ÇOCUKLUK LİMANIMA SIĞINAN FOKLAR
Nilgün Ilgaz, Resimleyen: Saadet Ceylan, Çınar Yayınları, 2004, 64 sayfa, 5 milyon lira.
Şirin, İzmirli bir çocuk. Babasının Karadeniz Ereğli'sine atanmasıyla birlikte hayatı birdenbire değişiyor. Onu bu taşınma işiyle ilgili en çok üzen şey ise en yakın arkadaşı Arzu'dan uzaklaşıyor olmak. Arzu sağır, dilsiz bir kız; işaret dilini öğrenen arkadaşı Şirin sayesinde yalnızlık çekmiyor. Ama Şirin'in yokluğu onun da arkadaşsız kalması demek çünkü mahallede başka hiçbir çocuk işaret dilini bilmiyor. Arzu ve Şirin sık sık mektuplaşmaya söz veriyorlar; tatillerde de görüşmeyi planlıyorlar.
Şirin, Ereğli'yi 'küçük ama şirin' buluyor (s. 10). Kısa sürede iki yakın arkadaşı da oluyor. Hülya, Bülent ve kardeşi Belgin ile geçirdiği her yeni günde yeni şeyler öğreniyor. Isırgan otunun insanı neden kaşındırdığından, pavuryaların nasıl avlanacağına kadar bir sürü bilgi. Doğayla daha çok iç içe olan Şirin'in keyfine diyecek yok Ereğli'de. Babasının Bababurnu'ndaki deniz fenerine taşınacaklarını söylemesiyle birlikte biraz daha renkleniyor Şirin'in günleri. Bir kediyi sahipleniyor; bahçede özgürce koşturabiliyor, ağaçlara tırmanıyor ve yolunu kaybetmiş iki fokla tanışıyor. Bir mağarada saklanan bu iki fokla arkadaş olan Şirin ve arkadaşları onları her gün balıkla besliyor.
Her şeyi bilen bir baba
Şirin'in babasının her konuda diyecek bir sözü var; üstelik çocuklarının her dediğini de yapıyor. Bu uysal ve akıllı baba foklarla ilgili şunları anlatıyor; "Çocuklar, bunlar on, on beş dakikada bir hava almak için suyun yüzüne çıkarlar. Balık yerler. Günlük yemek listeleri de 10-15 kg balıktır. Soğuk suda yaşadıkları için derilerinin altında derin bir yağ tabakası vardır. Bu tabaka vücut ısılarının çok çabuk kaybolmasını önler" (s. 33). İnsan, bir babanın her şeyi bilmesine biraz şaşırıyor tabii ve de bu baba figürü kitap boyunca gerçekliğini yitiriyor; oysa şu tatlı baba her şeyi bir ansiklopedi gibi anlatmak yerine çocukları araştırmaya, okumaya yönlendirse çok daha iyi olurdu.
Ayrıca ilk sayfalarda arkadaşı Arzu olmadan yaşayamayacağını dile getiren Şirin, kitap boyunca ondan bir iki kere bahsediyor ve kitabın en sonunda da ondan sadece bir mektup alıyor. Yani bu sağır dilsiz arkadaş Arzu'nun öyküyle bağı hayli zayıf kalıyor. Bunun yanı sıra Nilgün Ilgaz'ın kimi tümcelerinin devrikliği bazı yerlerde tuhaf kaçıyor; Ilgaz bazı yerlerde sanki Türkçe'yi sonradan öğrenmiş bir yabancı gibi yazıyor. "Şilep limandan ayrıldı, içinde eşyalarımızla birlikte" (s. 5), "Hemen Ali'yi bize davet ettim, annem tanısın diye" (s. 50). Bu tip tümceler okumayı biraz zorlaştırıyor. Çınar Yayınları'nın 'internet' sitesinde kitap şu tümceyle tanıtılıyor; "Yazar, artık neredeyse robotlaştırılmaya ve tektipleştirilmeye çalışılan modern insanın duygusal yanının da varlığını vurguluyor." Doğrusu ölen bir kedinin ya da fokların ardından üzülüp ağlamayacak bir çocuk yoktur, değil mi? Kitap; insanın duygusal yanını vurgulamaktan çok, bir grup çocuğun yaz tatili boyuncayaşadıklarını okuyucuyla buluşturuyor desek?