Sensizliğin sabahındayım şimdi
her yer sensiz
her yer karanlık
sanki hiç gün doğmamış üzerime
hiç doğmamış güneş
yüreğim suskun
yüreğim çaresiz ağlıyor bendeki sensizliğe
sensizliğin sabahındayım şimdi
senden geriye hasretler kalıyor
sonu kalmayan hülyalar
bir türlü bitmeyen gece
bir türlü bitmeyen yol
hep gün batımları
hep karanlıklar
sensizliğin sabahındayım şimdi
bir boşluk var yüreğimde sen yoksun diye...
Sus” hükümleri giydirildi sevdanın sen taraflarına…
seni kocaman bir yürekle sevdim. Gözlerim değil yüreğimdi seni gören. Sen damarlarımdaki kana karışıp geldin oturdun yüreğime. Bir başka yerde olamazdın zaten. Sen benim en değerli yerimde yüreğimde olmalıydın orada kalmalıydın.
Çok aşka ev sahipliği yapan bu yürek ilk kez bu kadar kolay kabullendi seni. Herhangi bir konuk değildin artık. Bu yüzden ne ağırlama faslı vardı ne de uğurlama. O yüreğin gerçek sahibiydin.
Şimdi sonbahar kışa giriyoruz ya... Ben dört mevsim baharı yaşadım seninle. Çiçek çiçek açtın yüreğimde. Gökkuşağı zayıf kaldı senin renklerin karşısında. Taze bir yaprak gibi yeşildin. Açelyaydın pembeliğinle. Üzerine çiğ taneleri düşmüş sarı güldün. Kırmızıydın bir ateş gibi. Ve maviydin... En çok bu renkle anmayı sevdim seni. Denize tutkundum denizi sensiz seni denizsiz düşünemedim. Seni severken dünyayı da sevdim ben insanları da... Kendime bile dar gelirken içinde herkese yer olan bir hayatın sahibiydim artık. En kızgın en tahammülsüz olduğum anlarda bile seni düşünmek yetti bana. İçimdeki sevinç yüzüme yansıdı güldüm. Beni güldüren senin sevgindi ve ben kaygısız içten gülüşün ne demek olduğunu nasıl güzel bir şey olduğunu anladım seninle.
Her şeye rağmen sevdim seni. Güçlüydüm ve aşamayacağım hiçbir zorluk yoktu. Koca bir kente koca bir ülkeye kafa tutabilirdim. Sen elimden tuttuğunda patlamaya hazır bir volkan gibi hissederdim kendimi. Menzil sendin ve ben o menzile ulaşmak için önüme çıkan her şeyi yok edebilirdim. Sana ulaşmamı engelleyecek her şeyi eritirdim kül ederdim. Sana ulaştığımdaysa sakin bir göle dönüşürdüm. Ve o göle bir tek sen girebilirdin.
Sevdim ve hayrandım da... Her halin çekti beni. Duruşunu uyumanı gülmeni kızmanı şaşkınlığını saflığını kurnazlığını çocukluğunu olgunluğunu sevdim. Sesini de sevdim suskunluğunu da. Küçük oyunlarını kaprislerini sitemlerini korkularını sevdim. Seni ve o doyumsuz sevdanı uçarı sevdanı anlatacak kelime bulamadım çoğu zaman. Sığmadın cümlelere ve hiçbir cümle seni yeterince tarif edecek kadar derin olmadı.
Seni severken yorulmadım. Çünkü sen yaşam kaynağıydın. Her gün yenilendim. Seninle çoğaldım büyüdüm. Eksik kalan neyim varsa tamamladın. Ölmeyecektim çünkü sen ölmezliğin ta kendisiydin.
Sevdim işte ötesi yok
Acımadılar! Kurak bıraktılar dudaklarının isyan kızıllığına.
Ve şimdi tüm mavilerimi soyunuyorum gökyüzünden kalsın uçukluğumun yasaklı dili kararmış sayfalarda. Söylenmemiş cümlelerimi de koyup zulama gidiyorum bu şehirden. Bilesin bu son demdi! Bir daha söylemem; bitti gözlerimde yağmur mevsimi…
Bir düş bozumu daha ekledim ömür denilen yap-boza…Ah Esvâra! Bilir misin kaç ölüm yeter “ikimiz” olmaya? Bu kaçıncı bozgun sevdam kuramadığım kaçıncı hayatsın avuçlarımda…
Payıma hep imkansızları biriktirmek mi düşecek gözlerini sakladığım yastık altlarında? De hele hazan yüzlüm susma! Ölüme kaç kala “mahrem” diye yazacaklar seni toprağıma…
“Gaybana geceler”in esaretini yaşıyorum kaldırım soğuğu yokluğunda parmaklarına yoksul kalıyorum. Yalnızlık yakamoz yakamoz çarpıyor ayaza kesmiş soluğuma. Kalmadı gücüm bilesin;sensizlik vebali ağır düşüyor boynuma ve kendi kendime yeniliyorum usulca!. Gündoğumlarımı bıraktım yanı başımdaki suya ve günbatımlarına çevirdim yüzümü..Hüznünü benimle yıka sevdiğim! Senin için ağlıyorum..Sen sakın ağlama!
Geceyi yaftaladım biraz önce penceremde bekleyen karanlığa. Uykular yasak gözlerime ve tenin İstanbul kadar haram kılındı tenime. “Yastığındaki uçurumdan düşsem bir gece; karanfil kokan ellerine” diye düşlerken; parmak uçlarımla kefenimi göndermek düştü hisseme. Hadi sevdiğim benim kadar tutkunsan ayaklarımın altına düşürdüğün hüzünlü karanlığa durma! Göm gölgemi saçlarının damla damla yağmur kokan hazan karasına. Belki o vakit aklanır zifiriliğim ve belki af çıkar o zaman yasaklarıma…
Ah sevdam!
Çıkarsan sandukandan günahkar sözcüklerini savursan sağırlığıma harf harf! Çözülür belki dudaklarımın “sus” mührü. Gör o zaman avaz avaz ayazlığımı; duy! nasıl yağarım sesine türkü türkü ve nasıl yanar yeryüzü o zaman gör…
Uslanmaz yaram!
Sen böylesi namahrem yazılmışken kirpiğimde salınan düşlere; ben böylesi düşerken yastığına gömdüğün düşlerden bu şehirde durmamı isteme benden.