Rumeli Beylerbeyliği kuvvetleriyle, Ahmed Paşanın emrinde görev alacaktı. Ahmed Paşanın, Temeşvar’ı fethinde ve bâzı kaleleri ele geçirmesinde faydalı faaliyetleri oldu (Temmuz 1552). Eğri Kalesinin 11 Eylül 1552 târihindeki muhâsarasında bulundu; fakat kış dolayısıyla Belgrad’a çekilmek zorunda kaldı.

Sokullu Mehmed Paşa, İran harplerinin tekrar başlaması ihtimâli üzerine, 1552-1553 kışını Tokat’ta geçirme emrini aldı. Bu emir üzerine, kendisine bağlı Rumeli Beylerbeyliği birlikleriyle Tokat’a gitti. Sokullu, Tokat’ta 1553-1554 kışını da geçirdi ve 5 Haziran 1554’te Erzurum istikâmetinde İran Seferine giden Ordu-yı hümâyûna katıldı. Sokullu Mehmed Paşa, bu sefer esnâsında sol kanatta Nahçivan Taarruzunda ve Gürcistan Harekâtında vazife alarak üstün muvaffakiyet gösterdi. Sokullu, bu savaşlarda gözü pekliği, cesâreti ve askerlerini iyi sevk ve idâre edebilmesinden dolayı, pâdişâhın takdirini kazandı. Sultan Süleyman Han, sefer dönüşü Amasya’da Sokullu’yu üçüncü vezir tâyin ederek, kubbealtı vezirleri arasına aldı. 1561 senesinde ikinci vezir olan Sokullu Mehmed Paşa 1565’te Semiz Ali Paşanın vefâtı üzerine Sadrâzamlığa getirildi.

Bu sırada Malta Muhâsarası devam etmekte olup, Avusturya ile münâsebetler bozulma yoluna girmişti. Avusturya kuvvetlerinin Osmanlı hududuna tecâvüz edip, Erdel’den bâzı kaleleri zaptettiklerini haber alınca, amca oğlu olan, Bosna Beylerbeyine harekete geçmesi cihetinde emir verdi. Bu emir gereğince Kruppa elde edildi. Sokullu Mehmed Paşa, harp taraftarı olmasa da, devletin çıkarları ve geleceği için Avusturya’ya harp ilan edilmesini istedi. Avusturya’nın yıllık haracı vermemiş, Osmanlılara karşı düşmanca bir tavır takınmış, daha da ileri giderek hudut ihlâllerinde bulunmuş ve nihâyet Erdel’i de ele geçirme plânları yapıp faaliyete geçmiş olması, savaşın yeterli sebeplerindendi.

Osmanlı Devletinin güçlenip büyümesi ve herşeyden de önce İslâmiyetin yücelmesi için hiç durmadan mücadele etmiş olan Sultan Süleyman Han, yaşlı ve hasta olduğu hâlde, bu sefere iştirâk etti. Ordu-yı hümâyûn, 1 Mayıs 1566’da, târihe Sigetvar (Zigetvar) Seferi olarak geçecek olan harekât için, İstanbul’dan yola çıktı. 5 Ağustosta Sigetvar Kalesi muhâsara edildi. Sokullu Mehmed Paşa, yapılan muhârebelerde büyük çabalar sarfetti, hattâ gecelerini siperlerde dahi geçirdi. Sultan Süleyman Han, mutlaka bu kalenin alınmasını istiyordu. 7 Eylül günü Sultan Süleyman Han, Hakkın rahmetine kavuştu. Bir gün sonra da Sigetvar Kalesi fethedildi. Sultan’ın vefâtını gizleyerek, Şehzâde Selim, Kütahya’dan gelinceye kadar ordunun nizam ve intizâmının bozulmasına ve herhangi bir karışıklık çıkmasına meydan vermedi. Selim Han, vâlilik yaptığı Kütahya’dan İstanbul’a gelerek cülûs edip (tahta çıkıp), derhal Belgrad’a gitti. Sultan Selim Han, Sokullu’nun iktidar, dirayet ve sadâkatini takdir ettiğinden, onu Sadâret makâmında bıraktı.

Sokullu’nun, Sultan Selim Han zamânında, ilk icraatı Yemen ve Basra’da meydana gelen hâdiseleri etkisiz hâle getirmek oldu. Sokullu, 1568’de Edirne’ye tebrik için gelen Şah Tahmasb’ın elçisiyle görüştü. Bu sırada Avusturya elçileriyle de müzâkerelerde bulunarak, 17 Şubat 1568’de antlaşma yaptı.

Osmanlı Devleti, Asya’daki Müslüman devletlerle sıkı münâsebetler kurdu. Sumatra’daki Açe hükümdarı Sultan Alâeddin, Sultan Süleyman Handan Portekizlilere karşı yardım istemiş, fakat Sigetvar Seferi sebebiyle yardım gönderilememişti. Sokullu, Pâdişâhın da isteği doğrultusunda ilk iş olarak Açe Sultanına istediği yardımı gönderdi. Bu kuvvetler 1568/1569 yıllarında çeşitli faaliyetlerde bulundular. Portekizlilerin Müslümanlara karşı yaptıkları baskıları etkisiz hâle getirmek ve ayrıca Habeş, Hicaz ve Yemen’in emniyetini sağlamak için, Süveyş Kanalının açılması yolunda teşebbüslerde bulunuldu. Aralık 1568 târihinde, bu hususta Mısır Beylerbeyine bir ferman gönderilip, kanalın açılıp açılamayacağı, ne kadar para harcanacağı, kaç geminin girebileceği vs. gibi konularda bilgi istendi. Ancak, bu çok mühim teşebbüsün neden yapılmadığı bilinmemektedir. Sokullu’nun bu târihlerde, Don-Volga Kanalı açma teşebbüsünden dolayı, Süveyş Kanalı projesi geri kalmış olabilir. Sokullu, ileri görüşlü bir kimse olduğundan, Don-Volga arasında kanal açılması için plânlar yaptı. Bu teşebbüsün sebepleri ise şunlardı:

Orta-Asya’daki Türk devletlerinin İran’daki Sâfevîlerden şikâyetçi olup, Osmanlılardan yardım istemesi; İran’ın Osmanlılar aleyhine Avrupa devletleriyle ittifak yapması; Astrahan Hanlığının Ruslar eline geçmesi; Rusların gerek Orta-Asya’yı, gerekse Osmanlı topraklarını ele geçirme istekleri.

Osmanlı Devleti bu proje sâyesinde, İran ile Rusya’yı birbirinden ayırmak istiyordu. Ayrıca Orta-Asya ile münâsebet sağlanacak, böylece Safevîler, iki güç arasında bırakılacaktı. Herhangi bir sefer ânında Hazar Denizine kadar mühimmât yiyecek vs. gibi erzaklar gemilerle getirilebilecekti. 1568 yılında Şıkk-ı sâni Defterdârı Kasım Bey, Kefe Sancakbeyi tâyin edilerek, kanal projesi için gerekli incelemeleri yapmakla vazifelendirildi. İncelemelerden sonra, 1569 Ağustosunda Don ve Volga Nehirleri arasındaki en dar bölgeden kanal açılmaya başlanıldı. Ancak, Kırım Hanı Devlet Giray’ın gereken ilgiyi göstermemesi ve ağır kış şartları sebebiyle kanal projesi gerçekleşemedi ve bir daha da teşebbüs edilmedi.

Sokullu Mehmed Paşanın Sadrâzamlığı zamânında, 1570’te Kıbrıs Adası fethedildi. Osmanlı donanması 1571’de İnebahtı’da yok edildi. İnebahtı felâketinden sonra, donanma başkumandanlığına tâyin edilen, eski Cezayir Beylerbeyi Kılıç Ali Paşa, Osmanlı teşkilât ve müessesesini daha bütünüyle bilemediğinden, yeni donanmanın hazırlanmasından ümitsiz görününce;

“Paşa hazretleri, sen henüz bu Devlet-i Âliyyeyi (Osmanlı Devletini) bilmiyorsun. Bevallah böyle itikad eyle (bilmiş ol ki) bu devlet ol devlettir ki, murâd edinirse (isterse) cümle (bütün) donanmanın lengerlerini (gemi demiri) gümüşten, resenlerini (iplerini) ibrişimden, yelkenlerini atlastan etmekte suûbet (zorluk) çekmez. Her hangi geminin âlâtını (âletlerini) ve yelkenini yetiştirmezsem bu minval üzere benden al” târihî cevâbını verdi.

Bu söz, Osmanlı Devletinin kudret ve azametini göstermesi bakımından çok önemlidir.

Venedikliler, İnebahtı sonrasında, Osmanlı Devletinin, antlaşmayla Haçlılara tâviz vereceğini zannediyorlardı. Venedik elçisi bir görüşme esnâsında bu hâl içine girince, Sokullu’nun verdiği cevap, Osmanlı teşkilât, müessese ve ordusu gibi diplomasi kuvvetinin de ifâdesidir:

“İnebahtı Muhârebesinden sonra cesâretimizin sönmediğini görüyorsun, Sizin zayiâtınızla bizimki arasında fark vardır. Biz sizden bir krallık (Kıbrıs Adası) alarak, kolunuzu kestik; siz ise donanmamızı mağlup etmekle sakalımızı tıraş etmiş oldunuz; kesilmiş kol yerine gelmez, lâkin tıraş edilmiş sakal daha gür olarak çıkar” dedi.

Gerçekten de bir kışta yeni bir donanma yapıldı ve bütün Avrupa hayretlere düştü. Sefer mevsimine iki yüzden fazla yeni kadırga ve mavna bütün silâh ve teçhizâtıyla hazır edilerek, denize açıldı. Müttefik Haçlı Donanması, Osmanlı Donanmasıyla muhârebeye cesâret edemeden çekilip gitti. Mora ve Adriyatik sâhilleri, düşmandan temizlendi.

Sokullu Mehmed Paşa, Sultan Üçüncü Murâd Han devrinde de beş yıl vezir-i âzamlık yaptı. 30 Eylül 1579’da, bir meczup tarafından şehit edildi. Sokullu’nun öldürülmesi, ülkede umûmî bir teessür uyandırdı. Kabri Eyüp’te Şeyhülislâm Ebüssü’ûd Efendinin kabri yanındaki türbesindedir.

Sokullu Mehmed Paşa, güzel konuşan, iknâ kâbiliyetli, nâzik, son derece ahlâklı ve Türk-İslâm âlemi için faydalı hizmetlerde bulunmuş bir zâttı. Son derece de dînine bağlı olup, Halvetî tarikâtına mensuptu. Sultan Selim Hanın kızı İsmihan Sultanla evlenip, dâmâd-ı şehriyârî oldu.

Geniş vakıflar ve hayır tesisleri kurdu. Sokullu, Azapkapısı Câmii ile Kadırga’da kendi ismiyle anılan câmi, medrese ve hayrat tesislerini yaptırmıştır. Lüleburgaz’da câmi ve medrese; Edirne’nin Çavuşbey Mahallesinde dükkânlar, odalar ve çifte hamam; Erdel Beçkerek’te câmi, han, çeşme, Dârülkurrâ ve köprü; Vişegrad’da Mîmar Sinân’a yaptırdığı nâdide bir köprü; Vişegrad-Saraybosna arasına büyük bir kervansaray yaptırdı. Bunlardan başka, ülkenin birçok yerinde câmi, han, hamam, imâret vs. gibi hayır müesseseleri yaptırıp, bu tesislere de çeşitli vakıflar kurmuştu. Sokullu âilesinden önemli devlet adamları yetişmiştir.
 
Geri
Üst