zayıf ve uydurma hadisler
ZAYIF VE UYDURMA HADİSLER SERİSİ
( Din akıldır, dini olmayanın aklı da yoktur ) [1]
Hadis bâtıldır.
Nesâ’î « bu bâtıl ve münker bir hadistir » demiştir.
Hafız b. Hacer; aklın fazileti konusunda otuzdan fazla hadis olduğunu ve tümününde uydurma olduğunu belirtir.
İbn Kayyım’da[2], akılla ilgili bütün hadislerin yalan olduğunu söyler.
( Kişilerin azmi, dağları yerinden oynatır )
Hadis değildir.
Aksine Gazzâlî’nin kardeşi olan Ahmed el-Gazzâli’nin sözüdür.
( Mescidde konuşmak, hayvanların yeşilliği yedikleri gibi sevabları yer )
Bunun aslı yoktur.
Gazzâlî İhyâ’da[3] nakleder, Hâfız el-Irâkî rivâyetin aslını bulamadığını, es-Subki ise, isnadını bulamadığını söyler.
Rivâyetin dillerde meşhur olan şekli ise; ( Mescidde ki mubâh söz ateşin odunu yediği gibi sevabları da yer).
( Ebediyen yaşayacakmış gibi dünyan için çalış, yarın ölecekmiş gibi de ahiretin için çalış)
Merfû olarak aslı yoktur.
Ancak son zamanlarda halk arasında şöhret bulmuştur.
( Gerçekten Allah kulunu helâl şeyin talebinde yorgun olarak görmeyi sever )[4]
Uydurmadır.
Ravilerinden olan Muhammed b. Sehl el-Attâr hadis uyduran birisidir.
( Ümmetimden iki sınıf salâha ererse, insanlar da salâha erer: yöneticiler ve âlimler )
Uydurmadır.
Râvilerinden olan Muhammed b Ziyâd el-Yeşkurî hakkında Ahmed b Hanbel; yalancı olup hadis uydurduğunu söyler. Buna rağmen Gazzâlî İhyâsın da rivâyeti Allâh Rasûlû (s.a.s)’e nisbet eder!
( Her kim günah işlerken gülerse, ateşe ağlayarak girer )
Uydurmadır.
Bu rivayette yukarıda geçen Muhammad b. Ziyâd adında yalancı ve hadis uyduran birisi kanalından gelmiştir.
( Hâlimi bilmesi, istememe gerek bırakmaz )
Bunun aslı yoktur.
Bazıları bunu İbrâhim (a.s)’ın sözü olarak aktarırlar, söz isrâiliyattandır. Rivâyete göre, İbrâhim (a.s) mancınık ile ateşe atıldığında Cebrâil kendisine gelerek; «Ey İbrâhim bir isteğin varmı?» dediğinde, İbrâhim: «Sana ihtiyacım yoktur» der. Cebrâil: «Rabbinden dile» der. Bunun üzerine İbrâhim (a.s) yukarıdaki sözünü söyler. Rivâyeti el-Bagavî tefsirinde Ka’b el-Ahbâr’a nisbet etmiştir.
Tasavvuf anlayışına göre hikmet hakkında yazanlardan bir tanesi; «Allah’tan istemen O’nu itham etmendir!» der. Çünkü Allâh her şeyi duyup gördüğünden, Ondan isteme O’nun duymadığı görmediği anlayışına götürdüğü için Onu itham etmektir!!!
Böyle bir anlayış büyük bir sapıklıktır. Çünkü başta İbrahim (a.s) olmak üzere bütün Peygamberler Allah’tan istemişler O’na yalvarmışlardır. Kur’an ve Sünnette bunun örnekleri çoktur. Ebu Davud’un tahriç ettiği sahih bir hadiste :
( Duâ ibadettir diyen Allâh Rasûlû (s.a.s) ardından şu âyeti okur; «Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana duâ edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibâdeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir»)[5]
Duâ ile kul, Allâh’a olan kulluğunu ve O’na olan hâcetini izhâr eder. Dolayısıyla her kim Allah’a dua etmez ise, sanki ona olan kulluktan yüz çevirmiş gibidir.
el-Hâkim’in[6] tahrîç edip ez-Zehebî’nin de muvafakat ettiği hasen bir hadiste ( Kim Allah’a dua etmez ise Allah ona gazab eder) buyurulmaktadır.
9-( توسلوا بجاهي؛ فإن جاهي عند الله عظيم )
( Câhım (makamım) ile tevessül edin, çünkü cahım Allah’ın indinde büyüktür )
Bunun aslı yoktur.
Hiç şüphesiz Allâh Rasûlû (s.a.s)’in yeri ve makamı Allah’ın indinde büyüktür. Ancak bunun ile tevessül arasında fark vardır, ikisinin karıştırılmaması gerekir. Câhı ile tevessülde bulunulup kabule daha şayan olduğu inancının akıl ile bilinmesi imkansızdır. Gaybi bir konu olduğu için delil olabilecek sahih bir nakil ile sabit olması gerekir. Bu konu hakkında da sahih bir hadis yoktur.
Bilâkis Ebû Hanîfe şöyle der: « Hiç kimsenin Allah’tan başka biriyle Allah’a duâ etmesi gerekmez. Musâade edilen ve emredilmiş olunan dua, Allah’ın şu, ( Allah ait güzel isimler vardır. O’nu o isimlerle çağırınız) âyetinden yararlanılarak yapılandır. »[7]
Ebû Yusuf ise şöyle der: « Falanın hakkı için veya peygamberlerden birisinin hakkı için Harem-i Şerîf yahut Meş’ar-i Harâm hakkı için duâ edilmesini kerih görürüm. »[8]
Tevessülle ilgili batıl bir rivâyette Şâfii şöyle der: « Ben Ebû Hanîfe ile teberrukte bulunurum, her gün kabrine gelir ve bir ihtiyacım olduğunda iki rekat namaz kılarım, böylelikle kabrin yanında Allah’tan ihtiyacımı isterim, uzun zaman geçmeden ihtiyacım giderilir » Ravilerinden olan Umer b. İbrâhîm bilinmemektedir.
Rivayetin yalan olduğu gün gibi açıktır. Çünkü Şâfii Bağdat’a geldiğinde duâ için nöbetleşe olarak ziyaret olunan hiç bir kabir yoktu. Bu hâl Şâfii döneminde bilinmezdi. Şafii, Hicâz, Yemen, Şâm ve Mısır’da bir çok sahabi ve tabiin ve daha önemlisi Medine de Peygamber (s.a.s)’in kabrini görmüştür. Şaşılacak bir haldir ki, Şâfii buralarda dua yapmamıştır.
Sonra Ebu Hanîfe’nin öğrencilerinden olan Ebû Yûsuf, Muhammed, Züfer, Hasan b. Ziyâd, ne Ebû Hanîfe’nin ne de başkasının kabrine böyle bir duâ için gitmemişlerdir.
(...Peygamberinin ve benden önceki Peygamberlerinin hakkı için... )[9]
Hadis zayıftır.
Râvilerinden olan Ravh b. Salâh, münker hadisler rivayet etmiştir.
10- ( لما اقترف آدم الخطيئة؛ قال: يا رب! أسألك بحق محمد لما غفرت لي. فقال الله: يا آدم! وكيف عرفت محمدا، ولم أخلقه؟ قال يا رب! لما خلقتني بيدك، ونفخت في من روحك؛ رفعت رأسي، فرأيت على قوائم العرش مكتوبا: لا إله إلا الله محمد رسول الله، فعلمت أنك لم تضف إلى اسمك إلا أحب الخلق إليك. فقال الله: صدقت يا آدم! إنه لأحب الخلق إلي، ادعني بحقه، فقد غفرت لك، ولولا محمد ما خلقتك)
( Adem (a.s.) günahı işlediğinde şöyle der: « Ya Rabbi, Muhammedin hakkı için beni affetmeni istiyorum ». Allah, « Ey Adem onu yaratmadığım halde Muhammedi nasıl tanıdın » deyince, « Ey Rabbim! beni elinle yaratıp, ruhundan bana üflediğinde başımı kaldırdım ve arşın sütunlarında Lâ ilâhe illallâh Muhammedun Resulullâh yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki, Sen Kendi ismine en sevgili yaratığını izâfe ettin ». Bunun üzerine Allah; « Doğru söyledin ey Adem! Çünkü o beşer içerisinde bana en sevgili olanıdır. Bana onun hakkı ile dua ettiğinde seni bağışlarım, eğer Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım » der)[10].
Uydurmadır.
Râvilerinden olan Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem hakkında İbn Hibbân şöyle der: «Hadis uydurmakla itham olunmuş, Leys, Malik ve İbn Lehi’a üzerine hadisler uydurmuştur. Dolayısıyla imâm ez-Zehebî rivâyet hakkında uydurma ve batıl derken, İbn Hacer el-Askalânî de ona katılır.
Rivâyetin batıllığına delil olan bir yönüde, Adem (a.s.)’ın Nebî (s.a.s.)’i, kendi yaratılışından sonra cennette iken yer yüzüne inmeden bilmesidir. Halbuki zayıf, ancak daha iyi bir senedle gelen başka rivayette:
( Adem (a.s.) Hindistana iner ve yanlızlık hisseder, bunun üzerine Cebrâil inerek; Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Eşhedu En Lâ İlâhe İllallâh (iki defa), Eşhedu Enne Muhammeden Resûlullâh (iki defa) deyip ezan okur. Adem şöyle der: «Muhammed de kim»? Cebrâil: «Peygamberlerden son oğlundur» der.)[11]
Râvilerinden Ali b. Behrâm bilinmemekte, diğer bir râvi olan Muhammed b. Abdullâh b. Süleyman aynı şekilde bilinmemektedir.
Bir önceki rivâyette Âdem (a.s.) daha cennette iken Peygamber (s.a.s.)’i tanıyordu, bu ikinci rivayette ise, Âdem (a.s.) yer yüzüne indiği halde Muhammed (s.a.s.)’i tanımamıştır.
11-( من أذن ؛ فليقم )
( Ezan okuyan kâmet getirsin)[12]
Hadis Zayıftır.
HadisAbdurrahmân b. Ziyâd el-Afrîkî yoluyla rivayet edilmiştir.
et-Tirmizî akabinde, Abdurrahmân’ın hadis ehli indinde zayıf olduğunu söyler. Hadisin el-Bagavî[13], en-Nevevi[14] ve el-Beyhakî[15] zayıf olduğunu belirtmişlerdir.
Bu zayıf hadisin kötü etkilerinden biri de namaz kılanların anlaşamamalarına sebebiyet vermesidir. Meselâ müezzin bir özürden dolayı geç kaldığında, bazı hazır bulunanlar ikâmet getirmek ister, ancak cemaatten birisi engel olmak için hemen bu hadisi getirir, görüldüğü gibi hadis zayıftır. Dolayısıyla zayıf hadis dinde delil olmadığı gibi Allâh Resûlu (s.a.s.)’de nisbet olunması caiz değildir.
( Vatan sevgisi imandandır)[16]
Uydurmadır.
Es-Sagânîve diğer muhaddislerde uydurma olduğunu beyan ederler. Rivâyet, mana olarak ta doğru bir manaya sahib değildir. Çünkü vatan sevgisi nefis ve mal mülk sevgisi gibi doğuştan gelmektedir, yani içgüdüseldir. Dolayısıyla bunlara olan sevgiden dolayı kişi övülmez, hele hele imanın gereklerinden hiçte değildir. Özellikle insanlar bu sevgide ortaktırlar, bunda mümin ile kafir arasında bir fark yoktur.
( Her kim Allah için kırk gün ihlaslı olursa, hikmet pınarları dilinde zuhûr eder)[17].
Hadis zayıftır.
Râvilerinden olan Haccâc b. Arta’e zayıftır, kendisi müdellis olup rivayeti an ana sigasıyla zikretmiştir. el-Irâkî tahrîcu’l-İhyâ da hadisin zayıf olduğunu belirtmiştir.
( Kim Kabe’ye hacca gider de beni ziyaret etmezse, bana eziyet etmiştir)[18]
Uydurmadır.
Râvilerinden olan Muhammed b. Muhammed b. Nu’mân güvenilir ravilere söylemediklerini nisbet eder. Dolayısıyla ez-Zehebî[19] rivayetin uydurma olduğunu söylemiştir. es-Sagâni[20] ve eş-Şevkâni,[21] uydurma hadisleri topladıkları kitablarına bu rivayeti de dahil etmişlerdir.
Bu rivayetin uydurma olduğu rivayetin metninden de anlaşılmaktadır. Çünkü Allâh Resûlu (s.a.s.)’e yapılan kabalık eğer küfür değil ise büyük günahlardandır. Dolayısıyla (s.a.s.)’i ziyaret etmeyen büyük günah işlemiş olur. Bu da, bu ziyaretin hac gibi farz olduğunu gerektirir ki, böyle bir şeyi hiç bir müslüman söyleyemez. Eğer Allâh Resûlu (s.a.s.)’in ziyareti bizi Allah’a yaklaştıran bir ibadet ise, ilim ehline göre bu istihbabı geçmez. Dolayısıyla onun kabrini ziyaret etmeyen nasıl olur da ondan yüz çevirmiş ve ona karşı kaba davranmış olsun?
( Her kim beni ve babam İbrahimi bir sene içerisinde ziyaret ederse, cennete girer).
Uydurmadır.
ez-Zerkeşi[22] rivayetin uydurma olduğunu ve hadis ehlinden hiç kimsenin bunu rivayet etmediğini söyler.Suyûtî[23] de İbn Teymiyye ve Nevevi’nin, rivayet hakkında uydurma ve aslının olmadığına dair sözlerini aktarır.
15- ( من حج، فزار قبري بعد موتي ؛ كان كمن زارني في حياتي )
(Kim hacca gider ve ölümümden sonra kabrimi ziyaret ederse, o kişi beni hayatımda ziyaret etmiş gibidir)[24]
Uydurmadır.
Râvilerinden olan Leys b. Ebi Suleym, şuuru bozulduğu için karıştırmıştır, dolayısıyla zayıf addedilmiştir. Hafs b. Süleyman ise, Hâfız İbn Hacer’in dediği gibi, hadisleri terkedilmiştir. İbn Ma’în onun yalancı olduğunu söyler.
Şeyhul-İslâm İbn Teymiyye[25] şöyle der:
« Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kabrinin ziyaretine dair gelen hadislerin hepsi zayıftır, dinde bu tür rivayetlere güvenilmez. Dolayısıyla bu rivayetleri, sahih hadisleri rivayet edenler ve sünen sahibleri almamışlardır. Bunları; çokça zayıf hadis rivayetinde bulunan ed-Dârekutni ve el-Bezzâr gibileri kitaplarına almışlardır». İbn Teymiyye yukarıdaki hadisi zikreder ve sonra da şöyle der:
«Bu rivayetin yalan olduğu gün gibi açıktır. Müslümanların dinine de terstir. Çünkü mümin olarak onu hayattayken ziyaret eden, Onun sahabelerinden olur, özellikle O’na hicret eden muhacirler ve Onunla cihad eden mucahitlerden ise.
Resul (s.a.s) den sabit olan bir hadiste, şöyle der: (Ashabıma dil uzatmayın, nefsim elinde olana yemin olsun ki, sizden biriniz Uhud dağı kadar altın infak etse, onlardan birinin ne bir avucuna ne de yarım avucuna erişir)[26]. Dolayısıyla sahabeden sonra gelen bir kişi, beş vakit namaz, cihâd , hac, salât ve selâm gibi farzları yerine getirse bile, sahâbe gibi olamaz. Dolayısıyla nasıl olurda müslümanların ittifakıyla vacib olmayan Allâh Resusu (s.a.s)’in kabrinin ziyareti amelini işleyerek kişi, böyle bir dereceye ulaşmış olsun? Aksine o kabir için özel olarak yolculuğa çıkmak meşru olmadığı gibi yasaklanmıştır da. Ancak Allâh Resulu (s.a.s)’in mescidinde namaz kılmak için yolculuğa çıkmak müstehabtır.»
Konu ile ilgili sahîh hadîsi Buhâri, Müslim ve diğer Sünen sahipleri tahriç etmiştir, lafzı şöyledir: « Ancak üç mescid için yolculuğa çıkılır; Mescid-i Haram, Mescid-i Resûl ve Mescid-i Aksâ. »
Allah’a yaklaşma maksadıyla ancak bu üç mescid için sefere çıkılır. Bu üçünün dışında hiç bir peygamber ve salih kişilerin kabirleri, türbe, yatır, mubârek yer ve mescidler için sefere çıkılmaz. Sahâbe bunu böyle anlamıştır.
Sahih isnadlı bir eserde; Ebû Basra el-Gifârî Ebû Hureyre ile karşılaşır. Ebû Hureyre’ye; « nereden geliyorsun »? der, o da, « Tur’dan orada namaz kıldım » der. Bunun üzerine Ebû Basra şöyle der: « Eğer sana daha önceden yetişseydim gitmezdin, çünkü ben Resûl (s.a.s)’i şöyle söylerken işittim: « Ancak üç mescid için yolculuğa çıkılır; Mescid-i Haram, bu mescidim ve Mescid-i Aksâ »[27].
El-Ezraki’nin[28] tahriç ettiği sahih bir rivayette, Kaz’a şöyle der: « Tur’a doğru çıkmak istedim, bunu İbn Umer’e sordum, o da Nebi (s.a.s)’in ne dediğini duymadın mı », diyerek yukarıdaki hadisi zikreder. Ardından da; « Tur’u bırak oraya gitme » der.
( Her kim baba ve annesinin kabrini her cuma ziyaret eder, o ikisinin veya babasının yanında Yâsin (suresini) okur ise, her âyet ve harfin sayısınca günahları affolunur. )[29]
Hadis uydurmadır.
Râvilerinden olan Amr b. Ziyâd’ın hadis uydurduğunu ed-Dârekutnî ve İbn Adiy zikreder. Dolayısıyla İbn Adiy mezkûr rivâyet hakkında; « batıldır bu isnâd ile bir aslı yoktur » der. İbnu’l-Cevzi[30] kitabında bu rivâyeti zikreder.
Bu rivâyet, kabirlerde Kur’ân okumanın mustahab olduğuna delil olarak getirilir. Ancak sahih sünnette bunu destekleyen hiç bir delil yoktur. Sahih sünnete göre, kabir ziyaretlerinde meşru olan, onlara selâm vermek ve ahireti hatırlamaktır.
Müslim ve diğerlerinin rivayet ettikleri hadiste Aişe (r.a), Allâh Resûluna (s.a.s) kabir ziyareti esnasında ne söyleyeceğini sorar, O da şöyle söyle der: ( Bu diyarın mümin ve müslüman olan ehline selâm olsun, Allâh bizden öncekileri ve sonrakileri affetsin. Allâh’ın izniyle bizler de sizlere ulaşacağız. )
Evet Aişe validemiz kabir ziyareti esnasında ne söyleyeceğini sorar, Allâh Resûlu (s.a.s)’da ona duayı öğretir. Fâtiha, Yâsin sûrelerini veya üç tane İhlâs sûresi okuyacağını öğretmez. Bu sûrelerin okunması meşru olsaydı Allâh Resûlu (s.a.s) bunu gizlemezdi. Çünkü ihtiyaç anında beyanın geciktirilmesi câiz değildir. Eğer Allâh Resûlu (s.a.s) bunlardan bir şey öğretmiş olsaydı bu bizlere ulaşırdı.
Başka bir hadiste şöyle gelir: ( Evlerinizi kabirlere çevirmeyin, çünkü şeytan Bakara suresinin okunduğu evden kaçar.)[31]
Diğer bir hadiste: ( Evlerinizde namaz kılın, kabirlere çevirmeyin.)[32]
Allah Resûlu (s.a.s), kabirlerin Kur’ân okuma ve namaz kılma yeri olmadığını bizlere bildirmiş, onun için de evlerde Kur’ân okunmasını ve nafile namaz kılınmasını teşvik etmiştir. Evlerin, Kur’ânın okunmadığı kabirlere çevrilmesini de yasaklamıştır.
Dolayısıyla kabristanda Kur’ân okunmasını Ebû Hanîfe, Mâlik ve diğer selef alimleri kerîh görmüşlerdir.
Sunen’in sahibi olan Ebû Dâvut şöyle der: « Ahmed’e kabirde Kur’ân okunması hakkında soruldu, o da ‘okunmaz’ dedi »[33].
Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye şöyle der: « Şafii’den bu konu hakkında bir söz sabit değildir, bu da onun kabristanda Kur’ân okunmasını bid’at saydığı içindir »[34].
İmam Mâlik şöyle der; « Bunu yapan birisini bilmiyorum, dolayısıyla sahâbe ve tabii’nin bunu yapmadığı ortaya çıkar ».
Diğer taraftan Hallâl’ın rivayetinde, İbn Umer’in definden sonra kabri başında Bakara suresinin başı ve sonunun okunmasını vasiyet ettiğine dair gelen eser sabit değildir. Olsa bile, ona has bir fiildir. Peygamberimizden (s.a.s) konu hakkında böyle bir şey bize ulaşmamıştır. Bundan dolayı bu delil olamaz.
Yine İbn Ebi Şeybe’nin zikrettiği başka bir eserde, Şa’bî şöyle der: « Ensar ölünün yanında Bakara suresini okurlardı ». Senedindeki Mucalid b. Saad yüzünden rivâyet zayıftır. Ayrıca İbn Ebî Şeybe rivayete şu başlığı koymuştur; « Ölüm döşeğinde iken hastanın yanında ne söyleneceği babı ».
Diğer taraftan Hallâl ve Deylemî’nin rivâyet ettikleri uydurma bir rivayette, ( Her kim kabristana uğrar ve Kul Huvallâhu Ahad’ı on bir kere okur, ecrinide ölülere bağışlar ise, ölülerin sayısı kadar ona sevab verilir.) ez-Zehebî, İbn Hacer, es-Suyûtî ve İbn Arrâk rivayetin uydurma olduğunu söylemelerine rağmen, Merâki’l-Felâh’ın üzerine yazdığı haşiyede Tahtâvî, bu uydurma rivayeti kabristanda Kur’an okunacağına dair delil getirir!!!
Müslümanın üzerine düşen, sünnete yapışıp bid’attan kaçınmasıdır. Velev ki insanlar bid’atı güzel görselerde. Çünkü her bid’at dalâlettir.
(Yaşlı kadınların dinine yapışın)
Bunun aslı yoktur.
Buna rağmen Gazâli İhyâ[35] da rivâyetiAllâhResûlu (s.a.s)’enisbet eder! İhyâ üzerinde tahriç çalışması yapan el-Irakî, avamın bu rivayeti dilinde dolaştırdığını, sahih ve zayıf bir aslının olmadığını söyler.
18- ( اختلاف أمتي رحمة )
Ümmetimin ihtilafı rahmettir) Bunun aslı yoktur.
Muhaddisler bu rivayetin senedini bulmak için çokça gayret sarfetmelerine rağmen bunda muvaffak olamamışlar. es-Subki şöyle der: «Muhaddislerce bu rivayet bilinmemektedir, ben rivayetin ne sahih ne zayıf ne de uydurma bir senedini bulamadım.»
Ayrıca rivayet, manâ olarak da, muhakkik alimler tarafından münker görülmüştür. İbn Hazm[36] şöyle der; « Bu söylenen en kötü sözlerdendir, çünkü eğer ihtilaf rahmet olursa o zaman ittifak ta gazab olur. Hiç bir müslüman da bunu söylemez. Çünkü ya ittifak ya da ihtilaf veya rahmet ya da gazab vardır.»
Bu rivayetin kötü izlerinden birisi de, bir çok müslümanın aslı olmayan bu hadis sebebiyle, dört mezheb arasındaki şiddetli ihtilafları kabul etmesidir. İhtilafa düştükleri konularda Kur’an ve sahih sünnet’e katiyen dönme çabasında bulunmazlar. Aslında imamları (Allah onlardan razı olsun), onlara Kur’an ve sahih sünnete dönmelerini emretmişlerdir. Ancak mukallidler dört mezhebi çeşitli şeriatlar şeklinde görmekteler. Böylece şeriat’a zıtlık nisbet etmiş olmaktalar! Bu durum bu tür ihtilafların Allah’tan olmadığını gösteren en büyük delildir. Allah’ın; ( Eğer o, Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok ihtilâf (tutarsızlık) bulurlardı.)[37] ayetini düşünselerdi bu tutarsızlığın, bu çelişkinin Allah’tan olmadığını anlarlardı. Sonra nasıl olurda mezheblerin aralarındaki birbirlerine zıt ihtilaflar uyulan bir şeriat ve indirilen bir rahmet olabilir?!
Aslı olmayan bu hadis sebebiyle müslümanlar, dört mezheb imamından sonra günümüze kadar, bir çok itikadî ve amelî meselelerde ihtilaf etmeye devam etmişler. Eğer onlar, bir çok Kur’an ayetinin ve hadislerin kötülediği ve İbn Mesud’un da şer olarak vasfettiği ihtilafı kötü görselerdi elbette ittifaka koşarlar, çoğu konularda da doğruyu yanlıştan, hakkı da batıldan ayırırlardı. Sonra da aralarında olabilecek bazı ihtilaflardan dolayıda birbirlerini mazûr görürlerdi. Ancak niçin uğraşsınlar ki, zaten onlar ihtilafın rahmet, mezhebleride bu ihtilaflı haliyle çeşitli şeriatler olduğunu görmekteler?!
Sözün özü şudur; dinde ihtilaf kötülenmiştir. Ondan kurtulmaya çalışmak gerekmektedir. Çünkü ihtilaf, ümmetin zayıflamasına sebebtir. Allahu Teala’nın dediği gibi: (Birbirinizle çekişmeyin, sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider.)[38]
Çekişme, ihtilaf’a rızâ göstermek ve bunun rahmet olduğunu söylemek, ayeti kerim’e ile çatışmaktadır. Bu konuyla ilgili, aslı olmayan bu rivâyetten başka hiçbir dayanakları yoktur.
(Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidâyet bulursunuz)[39]
Bu hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan Sellâm b. Suleym yalancı olup, İbn Hibban’ın da dediği gibi uydurma hadisler rivayet etmiştir. Diğer bir râvi olan Hâris b. Gusayn ise bilinmemektedir.
Buna rağmen Şa’rânî şöyle der:« Bu hadis hakkında muhaddisler (zayıflığına dair) konuşmuş olsalar bile, keşf ehline göre sahihtir! »[40]
Ancak Şa’rânî’nin bu sözü hiç şüphesiz batıldır! Çünkü keşf yoluyla hadislerin tashih edilmesi tasavvufi bir bid’attır. Bunu asıl kabul etmek, biraz önceki hadis gibi aslı olmayan batıl hadislerin sahih olduğunu kabule götürmesi demektir. Keşf, sahih olarak vukû bulur ise, en iyi durumda bile, rey ile aynı derecededir. Rey ise, hata da eder isabette edebilir. Tabi ki buna heva karışmamış ise bu böyledir. Allah’ın rızası olmayan herşeyden selâmet dileriz.
El-Hatib’in[41] rivayet ettiği daha uzun metinden oluşan diğer bir uydurma hadis hakkında es-Suyutî şöyle der: « Bu hadiste bazı faideler vardır, şöyle ki ; Resûl (s.a.s)’in kendisinden sonra furu’da ki ihtilafları haber vermesi onun mucizelerindendir, çünkü bu gaybtan haber vermektir. Ve onun buna rızası ve onayı sözkonusudur. Öyle ki bunu rahmet kılmış ve mükellefi istediğini almakta serbest bırakmıştır...»!
Buna cevap olarak şöyle denir; önce es-Suyutî’nin rivayetin sahih olduğunu isbat etmesi gerekir ki, sonradan da o rivayetten hükümler çıkarabilsin.
Bu rivayetin uydurma olduğuna bir başka delil de; nasıl olur da Peygamber (s.a.s) sahabeden olan her bir ferde uymamızı tavsiye edebilir? Kaldı ki sahabe arasında âlim olduğu gibi, ilimde orta seviyeli ve daha da aşağı olanlar vardı. Konuyla ilgili gelen rivayetlerin uydurma olduğunu söyleyen İbn Hazm şöyle devam eder: « Çünkü Allah Teala Peygamberi (s.a.s)’i ( O, arzusuna göre konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir)[42] şeklinde nitelendiriyor ise, Peygamber (s.a.s.)’in şeria’ta dair bütün sözlerinin gerçek ve şüphesiz olarak Allah’tan geldiği anlaşılır. Allah’tan gelen şeyde de ihtilaf olmaz. Çünkü ayette ( Eğer o (Kur’an), Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı )[43] buyurulmuştur. Allah ( Birbirinizle çekişmeyin ) ayetiyle bizlere tefrika ve ihtilafı yasaklar. Dolayısıyla sahabeden her birine tâbî olmamızı Allah Resulu (s.a.s)’in bizlere emretmesi imkansızdır. Çünkü sahabenin içerisinde birisinin helal kıldığını haram kılan bulunabilmektedir. Eğer durum böyle olsaydı, Semure b. Cundup’a uyarak içkinin satışı helâl olurdu. Ebû Talha’ya uyarak ta oruçlunun dolu yemesi helâl olurdu (orucu bozulmazdı). Bunlar diğer sahabelere tâbî olunduğunda da haram oluyor. İbn Hazm Allah Resulu (s.a.s)’in ölümünden önce ve sonraki dönemde sahabe’den sadır olan sünnete isabet edemedikleri bazı görüşleri uzunca anlattıktan sonra şöyle der; « Nasıl olurda hem hata hem de isabet eden bir kavmi taklid etmemiz caiz olur »?
Konuyla ilgili diğer bir uydurma rivayette:
( Ehli beytim yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz )
Ravilerinden olan Ahmed b. Kâsım er-Reyyân hakkında ez-Zehebî, yalancı olduğunu söyler. Bu rivayet yalancı olan Ahmed b. Nubeyt nüshasındadır. Dolayısıyla İbn Arrâk[44] rivayetin uydurma olduğunu beyan eder.
( Gerçekten dolu ne yemektir ne de içecek )[45]
Hadis Münkerdir.
Ali b. Yezid b. Cüd’ân yoluyla, Enes (r.a) şöyle der: ( Gök yüzünden dolu yağar, bunun üzerine Ebû Talha şöyle dedi: « Bu doludan bana verirmisin », oruçlu olduğu halde ramazanda yemeğe başlar! O’na dedim ki ; « oruçlu olduğun halde dolumu yiyiyorsun »? Bana şöyle cevap verdi; « Bu dolu gök yüzünden inmiş olup onunla midelerimizi temizleriz, o ne yemek ne de içecektir »! Enes de ki; « Resulullah’a (s.a.s) geldim ve Ona haber verdim », O da: « Bunu amcandan al », dedi )
Bu hadisin senedi zayıftır.
Çünkü ravilerinden olan Ali b. Yezid zayıf olup yanlışlıkla mevkûf[46] rivayetleri merfû kılar. Bu hadisin illetide zaten budur; Sika (güvenilir) raviler, Enes kanalıyla Ebû Talha’ya mevkûf olarak rivayet ederler. Ali b. Zeyd ise, tam tersine Nebî (s.a.s)’e kadar hadisi ref eder. Dolayısıyla hadisin ref edilmesi münkerdir.
Şube, o da Katade ve Humeyd’in Enes’ten gelen rivayetinde:
( Dolu yağdı, Ebû Talha oruçlu olduğu halde yemeğe başladı, ona; « Oruçlu olduğun halde mi yiyiyorsun » denilince? O da; « Gerçekten bu berekettir »! der)[47]
Hadisin senedi Buhari ve Müslim’in şatına göre sahihtir.
Tahâvî kendi rivayetinde el-Bezzâr’ın bunu mevkûf olarak rivayet ettiğini ve şu ziyadeliği getirdiğini söyler. « Bunu Said ibn el- Museyyib’e söyledim, bunu kerih gördü ve dolunun susuzluğu kestiğini söyledi ».
el-Bezzâr da şöyle der : « Biz bu fiili ancak Ebû Talha’dan biliyoruz ».
Dolayısıyla bu rivayet mevkûftur, Nebi (s.a.s)’in burada zikri geçmemektedir. Bilâkis Ali b. Zeyd hadisi ref etmekle hatâ etmiştir.
Böylelikle mevkûf rivayet, yukarıdaki (Ashabım yıldızlar gibidir...) hadisinin batıl olduğuna delildir. Eğer (Ashabım yıldızlar gibidir...) hadisi sahih olmuş olsaydı, ramazan da dolu yiyenin orucu, Ebû Talha (r.a)’ya uyulduğundan bozulmamış olurdu. Bilindiği kadarıyla bu sözü bugün hiç bir müslüman söylemez.
( Kim nefsini bilirse Rabbini de bilmiştir)
Bu sözün aslı yoktur.
Hafız Es-Sehâvî şöyle der: « Ebû Muzaffer b. Sem’âni der ki: ‘Bu söz merfû olarak bilinmez, bilakis Yahya b. Muâz er-Razi’nin sözü olarak hikâye edilir.’ »[48] en-Nevevi rivayetin sabit olmadığını söyler. Suyûtî[49] de buna katılır.
Şeyh Aliyyu’l-Kâri,[50] İbn Teymiyye’nin rivayet hakkında uydurma dediğini nakleder.
Kamûs’un sahibi Fiyruz Abâdîise şöyle der: « Bu Nebevî hadislerden değildir, çoğu insanlar bunu Nebi (s.a.s.)’in hadislerinden sayarlar. Ancak aslı yoktur, bilâkis İsrailiyattandır: ‘Ey insan nefsini bil ki; Rabbini tanıyasın’.»
İhtisas ehlinin hadis hakkındaki hükmü budur. Buna rağmen bazı son dönem Hanefî fukahâsı bu hadisin şerhi hakkında kitab yazmışlardır. Ayrıca ileride gelecek olup aslı olmayan ( كنت كنزا مخفيا ... ) ( Ben gizli bir hazineydim...) rivayetinin şerhi hakkında da özel bir risâle yazılmıştır. Bütün bunlar bu fukahâ’nın maalesef, hadisçilerin sünnete olan hizmetleri ve sünnete dışarıdan sokulanları arındırma gayretlerinden istifade etmek için çalışmadıklarını gösterir. Bunun içindir ki, kitablarında zayıf ve uydurma hadisler çoktur.
( Her kim abdestten sonra (İnnâ enzelnâhu fi leyleti’l-kadri) suresini bir kere okur ise, doğrulardan olur. Her kim iki kere okur ise, şehitler divânına yazılır. Her kim de üç kere okur ise, Allah onu Peygamberler ile haşreder.)
Bu hadis uydurmadır.
ed-Deylemî Müsnedu’l-Firdevs[51] te, Ebû Ubey’de kanalından rivayet eder, Ebu Ubeyde ise mechûldur. Rivayetin başka bir illeti de Hasen el-Basrî an ana sigasıyla rivayet etmiştir. Hafız es-Sehâvî, rivayetin aslının olmadığını söyler.
Bu uydurma rivayet, abdestten sonraki okunan sahih senedli duaların ihmâl edilmesine götürür. Müslim ve Tirmizi de gelen hadis şu lafızladır: ( Eşhedu en la ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke lehû ve eşhedu enne Muhammeden abduhû ve resûluhû, Allahumme ic’alnî mine’t-tevvâbine vec’alnî mine’l-mutetahhirîne.)
Veya şöyle de söyleyebilir: ( Subhâneke Allahumme ve bihamdike eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estagfiruke ve etûbu ileyk.) Hadisi el-Hâkim sahih bir isnad ile rivayet etmiştir.
( Ensenin meshi (cehennemde) zincirlemeden korur )
Hadis uydurmadır.
en-Nevevî[52] bu rivayetin uydurma olup Peygamber (s.a.s.)’in sözlerinden olmadığını söyler. es-Suyûtî[53] de bu sözü en-Nevevi’den naklederek ona katılır.
Konu ile ilgili başka bir rivayette:
( Her kim abdest alırda ensesini meshederse kıyâmet günü zincirlenmez.)[54]
Ravilerinden olan Muhammed b. Amr’ın zayıflığı hakkında ittifak edilmiştir. Nitekim Muhammed b. Ahmed Ebu Bekr Mufîd de, Hâfız el-Irakî’nin de ifade ettiği gibi rivayetin mevzû sayılmasına sebebtir. Aynı şekilde ez-Zehebî ve İbn Hacer’de bu raviyi suçlarlar.
Kaldı ki bu rivayetler münker sayılır, çünkü Resûl (s.a.s.)’in abdestinin sıfatına dair gelen hadislerin hepsine muhaliftir. Hiç birinde ensenin meshedilmesi zikredilmemiştir.
Ancak Talha b. Musarraf’ın babasın’dan onun da dedesinden gelen rivayette:
( Resulullah (s.a.s.)’i başını bir kere meshederken gördüm, ensenin başlangıcına kadar ulaştı.)
Diğer bir rivayette :
( Başını önden başlayarak arkaya kadar meshetti, öyleki elini kulaklarının altından çıkarttı.)
Rivayeti Ebû Davûd ve başkaları tahrîç etmiştir. Muhaddisler, zaaf, cehâlet ve râvi Musarraf’ın babasının sahabe olup olmadığı hakkında ki ihtilafla birlikte üç tane illet zikrederler. Dolayısıyla başta en-Nevevî, İbn Teymiyye ve Askalânî olmak üzere muhaddisler, hadisin zayıf olduğunu belirtmişlerdir.
( Rabbim beni terbiye etti ve terbiyemi en güzel şekilde yaptı.)
Hadis zayıftır.
İbn Teymiyye, manasının doğru olduğunu ancak rivayetin sabit bir isnadının bilinmediğini söyler. es-Sahâvî ve es-Suyûtî de İbn Teymiyye’yi desteklerler. Daha fazla bilgi için Keşful Hafâ’ya[55] bakılabilir.
( Müezzinin, Eşhedu Enne Muhammeden Resulullah... dediği esnada işaret parmaklarının içiyle gözlerin meshedilmesi, bunu yapanın (s.a.s.)’in şefaatına nail olacağı, hadisi. )[56]
Sahih değildir.
İbn Tâhir[57] hadisin sahih olmadığını söyler. eş-Şevkânî[58] ve es-Sahâvî[59] de İbn Tâhir’e katılırlar.
( Vakit geçmeden önce namazı kılmaya, ölümden önce de tevbe etmeye acele edin. )[60]
Hadis uydurmadır.
Ancak manası sahihtir.
( İnsanların hepsi ölüdür; ancak alimler, alimler de hepsi helâk olmuştur; ancak amel edenler, amel edenlerin hepsi ise boğulmuştur; ancak ihlaslı olanlar, ihlaslı olanlar da büyük bir tehlike üzeredirler. )
Hadis uydurmadır.
es-Sagânî aynı kaynakta rivayeti nakleder ve şöyle der: « Bu hadis iftiradır ve fasih değildir ».
Tasavvufcuların sözlerindendir, ancak bazı câhiller bunu Resûl (s.a.s.)’e nisbet etmişlerdir.
( İsa’dan başka Mehdî yoktur.)[61]
Hadis münkerdir.
Muhammed b. Hâlid el-Cenedî hadisi; Ebân b. Sâlih’ten o da el-Hasen’den o da Enes’ten merfû olarak rivâyet etmiştir. Bu sened zayıf olup üç tane illeti vardır.
İlki: el-Hasenu’l-Basrî hadisi an ane sigasıyla rivâyet etmiştir ve kendisi müdellistir.
İkincisi: el-Hâfiz İbn Hacerî’n de belirttiği gibi Muhammed b. Hâlid bilinmemektedir.
Üçüncüsü: Senedteki ihtilâf; bunu da el-Beyhakî belirtir. el-Beyhakî, Mehdî’nin çıkacağına dair gelen hadislerin hiç şüphesiz daha sahih olduğunu söyler.
Bu nedenle ez-Zehebî el-Mizân’da bu haberin münker olduğunu bildirir. es-Sâgânî ise, eş-Şevkânî’nin[62] naklettiği üzere, rivâyete uydurmadır der. Hâfız İbn Hacer[63] de, bu hadisin Mehdî hadislerine olan muhalefetinden dolayı bunu kabul etmediğini işaret eder.
Bu hadisi Kâdiyâniyye taifesi, iddia ettikleri peygamberlerine davet etmek için kullanırlar. Bu, sözde peygamber, kendinin peygamber olduğunu, sonrada son zamanda ineceği müjdelenen İsâ b. Meryem olduğunu iddia etmiştir. Yukarıdaki münker hadise binaen de İsâ’dan başka Mehdî’nin olmayacağını öne sürer. Anlayışı zayıf olan bir çok insan arasında bu kişinin daveti revaç bulmuştur. Zaten bâtıl olan her davet böyledir, ona sahip çıkıp davet eden insanlar hep bulunur.
( Müminin artığı şifadır. )
Bu sözün aslı yoktur.
Bunun böyle olduğunu Ahmed el-Gazzî[64] ifâde eder. el-Aclûnî[65] de buna katılır.
( Mehdî, amcam Abbas’ın çocuğundandır. )[66]
Hadis uydurmadır.
Râvilerinden olan Muhammed b. Velîd el-Kuraşî hadisi tek başına rivayet etmiştir. İbn Adiy, onun hadis uydurduğunu söyler. Ebû Arûbe ise onun yalancı olduğunu bildirir. el-Munâvî,[67] İbnu’l-Cevzî’den naklederek aynı illetle hadisi cerheder. Böylece es-Suyûtî’nin bu hadisi el-Câmi’us-Sagir de nakletmesinin hata olduğu anlaşılmış oldu.
Hadisin uydurma olduğuna dâir bir başka delilde; Allâh Resûlû (s.a.s.)’in başka bir hadisiyle çelişmesidir. Hadis şöyledir;
( Mehdî benim zürriyyetimden, Fâtıma’nın çocuğundandır.)[68]
Bu hadisin senedi ceyyid (iyi) olup bütün ravileri güvenilirdir.
( Tesbih ne güzel hatırlatıcıdır...)[69]
Bu söz uydurmadır.
es-Suyûtî bu hadisi el-Munhâ fis’sibha[70] da zikretmiştir. eş-Şevkânî[71]de ondan nakleder. Her ikiside rivâyet hakkında bir şey söylemeyip susarlar.
Ancak râvilerin bir kısmı bilinmemekte ve bazılarıda yalanla ittiham edilmişlerdir.
Ayrıca hadis, mana olarak batıl manalar içermektedir, şöyleki;
İlki: Boncuklarla olan tesbih bid’attır, çünkü Peygamber (s.a.s.)’in zamanında olmayıp, O’ndan sonra icâd edilmiştir. Lugat alimleri, tesbih’in yeni bir kelime olduğunu ve Arablar’ın bu kelimeyi tanımadığını söylerler. Bu itibarla nasıl olurda, Allâh Resûlû (s.a.s.), Ashabına bilmedikleri bir şeyi tavsiye eder.
İbn Vaddâh el-Kurtubî,[72] Salet b. Behrâm’dan rivâyet ettiği bir eserde;
(İbn Mesûd boncuklarla tesbih çeken bir kadına uğrar, onları kopartıp atar. Sonrada taşlarla tesbih çeken bir adama gelir ve ayağı ile vurur. Ardından şöyle der: « Çok ileriye gittiniz! Karanlık bid’atlara daldınız! Muhammed (s.a.s.)’in Ashâbını ilimde geçtiniz! »)
Bu eserin senedi Salet’e kadar sahihtir, kendisi güvenilir bir râvi olup tabii’nin etbasındandır. Ancak sened munkatidir (ke------).
İkincisi: Boncuklarlatesbih çekmek Allâh Resûlû (s.a.s.)’in yoluna muhaliftir. Bu konuda Abdullâh b. Amr şöyle der:
( Allah Resûlû (s.a.s.)’i sağ eliyle tesbih çekerken gördüm)[73]
Ayrıca Allâh Resûlû (s.a.s.)’in bazı hanımlarına verdiği emre de uymamaktadır. Şöyle der:
( Sizlere Subhânâllâh, Allâhu Ekber deyip Allâh’ı eksiklikten tenzih etmeyi emrederim. Gaflet edipte Lâ İlâhe İllalâh’ı unutmayın, parmaklarınızla tesbih çekin çünkü onlar sorulur ve konuşturulurlar.)
Bu hadis hasendir.
Hadisi Ebû Dâvud ve diğerleri rivâyet etmişlerdir. el-Hâkim ve ez-Zehebî hadisin sahih olduğunu söylerler. en-Nevevî ve el-Askalânî[74] ise hasen hükmünü vermişlerdir. Birde bu hadise şahid olan Âişe (r.anha)’ya mevkûf olan rivâyeti de Ebû Dâvud tahrîç etmiştir.
Boncuk ve benzerleriyle tesbih çekmenin meşrûluğuna dâir yukarıda es-Suyûtî’nin ismi geçen risalesinde naklettiği iki hadise gelince:
İlki: Sad b. Vakkâs’tan; Kendisi Allâh Resûlû (s.a.s.) ile bir kadının yanına giderler, kadının önünde tesbih çektiği çekirdek veya taşlar vardır. Allâh Resûlu (s.a.s.) şöyle der:
(Sana bunda daha kolay veya daha faziletli olanı bildireyimmi? Diyerek şöyle buyurur; «Subhânallâhi Adede Mâ Halaka Fi’s-Semâi...»)[75]
ez-Zehebî ve İbn Hacer, râvilerden olan Huzeyme’nin bilinmediğini söylerler. Saîd b. Hilâl ise şuuru bozulduğundan hadisleri karıştırmıştır. Bazı güvenir raviler de Huzeyme’yi zikretmemişlerdir. Dolayısıyla hadis hakkında hasen hükmünü veren et-Tirmizî ile, sahih hükmünü veren el-Hâkim hata etmişlerdir.
Yukarıda zikri geçen illetleri bilmeden veya görmemezlikten gelen çağdaş bazı hevâ ehli, bu tür hakikatları bilmiyormuş gibi hareket eden şeyhleri yâni Abdullâh el-Gumâri’yi taklid ederler. Bu kişi bu hadisi Kenz’in[76] de nakleder, böylelikle müridlerine boncuklarla tesbih çekmeyi sonra da boyunlarına takmayı câiz kılar!
İkincisi: Safiyye Şöyle der:
( Allâh Resûlû (s.a.s.) önümde tesbih çektiğim dört bin tane çekirdek olduğu halde yanıma geldi. Dedi ki :« Ey Huyeyye’nin kızı bu nedir»?! Dedim ki: « Onlarla tesbih çekerim ». Dedi ki: « Başında durduğumdan beri bundan daha fazla tesbih ettim ». Dedim ki: « Ey Allâh’ın Resûlû banada öğretsene »! Dedi ki: « Şöyle de: Subhânallâhi Adede Ma Halakallâhu Min Şey’in...»)[77]
et-Tirmizî hadise zayıf hükmünü şu sözüyle verir: Bu hadis garîbtir...hadisin isnâdı bilinmemektedir.
Râvilerinden olan Hâşim b. Saîd hakkında Hâfız İbn Hacer[78] zayıf olduğunu söyler.
Ayrica yukarıda geçen iki hadisin zayıf olduğuna bir başka delilde, bu hâdisenin İbn Abbâs’tan sabit olmasıdır ki, rivâyette tesbih için kullanılan taşlardan bahsedilmemektedir. Hadisin lafzı şöyledir:
( Cuveyriyye’den; Peygamber (s.a.s.) Cuveyriyye kendi mescidinde olduğu halde sabah namazının akabinde onun yanından çıkar. Duhâ namazını kıldıktan sonra döner ve Cuveyriyye’yi oturur halde bulur ve şöyle der: « Hâlâ seni bıraktığım hâl üzeremisin »? Cuveyriyye « evet » der. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurur: « Ben senden sonra üç defa dört tane kelime söyledim. Eğer bugün senin söylediğinle tartılacak olursa ağırlıkta aynı gelirdi: ‘Subhânallâhi ve bihamdihi; adede halkihi, ve ridâ nefsihi, ve zinete arşihi, ve midâde kelimâtihi’ ».)[79]
Bu sahih hadis iki şeye delalet eder:
İlki: Bu hâdisede ki kişi Cuveyriyye’dir, yukarıdaki ikinci hadiste geçen Safiyye değildir.
İkincisi: Hâdisede geçen taşlar ile tesbih münkerdir. Bunu yukarıda geçen İbn Mesûd’un karşı çıkması da desteklemektedir. İbn Mesûd’un medresesinden mezûn olan İbrâhîm b. Yezîd en-Nehaî el-Kûfî, kızının tesbih iplerini sarması için yardım etmesini yasaklardı.[80]
Diğer taraftan biri gelipte, parmaklar ile olan tesbihin, adet çoğaldıkça sayısının muhafazasının imkansız olduğunu söylerse, ona şöyle deriz: Bu karmaşalığa sebeb diğer bir bid’attır. Yâni dinimizde gelmediği şekilde, Allâh’ın çokça belirli bir sayıda zikredilmesidir. İşte bu bid’at boncuklarla tesbih bid’atına götürür. Sahih sünnette sabit olan en çok zikir adedi yüz’dür. Bunu da âdet edinen kişi kolaylıkla yanlışsız bir şekilde yapabilir. Parmaklarla tesbihin daha faziletli olduğuna ittifak etmelerine rağmen, boncuklarla yapılan tesbih parmaklarla sünnet olan tesbihi fiilen bitirmiştir. Birde insanlar bu bid’at ile yeni icatlar getirmişlerdir. Tarikatçılar bunu boyunlarına bile asarlar. Şeyhleri olan Abdullâh el-Gumârî, tesbihin boyuna asılmasını yazıcının kalemi kulağına koymasına kıyas ederek, bunda bir sakıncanın olmadığını söyler! Ancak boncuklarla tesbih hadisi görüldüğü gibi uydurmadır. Bazılarıda hem seninle konuşur hemde elindeki tesbihiyle tesbih çeker veya senin sözüne kulak verir. Kimi de selâmı telaffuz etmeden tesbihini kaldırarak alır. Bu bid’atın daha birçok yanlışlığı vardır. Şairin dediği gibi:
Her türlü hayır selefe uymadadır,
Her türlü şerde halefin bid’atındadır.
( Hatib minbere çıktığında, namazda yoktur, konuşmakta )
Bu rivâyet batıldır.
Halk arasında bu lafızla şöhret bulmuş olup, bazı beldelerde minberlere dahi asılmıştır. Bu rivâyeti Taberânî el-Kebir’de İbn Umer’den merfu olarak rivâyet etmiştir. Rivâyetin lafzı şöyledir:
( Biriniz mescide girdiğinde imam minberde ise, bitirinceye kadar namazda yoktur, konuşmakta).
Râvilerinden olan Eyyub b. Nuheyk hakkında, Ebu Hâtim: « Bu kişinin hadisi zayıftır » der. el-Heysemî bu râvinin metrûk olduğunu ve bir çok ilim ehlinin o’nu zayıf kıldığını söyler. İbn Hacer de « bu hadis zayıftır der ».[81]
Senedi zayıf olmasına rağmen bu hadise bâtıl hükmünün verilmesi iki sahih hadise olan muhalefetindendir:
İlk hadis:
( Biriniz cuma namazına geldiğinde imam (minbere) çıktı ise iki rekat kılsın )
Bu hadisi Buhârî ve Müslim Câbir (r.a.) dan merfû olarak rivâyet etmişlerdir.
Câbir’den gelen başka bir rivâyette;
( Bir adam, Allâh Resûlu (s.a.s.) cuma günü hutbe verir iken gelir. Resûl (s.a.s.) ona: « Namaz kıldın mı?» der. O da « Hayır » deyince. « Öyleyse kalk ve iki rek’at kıl » der. ) Bu hadisi Müslim rivâyet etmiştir.
Bu sahîh hadisler, imamın hutbeye çıkmasından sonra camiye girenin, oturmadan önce iki rek’at namaz kılması gerektiğini vurgular. Ancak daha yukarıdaki hadis bunu yasaklamaktadır! Katmerleşmiş cehâletten dolayı bazı hatiblerin bu namazı kılanlara mâni olmaya çalıştıklarını görürsün. Bunların Allâh’ın şiddetli tehdidi altına girmelerinden korkulur. Âyette ;
( Namaz kılarken bir kulu menedeni gördünmü? ) (el-Alak) buyrulmaktadır.
Başka bir ayette ise Allâh’u Teala şöyle buyurur:
( Onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok acıklı bir azap isâbet etmesinden sakınsınlar ). (Nur, 63)
İkinci hadis:
( Cuma günü imam hutbe verirken arkadaşına dinle dediysen, boş söz etmişsindir ).
Buhârî ve Müslim rivâyet etmiştir.
Bu hadis, (imam hutbe verirken) sözü mefhûmuyla şuna delâlet eder: İmam hutbe vermediği sürece kelâma bir mâni yoktur. Bunu, Umer (r.a.)’nun dönemindeki tatbikat desteklemektedir. Salebe b. Ebî Mâlik şöyle der:
( İnsanlar Umer b. el-Hattâb minbere oturduğunda müezzin susana kadar konuşurlardı, Umer minberde ayağa kalktığında, her iki hutbeyi bitirene kadar hiç kimse konuşmazdı. )
Bunu Mâlik[82] ve et-Tahâvî[83] rivâyet etmiştir. İkisininde isnâdı sahihtir.
Böylece imamın minbere çıkması değilde, sözünün konuşmayı kestiği ve imamın minbere çıkmasının tahiyyetu’l-mescid namazını kılmaya mâni olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu da yukarıda geçen hadisin batıl oluşuna delildir.
33-( صلاة بعمامة تعدل خمسا وعشرين صلاة بغير عمامة، وجمعة بعمامة تعدل سبعين جمعة بغير عمامة. إن الملائكة ليشهدون الجمعة معتمين، ولا يزالون يصلون على أصحاب العمائم حتى تغرب الشمس )
( Sarık ile kılınan namaz sarıksız kılınan namazın yirmi beşine eşittir. Sarık ile kılınan cuma namazı sarıksız kılınan cumanın yetmişine eşittir. Gerçekten melekler sarıklıların cumasına katılırlar, güneş batana dek sarıklılar üzerine salât getirirler. )
Bu hadis uydurmadır.
İbn Neccâr rivâyet etmiştir. İbn Hacer[84] « Bu uydurma bir hadistir » der. Bunuda es-Suyûtî Zeyl el-Ehâdis el-Mevdûa[85] naklederek bu hükme katılır. İbn Arrâk[86] da aynı şekilde buna uyar.
Sonradan es-Suyûtî bunu unutarak hadisi el-Câmiu’s-Sagîr de zikreder. el-Munâvi, eserin Şerh’inde İbn Hacer’in hadise uydurma dediğini naklederek es-Suyûti’nin hata ettiğini belirtir.
Aslında es-Suyûtî mezkur eserinde uydurma hadisleri zikretmeyeceğini bildirmiştir, ama kendisi dahi başka kitablarında bazı hadislerin uydurma olduğuna hükmetmiştir.
Dolayısıyla hakkı kişilerle tanıma, önce hakkı bil, böylece kişileri tanırsın.
Hâfız b. Hacer, selim olan aklın onaylamadığı ve hadiste vadedilen sevabtaki mubâlağadan dolayı, buna uydurma hükmünü verir. Eğer bunlar olmasaydı hadisi zayıf kılmakla yetinirdi. Çünkü senette ithâm olunan kimse yoktur. Bunu bu şekilde anladıysan aşağıdaki hadisin hükmünü daha iyi anlarsın.
( Sarık ile kılınan iki rek’at, sarıksız kılınan yetmiş rek’attan daha hayırlıdır )
Hadis uydurmadır.
es-Suyûtî bunu el-Câmiu’s-Sagir de zikreder. ed-Deylemî’nin Musned el-Firdevs’te Cabir’den rivâyet ettiğini bildirir. Bir önceki hadiste olduğu gibi, uygun olan hadisi Zeyl el-Ehâdis el-Mevdûa kitabına almasıydı. Çünkü sarıkla kılınan namazın sevabındaki mubâlağa bunda daha da fazladır.
Aslında hadisi Ebû Nuaym rivâyet etmiş olup, ondan da ed-Deylemî almıştır.
Hadisin râvilerinden olan Târık b. Abdurrahmân’ı el-Buhârî ed-Duafâ’da zikreder, el-Hâkim de, « hafızası kötüdür » der. es-Sahâvî bu hadisin sabit olmadığını söyler.
Hâfız b. Receb el-Hanbelî’nin ilel et-Tirmizî’ye[87] yaptığı şerhte şöyle gelir: Ahmed b. Hanbel’e sarıklı kılınan namazın sarıksız kılınan namazdan yetmiş defa daha faziletli olduğuna dair hadis sorulduğunda, « bu yalandır, bu batıldır » der.
( Sarıkla kılınan namaz onbin hasenata eşittir )
Hadis uydurmadır.
ed-Deylemî[88] senediyle Ebân’dan oda Enes’ten merfû olarak rivâyet etmiştir.
Bunu es-Suyûtî Zeyl Ehâdis el-Mevdûa’da[89] zikrettikten sonra « Ebân ithâm edilmiştir » der. İbn Arrâk Tenzîh eş-Şerîa’da[90] es-Suyûtî’ye hadisin bu hükümde tabi olmuştur. es-Sahâvî’de el-Makâsıd [91] adlı kitabında İbn Hacer’e uyarak « Bu hadis uydurmadır » der.
Bu üç hadisin uydurma olduğuna dâir hiçbir şüphe yoktur. Çünkü hikmet sahibi olan eş-Şârî işleri doğru bir terâzi ile ölçer. Dolayısıyla sarıkla kılınan namazın sevabının, cemaatla kılınan namazın sevabıyla aynı olması veya kat ve kat daha fazla olması makûl değildir! Sonra cemaat namazının hükmüyle, sarık bağlamanın hükmü arasında çok büyük fark vardır. Sarık hakkında söylenecek en son hüküm müstehab olduğudur. Ancak tercih edilen; sarığın âdet olan sünnetlerden olduğudur. Sarık ibâdet olan sünnetlerden değildir. Cemaat namazına gelince, en azından müekked sünnet olduğu söylenmiştir. Ayrıca namazın şartlarından olduğu, namazın cemaatsız sahih olmayacağı da söylenmiştir. Doğru olan görüş ise, cemaat namazının farz (vacib) olduğudur. Ama terkedildiğinde kişi şiddetli bir günah kazanmasına rağmen namazı sahihtir. Bunun için nasıl olur da Alîm ve Hakîm olan Allâh, bunun sevabını sarıkla kılınan namazla eşit, bizzat daha aşağıda bir derece kılsın. Herhalde Hâfız b. Hacer bu manâyı hesaba katarak hadis hakkında uydurma hükmünü verir.
Bu tür uydurma hadislerin kötü tesirlerinden ve hatalı yönlendirmelerinden bir tanesi de; bizler bazı insanların namaza girmek istediklerinde başlarına mendil bağladıklarını muşâhede ederiz. Zannınca bu zikredilen sevaba nâil olacaktır. Halbuki bu kişi, nefsini temizleyen ve tezkiye eden bir amel işlememiştir.
Garib olan tarafı da şudur: Bazıları sakallarını keserek bu günahı işlerler. Namaz için kalktıklarında sakallarını kesmelerinden dolayı hiç bir eksiklik duymazlar, ve bu onları hiçmi hiç ilgilendirmez. Ancak sıra sarıkla namaz kılmaya gelince, onlara göre bu ihmal edilmemesi gereken bir iştir! Buna delil de şu durumlarıdır: Sakallı birisi namaz kıldırmak için öne geçtiğinde sarıklı değil ise, ondan razı olmazlar. Eğer sarıklı birisi, sakalını kesme günahıyla birlikte namaz kıldırmak için öne geçse, bu onları rahatsız etmediği gibi buna ehemmiyette vermezler. Böylece Allâh’ın dinini tersine çevirmişler. Allâh’ın haram kıldığını mubâh, mubâh kıldığını da vacib kılmışlardır.
Eğer sarığın fazileti sabit olmuş olsaydı, müslüman kişinin normal hallerinde zinet olarak kullanması istenilirdi. Tâ ki bununla diğer insanlardan ayrılmış olsun. Asıl maksad, ödünç olarak alınan sarıkla sayılı dakikalarda eda edilen namaz değildir, ki bitirir bitirmez alınıp cebe yeniden hapsedilsin! Çünkü müslüman kişinin namaz dışındaki sarığa olan ihtiyacı, namazın içindeki ihtiyacından daha fazladır. Özellikle mümin ile kafirin giyeceklerinin karıştığı bu asırda, sarık müslümanın şiarı olup onu kafirlerden ayırır durumdadır.
Sakal hakkında ise, Allâh Resûlu (s.a.s.) şöyle buyurur: ( Müşriklere muhâlefet edin, bıyıkları kısaltın ve sakalları bırakın ) Bu hadisi Buhârî ve Müslim rivâyet etmiştir.
Namaza başlarken, ödünç sarığın koyulması, namaz için insanın yüzüne ödünç sakal koyması gibidir. Bu ödünç sakalı muşâhede etmesek bile, günün birinde Avrupalıların taklidi babından müslümanların arasında yayılması hiçte uzak değildir. ed-Dimaşk’ta neşrolunan (2485) sayılı 1364 hicri tarihli el-Alem dergisinde şöyle bir haber vardır: « Londra- Lordlar meclisi toplandığında hava sıcaklığı artar, başkan ödünç olan sakallarını çıkarma iznini verir!»
( Güzel kadının yüzüne ve yeşilliğe bakmak görmeyi arttırır )[92]
Hadis uydurmadır.
ez-Zehebî el-Mizan’da bu haberin bâtıl olduğunu ifade eder. İbn Kayyım ise, bu hadis ve benzerlerinin zındıkların uydurması olduğunu söyler. es-Sagânî ehâdis el-Mevdûa[93] adlı kitabında rivayeti zikreder. Maalesef es-Suyûtî bu ve benzeri hadisleri el-Câmiu’s-Sagîr’ine almıştır.
( م
BU RİVAYETLERDEN SAKININ
1- ( الدين هو العقل، ومن لا دين له لا عقل له)
Hadis bâtıldır.
Nesâ’î « bu bâtıl ve münker bir hadistir » demiştir.
Hafız b. Hacer; aklın fazileti konusunda otuzdan fazla hadis olduğunu ve tümününde uydurma olduğunu belirtir.
İbn Kayyım’da[2], akılla ilgili bütün hadislerin yalan olduğunu söyler.
2- ( همة الرجال تزيل الجبال )
Hadis değildir.
Aksine Gazzâlî’nin kardeşi olan Ahmed el-Gazzâli’nin sözüdür.
3- ( الحديث في المسجد يأكل الحسنات كما تأكل البهائم الحشيش )
Bunun aslı yoktur.
Gazzâlî İhyâ’da[3] nakleder, Hâfız el-Irâkî rivâyetin aslını bulamadığını, es-Subki ise, isnadını bulamadığını söyler.
Rivâyetin dillerde meşhur olan şekli ise; ( Mescidde ki mubâh söz ateşin odunu yediği gibi sevabları da yer).
4- ( اعمل لدنياك كأنك تعيش أبدا، واعمل لآخرتك كأنك تموت غدا )
Merfû olarak aslı yoktur.
Ancak son zamanlarda halk arasında şöhret bulmuştur.
5- ( إن الله يحب أن يرى عبده تعبا في طلب الحلال )
Uydurmadır.
Ravilerinden olan Muhammed b. Sehl el-Attâr hadis uyduran birisidir.
6- ( صنفان من أمتي إذا صلحا صلح الناس: الأمراء والفقهاء، [وفي رواية: العلماء])
Uydurmadır.
Râvilerinden olan Muhammed b Ziyâd el-Yeşkurî hakkında Ahmed b Hanbel; yalancı olup hadis uydurduğunu söyler. Buna rağmen Gazzâlî İhyâsın da rivâyeti Allâh Rasûlû (s.a.s)’e nisbet eder!
7- ( من أذنب وهو يضحك دخل النار وهو يبكي )
Uydurmadır.
Bu rivayette yukarıda geçen Muhammad b. Ziyâd adında yalancı ve hadis uyduran birisi kanalından gelmiştir.
8- ( حسبي من سؤالي علمه بحالي )
Bunun aslı yoktur.
Bazıları bunu İbrâhim (a.s)’ın sözü olarak aktarırlar, söz isrâiliyattandır. Rivâyete göre, İbrâhim (a.s) mancınık ile ateşe atıldığında Cebrâil kendisine gelerek; «Ey İbrâhim bir isteğin varmı?» dediğinde, İbrâhim: «Sana ihtiyacım yoktur» der. Cebrâil: «Rabbinden dile» der. Bunun üzerine İbrâhim (a.s) yukarıdaki sözünü söyler. Rivâyeti el-Bagavî tefsirinde Ka’b el-Ahbâr’a nisbet etmiştir.
Tasavvuf anlayışına göre hikmet hakkında yazanlardan bir tanesi; «Allah’tan istemen O’nu itham etmendir!» der. Çünkü Allâh her şeyi duyup gördüğünden, Ondan isteme O’nun duymadığı görmediği anlayışına götürdüğü için Onu itham etmektir!!!
Böyle bir anlayış büyük bir sapıklıktır. Çünkü başta İbrahim (a.s) olmak üzere bütün Peygamberler Allah’tan istemişler O’na yalvarmışlardır. Kur’an ve Sünnette bunun örnekleri çoktur. Ebu Davud’un tahriç ettiği sahih bir hadiste :
( Duâ ibadettir diyen Allâh Rasûlû (s.a.s) ardından şu âyeti okur; «Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana duâ edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibâdeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir»)[5]
Duâ ile kul, Allâh’a olan kulluğunu ve O’na olan hâcetini izhâr eder. Dolayısıyla her kim Allah’a dua etmez ise, sanki ona olan kulluktan yüz çevirmiş gibidir.
el-Hâkim’in[6] tahrîç edip ez-Zehebî’nin de muvafakat ettiği hasen bir hadiste ( Kim Allah’a dua etmez ise Allah ona gazab eder) buyurulmaktadır.
9-( توسلوا بجاهي؛ فإن جاهي عند الله عظيم )
( Câhım (makamım) ile tevessül edin, çünkü cahım Allah’ın indinde büyüktür )
Bunun aslı yoktur.
Hiç şüphesiz Allâh Rasûlû (s.a.s)’in yeri ve makamı Allah’ın indinde büyüktür. Ancak bunun ile tevessül arasında fark vardır, ikisinin karıştırılmaması gerekir. Câhı ile tevessülde bulunulup kabule daha şayan olduğu inancının akıl ile bilinmesi imkansızdır. Gaybi bir konu olduğu için delil olabilecek sahih bir nakil ile sabit olması gerekir. Bu konu hakkında da sahih bir hadis yoktur.
Bilâkis Ebû Hanîfe şöyle der: « Hiç kimsenin Allah’tan başka biriyle Allah’a duâ etmesi gerekmez. Musâade edilen ve emredilmiş olunan dua, Allah’ın şu, ( Allah ait güzel isimler vardır. O’nu o isimlerle çağırınız) âyetinden yararlanılarak yapılandır. »[7]
Ebû Yusuf ise şöyle der: « Falanın hakkı için veya peygamberlerden birisinin hakkı için Harem-i Şerîf yahut Meş’ar-i Harâm hakkı için duâ edilmesini kerih görürüm. »[8]
Tevessülle ilgili batıl bir rivâyette Şâfii şöyle der: « Ben Ebû Hanîfe ile teberrukte bulunurum, her gün kabrine gelir ve bir ihtiyacım olduğunda iki rekat namaz kılarım, böylelikle kabrin yanında Allah’tan ihtiyacımı isterim, uzun zaman geçmeden ihtiyacım giderilir » Ravilerinden olan Umer b. İbrâhîm bilinmemektedir.
Rivayetin yalan olduğu gün gibi açıktır. Çünkü Şâfii Bağdat’a geldiğinde duâ için nöbetleşe olarak ziyaret olunan hiç bir kabir yoktu. Bu hâl Şâfii döneminde bilinmezdi. Şafii, Hicâz, Yemen, Şâm ve Mısır’da bir çok sahabi ve tabiin ve daha önemlisi Medine de Peygamber (s.a.s)’in kabrini görmüştür. Şaşılacak bir haldir ki, Şâfii buralarda dua yapmamıştır.
Sonra Ebu Hanîfe’nin öğrencilerinden olan Ebû Yûsuf, Muhammed, Züfer, Hasan b. Ziyâd, ne Ebû Hanîfe’nin ne de başkasının kabrine böyle bir duâ için gitmemişlerdir.
9- ( ... بحق نبيك والأنبياء الذين من قبلي ...)
Hadis zayıftır.
Râvilerinden olan Ravh b. Salâh, münker hadisler rivayet etmiştir.
10- ( لما اقترف آدم الخطيئة؛ قال: يا رب! أسألك بحق محمد لما غفرت لي. فقال الله: يا آدم! وكيف عرفت محمدا، ولم أخلقه؟ قال يا رب! لما خلقتني بيدك، ونفخت في من روحك؛ رفعت رأسي، فرأيت على قوائم العرش مكتوبا: لا إله إلا الله محمد رسول الله، فعلمت أنك لم تضف إلى اسمك إلا أحب الخلق إليك. فقال الله: صدقت يا آدم! إنه لأحب الخلق إلي، ادعني بحقه، فقد غفرت لك، ولولا محمد ما خلقتك)
( Adem (a.s.) günahı işlediğinde şöyle der: « Ya Rabbi, Muhammedin hakkı için beni affetmeni istiyorum ». Allah, « Ey Adem onu yaratmadığım halde Muhammedi nasıl tanıdın » deyince, « Ey Rabbim! beni elinle yaratıp, ruhundan bana üflediğinde başımı kaldırdım ve arşın sütunlarında Lâ ilâhe illallâh Muhammedun Resulullâh yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki, Sen Kendi ismine en sevgili yaratığını izâfe ettin ». Bunun üzerine Allah; « Doğru söyledin ey Adem! Çünkü o beşer içerisinde bana en sevgili olanıdır. Bana onun hakkı ile dua ettiğinde seni bağışlarım, eğer Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım » der)[10].
Uydurmadır.
Râvilerinden olan Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem hakkında İbn Hibbân şöyle der: «Hadis uydurmakla itham olunmuş, Leys, Malik ve İbn Lehi’a üzerine hadisler uydurmuştur. Dolayısıyla imâm ez-Zehebî rivâyet hakkında uydurma ve batıl derken, İbn Hacer el-Askalânî de ona katılır.
Rivâyetin batıllığına delil olan bir yönüde, Adem (a.s.)’ın Nebî (s.a.s.)’i, kendi yaratılışından sonra cennette iken yer yüzüne inmeden bilmesidir. Halbuki zayıf, ancak daha iyi bir senedle gelen başka rivayette:
( Adem (a.s.) Hindistana iner ve yanlızlık hisseder, bunun üzerine Cebrâil inerek; Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Eşhedu En Lâ İlâhe İllallâh (iki defa), Eşhedu Enne Muhammeden Resûlullâh (iki defa) deyip ezan okur. Adem şöyle der: «Muhammed de kim»? Cebrâil: «Peygamberlerden son oğlundur» der.)[11]
Râvilerinden Ali b. Behrâm bilinmemekte, diğer bir râvi olan Muhammed b. Abdullâh b. Süleyman aynı şekilde bilinmemektedir.
Bir önceki rivâyette Âdem (a.s.) daha cennette iken Peygamber (s.a.s.)’i tanıyordu, bu ikinci rivayette ise, Âdem (a.s.) yer yüzüne indiği halde Muhammed (s.a.s.)’i tanımamıştır.
11-( من أذن ؛ فليقم )
( Ezan okuyan kâmet getirsin)[12]
Hadis Zayıftır.
HadisAbdurrahmân b. Ziyâd el-Afrîkî yoluyla rivayet edilmiştir.
et-Tirmizî akabinde, Abdurrahmân’ın hadis ehli indinde zayıf olduğunu söyler. Hadisin el-Bagavî[13], en-Nevevi[14] ve el-Beyhakî[15] zayıf olduğunu belirtmişlerdir.
Bu zayıf hadisin kötü etkilerinden biri de namaz kılanların anlaşamamalarına sebebiyet vermesidir. Meselâ müezzin bir özürden dolayı geç kaldığında, bazı hazır bulunanlar ikâmet getirmek ister, ancak cemaatten birisi engel olmak için hemen bu hadisi getirir, görüldüğü gibi hadis zayıftır. Dolayısıyla zayıf hadis dinde delil olmadığı gibi Allâh Resûlu (s.a.s.)’de nisbet olunması caiz değildir.
11- ( حب الوطن من الإيمان )
Uydurmadır.
Es-Sagânîve diğer muhaddislerde uydurma olduğunu beyan ederler. Rivâyet, mana olarak ta doğru bir manaya sahib değildir. Çünkü vatan sevgisi nefis ve mal mülk sevgisi gibi doğuştan gelmektedir, yani içgüdüseldir. Dolayısıyla bunlara olan sevgiden dolayı kişi övülmez, hele hele imanın gereklerinden hiçte değildir. Özellikle insanlar bu sevgide ortaktırlar, bunda mümin ile kafir arasında bir fark yoktur.
12- ( من أخلص لله أربعين يوما ؛ ظهرت ينابع الحكمة على لسانه )
Hadis zayıftır.
Râvilerinden olan Haccâc b. Arta’e zayıftır, kendisi müdellis olup rivayeti an ana sigasıyla zikretmiştir. el-Irâkî tahrîcu’l-İhyâ da hadisin zayıf olduğunu belirtmiştir.
13- ( من حج البيت، ولم يزرني ؛ فقد جفاني )
Uydurmadır.
Râvilerinden olan Muhammed b. Muhammed b. Nu’mân güvenilir ravilere söylemediklerini nisbet eder. Dolayısıyla ez-Zehebî[19] rivayetin uydurma olduğunu söylemiştir. es-Sagâni[20] ve eş-Şevkâni,[21] uydurma hadisleri topladıkları kitablarına bu rivayeti de dahil etmişlerdir.
Bu rivayetin uydurma olduğu rivayetin metninden de anlaşılmaktadır. Çünkü Allâh Resûlu (s.a.s.)’e yapılan kabalık eğer küfür değil ise büyük günahlardandır. Dolayısıyla (s.a.s.)’i ziyaret etmeyen büyük günah işlemiş olur. Bu da, bu ziyaretin hac gibi farz olduğunu gerektirir ki, böyle bir şeyi hiç bir müslüman söyleyemez. Eğer Allâh Resûlu (s.a.s.)’in ziyareti bizi Allah’a yaklaştıran bir ibadet ise, ilim ehline göre bu istihbabı geçmez. Dolayısıyla onun kabrini ziyaret etmeyen nasıl olur da ondan yüz çevirmiş ve ona karşı kaba davranmış olsun?
14- ( من زارني وزار أبي إبراهيم في عام واحد ؛ دخل الجنة )
Uydurmadır.
ez-Zerkeşi[22] rivayetin uydurma olduğunu ve hadis ehlinden hiç kimsenin bunu rivayet etmediğini söyler.Suyûtî[23] de İbn Teymiyye ve Nevevi’nin, rivayet hakkında uydurma ve aslının olmadığına dair sözlerini aktarır.
15- ( من حج، فزار قبري بعد موتي ؛ كان كمن زارني في حياتي )
(Kim hacca gider ve ölümümden sonra kabrimi ziyaret ederse, o kişi beni hayatımda ziyaret etmiş gibidir)[24]
Uydurmadır.
Râvilerinden olan Leys b. Ebi Suleym, şuuru bozulduğu için karıştırmıştır, dolayısıyla zayıf addedilmiştir. Hafs b. Süleyman ise, Hâfız İbn Hacer’in dediği gibi, hadisleri terkedilmiştir. İbn Ma’în onun yalancı olduğunu söyler.
Şeyhul-İslâm İbn Teymiyye[25] şöyle der:
« Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kabrinin ziyaretine dair gelen hadislerin hepsi zayıftır, dinde bu tür rivayetlere güvenilmez. Dolayısıyla bu rivayetleri, sahih hadisleri rivayet edenler ve sünen sahibleri almamışlardır. Bunları; çokça zayıf hadis rivayetinde bulunan ed-Dârekutni ve el-Bezzâr gibileri kitaplarına almışlardır». İbn Teymiyye yukarıdaki hadisi zikreder ve sonra da şöyle der:
«Bu rivayetin yalan olduğu gün gibi açıktır. Müslümanların dinine de terstir. Çünkü mümin olarak onu hayattayken ziyaret eden, Onun sahabelerinden olur, özellikle O’na hicret eden muhacirler ve Onunla cihad eden mucahitlerden ise.
Resul (s.a.s) den sabit olan bir hadiste, şöyle der: (Ashabıma dil uzatmayın, nefsim elinde olana yemin olsun ki, sizden biriniz Uhud dağı kadar altın infak etse, onlardan birinin ne bir avucuna ne de yarım avucuna erişir)[26]. Dolayısıyla sahabeden sonra gelen bir kişi, beş vakit namaz, cihâd , hac, salât ve selâm gibi farzları yerine getirse bile, sahâbe gibi olamaz. Dolayısıyla nasıl olurda müslümanların ittifakıyla vacib olmayan Allâh Resusu (s.a.s)’in kabrinin ziyareti amelini işleyerek kişi, böyle bir dereceye ulaşmış olsun? Aksine o kabir için özel olarak yolculuğa çıkmak meşru olmadığı gibi yasaklanmıştır da. Ancak Allâh Resulu (s.a.s)’in mescidinde namaz kılmak için yolculuğa çıkmak müstehabtır.»
Konu ile ilgili sahîh hadîsi Buhâri, Müslim ve diğer Sünen sahipleri tahriç etmiştir, lafzı şöyledir: « Ancak üç mescid için yolculuğa çıkılır; Mescid-i Haram, Mescid-i Resûl ve Mescid-i Aksâ. »
Allah’a yaklaşma maksadıyla ancak bu üç mescid için sefere çıkılır. Bu üçünün dışında hiç bir peygamber ve salih kişilerin kabirleri, türbe, yatır, mubârek yer ve mescidler için sefere çıkılmaz. Sahâbe bunu böyle anlamıştır.
Sahih isnadlı bir eserde; Ebû Basra el-Gifârî Ebû Hureyre ile karşılaşır. Ebû Hureyre’ye; « nereden geliyorsun »? der, o da, « Tur’dan orada namaz kıldım » der. Bunun üzerine Ebû Basra şöyle der: « Eğer sana daha önceden yetişseydim gitmezdin, çünkü ben Resûl (s.a.s)’i şöyle söylerken işittim: « Ancak üç mescid için yolculuğa çıkılır; Mescid-i Haram, bu mescidim ve Mescid-i Aksâ »[27].
El-Ezraki’nin[28] tahriç ettiği sahih bir rivayette, Kaz’a şöyle der: « Tur’a doğru çıkmak istedim, bunu İbn Umer’e sordum, o da Nebi (s.a.s)’in ne dediğini duymadın mı », diyerek yukarıdaki hadisi zikreder. Ardından da; « Tur’u bırak oraya gitme » der.
16-( من زار قبر والديه كل جمعة ، فقرأ عندهما أو عنده [ يسن ] ؛ غفر له بعدد كل آية أو حرف )
Hadis uydurmadır.
Râvilerinden olan Amr b. Ziyâd’ın hadis uydurduğunu ed-Dârekutnî ve İbn Adiy zikreder. Dolayısıyla İbn Adiy mezkûr rivâyet hakkında; « batıldır bu isnâd ile bir aslı yoktur » der. İbnu’l-Cevzi[30] kitabında bu rivâyeti zikreder.
Bu rivâyet, kabirlerde Kur’ân okumanın mustahab olduğuna delil olarak getirilir. Ancak sahih sünnette bunu destekleyen hiç bir delil yoktur. Sahih sünnete göre, kabir ziyaretlerinde meşru olan, onlara selâm vermek ve ahireti hatırlamaktır.
Müslim ve diğerlerinin rivayet ettikleri hadiste Aişe (r.a), Allâh Resûluna (s.a.s) kabir ziyareti esnasında ne söyleyeceğini sorar, O da şöyle söyle der: ( Bu diyarın mümin ve müslüman olan ehline selâm olsun, Allâh bizden öncekileri ve sonrakileri affetsin. Allâh’ın izniyle bizler de sizlere ulaşacağız. )
Evet Aişe validemiz kabir ziyareti esnasında ne söyleyeceğini sorar, Allâh Resûlu (s.a.s)’da ona duayı öğretir. Fâtiha, Yâsin sûrelerini veya üç tane İhlâs sûresi okuyacağını öğretmez. Bu sûrelerin okunması meşru olsaydı Allâh Resûlu (s.a.s) bunu gizlemezdi. Çünkü ihtiyaç anında beyanın geciktirilmesi câiz değildir. Eğer Allâh Resûlu (s.a.s) bunlardan bir şey öğretmiş olsaydı bu bizlere ulaşırdı.
Başka bir hadiste şöyle gelir: ( Evlerinizi kabirlere çevirmeyin, çünkü şeytan Bakara suresinin okunduğu evden kaçar.)[31]
Diğer bir hadiste: ( Evlerinizde namaz kılın, kabirlere çevirmeyin.)[32]
Allah Resûlu (s.a.s), kabirlerin Kur’ân okuma ve namaz kılma yeri olmadığını bizlere bildirmiş, onun için de evlerde Kur’ân okunmasını ve nafile namaz kılınmasını teşvik etmiştir. Evlerin, Kur’ânın okunmadığı kabirlere çevrilmesini de yasaklamıştır.
Dolayısıyla kabristanda Kur’ân okunmasını Ebû Hanîfe, Mâlik ve diğer selef alimleri kerîh görmüşlerdir.
Sunen’in sahibi olan Ebû Dâvut şöyle der: « Ahmed’e kabirde Kur’ân okunması hakkında soruldu, o da ‘okunmaz’ dedi »[33].
Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye şöyle der: « Şafii’den bu konu hakkında bir söz sabit değildir, bu da onun kabristanda Kur’ân okunmasını bid’at saydığı içindir »[34].
İmam Mâlik şöyle der; « Bunu yapan birisini bilmiyorum, dolayısıyla sahâbe ve tabii’nin bunu yapmadığı ortaya çıkar ».
Diğer taraftan Hallâl’ın rivayetinde, İbn Umer’in definden sonra kabri başında Bakara suresinin başı ve sonunun okunmasını vasiyet ettiğine dair gelen eser sabit değildir. Olsa bile, ona has bir fiildir. Peygamberimizden (s.a.s) konu hakkında böyle bir şey bize ulaşmamıştır. Bundan dolayı bu delil olamaz.
Yine İbn Ebi Şeybe’nin zikrettiği başka bir eserde, Şa’bî şöyle der: « Ensar ölünün yanında Bakara suresini okurlardı ». Senedindeki Mucalid b. Saad yüzünden rivâyet zayıftır. Ayrıca İbn Ebî Şeybe rivayete şu başlığı koymuştur; « Ölüm döşeğinde iken hastanın yanında ne söyleneceği babı ».
Diğer taraftan Hallâl ve Deylemî’nin rivâyet ettikleri uydurma bir rivayette, ( Her kim kabristana uğrar ve Kul Huvallâhu Ahad’ı on bir kere okur, ecrinide ölülere bağışlar ise, ölülerin sayısı kadar ona sevab verilir.) ez-Zehebî, İbn Hacer, es-Suyûtî ve İbn Arrâk rivayetin uydurma olduğunu söylemelerine rağmen, Merâki’l-Felâh’ın üzerine yazdığı haşiyede Tahtâvî, bu uydurma rivayeti kabristanda Kur’an okunacağına dair delil getirir!!!
Müslümanın üzerine düşen, sünnete yapışıp bid’attan kaçınmasıdır. Velev ki insanlar bid’atı güzel görselerde. Çünkü her bid’at dalâlettir.
17-( عليكم بدين العجائز )
Bunun aslı yoktur.
Buna rağmen Gazâli İhyâ[35] da rivâyetiAllâhResûlu (s.a.s)’enisbet eder! İhyâ üzerinde tahriç çalışması yapan el-Irakî, avamın bu rivayeti dilinde dolaştırdığını, sahih ve zayıf bir aslının olmadığını söyler.
18- ( اختلاف أمتي رحمة )
Ümmetimin ihtilafı rahmettir) Bunun aslı yoktur.
Muhaddisler bu rivayetin senedini bulmak için çokça gayret sarfetmelerine rağmen bunda muvaffak olamamışlar. es-Subki şöyle der: «Muhaddislerce bu rivayet bilinmemektedir, ben rivayetin ne sahih ne zayıf ne de uydurma bir senedini bulamadım.»
Ayrıca rivayet, manâ olarak da, muhakkik alimler tarafından münker görülmüştür. İbn Hazm[36] şöyle der; « Bu söylenen en kötü sözlerdendir, çünkü eğer ihtilaf rahmet olursa o zaman ittifak ta gazab olur. Hiç bir müslüman da bunu söylemez. Çünkü ya ittifak ya da ihtilaf veya rahmet ya da gazab vardır.»
Bu rivayetin kötü izlerinden birisi de, bir çok müslümanın aslı olmayan bu hadis sebebiyle, dört mezheb arasındaki şiddetli ihtilafları kabul etmesidir. İhtilafa düştükleri konularda Kur’an ve sahih sünnet’e katiyen dönme çabasında bulunmazlar. Aslında imamları (Allah onlardan razı olsun), onlara Kur’an ve sahih sünnete dönmelerini emretmişlerdir. Ancak mukallidler dört mezhebi çeşitli şeriatlar şeklinde görmekteler. Böylece şeriat’a zıtlık nisbet etmiş olmaktalar! Bu durum bu tür ihtilafların Allah’tan olmadığını gösteren en büyük delildir. Allah’ın; ( Eğer o, Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok ihtilâf (tutarsızlık) bulurlardı.)[37] ayetini düşünselerdi bu tutarsızlığın, bu çelişkinin Allah’tan olmadığını anlarlardı. Sonra nasıl olurda mezheblerin aralarındaki birbirlerine zıt ihtilaflar uyulan bir şeriat ve indirilen bir rahmet olabilir?!
Aslı olmayan bu hadis sebebiyle müslümanlar, dört mezheb imamından sonra günümüze kadar, bir çok itikadî ve amelî meselelerde ihtilaf etmeye devam etmişler. Eğer onlar, bir çok Kur’an ayetinin ve hadislerin kötülediği ve İbn Mesud’un da şer olarak vasfettiği ihtilafı kötü görselerdi elbette ittifaka koşarlar, çoğu konularda da doğruyu yanlıştan, hakkı da batıldan ayırırlardı. Sonra da aralarında olabilecek bazı ihtilaflardan dolayıda birbirlerini mazûr görürlerdi. Ancak niçin uğraşsınlar ki, zaten onlar ihtilafın rahmet, mezhebleride bu ihtilaflı haliyle çeşitli şeriatler olduğunu görmekteler?!
Sözün özü şudur; dinde ihtilaf kötülenmiştir. Ondan kurtulmaya çalışmak gerekmektedir. Çünkü ihtilaf, ümmetin zayıflamasına sebebtir. Allahu Teala’nın dediği gibi: (Birbirinizle çekişmeyin, sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider.)[38]
Çekişme, ihtilaf’a rızâ göstermek ve bunun rahmet olduğunu söylemek, ayeti kerim’e ile çatışmaktadır. Bu konuyla ilgili, aslı olmayan bu rivâyetten başka hiçbir dayanakları yoktur.
19- ( أصحابي كالنجوم ، بأيهم اقتديتم ؛ اهتديتم )
Bu hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan Sellâm b. Suleym yalancı olup, İbn Hibban’ın da dediği gibi uydurma hadisler rivayet etmiştir. Diğer bir râvi olan Hâris b. Gusayn ise bilinmemektedir.
Buna rağmen Şa’rânî şöyle der:« Bu hadis hakkında muhaddisler (zayıflığına dair) konuşmuş olsalar bile, keşf ehline göre sahihtir! »[40]
Ancak Şa’rânî’nin bu sözü hiç şüphesiz batıldır! Çünkü keşf yoluyla hadislerin tashih edilmesi tasavvufi bir bid’attır. Bunu asıl kabul etmek, biraz önceki hadis gibi aslı olmayan batıl hadislerin sahih olduğunu kabule götürmesi demektir. Keşf, sahih olarak vukû bulur ise, en iyi durumda bile, rey ile aynı derecededir. Rey ise, hata da eder isabette edebilir. Tabi ki buna heva karışmamış ise bu böyledir. Allah’ın rızası olmayan herşeyden selâmet dileriz.
El-Hatib’in[41] rivayet ettiği daha uzun metinden oluşan diğer bir uydurma hadis hakkında es-Suyutî şöyle der: « Bu hadiste bazı faideler vardır, şöyle ki ; Resûl (s.a.s)’in kendisinden sonra furu’da ki ihtilafları haber vermesi onun mucizelerindendir, çünkü bu gaybtan haber vermektir. Ve onun buna rızası ve onayı sözkonusudur. Öyle ki bunu rahmet kılmış ve mükellefi istediğini almakta serbest bırakmıştır...»!
Buna cevap olarak şöyle denir; önce es-Suyutî’nin rivayetin sahih olduğunu isbat etmesi gerekir ki, sonradan da o rivayetten hükümler çıkarabilsin.
Bu rivayetin uydurma olduğuna bir başka delil de; nasıl olur da Peygamber (s.a.s) sahabeden olan her bir ferde uymamızı tavsiye edebilir? Kaldı ki sahabe arasında âlim olduğu gibi, ilimde orta seviyeli ve daha da aşağı olanlar vardı. Konuyla ilgili gelen rivayetlerin uydurma olduğunu söyleyen İbn Hazm şöyle devam eder: « Çünkü Allah Teala Peygamberi (s.a.s)’i ( O, arzusuna göre konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir)[42] şeklinde nitelendiriyor ise, Peygamber (s.a.s.)’in şeria’ta dair bütün sözlerinin gerçek ve şüphesiz olarak Allah’tan geldiği anlaşılır. Allah’tan gelen şeyde de ihtilaf olmaz. Çünkü ayette ( Eğer o (Kur’an), Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı )[43] buyurulmuştur. Allah ( Birbirinizle çekişmeyin ) ayetiyle bizlere tefrika ve ihtilafı yasaklar. Dolayısıyla sahabeden her birine tâbî olmamızı Allah Resulu (s.a.s)’in bizlere emretmesi imkansızdır. Çünkü sahabenin içerisinde birisinin helal kıldığını haram kılan bulunabilmektedir. Eğer durum böyle olsaydı, Semure b. Cundup’a uyarak içkinin satışı helâl olurdu. Ebû Talha’ya uyarak ta oruçlunun dolu yemesi helâl olurdu (orucu bozulmazdı). Bunlar diğer sahabelere tâbî olunduğunda da haram oluyor. İbn Hazm Allah Resulu (s.a.s)’in ölümünden önce ve sonraki dönemde sahabe’den sadır olan sünnete isabet edemedikleri bazı görüşleri uzunca anlattıktan sonra şöyle der; « Nasıl olurda hem hata hem de isabet eden bir kavmi taklid etmemiz caiz olur »?
Konuyla ilgili diğer bir uydurma rivayette:
( أهل بيتي كالنجوم ، بأيهم اقتديتم ؛ اهتديتم )
Ravilerinden olan Ahmed b. Kâsım er-Reyyân hakkında ez-Zehebî, yalancı olduğunu söyler. Bu rivayet yalancı olan Ahmed b. Nubeyt nüshasındadır. Dolayısıyla İbn Arrâk[44] rivayetin uydurma olduğunu beyan eder.
20- ( إن البرد ليس بطعام ولا بشراب )
Hadis Münkerdir.
Ali b. Yezid b. Cüd’ân yoluyla, Enes (r.a) şöyle der: ( Gök yüzünden dolu yağar, bunun üzerine Ebû Talha şöyle dedi: « Bu doludan bana verirmisin », oruçlu olduğu halde ramazanda yemeğe başlar! O’na dedim ki ; « oruçlu olduğun halde dolumu yiyiyorsun »? Bana şöyle cevap verdi; « Bu dolu gök yüzünden inmiş olup onunla midelerimizi temizleriz, o ne yemek ne de içecektir »! Enes de ki; « Resulullah’a (s.a.s) geldim ve Ona haber verdim », O da: « Bunu amcandan al », dedi )
Bu hadisin senedi zayıftır.
Çünkü ravilerinden olan Ali b. Yezid zayıf olup yanlışlıkla mevkûf[46] rivayetleri merfû kılar. Bu hadisin illetide zaten budur; Sika (güvenilir) raviler, Enes kanalıyla Ebû Talha’ya mevkûf olarak rivayet ederler. Ali b. Zeyd ise, tam tersine Nebî (s.a.s)’e kadar hadisi ref eder. Dolayısıyla hadisin ref edilmesi münkerdir.
Şube, o da Katade ve Humeyd’in Enes’ten gelen rivayetinde:
( Dolu yağdı, Ebû Talha oruçlu olduğu halde yemeğe başladı, ona; « Oruçlu olduğun halde mi yiyiyorsun » denilince? O da; « Gerçekten bu berekettir »! der)[47]
Hadisin senedi Buhari ve Müslim’in şatına göre sahihtir.
Tahâvî kendi rivayetinde el-Bezzâr’ın bunu mevkûf olarak rivayet ettiğini ve şu ziyadeliği getirdiğini söyler. « Bunu Said ibn el- Museyyib’e söyledim, bunu kerih gördü ve dolunun susuzluğu kestiğini söyledi ».
el-Bezzâr da şöyle der : « Biz bu fiili ancak Ebû Talha’dan biliyoruz ».
Dolayısıyla bu rivayet mevkûftur, Nebi (s.a.s)’in burada zikri geçmemektedir. Bilâkis Ali b. Zeyd hadisi ref etmekle hatâ etmiştir.
Böylelikle mevkûf rivayet, yukarıdaki (Ashabım yıldızlar gibidir...) hadisinin batıl olduğuna delildir. Eğer (Ashabım yıldızlar gibidir...) hadisi sahih olmuş olsaydı, ramazan da dolu yiyenin orucu, Ebû Talha (r.a)’ya uyulduğundan bozulmamış olurdu. Bilindiği kadarıyla bu sözü bugün hiç bir müslüman söylemez.
21 - ( من عرف نفسه ؛ فقد عرف ربه )
Bu sözün aslı yoktur.
Hafız Es-Sehâvî şöyle der: « Ebû Muzaffer b. Sem’âni der ki: ‘Bu söz merfû olarak bilinmez, bilakis Yahya b. Muâz er-Razi’nin sözü olarak hikâye edilir.’ »[48] en-Nevevi rivayetin sabit olmadığını söyler. Suyûtî[49] de buna katılır.
Şeyh Aliyyu’l-Kâri,[50] İbn Teymiyye’nin rivayet hakkında uydurma dediğini nakleder.
Kamûs’un sahibi Fiyruz Abâdîise şöyle der: « Bu Nebevî hadislerden değildir, çoğu insanlar bunu Nebi (s.a.s.)’in hadislerinden sayarlar. Ancak aslı yoktur, bilâkis İsrailiyattandır: ‘Ey insan nefsini bil ki; Rabbini tanıyasın’.»
İhtisas ehlinin hadis hakkındaki hükmü budur. Buna rağmen bazı son dönem Hanefî fukahâsı bu hadisin şerhi hakkında kitab yazmışlardır. Ayrıca ileride gelecek olup aslı olmayan ( كنت كنزا مخفيا ... ) ( Ben gizli bir hazineydim...) rivayetinin şerhi hakkında da özel bir risâle yazılmıştır. Bütün bunlar bu fukahâ’nın maalesef, hadisçilerin sünnete olan hizmetleri ve sünnete dışarıdan sokulanları arındırma gayretlerinden istifade etmek için çalışmadıklarını gösterir. Bunun içindir ki, kitablarında zayıf ve uydurma hadisler çoktur.
22- ( من قرأ في إثر وضوئه: [ إنا أنزلناه في ليلة القدر ] مرة واحدة كان من الصديقين ، ومن قرأها مرتين كتب في ديوان الشهداء، ومن قرأها ثلاثا حشره الله محشر الأنبياء )
Bu hadis uydurmadır.
ed-Deylemî Müsnedu’l-Firdevs[51] te, Ebû Ubey’de kanalından rivayet eder, Ebu Ubeyde ise mechûldur. Rivayetin başka bir illeti de Hasen el-Basrî an ana sigasıyla rivayet etmiştir. Hafız es-Sehâvî, rivayetin aslının olmadığını söyler.
Bu uydurma rivayet, abdestten sonraki okunan sahih senedli duaların ihmâl edilmesine götürür. Müslim ve Tirmizi de gelen hadis şu lafızladır: ( Eşhedu en la ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke lehû ve eşhedu enne Muhammeden abduhû ve resûluhû, Allahumme ic’alnî mine’t-tevvâbine vec’alnî mine’l-mutetahhirîne.)
Veya şöyle de söyleyebilir: ( Subhâneke Allahumme ve bihamdike eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estagfiruke ve etûbu ileyk.) Hadisi el-Hâkim sahih bir isnad ile rivayet etmiştir.
23-( مسح الرقبة أمان من الغل )
Hadis uydurmadır.
en-Nevevî[52] bu rivayetin uydurma olup Peygamber (s.a.s.)’in sözlerinden olmadığını söyler. es-Suyûtî[53] de bu sözü en-Nevevi’den naklederek ona katılır.
Konu ile ilgili başka bir rivayette:
( من توضأ ومسح عنقه لم يغل بالأغلال يوم القيامة )
Ravilerinden olan Muhammed b. Amr’ın zayıflığı hakkında ittifak edilmiştir. Nitekim Muhammed b. Ahmed Ebu Bekr Mufîd de, Hâfız el-Irakî’nin de ifade ettiği gibi rivayetin mevzû sayılmasına sebebtir. Aynı şekilde ez-Zehebî ve İbn Hacer’de bu raviyi suçlarlar.
Kaldı ki bu rivayetler münker sayılır, çünkü Resûl (s.a.s.)’in abdestinin sıfatına dair gelen hadislerin hepsine muhaliftir. Hiç birinde ensenin meshedilmesi zikredilmemiştir.
Ancak Talha b. Musarraf’ın babasın’dan onun da dedesinden gelen rivayette:
( Resulullah (s.a.s.)’i başını bir kere meshederken gördüm, ensenin başlangıcına kadar ulaştı.)
Diğer bir rivayette :
( Başını önden başlayarak arkaya kadar meshetti, öyleki elini kulaklarının altından çıkarttı.)
Rivayeti Ebû Davûd ve başkaları tahrîç etmiştir. Muhaddisler, zaaf, cehâlet ve râvi Musarraf’ın babasının sahabe olup olmadığı hakkında ki ihtilafla birlikte üç tane illet zikrederler. Dolayısıyla başta en-Nevevî, İbn Teymiyye ve Askalânî olmak üzere muhaddisler, hadisin zayıf olduğunu belirtmişlerdir.
24-( أدبني ربي ، فأحسن تأديبي )
Hadis zayıftır.
İbn Teymiyye, manasının doğru olduğunu ancak rivayetin sabit bir isnadının bilinmediğini söyler. es-Sahâvî ve es-Suyûtî de İbn Teymiyye’yi desteklerler. Daha fazla bilgi için Keşful Hafâ’ya[55] bakılabilir.
25-( مسح العينين بباطن أنملتي السبابتين عند قول المؤذن: أشهد أن محمدا رسول الله ... إلخ ، وأن من فعل ذلك؛ حلت له شفعته صلى الله عليه وسلم)
Sahih değildir.
İbn Tâhir[57] hadisin sahih olmadığını söyler. eş-Şevkânî[58] ve es-Sahâvî[59] de İbn Tâhir’e katılırlar.
26-( عجلوا بالصلاة قبل الفوت ، وعجلوا بالتوبة قبل الموت )
Hadis uydurmadır.
Ancak manası sahihtir.
27-( الناس كلهم موتى ؛ إلا العالمون، والعالمون كلهم هلكى ؛ إلا العاملون، والعاملون كلهم غرقى ؛ إلا المخلصون ، والمخلصون على خطر عظيم )
Hadis uydurmadır.
es-Sagânî aynı kaynakta rivayeti nakleder ve şöyle der: « Bu hadis iftiradır ve fasih değildir ».
Tasavvufcuların sözlerindendir, ancak bazı câhiller bunu Resûl (s.a.s.)’e nisbet etmişlerdir.
28-( لا مهدي إلا عيسى )
Hadis münkerdir.
Muhammed b. Hâlid el-Cenedî hadisi; Ebân b. Sâlih’ten o da el-Hasen’den o da Enes’ten merfû olarak rivâyet etmiştir. Bu sened zayıf olup üç tane illeti vardır.
İlki: el-Hasenu’l-Basrî hadisi an ane sigasıyla rivâyet etmiştir ve kendisi müdellistir.
İkincisi: el-Hâfiz İbn Hacerî’n de belirttiği gibi Muhammed b. Hâlid bilinmemektedir.
Üçüncüsü: Senedteki ihtilâf; bunu da el-Beyhakî belirtir. el-Beyhakî, Mehdî’nin çıkacağına dair gelen hadislerin hiç şüphesiz daha sahih olduğunu söyler.
Bu nedenle ez-Zehebî el-Mizân’da bu haberin münker olduğunu bildirir. es-Sâgânî ise, eş-Şevkânî’nin[62] naklettiği üzere, rivâyete uydurmadır der. Hâfız İbn Hacer[63] de, bu hadisin Mehdî hadislerine olan muhalefetinden dolayı bunu kabul etmediğini işaret eder.
Bu hadisi Kâdiyâniyye taifesi, iddia ettikleri peygamberlerine davet etmek için kullanırlar. Bu, sözde peygamber, kendinin peygamber olduğunu, sonrada son zamanda ineceği müjdelenen İsâ b. Meryem olduğunu iddia etmiştir. Yukarıdaki münker hadise binaen de İsâ’dan başka Mehdî’nin olmayacağını öne sürer. Anlayışı zayıf olan bir çok insan arasında bu kişinin daveti revaç bulmuştur. Zaten bâtıl olan her davet böyledir, ona sahip çıkıp davet eden insanlar hep bulunur.
29-( سؤر المؤمن شفاء )
Bu sözün aslı yoktur.
Bunun böyle olduğunu Ahmed el-Gazzî[64] ifâde eder. el-Aclûnî[65] de buna katılır.
30-( المهدي من ولد العباس عمي )
Hadis uydurmadır.
Râvilerinden olan Muhammed b. Velîd el-Kuraşî hadisi tek başına rivayet etmiştir. İbn Adiy, onun hadis uydurduğunu söyler. Ebû Arûbe ise onun yalancı olduğunu bildirir. el-Munâvî,[67] İbnu’l-Cevzî’den naklederek aynı illetle hadisi cerheder. Böylece es-Suyûtî’nin bu hadisi el-Câmi’us-Sagir de nakletmesinin hata olduğu anlaşılmış oldu.
Hadisin uydurma olduğuna dâir bir başka delilde; Allâh Resûlû (s.a.s.)’in başka bir hadisiyle çelişmesidir. Hadis şöyledir;
( Mehdî benim zürriyyetimden, Fâtıma’nın çocuğundandır.)[68]
Bu hadisin senedi ceyyid (iyi) olup bütün ravileri güvenilirdir.
31-( نعم المذكر السبحة ... )
Bu söz uydurmadır.
es-Suyûtî bu hadisi el-Munhâ fis’sibha[70] da zikretmiştir. eş-Şevkânî[71]de ondan nakleder. Her ikiside rivâyet hakkında bir şey söylemeyip susarlar.
Ancak râvilerin bir kısmı bilinmemekte ve bazılarıda yalanla ittiham edilmişlerdir.
Ayrıca hadis, mana olarak batıl manalar içermektedir, şöyleki;
İlki: Boncuklarla olan tesbih bid’attır, çünkü Peygamber (s.a.s.)’in zamanında olmayıp, O’ndan sonra icâd edilmiştir. Lugat alimleri, tesbih’in yeni bir kelime olduğunu ve Arablar’ın bu kelimeyi tanımadığını söylerler. Bu itibarla nasıl olurda, Allâh Resûlû (s.a.s.), Ashabına bilmedikleri bir şeyi tavsiye eder.
İbn Vaddâh el-Kurtubî,[72] Salet b. Behrâm’dan rivâyet ettiği bir eserde;
(İbn Mesûd boncuklarla tesbih çeken bir kadına uğrar, onları kopartıp atar. Sonrada taşlarla tesbih çeken bir adama gelir ve ayağı ile vurur. Ardından şöyle der: « Çok ileriye gittiniz! Karanlık bid’atlara daldınız! Muhammed (s.a.s.)’in Ashâbını ilimde geçtiniz! »)
Bu eserin senedi Salet’e kadar sahihtir, kendisi güvenilir bir râvi olup tabii’nin etbasındandır. Ancak sened munkatidir (ke------).
İkincisi: Boncuklarlatesbih çekmek Allâh Resûlû (s.a.s.)’in yoluna muhaliftir. Bu konuda Abdullâh b. Amr şöyle der:
( Allah Resûlû (s.a.s.)’i sağ eliyle tesbih çekerken gördüm)[73]
Ayrıca Allâh Resûlû (s.a.s.)’in bazı hanımlarına verdiği emre de uymamaktadır. Şöyle der:
( Sizlere Subhânâllâh, Allâhu Ekber deyip Allâh’ı eksiklikten tenzih etmeyi emrederim. Gaflet edipte Lâ İlâhe İllalâh’ı unutmayın, parmaklarınızla tesbih çekin çünkü onlar sorulur ve konuşturulurlar.)
Bu hadis hasendir.
Hadisi Ebû Dâvud ve diğerleri rivâyet etmişlerdir. el-Hâkim ve ez-Zehebî hadisin sahih olduğunu söylerler. en-Nevevî ve el-Askalânî[74] ise hasen hükmünü vermişlerdir. Birde bu hadise şahid olan Âişe (r.anha)’ya mevkûf olan rivâyeti de Ebû Dâvud tahrîç etmiştir.
Boncuk ve benzerleriyle tesbih çekmenin meşrûluğuna dâir yukarıda es-Suyûtî’nin ismi geçen risalesinde naklettiği iki hadise gelince:
İlki: Sad b. Vakkâs’tan; Kendisi Allâh Resûlû (s.a.s.) ile bir kadının yanına giderler, kadının önünde tesbih çektiği çekirdek veya taşlar vardır. Allâh Resûlu (s.a.s.) şöyle der:
(Sana bunda daha kolay veya daha faziletli olanı bildireyimmi? Diyerek şöyle buyurur; «Subhânallâhi Adede Mâ Halaka Fi’s-Semâi...»)[75]
ez-Zehebî ve İbn Hacer, râvilerden olan Huzeyme’nin bilinmediğini söylerler. Saîd b. Hilâl ise şuuru bozulduğundan hadisleri karıştırmıştır. Bazı güvenir raviler de Huzeyme’yi zikretmemişlerdir. Dolayısıyla hadis hakkında hasen hükmünü veren et-Tirmizî ile, sahih hükmünü veren el-Hâkim hata etmişlerdir.
Yukarıda zikri geçen illetleri bilmeden veya görmemezlikten gelen çağdaş bazı hevâ ehli, bu tür hakikatları bilmiyormuş gibi hareket eden şeyhleri yâni Abdullâh el-Gumâri’yi taklid ederler. Bu kişi bu hadisi Kenz’in[76] de nakleder, böylelikle müridlerine boncuklarla tesbih çekmeyi sonra da boyunlarına takmayı câiz kılar!
İkincisi: Safiyye Şöyle der:
( Allâh Resûlû (s.a.s.) önümde tesbih çektiğim dört bin tane çekirdek olduğu halde yanıma geldi. Dedi ki :« Ey Huyeyye’nin kızı bu nedir»?! Dedim ki: « Onlarla tesbih çekerim ». Dedi ki: « Başında durduğumdan beri bundan daha fazla tesbih ettim ». Dedim ki: « Ey Allâh’ın Resûlû banada öğretsene »! Dedi ki: « Şöyle de: Subhânallâhi Adede Ma Halakallâhu Min Şey’in...»)[77]
et-Tirmizî hadise zayıf hükmünü şu sözüyle verir: Bu hadis garîbtir...hadisin isnâdı bilinmemektedir.
Râvilerinden olan Hâşim b. Saîd hakkında Hâfız İbn Hacer[78] zayıf olduğunu söyler.
Ayrica yukarıda geçen iki hadisin zayıf olduğuna bir başka delilde, bu hâdisenin İbn Abbâs’tan sabit olmasıdır ki, rivâyette tesbih için kullanılan taşlardan bahsedilmemektedir. Hadisin lafzı şöyledir:
( Cuveyriyye’den; Peygamber (s.a.s.) Cuveyriyye kendi mescidinde olduğu halde sabah namazının akabinde onun yanından çıkar. Duhâ namazını kıldıktan sonra döner ve Cuveyriyye’yi oturur halde bulur ve şöyle der: « Hâlâ seni bıraktığım hâl üzeremisin »? Cuveyriyye « evet » der. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurur: « Ben senden sonra üç defa dört tane kelime söyledim. Eğer bugün senin söylediğinle tartılacak olursa ağırlıkta aynı gelirdi: ‘Subhânallâhi ve bihamdihi; adede halkihi, ve ridâ nefsihi, ve zinete arşihi, ve midâde kelimâtihi’ ».)[79]
Bu sahih hadis iki şeye delalet eder:
İlki: Bu hâdisede ki kişi Cuveyriyye’dir, yukarıdaki ikinci hadiste geçen Safiyye değildir.
İkincisi: Hâdisede geçen taşlar ile tesbih münkerdir. Bunu yukarıda geçen İbn Mesûd’un karşı çıkması da desteklemektedir. İbn Mesûd’un medresesinden mezûn olan İbrâhîm b. Yezîd en-Nehaî el-Kûfî, kızının tesbih iplerini sarması için yardım etmesini yasaklardı.[80]
Diğer taraftan biri gelipte, parmaklar ile olan tesbihin, adet çoğaldıkça sayısının muhafazasının imkansız olduğunu söylerse, ona şöyle deriz: Bu karmaşalığa sebeb diğer bir bid’attır. Yâni dinimizde gelmediği şekilde, Allâh’ın çokça belirli bir sayıda zikredilmesidir. İşte bu bid’at boncuklarla tesbih bid’atına götürür. Sahih sünnette sabit olan en çok zikir adedi yüz’dür. Bunu da âdet edinen kişi kolaylıkla yanlışsız bir şekilde yapabilir. Parmaklarla tesbihin daha faziletli olduğuna ittifak etmelerine rağmen, boncuklarla yapılan tesbih parmaklarla sünnet olan tesbihi fiilen bitirmiştir. Birde insanlar bu bid’at ile yeni icatlar getirmişlerdir. Tarikatçılar bunu boyunlarına bile asarlar. Şeyhleri olan Abdullâh el-Gumârî, tesbihin boyuna asılmasını yazıcının kalemi kulağına koymasına kıyas ederek, bunda bir sakıncanın olmadığını söyler! Ancak boncuklarla tesbih hadisi görüldüğü gibi uydurmadır. Bazılarıda hem seninle konuşur hemde elindeki tesbihiyle tesbih çeker veya senin sözüne kulak verir. Kimi de selâmı telaffuz etmeden tesbihini kaldırarak alır. Bu bid’atın daha birçok yanlışlığı vardır. Şairin dediği gibi:
Her türlü hayır selefe uymadadır,
Her türlü şerde halefin bid’atındadır.
32-( إذا صعد الخطيب المنبر ؛ فلا صلاة ، ولا كلام )
Bu rivâyet batıldır.
Halk arasında bu lafızla şöhret bulmuş olup, bazı beldelerde minberlere dahi asılmıştır. Bu rivâyeti Taberânî el-Kebir’de İbn Umer’den merfu olarak rivâyet etmiştir. Rivâyetin lafzı şöyledir:
( Biriniz mescide girdiğinde imam minberde ise, bitirinceye kadar namazda yoktur, konuşmakta).
Râvilerinden olan Eyyub b. Nuheyk hakkında, Ebu Hâtim: « Bu kişinin hadisi zayıftır » der. el-Heysemî bu râvinin metrûk olduğunu ve bir çok ilim ehlinin o’nu zayıf kıldığını söyler. İbn Hacer de « bu hadis zayıftır der ».[81]
Senedi zayıf olmasına rağmen bu hadise bâtıl hükmünün verilmesi iki sahih hadise olan muhalefetindendir:
İlk hadis:
( Biriniz cuma namazına geldiğinde imam (minbere) çıktı ise iki rekat kılsın )
Bu hadisi Buhârî ve Müslim Câbir (r.a.) dan merfû olarak rivâyet etmişlerdir.
Câbir’den gelen başka bir rivâyette;
( Bir adam, Allâh Resûlu (s.a.s.) cuma günü hutbe verir iken gelir. Resûl (s.a.s.) ona: « Namaz kıldın mı?» der. O da « Hayır » deyince. « Öyleyse kalk ve iki rek’at kıl » der. ) Bu hadisi Müslim rivâyet etmiştir.
Bu sahîh hadisler, imamın hutbeye çıkmasından sonra camiye girenin, oturmadan önce iki rek’at namaz kılması gerektiğini vurgular. Ancak daha yukarıdaki hadis bunu yasaklamaktadır! Katmerleşmiş cehâletten dolayı bazı hatiblerin bu namazı kılanlara mâni olmaya çalıştıklarını görürsün. Bunların Allâh’ın şiddetli tehdidi altına girmelerinden korkulur. Âyette ;
( Namaz kılarken bir kulu menedeni gördünmü? ) (el-Alak) buyrulmaktadır.
Başka bir ayette ise Allâh’u Teala şöyle buyurur:
( Onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok acıklı bir azap isâbet etmesinden sakınsınlar ). (Nur, 63)
İkinci hadis:
( Cuma günü imam hutbe verirken arkadaşına dinle dediysen, boş söz etmişsindir ).
Buhârî ve Müslim rivâyet etmiştir.
Bu hadis, (imam hutbe verirken) sözü mefhûmuyla şuna delâlet eder: İmam hutbe vermediği sürece kelâma bir mâni yoktur. Bunu, Umer (r.a.)’nun dönemindeki tatbikat desteklemektedir. Salebe b. Ebî Mâlik şöyle der:
( İnsanlar Umer b. el-Hattâb minbere oturduğunda müezzin susana kadar konuşurlardı, Umer minberde ayağa kalktığında, her iki hutbeyi bitirene kadar hiç kimse konuşmazdı. )
Bunu Mâlik[82] ve et-Tahâvî[83] rivâyet etmiştir. İkisininde isnâdı sahihtir.
Böylece imamın minbere çıkması değilde, sözünün konuşmayı kestiği ve imamın minbere çıkmasının tahiyyetu’l-mescid namazını kılmaya mâni olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu da yukarıda geçen hadisin batıl oluşuna delildir.
33-( صلاة بعمامة تعدل خمسا وعشرين صلاة بغير عمامة، وجمعة بعمامة تعدل سبعين جمعة بغير عمامة. إن الملائكة ليشهدون الجمعة معتمين، ولا يزالون يصلون على أصحاب العمائم حتى تغرب الشمس )
( Sarık ile kılınan namaz sarıksız kılınan namazın yirmi beşine eşittir. Sarık ile kılınan cuma namazı sarıksız kılınan cumanın yetmişine eşittir. Gerçekten melekler sarıklıların cumasına katılırlar, güneş batana dek sarıklılar üzerine salât getirirler. )
Bu hadis uydurmadır.
İbn Neccâr rivâyet etmiştir. İbn Hacer[84] « Bu uydurma bir hadistir » der. Bunuda es-Suyûtî Zeyl el-Ehâdis el-Mevdûa[85] naklederek bu hükme katılır. İbn Arrâk[86] da aynı şekilde buna uyar.
Sonradan es-Suyûtî bunu unutarak hadisi el-Câmiu’s-Sagîr de zikreder. el-Munâvi, eserin Şerh’inde İbn Hacer’in hadise uydurma dediğini naklederek es-Suyûti’nin hata ettiğini belirtir.
Aslında es-Suyûtî mezkur eserinde uydurma hadisleri zikretmeyeceğini bildirmiştir, ama kendisi dahi başka kitablarında bazı hadislerin uydurma olduğuna hükmetmiştir.
Dolayısıyla hakkı kişilerle tanıma, önce hakkı bil, böylece kişileri tanırsın.
Hâfız b. Hacer, selim olan aklın onaylamadığı ve hadiste vadedilen sevabtaki mubâlağadan dolayı, buna uydurma hükmünü verir. Eğer bunlar olmasaydı hadisi zayıf kılmakla yetinirdi. Çünkü senette ithâm olunan kimse yoktur. Bunu bu şekilde anladıysan aşağıdaki hadisin hükmünü daha iyi anlarsın.
34-( ركعتان بعمامة خير من سبعين ركعة بلا عمامة )
Hadis uydurmadır.
es-Suyûtî bunu el-Câmiu’s-Sagir de zikreder. ed-Deylemî’nin Musned el-Firdevs’te Cabir’den rivâyet ettiğini bildirir. Bir önceki hadiste olduğu gibi, uygun olan hadisi Zeyl el-Ehâdis el-Mevdûa kitabına almasıydı. Çünkü sarıkla kılınan namazın sevabındaki mubâlağa bunda daha da fazladır.
Aslında hadisi Ebû Nuaym rivâyet etmiş olup, ondan da ed-Deylemî almıştır.
Hadisin râvilerinden olan Târık b. Abdurrahmân’ı el-Buhârî ed-Duafâ’da zikreder, el-Hâkim de, « hafızası kötüdür » der. es-Sahâvî bu hadisin sabit olmadığını söyler.
Hâfız b. Receb el-Hanbelî’nin ilel et-Tirmizî’ye[87] yaptığı şerhte şöyle gelir: Ahmed b. Hanbel’e sarıklı kılınan namazın sarıksız kılınan namazdan yetmiş defa daha faziletli olduğuna dair hadis sorulduğunda, « bu yalandır, bu batıldır » der.
35-( الصلاة في العمامة تعدل بعشرة آلاف حسنة )
Hadis uydurmadır.
ed-Deylemî[88] senediyle Ebân’dan oda Enes’ten merfû olarak rivâyet etmiştir.
Bunu es-Suyûtî Zeyl Ehâdis el-Mevdûa’da[89] zikrettikten sonra « Ebân ithâm edilmiştir » der. İbn Arrâk Tenzîh eş-Şerîa’da[90] es-Suyûtî’ye hadisin bu hükümde tabi olmuştur. es-Sahâvî’de el-Makâsıd [91] adlı kitabında İbn Hacer’e uyarak « Bu hadis uydurmadır » der.
Bu üç hadisin uydurma olduğuna dâir hiçbir şüphe yoktur. Çünkü hikmet sahibi olan eş-Şârî işleri doğru bir terâzi ile ölçer. Dolayısıyla sarıkla kılınan namazın sevabının, cemaatla kılınan namazın sevabıyla aynı olması veya kat ve kat daha fazla olması makûl değildir! Sonra cemaat namazının hükmüyle, sarık bağlamanın hükmü arasında çok büyük fark vardır. Sarık hakkında söylenecek en son hüküm müstehab olduğudur. Ancak tercih edilen; sarığın âdet olan sünnetlerden olduğudur. Sarık ibâdet olan sünnetlerden değildir. Cemaat namazına gelince, en azından müekked sünnet olduğu söylenmiştir. Ayrıca namazın şartlarından olduğu, namazın cemaatsız sahih olmayacağı da söylenmiştir. Doğru olan görüş ise, cemaat namazının farz (vacib) olduğudur. Ama terkedildiğinde kişi şiddetli bir günah kazanmasına rağmen namazı sahihtir. Bunun için nasıl olur da Alîm ve Hakîm olan Allâh, bunun sevabını sarıkla kılınan namazla eşit, bizzat daha aşağıda bir derece kılsın. Herhalde Hâfız b. Hacer bu manâyı hesaba katarak hadis hakkında uydurma hükmünü verir.
Bu tür uydurma hadislerin kötü tesirlerinden ve hatalı yönlendirmelerinden bir tanesi de; bizler bazı insanların namaza girmek istediklerinde başlarına mendil bağladıklarını muşâhede ederiz. Zannınca bu zikredilen sevaba nâil olacaktır. Halbuki bu kişi, nefsini temizleyen ve tezkiye eden bir amel işlememiştir.
Garib olan tarafı da şudur: Bazıları sakallarını keserek bu günahı işlerler. Namaz için kalktıklarında sakallarını kesmelerinden dolayı hiç bir eksiklik duymazlar, ve bu onları hiçmi hiç ilgilendirmez. Ancak sıra sarıkla namaz kılmaya gelince, onlara göre bu ihmal edilmemesi gereken bir iştir! Buna delil de şu durumlarıdır: Sakallı birisi namaz kıldırmak için öne geçtiğinde sarıklı değil ise, ondan razı olmazlar. Eğer sarıklı birisi, sakalını kesme günahıyla birlikte namaz kıldırmak için öne geçse, bu onları rahatsız etmediği gibi buna ehemmiyette vermezler. Böylece Allâh’ın dinini tersine çevirmişler. Allâh’ın haram kıldığını mubâh, mubâh kıldığını da vacib kılmışlardır.
Eğer sarığın fazileti sabit olmuş olsaydı, müslüman kişinin normal hallerinde zinet olarak kullanması istenilirdi. Tâ ki bununla diğer insanlardan ayrılmış olsun. Asıl maksad, ödünç olarak alınan sarıkla sayılı dakikalarda eda edilen namaz değildir, ki bitirir bitirmez alınıp cebe yeniden hapsedilsin! Çünkü müslüman kişinin namaz dışındaki sarığa olan ihtiyacı, namazın içindeki ihtiyacından daha fazladır. Özellikle mümin ile kafirin giyeceklerinin karıştığı bu asırda, sarık müslümanın şiarı olup onu kafirlerden ayırır durumdadır.
Sakal hakkında ise, Allâh Resûlu (s.a.s.) şöyle buyurur: ( Müşriklere muhâlefet edin, bıyıkları kısaltın ve sakalları bırakın ) Bu hadisi Buhârî ve Müslim rivâyet etmiştir.
Namaza başlarken, ödünç sarığın koyulması, namaz için insanın yüzüne ödünç sakal koyması gibidir. Bu ödünç sakalı muşâhede etmesek bile, günün birinde Avrupalıların taklidi babından müslümanların arasında yayılması hiçte uzak değildir. ed-Dimaşk’ta neşrolunan (2485) sayılı 1364 hicri tarihli el-Alem dergisinde şöyle bir haber vardır: « Londra- Lordlar meclisi toplandığında hava sıcaklığı artar, başkan ödünç olan sakallarını çıkarma iznini verir!»
36- ( النظر إلى وجه المرأة الحسناء والخضرة يزيدان في البصر )
Hadis uydurmadır.
ez-Zehebî el-Mizan’da bu haberin bâtıl olduğunu ifade eder. İbn Kayyım ise, bu hadis ve benzerlerinin zındıkların uydurması olduğunu söyler. es-Sagânî ehâdis el-Mevdûa[93] adlı kitabında rivayeti zikreder. Maalesef es-Suyûtî bu ve benzeri hadisleri el-Câmiu’s-Sagîr’ine almıştır.
( م