jujunun köşesi burasıda buyrun melekler

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan juju
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
Aşk, kayıp mülteci gemisidir; sevgi,bir yol haritası
Aşk, tükenmez bir kalemin tükenmesidir; sevgi, menzilsiz gidişlerin yıldızı
Aşk, annesiz büyütülmüş balina yavrusudur; sevgi,, yunustur en zoru taşır sahile
Aşk; yüreği deprem kadar sarsar; sevgi,enkazda kurtulan aşkın iyileşmesidir
Aşk; şimşektir yağmasını bilmeyene; sevgi,ıslanıp kurutulmaktır
Aşk; ıssızlığın aynasında usu tanımamaktır; sevgi, her duyguyu tesellidir
Aşk; mektupsuz gönüllere puldur; sevgi, saklanan aşk mektubudur
Aşk; selleri durulayan akıştır; sevgi,, flu sağanağın tahıllara acil inişidir
Aşk; yokluğun yok olmasına tahammüldür, sevgi, var olmaya yansımaktır
Aşk; tek evladı kaybolan yaralı bir annedir; sevgi, arayışa yazılan afiştir
Aşk; kaderin kırkayağında kırk kez kırılmaktır; sevgi,uzanan son ciğerde közlenmektir
Aşk; üç bin alem alemi cihan olmaktır; sevgi, teni benden eden soylu huydur
Aşk; önsezinin dalgadan önce susamasıdır; sevgi,köpükte kaybolan yosundur
Aşk; yüreğin bakışla iç yanış dirilişidir; sevgi, dirilişin hazdan arınmış devam faslıdır.
Aşk; bütün dillerde gönül yazgısıdır; sevgi, ucu bucağı belli iki dünyanın çırpınışıdır
Aşk; susa susa dağları deviren ferhadiliğin haddidir; sevgi,delinen dağda akan ırmağa çarpan şimşektir.
Aşk; hayatla öpüşen ölümsüz kaknustur; sevgi, küllere destan yazan ankadır
Aşk; his ve hüsran altında kalan hayattır; sevgi, düşün düştüğü ölümsüzlük simyasıdır.
Aşk; özlemin özle canhıraş direnişidir; sevgi,ruha devrim yaşatan iç tarihtir.
Aşk; bütünleri göz kırpmadan yitiriştir; sevgi, yitirilenin peşinen ödendiği özlem bankasıdır.
Aşk; ömrü iç çocukla doyurma tokluğudur; sevgi, tokken açı anlama yaşantısıdır.
Aşk; rüya’dir, uyanmaya yakın biter; sevgi,rüyanın hayatta izini sürmesidir
  • Aşk,çıkan en yeni para’dır, harcanınca sevgiye dönüşür,; sevgi,tutkunun ekmeğidir.
  • Aşk; bir baş kaldırıştır, baş başa kalınca biter; sevgi, patlayan bolonda baloncuk yaparak bağlanmaktır.
  • Aşk; bir köleliktir, kavuşunca biter; sevgi, kavuşmayı uzatan köprüdür,bir ömür geçiştir.
  • Aşk; bir arzulanış risalesidir, vuslatın kapağında biter,sevgi, arka kapakta özetlenen bekleyiştir
 
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]UYKUNDA ÖPÜYORUM SENİ

Uykunda ağlıyorsun...
Uykunda öpüyorum seni...

Korkmadan ağlıyorum seninle...
Senin için bir şey yapamayışıma,

seni bu dünyada yapayalnız,
kimsesiz bırakışıma ağlıyorum...
Senin için gerçeklik yok, bu hayat,

bu hayatın kuralları yok...
Kendine nasıl derinden ve katıksız inanıyorsan,
bu hayata, bu insanlara da öyle inanıyorsun...
Bunu sana ben anlatamam.
Bak bu sensin, bak bu da hayat, bu da kuralları;
bak, insanlar seni aslında nasıl görüyor,
yok bu hayatta duygularının karşılığı, diyemem.
Seni sevginden uyandıramam...
Yıllar önce senin olduğun yerdeydim ben de.

Tam orta yerde.
Benim de saçlarım sevecen bir kardeşlik kokardı.
Herkese koşarken açıkta kalırdı

öldürülmeye en açık, en savunmasız yanlarım.
Nereme bıçak saplanırdı bilmezdim,
ama hep yersiz kanayan o zavallı saçlarıma
dostluklara gölge düşürüyor, diye kızardım...

Umudu ürkütüyor diye yaralarıma kızardım...
Ben en çok beni yaralayanlara koşar;
bir suç, bir yanılgı varsa,
çoğunu omuzlamak için kendimden vazgeçerdim...
Sırf sevgiler bitmesin,

sırf hayatın sevinci gölgelenmesin,
dostlukların son günü gelmesin diye
üstüme alırdım bütün günahları,
bütün yanılgıları,
geçmiş ve gelecek bütün kötülükleri...

Sevginin umutları sürsün diye,
göze alırdım kalbime akıtılacak zehirleri...
Göze alırdım eksik yaşanmış bütün
sevgilerin tanığı ve sürgünü olmayı...
Sonra baktım kimsesiz ve tesellisiz ölüyorum... Gördüm kendimi nasılsa.

Gördüm anısız ve habersiz öldüğümü...
Son kez baktım etrafıma, bir yakın, bir içten ses,

bir kardeş kokusu aradım kendime.
Bağlanmak istedikçe öylesine kopmuştum ki insanlardan,öylesine çok sevmiş,
öylesine çok inanmıştım ki, nasıl oldu bilmiyorum,
içimden bir kötülük, bir acımasızlık;
içimden zavallı bir intikam duygusu çıkartıp,

o yaralı kendimi, beni ben yapan o kimsesiz sevgimi
o boşluktan çekip aldım...
Aldım onu ve korumaya başladım..
O yaralı, o parçalanmış, o kimsesiz sevgimi, kötülükle, acımasızlıkla, hırsla,
kıskançlıkla korumaya başladım...
O da yetmedi, yazmaya başladım sevgili.
Yazmaya...

Ne hissedersem, ne hissedeceksem,
hayatımda ne varsa, her şeyi yazmaya başladım...
Yazmak, acılardan, aşklardan, yitirişlerden,

itilip kakılmalardan kurtulmanın
en geçerli yolu oldu benim için...
Kimse elimden söküp almasın diye o yaralı,

o kimsesiz sevgimi ve bir daha o karanlık boşluğa düşmemek için yazmaya başladım...
Yıllar sonra şimdi sen o boşluktasın.

O yaralı, o kimsesiz sevginle
bir zamanlar benim olduğum yerdesin.
Saçlarındaki kan kokusunu buradan duyabiliyorum.

Bu kokuyu iyi bilirim.
Çünkü yıllarca, sevginin peşinden
koşulsuzca koştuğum o yıllar boyunca

hep kendi kanımı, hep bu kokuyu
koklamak zorunda kalmıştım...
Arzuladığım ne varsa her şey

karşılıksız kaldı bu hayatta.
Saçlarımdaki kan kokusu şimdi içimde
sahipsiz bir nefrete dönüştü...
Kin öyle bir şeydir ki sevgili,

her şeyi; yaşanmış ve yaşanan bütün sevgileri,
gerçek adına ne varsa her şeyi çamurunda gizler.. Gün gelir, artık hiçbir şey anlaşılmaz olur.
Haklılar haksızlara, kurbanlar cellatlara,
sevgiler nefretlere karışır...
Ve bir bakarsın, sen de bu acımasız hayatın hakemliğini kabul etmişsin.
O kanlı nehrin kenarına gider ve günlerce,
hatta yıllarca oradan

düşmanının cesedinin geçmesini beklersin...
Bu bekleyişin sonu yoktur.
Çünkü düşmanlarının sonu yoktur...
Biri biter, diğeri gelir ardından.
Ve sen düşmanlarınla uğraşmaktan bezgin
ve kimsesiz sevginle uğraşmaya dayanamaz,
öylece kalırsın...
Yalnızlığınla birlikte düşersiniz boşluğa.

O çok korktuğun boşluğa...
Öyle kirletirsin ki yalnızlığını,
o kirlettiğin yalnızlığını sevsinler diye,

dünyanın en samimiyetsiz insanlarına,
kardeşim, diye sarılırsın...
Biliyor musun, sen benim o çok eski halimsin...

Sana bakıyorum yazılarımı yazdığım
bu soğuk, bu uzak odadan.
Bana umutsuzca sevdalanmanı seyrediyorum.
Bende hiç umut yokken,

beni vazgeçilmezin yapmanı seyrediyorum...
Seni seyrediyorum sevgili, seni...
Saçlarındaki kan kokusunu içime çekiyorum.

Yıllar önceki kendi kokumu içime çekiyorum...
Hayır, acımıyorum sana,
sendeki kendimi özlüyorum en çok.
Sendeki o çocuk cesaretini,
o çıplak sevgiyi özlüyorum.
Sendeki o kanayan, o kimsesiz, ama saf,
o tepeden tırnağa sevgiye inanan
kendimi özlüyorum..
Bedelsiz, acıtmayan, hesap sormayan

ve çok savunmasız bir güzelliğin vardı senin... Duygusuzlara göre çok kolaydın.
Kurbanın o doyumsuz şehveti vardı sende.
En kırgın, en yaralı insanları bile
bir cellat yapardı o saf, o gerçeküstü sevgin...
Seyrederdim seni o uzak odamda,

bir şey yapamadan seyrederdim seni yazarken...
Buruk bir sevinçle izlerdim

cellatlarınla sevişirken aldığın hazzı.
Nasıl da kıskanırlardı seni,
kendilerine duyduğun sevgiyi bile kıskanırlardı...
Seninle sevişirken aldığın o inanılmaz hazzı
kıskandıkları gibi...

Sen o çıplak, o bedelsiz sevginle
bütün dengelerini bozardın onların.
Aldığın o hazla kendilerine duydukları
o bütün sahte güvenlerini derinden sarsardın...
Senin bu sınırsız hazzı, bu çıplak sevgiyi,
bu derin ve çılgın bağlanışı onca yitirişler,
onca göze alışların sonucunda kazandığını
anlamazlıktan gelirlerdi...

Ne kadar zevk alsalar da bu kimsesiz sevginden,
her yakınlığa hazır oluşundan,
çabucak bağışlamandan,
yine de seni kendilerine benzetmek,
dahası yorulmanı, güce ve gerçeğe teslim olmanı,
onları bütün o kayboluşlarında,
tükenişlerinde, yani her durumda,

her şekilde kabullenmeni isterlerdi...
Onları her halleriyle kabul ettiğinde ise

senden korkmaya başlarlardı...
Çünkü öylesine korunaklı,
öylesine derinlerde saklıydı ki sevgileri,

seni anlaşılmaz, tuhaf,
hatta bulaşıcı bir hastalığa yakalanmış,
tehlikeli biri gibi görmeye başlarlardı...
O çıplak, o sahipsiz sevgin yıllar önce

terk ettikleri kalplerini, düşlerini,
inançlarını hatırlatırdı onlara.
Çekiciliğine kapılıp yanına geldikleri anda
ve seni anlar anlamaz ölümcül bir ürküntüye kapılmaları bu yüzdendi...
Çünkü bugünün insanı kimden korkuyorsa,

kim ona yok ettiği kendisini hatırlatıyorsa
onu öldürmek ister sevgili.
Safı, çıplağı, koşulsuz seveni,
kendisine yitirdiği

insanlığını hatırlatanı öldürmek ister...
Kabul et artık, kimi sevsen,

kimin özgürlüğünü istesen
ölümünü istemedi mi senden.

İstemedi mi...
Kabul et artık...
Ben onlardan hiç olmadım.

Ben gözümü senden hiç ayırmadım.
Çünkü sen benim saf çocukluğumdun.
Sen benim o yaralı, o kimsesiz gençliğimdin...
Hayatı bitirdiğim yerde sen yeniden başlıyorsun..
Dokunurken içimi acıtan başında benim kanım var...
Anla artık, seni değil, en çok kendimi

yalnız bırakıyorum o rutubetli evde...
Senin o affedemediğin kalbinde yatıyor
benim tek ve gerçek sevgim...
Tek umudum senin bu savunmasız halin.

Senin bu kimsesizliğin...
Uyumsuzluğun.
Tek çıkışım senin bu deli, bu çıplak sevdan...
Kötülüklerin yok muydu, yok muydu hırsların...

Vardı elbet.
Ama öylesine acemiydi ki hırsların;
kötülüklerin bu hayat karşısında öylesine çaresiz

ve öylesine masum kalırdı ki,
sonunda yine sana dokunurdu zararı;
karşındakileri değil seni engellerdi
o kimsesiz öfken...
Kötülüklerinin zararı sonunda sana dokunmasaydı, yenseydin karşına çıkanları, yenseydin kalbini,
hayat senin için hiçbir zaman böyle olmayacaktı...
O kutsal, o hiç sönmeyen ışık nereye
gitsen ardından gelmeyecekti...

O sevinçli ıstırap kalbini
hiçbir zaman böylesine içtenlikle ısıtmayacaktı.
Bu şehri ebediyen terk edip giderken,

bana söylediğin o son sözde saklı olmayacaktı hayatımızın gerçeği:
'Hayatın kuralları derdin hep, biliyor musun,

bu hayatta hiçbir şeyi başaramadım ben...'

[/FONT]
[/FONT]
 
Ama Gitme ..


ama gitme
gözlerimde kan gezer
yasadışı bir soğuk işler iliklerime
gözyaşlarını geçirip sırtına
küflü bir sapak mı bırakacaksın sabıkama

biraz duman hıçkırığı sigaranda
biraz gece kırığı bende
şiir yorgunu damarlarıma ilk aşktan sola dön
ama gitme


şiir kanamalı bir aşkın "sonu yok"undan geçerken
ışığın sesini bul
aynandaki kırık yüzümü topla
gözümde seğiren acı bir denizde yüzdür
olimpos'un sıcağını
ama gitme

uçurumlar seri cinayetleri tökezletirken
sesini sakladım cebime
yağmur işgalli bir gecede ıskaladım
kapına dayanmalarımı
daha binmeden otobüslere
duraklar mı tuttu da kustun sesini üstüme
bak sana dil sürçmeli peltek şiirler yazdım
satırlarından kan sızar
satırla doğranmış bir aşkın cinayetinde


bir insan iki kıyıya aynı anda gözlerinden düşebilir
itme

ama gitme
daha saat "hoşça kal"ı göstermedi
bitme !

 
kiye üç kala…Satır aralarında sakladığım kenarı kırık seslerimi yerleştirdim boğazıma…Oysa kaç tane perde aralamıştın aklımda…?
Adımların ruhumu sarıp sarmalardı her defasında…Sen geçerken bildiğim tüm şiirlerimden,ayak seslerin ””adıma”” çalardı rengini…Adım ””sen”” oldukça,adını ””ben”” sanardım…
Şarkılar vardı sözlerinde…Yarı uykulu,yarı uyanık melodiler…Ve dilimize pelesenk olmuş düşler…Ne çok yarım kalınmışlık vardı nef(es)lerimizde…Birbirine karışsa tamamlanır(dı)…Karış(tı)…Çoğul nef(es)lerin kokusu sindi tekil yüreğimize…İlahi bir ritm dönüp dolaştı evrenimizde…Mart”a yirmibirinci defa uyanan bir sabahın açık bırakılmış penceresinden firar etti bir buğu…
””Sen”” beni gözlerimden sıkıca tutmuştun…””Ben””se aklım o buğunun peşinde,yollarına gölge olmuştum…
”” Kendimden daha az,senden daha çok seviyorum seni…”” Derdin.
* …Ve eklerdin : … *
Kurşunsuz bir silahın namlusunu beynime sıkıyorum nice hatırlayışımda…Ve aylardan ””Eylül””dü hatırlattığımda…
””Ortaköy””…
Sarı kokuyordu adeta…Kaldırım taşları nihayetlenmiş ömürlerle doluydu…Ayak altlarında teker teker paralanmaya mağlup ölümler…
””Yaprağın kaderi düşmekmiş””…Belki de bu yüzdendi havadaki melodram…
Gözlerim,renginde asılı kalmıştı yine…Gülümsüyordun belli belirsiz…Aniden bir kağıt çıkardın cebinden…Yan masadaki yaşlı teyzeye doğru uzanarak,bir kalem istedin her zamanki sevimliliğinle…””Teşekkürler””ini de ekledin şeytan tüyünün en tepesine…Kalemi ani bir hareketle alıp döndürdün parmaklarının üzerinde…Ve mürekkebin tek bir heceyi boyamıştı beyaz kağıdın suretinde…
””Aşk””…
Yüzüm prangalar giymişti bir kez yüzüne…Gülümseyişim,yüzünde takılıydı hala…Kalemi yavaşça aldın beyaz kağıdın üzerinden ve ellerime tutuşturdun…
””Sıra sende…”” Dedin.
””Aşk””ı kendime doğru çektim,masa örtüsünün pürüzlü teni parmaklarımın ucunda…Kaleme sinmiş ellerinin sıcaklığında usul usul yazdım harflerimi ””O””na boylu boyunca…
””Kendim(den) daha ”az”,sen(den) daha ”çok” sevmeler biriktirir…””
Üç noktayı dualarımla birlikte ekledim harflerinin yamacına…Gözlerin bin asırlık saniyelerde saklı tuttu harflerimi…Ardından bir kaç hece serpildi ortalığıma ağzından…
””Hatırladım…””
…Ve eklerdin : ””Bana sen hatırlattın…””
Unuttuğum çok söz var yaşamda…Yitirdiğim sayısız ecel…İçimde sır edilmiş ve parçalanmış matemler var…Yamacında yaşlandığım boyumdan büyük uçurumlar…
””Sen”” ama bir ””sen”” daha ekleyemiyorum kaybedişlerime…Varlığın öylesine ””ben””ken,ölümü yakıştıramıyorum ucuma bucağıma…
Anlamıyor musun hala…?Sözcükler kadar ””fani”” değil hiçbir ””aşk””…
Üç harfte üç defa daha öldürsem de ””sen”i…
Geriye siyah”ı beden bulmuş yaşamımdan başka ne kalır ki…?
Biliyorum artık küçük adam;
Üç harf bir ””aşk”” etmiyor…Ve onun yokluğundan arta kalmış hiçbir ölüm bu üç harfe sığmıyor…
İkiye üç kala…Penceremin kuytusunda demliyorum geceyi sabaha…Bakışlarım yanıp sönüyor bir sokak lambasında…Apansızca bir nef(es) akıyor genzime doğru…Nedensiz bir iç çekiş yırtılıyor ortasından…Bir gölge düşüyor cama…Ruhunu teslim eden firari bir buğu…Son nefesi kapaklanıyor gözlerimin tenine :
*…Deli kızım uyan,söylenenler yalan…
Deli kızım uyan,bir tek sensin duyan…*
ikiye üç kala…Satır aralarında sakladığım kenarı kırık seslerimi yerleştirdim boğazıma…Oysa kaç tane perde aralamıştın aklımda…?
Adımların ruhumu sarıp sarmalardı her defasında…Sen geçerken bildiğim tüm şiirlerimden,ayak seslerin ””adıma”” çalardı rengini…Adım ””sen”” oldukça,adını ””ben”” sanardım…
Şarkılar vardı sözlerinde…Yarı uykulu,yarı uyanık melodiler…Ve dilimize pelesenk olmuş düşler…Ne çok yarım kalınmışlık vardı nef(es)lerimizde…Birbirine karışsa tamamlanır(dı)…Karış(tı)…Çoğul nef(es)lerin kokusu sindi tekil yüreğimize…İlahi bir ritm dönüp dolaştı evrenimizde…Mart”a yirmibirinci defa uyanan bir sabahın açık bırakılmış penceresinden firar etti bir buğu…
””Sen”” beni gözlerimden sıkıca tutmuştun…””Ben””se aklım o buğunun peşinde,yollarına gölge olmuştum…
”” Kendimden daha az,senden daha çok seviyorum seni…”” Derdin.
* …Ve eklerdin : … *
Kurşunsuz bir silahın namlusunu beynime sıkıyorum nice hatırlayışımda…Ve aylardan ””Eylül””dü hatırlattığımda…
””Ortaköy””…
Sarı kokuyordu adeta…Kaldırım taşları nihayetlenmiş ömürlerle doluydu…Ayak altlarında teker teker paralanmaya mağlup ölümler…
””Yaprağın kaderi düşmekmiş””…Belki de bu yüzdendi havadaki melodram…
Gözlerim,renginde asılı kalmıştı yine…Gülümsüyordun belli belirsiz…Aniden bir kağıt çıkardın cebinden…Yan masadaki yaşlı teyzeye doğru uzanarak,bir kalem istedin her zamanki sevimliliğinle…””Teşekkürler””ini de ekledin şeytan tüyünün en tepesine…Kalemi ani bir hareketle alıp döndürdün parmaklarının üzerinde…Ve mürekkebin tek bir heceyi boyamıştı beyaz kağıdın suretinde…
””Aşk””…
Yüzüm prangalar giymişti bir kez yüzüne…Gülümseyişim,yüzünde takılıydı hala…Kalemi yavaşça aldın beyaz kağıdın üzerinden ve ellerime tutuşturdun…
””Sıra sende…”” Dedin.
””Aşk””ı kendime doğru çektim,masa örtüsünün pürüzlü teni parmaklarımın ucunda…Kaleme sinmiş ellerinin sıcaklığında usul usul yazdım harflerimi ””O””na boylu boyunca…
””Kendim(den) daha ”az”,sen(den) daha ”çok” sevmeler biriktirir…””
Üç noktayı dualarımla birlikte ekledim harflerinin yamacına…Gözlerin bin asırlık saniyelerde saklı tuttu harflerimi…Ardından bir kaç hece serpildi ortalığıma ağzından…
””Hatırladım…””
…Ve eklerdin : ””Bana sen hatırlattın…””
Unuttuğum çok söz var yaşamda…Yitirdiğim sayısız ecel…İçimde sır edilmiş ve parçalanmış matemler var…Yamacında yaşlandığım boyumdan büyük uçurumlar…
””Sen”” ama bir ””sen”” daha ekleyemiyorum kaybedişlerime…Varlığın öylesine ””ben””ken,ölümü yakıştıramıyorum ucuma bucağıma…
Anlamıyor musun hala…?Sözcükler kadar ””fani”” değil hiçbir ””aşk””…
Üç harfte üç defa daha öldürsem de ””sen”i…
Geriye siyah”ı beden bulmuş yaşamımdan başka ne kalır ki…?
Biliyorum artık küçük adam;
Üç harf bir ””aşk”” etmiyor…Ve onun yokluğundan arta kalmış hiçbir ölüm bu üç harfe sığmıyor…
İkiye üç kala…Penceremin kuytusunda demliyorum geceyi sabaha…Bakışlarım yanıp sönüyor bir sokak lambasında…Apansızca bir nef(es) akıyor genzime doğru…Nedensiz bir iç çekiş yırtılıyor ortasından…Bir gölge düşüyor cama…Ruhunu teslim eden firari bir buğu…Son nefesi kapaklanıyor gözlerimin tenine :
*…Deli kızım uyan,söylenenler yalan…
Deli kızım uyan,bir tek sensin duyan…*
 
Ben seni kocaman bir yürekle sevdim. Gözlerim değil, yüreğimdi seni
gören.
Sen damarlarımdaki kana karışıp, geldin oturdun yüreğime. Bir başka
yerde
olamazdın zaten. Sen, benim en değerli yerimde, yüreğimde olmalıydın,
orada kalmalıydın. çok aşka ev sahipliği yapan bu yürek, ilk kez bu
kadar
kolay kabullendi seni. Herhangi bir konuk değildin artık. Bu yüzden
ne
ağırlama faslı vardı, ne de uğurlama. O yüreğin gerçek sahibiydin.
Şimdi sonbahar, kışa giriyoruz ya… Ben dört mevsim baharı yaşadım
seninle. çiçek çiçek açtın yüreğimde. Gökkuşağı zayıf kaldı, senin
renklerin karşısında. Taze bir yaprak gibi yeşildin. Açelya idin
pembeliğinle. Üzerine çiğ taneleri düşmüş sarı güldün. Kırmızıydın
bir
ateş gibi. Ve maviydin… En çok bu renkle anmayı sevdim seni. Denize
tutkundum, denizi sensiz, seni de denizsiz düşünemedim.
Seni severken dünyayı da sevdim ben, insanları da… Kendime bile dar
gelirken, içinde herkese yer olan bir hayatın sahibiydim artık. En
kızgın,
en tahammülsüz olduğum anlarda bile, seni düşünmek yetti bana.
İçimdeki
sevinç yüzüme yansıdı, güldüm. Beni öylesine güldüren senin sevgindi
ve
ben kaygısız, içten gülüşün ne demek olduğunu, nasıl güzel bir şey
olduğunu anladım seninle…
Her şeye rağmen sevdim seni. Güçlüydüm ve aşamayacağım hiçbir zorluk
yoktu. Koca bir kente, koca bir ülkeye kafa tutabilirdim. Sen elimden
tuttuğunda, patlamaya hazır bir volkan gibi hissederdim kendimi.
Menzil
sendin ve ben o menzile ulaşmak için önüme çıkan her şeyi yok
edebilirdim.
Sana ulaşmamı engelleyecek her şeyi eritirdim, kül ederdim. Sana
ulaştığımdaysa sakin bir göle dönüşürdüm. Ve o göle bir tek sen
girebilirdin.
Sevdim ve hayrandım da… Her halin çekti beni. Duruşunu, uyumanı,
gülmeni, kızmanı, şaşkınlığını, saflığını, kurnazlığını, çocukluğunu,
olgunluğunu sevdim. Sesini de sevdim suskunluğunu da.
Küçük oyunlarını, kaprislerini, sitemlerini, korkularını sevdim. Seni
ve o
doyumsuz sevdanı, uçarı sevdanı anlatacak kelime bulamadım çoğu
zaman.
Sığmadın cümlelere ve hiçbir cümle seni
yeterince tarif edecek kadar derin olmadı.
Seni severken yorulmadım. çünkü sen yaşam kaynağıydın. Her gün
yenilendim.
Seninle çoğaldım, büyüdüm. Eksik kalan neyim varsa tamamladın.
Ölmeyecektim çünkü sen ölümsüzlüğün ta kendisiydin.
Ne zaman ki beni hayatından çıkardın işte o zaman ben öldüm…