İnsanlarla alakası olan mukarreb meleklerden bir diğeri de 'Mâlik'tir. Mâlik, Cehenneme nezâret eden melektir.
Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste Efendimiz: 'Namaz kılmış oturuyordum. Birden bir ses duydum. Bana: 'Mâlik, (Cehenneme nezâret eden melek) durmuş senden bir selam bekliyor!' diyordu. Ben dönüp selam vereyim, dedim. Fakat o beni bastırdı ve benden önce selam verdi.' (1) buyurarak bize 'Mâlik'le münasebeti hakkında malumat vermektedir.
Mâlik, Cehenneme nezâret eden bütün meleklerin başıdır. Nasıl Cennete nezâret edenlerin başında 'Rıdvan' bulunmakta, öyle de Cehenneme nezâret eden meleklerin başında da 'Mâlik' bulunmaktadır. Kur'an-ı Kerim Cehennemde vazifeli bu melekleri de şöyle tanıtmaktadır:
'İnkar edenler bölük bölük Cehenneme sürüldüler. Oraya geldikleri zaman Cehennemin kapıları açıldı, Cehennemin bekçileri onlara şöyle dedi: 'Kendi aranızdan, Rabbinizin âyetlerini size okuyan ve sizi bu günümüzde karşılaşacağınız şeyler hakkında uyaran elçiler gelmedi mi? Evet, geldi, dediler. Ama, kafirlere azap sözü hak olmuştu. O halde, içinde ebedî kalmak üzere Cehennemin kapılarından girin. Kibirlenenlerin yeri ne kötüymüş, denildi.' (Zümer, 39/71-72)
Yine bu çizgide başka bir surede, cehennem ehli ile melekler arasındaki konuşma şöyledir: 'Ateşte bulunanlar cehennem bekçilerine: Rabbinize dua edin, bizden, bir gün olsun azabı hafifletsin! diyecekler. (Bekçiler🙂 Size peygamberleriniz açık açık deliller getirmediler mi? derler. Onlar da: Getirdiler, cevabını verirler. (Bekçiler ise): O halde kendiniz yalvarın, derler. Halbuki kafirlerin yalvarması boşunadır.' (Mümin, 40/49-50)
Zuhruf suresinde de cehennem ehli, Malik'den, Allah'ın kendilerini öldürmelerini talep ederler: 'Şüphesiz suçlular cehennem azabında devamlı kalacaklar, azapları hafifletilmeyecektir. Onlar azap içinde kurtuluştan ümit kesmişlerdir. Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendileri zalim kimselerdir. Ey Malik! Rabbin bizim işimizi bitirsin! diye seslenirler. Malik de: Siz böyle kalacaksınız! der. (Zuhruf, 43/74-77)
Kafirler... Kâlplerini köreltenler... Selim fıtratlarını muhafaza edemeyenler... Gönüllerindeki sevgi ve irfan istidadını işletemeyenler... Dünyaya geldikleri zamanki saffetlerini korumayı beceremeyenler... Sağdan soldan esen muhalif rüzgarlara kapılıp gidenler... Ruhlarının güç ve kuvvetini küfür ve tuğyan bataklığında eritenler... İşte bunlar öbek öbek, bölük bölük Cehenneme sevkedilecekler. Cehennemde vazifeli olan melekler karşılayacak onları. Ve soracaklar: 'Size, kendi aranızdan, Rabbinizin âyetlerini okuyan uyarıcı elçiler, peygamberler gelmedi mi?' Onlar 'Geldi' diyecekler. Zaten başka türlü demeleri de mümkün değil.
Bu müthiş itiraf, âyetlerde şöyle anlatılır:
'Her topluluk onun içine (Cehenneme) atıldıkça onun bekçileri, onlara: 'Size bir uyarıcı gelmedi mi?' diye sorarlar. Onlar da: 'Evet, bize uyarıcı geldi ama biz yalanladık ve 'Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük sapıklık içindesiniz' dedik. Ve derler ki: 'Eğer biz (onların dediklerini) dinleseydik, yahut düşünüp anlasaydık, şu çılgın ateşin halkı arasında bulunmazdık!.' Onlar, günahlarını itiraf ettiler. Zaten o çılgın ateş halkına (Allah'ın rahmetinden) uzak olup ezilmek yaraşır.' (Mülk, 67/8-11)
Evet, herkese olduğu gibi onlara da Allah'ın elçileri, peygamberler geldi. Onları uyardı ve ikaz ettiler. Nitekim Kur'an bu hususa da işaret eder:
'Her millet içinde mutlaka bir uyarıcı (Peygamber) gelip geçmiştir.' (Fâtır, 35/24)
Büyük-küçük her millet ve topluluğun içinde mutlaka bir nebi, vahiy ve ilham yüklü bir peygamber zuhur etmiştir. Hangi memleketin taşını, toprağını dinleseniz mutlaka oradan bir nebi izine rastlar, bir rasûl sadâsı işitirsiniz.
Fakat içi pas bağlamış kâfir, gelen her peygamberi yalanlayıp tekzip etmiştir. Allah tarafından kalplerine, kendi işledikleri sebebiyle mühür vurulan bu sefil gürûhun artık iman etmesi mümkün değildir. Zira Kur'an'ın ifadesiyle onların gönül dünyaları tamamen matlaşmış durumdadır. Onlar bu halleriyle ahirete gidip Cehennem kapısına dayandıklarında, artık hata, günah ve isyanlarını itiraftan başka ellerinden birşey gelmeyecektir.
Cennetteki meleklerin, insanın içine inşirah salmasına mukabil, Cehennem zebânileri, hadisin ifadesiyle 'kötü bir manzara' sergileyecekler ve durumlarıyla insanların içlerine korku ve dehşet salacaklardır.
Şu da katiyyen unutulmamalıdır ki, ahirette melekleri kendisine enîs ve dost bulmak isteyen, mutlaka dünyada iken onlara enis ve dost olmaya çalışmalıdır. Tanışma burada olursa dostluk orada devam eder. Fakat iman gibi bir irtibat bağıyla bugün onlarla münasebete geçemeyenler, ahirette onlardan katiyyen alaka görmeyeceklerdir. Zaten buna hakları da yoktur.
Ahiret, dünya hayatının, başka bir alemde, başka bir keyfiyette devamı olduğu gibi, meleklere oradaki dostluk da dünyadaki dostluğun devamından başka birşey değildir. Burada, namazda verdiği selamlarla, sağ ve solundaki meleklerle selamlaşıp duran insan, elbette ahirette onları, selamlaşacağı dostlar olarak bulacaktır. Tabiî artık, selam verme sırası onlardadır. 'Selamün aleyküm'ü evvela onlar söyleyeceklerdir ki, çeşitli âyetlerde, (2) muhtelif vesilelerle bu nükteye de işaret edilmiştir.