*MeleK*
♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
Yeni Türk Ceza Kanununda Hayata Karşi,vücut Dokunulmazliğina Karşi Suçlar
adam dövmenin cezası adam dövme cezası basit yaralamanın nedir yaralamanın nedir dövmenin
YENİ TÜRK CEZA KANUNUNDA
HAYATA KARŞI,
VÜCUT DOKUNULMAZLIĞINA KARŞI SUÇLAR,
SİSTEMATİK
Yeni kanunumuzun özel hükümler kitabının birinci kısmı uluslar arası suçları düzenlemekte, hemen ardından ikinci kısımda kişilere karşı suçlar düzenlenmektedir. Kişilere karşı suçlar kısmı ise toplam on bölümden oluşmakta olup, kasten öldürme suçundan hırsızlık suçuna kadar bir takım suçlar burada yer almıştır. Benim ele alacağım konular ise bunlardan sadece
öldürme,
yaralama,
insan üzerinde deney,
organ ve doku ticareti,
işkence ve eziyet,
terk ve yardım veya bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi ile
çocuk düşürtme, düşürme ve kısırlaştırma suçlarıdır.hayata karşı suçlar dosya indir
HAYATA KARŞI SUÇLAR
Genel Olarak
Eski TCK’da adam öldürmek cürümleri başlığı altında 448’den 455 nci maddelere kadar toplam 8 maddede öldürme suçları düzenlenmişti. Yeni TCK’da ise hayata karşı suçlar başlığı altında 81’den 85 nci maddelere kadar, toplam 5 madde altında öldürme suçları düzenlenmiştir.
Burada madde sayısının azalmasının nedeni, eski kanunda iki maddede yer alan (449 ve 450) ağırlaştırıcı sebeplerin, tek maddede toplanmasının (md. 82) yanı sıra; 451 nci maddedeki “birleşik hallerde ölüme sebebiyet” haline ilişkin hükmün ve 453. maddede düzenlenmiş bulunan namus için çocuk öldürme suçunun kaldırılmış olmasıdır. Ayrıca eski 452. maddede düzenlenen kastı aşan adam öldürme suçu ise bu bölümden alınarak, yaralama suçunun yer aldığı bölümde, neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama başlığı altında düzenlenmiştir (md. 87/4).
Hayata karşı suçlara ilişkin olarak eski ve yeni kanun karşılaştırıldığında dikkat çeken en temel farklar şunlardır: İlkin suçun ismi adam öldürme değil, öldürme suçudur. Ayrıca eski kanunda bir kimsenin öldürülmesinden bahsedilirken, yeni kanunumuz “bir insanın öldürülmesi” ifadesini kullanmaktadır. Failin kastına göre kasten öldürme (md. 81) veya taksirle öldürme (md. 85) suçlarından bahsetmek gerekecektir.
Suçun Temel Şekli
Basit kasten öldürme suçu 81. maddede düzenlenmiş bulunmaktadır. Kasten öldürme suçunun unsurları bakımından, eski kanun ile yeni kanun arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır. Sadece, cezanın artırıldığı görülmektedir. Nitekim eski kanundan farklı olarak, faile verilecek ceza alt ve üst sınırlar arasında süreli hürriyeti bağlayıcı ceza olarak belirlenmemiştir. Yeni kanunumuz sabit ceza olarak müebbet hapis cezasını öngörmektedir (md.81).
Yeni kanunumuzda eski kanundan farklı olarak öldürme suçunun hafifletici nedenleri düzenlenmemiştir (eski kanunumuzda namus için çocuk öldürme suçunun (453) adam öldürme suçunun hafifletici sebebi olup olmadığı tartışmalıydı).
Nitelikli Haller
Eski kanunumuzun 449 ve 450. maddelerinde düzenlenen ağırlaştırıcı nedenler birleştirilerek yeni kanunumuzun 82. maddesinde kasten öldürme suçunun nitelikli halleri başlığı altında ağırlaştırıcı nedenler düzenlenmiştir. Bu bakımdan eski kanunla karşılaştırıldığında, eski kanunumuzdaki adam öldürme suçunun,
babalık, analık, evlatlık, üvey ana, üvey baba, üvey evlat, kayınbaba, kaynana, damat ve gelinler hakkında adam öldürme suçunun işlenmesi;
zehirlemek suretiyle işlenmesi;
Birden fazla kimseler aleyhine işlenmesi,
dolayısıyla cezanın artırıldığı haller, yeni kanunda öngörülmemiştir. Bunun nedeni olarak, basit kasten öldürme suçunun cezasının artırılmış olması dolayısıyla, bu hallerin ağırlaştırıcı neden olarak düzenlenmesine gerek görülmemiş olduğu da düşünülebilir.
Böylece, yakın akrabaya karşı işlenen kasten öldürme suçu ancak üstsoy, altsoy, eş veya kardeşe karşı işlendiği takdirde bir ağırlaştırıcı neden olacaktır (md. 82/1-d). Kasten öldürme suçunun zehirlemek suretiyle işlenmesi halinde basit kasten öldürme suçu (md.81) uygulanacak, birden fazla kimselerin öldürülmesi durumunda ise gerçek içtima kuralları uygulanarak her mağdur için ayrı ayrı 81. madde gereğince ceza tayini yoluna gidilecektir. Bu son durumda, faile uygulanacak olan ceza gerçek içtima kuralları dolayısıyla daha ağır olacaktır.
Buna karşılık eski kanunumuzdaki, adam öldürme suçunun,
TBMM üyelerinden biri aleyhine veya üyelik sıfatı sona ermiş olsa bile bu görevinden dolayı işlenmiş olması,
Velevki husule gelmiş olmasın diğer bir suçu hazırlamak veya kolaylaştırmak veya işlemek için ika olunması,
Bir suçtan hasıl olacak faydayı elde etmek veya bu gayeye vasıl olmak maksadıyla yapılan ihzaratı saklamak için veya takip edilen gayeye vasıl olamamaktan mütevellit infial ile işlenmiş olunması,
Bir suçu gizlemek veya delil ve emarelerini ortadan kaldırmak veya kendisinin yahut başkasının cezadan kurtulmasını temin maksadıyla vukua getirilmesi,
Devlet memurlarından biri aleyhine görevi esnasında veya devlet memurluğu sıfatı zail olsa bile bu görevi yapmasından dolayı
halleri, yeni kanunda daha farklı düzenlenmiştir. TBMM üyeleri ve memurlar bakımından 82/1-g maddesinde “kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle” öldürülmesi hükmü konulmak suretiyle, eski kanunumuza göre ileri bir adım atılmış bulunmaktadır. Bu suretle, soyut olarak milletvekili veya memurun öldürülmesi yeterli olmayacak, ancak bu kimselerin görevleri dolayısıyla öldürülmesi cezanın ağırlaştırılmasını gerektirecektir. Nitekim madde gerekçesinde bu husus şöyle ifade edilmektedir: “Suçun salt kamu görevlisine karşı işlenmesi yeterli değildir; mağdurun, görevinin gereklerine uygun davranılması dolayısıyla öldürülmesi gerekir. Hatta, kamu görevliliği sıfatı sona ermiş olsa bile, kişinin kamu görevinin gereklerine uygun davranması dolayısıyla öldürülmesi hâlinde de bu nitelikli unsur oluşacaktır”.
Eski kanunumuzun 450/7,8 ve 9. bentlerinde sayılan hususlardan ise sadece “bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla” kasten öldürme suçunun işlenmesi bir ağırlaştırıcı neden olarak kanunda yer almıştır (md. 82/1-h). Esasen yeni kanunun bu hükmü somut olayda yerine göre eski kanundaki “bir suçtan hasıl olacak faydayı elde etmek; bu gayeye vasıl olmak maksadıyla yapılan ihzaratı saklamak; kendisinin yahut başkasının cezadan kurtulmasını temin” hallerini de kapsayabilecektir.
Eski kanunda mevcut olmamakla beraber, yeni kanunda getirilen nitelikli haller ise şunlardır:
Bombalama ya da nükleer, biyolojik veya kimyasal silah kullanmak suretiyle;
çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
gebe olduğu bilinen kadına karşı ve
töre saikiyle
kasten öldürme suçunun işlenmesi yeni ağırlaştırıcı nedenlerdir (md. 82/1-c, e, f, j).
Bu yeni ağırlaştırıcı nedenlerden 82/1-e bendinde düzenlenmiş bulunan husus, “çocuk olması veya ileri yaşı, hastalığı, malûllüğü veya ruhî veya fizik güçsüzlüğü nedeniyle kendini korumaktan âciz bir kimseye karşı fiilin işlenmesi, gerek faildeki ahlâkî kötülüğün mefruz çokluğu gerek fiilin icrasındaki kolaylık dolayısıyla, nitelikli hâl sayılmıştır” gerekçeleriyle açıklanmaktadır.
İkinci bir yeni ağırlaştırıcı neden, suçun gebe kadına karşı işlenmesidir. Buradaki önemli unsur, failin kadının gebe olduğunu bilmesidir. Bilindiği üzere, normalde hamile kadının öldürülmesi, failin ayrıca çocuğun düşmesi amacını taşımadığı hallerde, tek bir suç oluşturmaktadır. Halbuki, madde gerekçesinde de belirtildiği üzere, “suçun gebe kadına karşı işlenmesi hâlinde iki hayata son verilmektedir. Bu nedenle, belirtilen durumda faile daha ağır ceza verilmesi öngörülmüştür. Failin söz konusu nitelikli unsur dolayısıyla sorumlu tutulabilmesi için, mağdurun gebe olduğunu bilmesi gerekir; yani suçun bu nitelikli unsuru açısından failin doğrudan kastla hareket etmesi gerekir”.
Töre saikiyle adam öldürmenin işlenmesi ise, kan gütme gibi, kötü geleneklerden kaynaklanan ve faillerin genellikle koca, baba, kardeş gibi yakın erkek akrabaların; mağdurların ise kadın olduğu suçların daha ağır cezalandırılarak önlenebilmesi amacıyla kanuna eklenmiştir. Ancak bu konuda töre saikinin tespiti önem kazanmaktadır (Bu konuda bkz. Hakeri/Yıldırım/Erpolat/Zeytin, Sosyolojik ve Hukuksal Boyutlarıyla Töre ve Namus Cinayetleri Uluslar arası Sempozyumu, Diyarbakır 2003). Yeni kanunumuzun 29. maddesi gerekçesinde, töre ve namus cinayetlerinin akraba içi öldürme suçları oldukları ifade edilmektedir. Töre cinayetlerinde haksız tahrike ilişkin 29. madde hükmünün uygulanması ise olanaklıdır.
Kasten öldürme suçunun nitelikli halleriyle ilgili olarak son olarak belirtilmesi gereken husus, eski kanunumuzdan farklı olarak ağır kasten öldürme suçu için öngörülmüş olan cezanın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olduğudur.
Yeni Bir Hüküm: Kasten Öldürmenin İhmali Davranışla İşlenmesi
İhmali bir davranışla bir neticenin meydana gelmesine sebebiyet veren herkesin, bu neticeden dolayı sorumlu tutulması düşünülemez. Bunun için bir ek şarta gereksinim vardır. Bu ek şart, kişinin neticeyi önlemek hususunda hukuken yükümlü olmasıdır. Neticeyi önlemek hususunda hukuken yükümlü kişiye “garantör” adını vermekteyiz. Garantörlüğün kaynağı yeni kanunumuzun 83. maddesine göre üç türlü olabilir:
Kanuni bir düzenleme,
Sözleşme ve
Önceden gerçekleştirilen davranışın başkalarının hayatı ile ilgili olarak tehlikeli bir durum oluşturması.
Bu üç durumu ayrıntılı olarak ele alalım ve örnekler verelim:
Kanuni Düzenlemelerden Kaynaklanan Garantörlükler
Doğal Bağlılık: Doğal bağlılık, öncelikle bir ailenin üyeleri arasında söz konusudur. Böylece ilkin aile içindeki en yakın kimseler, ilke olarak birbirlerini tehdit eden vücuda, hayata yönelik tehlikeleri önlemekle yükümlüdürler. Gerçekten de bir başkası için yardım yükümlülüğü normalde ancak acil durumlarla ilgili olarak geçerli iken (YTCK 98/2), bir ailenin üyeleri tehlikede bulunan diğer üyenin acı çekmesini veya ölmesini seyretmeleri halinde yerine göre yaralama suçundan, hatta adam öldürmeden sorumlu tutulacaktırlar. Bu kapsamda aşağıdaki durumlar garantörlük kaynağı olarak söz konusu olabilir:
aa. Ebeveyn-çocuk ilişkisi: Türk Medeni Kanunu’nun 322. maddesinde “ana, baba ve çocuk, ailenin huzur ve bütünlüğünün gerektirdiği şekilde birbirlerine yardım etmek, saygı ve anlayış göstermek ve aile onurunu gözetmekle yükümlüdürler” denilmektedir. 324. maddede ise, “ana ve babadan her biri, diğerinin çocuk ile kişisel ilişkisini zedelemekten, çocuğun eğitilmesi ve yetiştirilmesini engellemekten kaçınmakla yükümlüdürler. Kişisel ilişki sebebiyle çocuğun huzuru tehlikeye girer veya ana ve baba bu haklarını birinci fıkrada öngörülen yükümlülüklerine aykırı olarak kullanırlar veya çocuk ile ciddi olarak ilgilenmezler ya da diğer önemli sebepler varsa, kişisel ilişki kurma hakkı reddedilebilir veya kendilerinden alınabilir”. Keza aynı kanunun nafakaya ilişkin 364. maddesi de usul ve fürua birbirine yardım yükümlülüğü yüklemektedir. Bundan başka, Medeni Kanunu’muzun 185, 327, 339, 346, 368 ve 369. maddelerine dayanılarak da garantörlüğün bulunduğu kabul edilebilir.
Çocuklar da ebeveyne karşı garantördürler. Medeni Kanunumuz çocukların da ebeveyne karşı garantör olduğuna ilişkin açık hükümler içermektedir. Nitekim yukarıda da temas etmiş bulunduğumuz 322. madde yardım yükümlülüğünden bahsederken, “birbirlerine“ ifadesini kullanmak suretiyle ebeveyn ve çocuğun karşılıklı olarak bu yükümlülüğe sahip olduklarını açıkça belirtmiştir. Keza Medeni Kanun’un 364. maddesi de bu konuda gayet açıktır: “Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür”. Bu sonuncu hükümde kastedilen her ne kadar maddi yardım ise de, bu hükümden vücut ve yaşama yönelik garantörlük yükümlülüğünün öncelikle kabulünün mümkün olacağı kanısındayız
bb. Eşler Arasında Garantörlük: Medeni Kanunumuzun 185/III maddesi eşlerin birbirlerine karşı yükümlülüğünün hukuksal dayanağını göstermektedir:
“Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar”.
Keza aynı kanunun 195. maddesine göre, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde eşler hakimin müdahalesini isteyebilirler. Hakim gerektiği takdirde kanunda öngörülen önlemleri alır.
Bugün öğretide eşlerin birbirlerinin yaşam, sağlık ve özgürlüğünün korunması hususunda mükellef oldukları hususu tamamen tartışmasızdır.
b.İkâme İlişkiler: Ebeveyn-çocuk ilişkisi bakımından hukuken tanınmış ikâme ilişkiler vardır: Evlat edinme ve vesayet. Bunlar açısından yukarıda ebeveyn-çocuk ilişkisi ile ilgili olarak söylenenler aynen geçerlidir. Nitekim Türk Medeni Kanunu’nun 314. maddesi hükmüne göre de, “ana babaya ait olan haklar ve yükümlülükler, evlat edinene geçer”.
c. Polis ve gardiyan gibi kamu görevlileri de kanunla kendilerine yüklenen görevlerinden ötürü garantördürler.
2. Sözleşmeden Kaynaklanan Garantörlük
Bugün öğretide sözleşmeden kaynaklanan garantörlük için açık bir sözleşmeden ziyade “gönüllü bir üstlenme”nin bulunması yeterli görülmektedir. Burada fail üstlenme hareketi dolayısıyla sorumluluğu kendi üzerine almaktadır. Örneğin, bir görme engelli bir kimseyi caddede karşıdan karşıya geçiren kimse garantör olmaktadır, zira burada bir gönüllü üstlenme vardır ve bu üstlenmeye rağmen, görme engelli kimsenin cadde ortasında bırakılması halinde, meydana gelen zararlardan sorumluluk söz konusu olacaktır (Zaman zaman garantörlüklerin bir olayda çakışması söz konusu olabilir. Nitekim bu örnekte, öngelen tehlikeli hareketten kaynaklanan garantörlük de düşünülebilir).
Bunun tipik örneği, çocuk bakıcısının çocuğa göz kulak olmayı kabul etmesidir. Keza hemşireler, korumalar (bodyguard), antrenör, yüzme öğretmeni, cankurtaran, itfaiye eri, dağ rehberi de buna örnek olarak gösterilebilir. Garantörlük, sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüğün fiilen üstlenilmesi ile oluşur.
Hekimler bakımından kanunen hastalara bakmakla yükümlü oldukları hal dışında (Hususi Hastaneler Kanunu’nun 32. maddesi ve Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’nün 18. maddesi) hekimlerin bir hastanın bakımını üstlenmesi dolayısıyla garantörlüğün kaynağı, gönüllü üstlenmedir.
<!--[if !supportLists]-->3. <!--[endif]-->Öngelen Tehlikeli Eylemden Kaynaklanan Garantörlük.
Kanunumuzun 83/2-b bendinde düzenlenmiş bulunan bu garantörlük türünde, davranışı ile bir zarar doğması tehlikesine neden olan kişinin zararın meydana gelmesini önleme yükümlülüğünden kaynaklanan garantörlük söz konusudur. Bir kimsenin bazı olaylara neden olması veya o olayların gelişimine seyirci kalması diğer hukuki değerler bakımından zararlı sonuçlara yol açmamalıdır. Böyle bir muhtemel zarar halinde, netice önlenmek zorundadır. Fail önceki hareketi ile bir başkasını yüksek bir koruma ihtiyacının bulunduğu ve yardım olmaksızın kendini kurtaramayacağı bir duruma sokmaktadır. Öngelen tehlikeli eylemden kaynaklanan garantörlükte failin bizzat kendisi tehlikenin kaynağıdır. Yaptığı şey başkalarını tehlikeye soktuğundan, bu tehlike kaynağını da kapamalı, tehlikenin neden olabileceği sonuçları önlemelidir. Burada neticeye neden olma ile neticeyi önlemeyi ihmal birlikte söz konusu olmaktadır. Gerçekten de failin neticeyi önleme yükümlülüğünün kaynağını, failin nedensellik serisini bizzat harekete geçirmiş olması oluşturmaktadır.
Bu tür garantörlüğe örnek olarak şu olay gösterilebilir: Bir motosiklet sürücüsünün dikkatsizce yola çıkan bir kimseye çarpmamak için motoru çevirip, yoldan çıkması. Bu olayda sürücünün düştüğü yerden çıkabilmesi ve başka zararların da meydana gelmemesi için yardıma ihtiyacı vardır. Yola çıkan kişi garantör olarak yardım etmekle mükelleftir, zira motor sürücüsü onun zarar görmemesi için tehlikeli duruma düşmüştür, öngelen tehlikeli eylem de ondan kaynaklanmaktadır.
Bir başka örnek: Piyasaya sürüldüğünde herhangi bir tehlikesi saptanmamış bulunan ve fakat daha sonra zararlı yönleri tespit edilen ürünlerin ya toplanması ya da sahiplerinin uyarılması gerekir. Yine, köpeğinin saldırısına uğrayan bir kimseye yardım etmeyen kişi bakımından ihmal suretiyle öldürme suçu söz konusu olacaktır.
Bu arada önemle açıklamak gerekir ki, öngelen tehlikeli eylemden kaynaklanan garantörlük, özellikle trafik kazası sonucu bir kimseye çarpan sürücülerin, mağdurun ölümü halinde normalde taksirle adam öldürmeden sorumlu olacakken, kasten adam öldürmeden dolayı sorumlu tutulmalarına neden olabilir. Gerçekten de öngelen tehlikeli eylemin taksirli olduğu hallerde, bunu takip eden neticeyi önlememe hareketinin kasti olması durumunda, öngelen eylemden doğan garantörlüğün büyük bir pratik önemi söz konusu olmaktadır. Zira öngelen tehlikeli icrai eylemden dolayı zaten sorumluluk vardır ve fakat bunu takip eden ihmali hareketten sorumluluğun dayanağı öngelen tehlikeli eylemden kaynaklanan garantörlük olmaktadır. Nitekim dikkatsizlikle çarptığı bir kimseye durup da yardım eden sürücü, mağdurun ölümü halinde taksirle adam öldürmeden ötürü sorumlu olacakken; yardım etmeksizin olay yerinden kaçması durumunda öngelen tehlikeli eylemden kaynaklanan garantörlük dolayısıyla -kastı mevcut ise; muhtemel kast da yeterlidir- ihmal suretiyle kasten öldürmeden dolayı sorumlu tutulur.
Önemle ifade etmek gerekir ki, kanunda yazılı bu unsurların dışında, garantörsel ihmali suçlara ilişkin yazılı olmayan unsurlar da vardır. Bunlar hareket olanağı ve beklenebilirliktir. Hareket olanağından kasıt, bir kimsenin ihmalinden dolayı sorumlu tutulabilmesi için hareket etmesinin mümkün olmasıdır. Böylece, yüzme bilmeyen kocayı, eşini denize atlayıp da kurtarmamasından ötürü sorumlu tutmak mümkün olmaz. Beklenebilirlik ise somut olayda kişinin hareketinin ne ölçüde ondan beklenebilir olduğunun araştırılması gerektiğini anlatır. Kişinin kendini tehlikeye atması ondan beklenemez. Köpek balıklarının eşinin çevresinde yüzdüğü bir ortama atlamasını kocadan bekleyemeyiz.
Bu konuda son olarak belirtilmesi gereken husus, yeni kanunumuzun, ihmali suçlarda failin cezasında indirimi öngören bir çok kanun gibi, 83/3. maddede failin cezasında indirim yapılabilmesinin mümkün olduğunu açıklamış olmasıdır.
İntihar
Eski kanunumuzun 454. maddesi, maddede kullanılan ikna ve yardım ifadeleri ve maddenin uygulanmasının müntehirin ölümünü gerektirmesi dolayısıyla yürürlükte olduğu sürece uygulama alanı bulamamıştır. Bu sebeple, madde yeniden düzenlenmiş ve ek bir takım unsurlara yer verilmiştir.
İlkin, eski kanunumuzdan farklı olarak sadece intihar kararının alınmasını sağlamak değil, alınmış kararın kuvvetlendirilmesi ve teşviki de madde kapsamına alınmıştır. İkinci olarak yardımın herhangi bir şekilde olabileceği hükmü konularak, ihmali hareketlerle de yardım edilmesinin cezalandırılmasına olanak tanınmıştır.
84/2. maddede ise, netice sebebiyle ağırlaşmış suç hali düzenlenerek, intiharın gerçekleşmesi durumunda failin cezasının artırılacağı öngörülmüştür.
Eski kanunumuzda olmayan iki hüküm yeni 84/3 ve 4. fıkralarda düzenlenmiştir:
Buna göre, başkalarının aleni olarak intihara teşvik edilmesi durumunda ceza artırılacak; aleni teşvik fiilinin basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde ise ceza daha ağır tayin edilecektir. Buna örnek olarak internet yoluyla belirsiz kimselerin intihara teşviki gösterilebilir. Basın ve yayın yolu deyimi konusunda bkz. YTCK md. 6/1-g.
Son olarak, kanuna ilginç bir hüküm eklenmiştir: 84/4. maddeye göre, iki halde fiil kasten öldürme olarak kabul edilecektir. Bunlardan ilki, intihara yöneltilen kimselerin fiilinin anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği bulunmayan veya gelişmemiş kimseler olmasıdır. Burada esasen dolaylı failliğe ilişkin özel bir düzenlemenin yapıldığını görmekteyiz. Bu suretle, genel hükümler kısmındaki dolaylı faillik hükmü yerine bu özel hüküm uygulanacaktır.
İkincisi ise bir kimsenin cebir veya tehdit kullanılarak intihara zorlanmasıdır.
Taksirle Öldürme
Taksirle öldürme bakımından en önemli farklılık, eski kanunumuzda tedbirsizlikle ölüme sebebiyet başlığı altında, taksirin şekilleri sayılarak belirlenen taksirle öldürme suçunun, doğrudan taksir kelimesi kullanılmak suretiyle ortaya konmasıdır (md. 85).
Taksirin tanımı ise 22. maddede yapılmıştır. Buna göre, taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.
Eski kanundan ikinci farklılık, ceza noktasında olmuştur. Eski kanunumuzda 2 yıldan 5 yıla olarak belirlenmiş bulunan ceza, yeni kanunumuzda birer yıl artırılarak 3 yıldan 6 yıla kadar hapis cezası olarak öngörülmüştür. Yeni kanunumuzun erteleme için sınırı 2 yıl olarak belirlemesinden dolayı, taksirle öldürme suçlarında erteleme olanağı kaldırılmış bulunmaktadır. Ancak 50/4 madde gereğince taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa, diğer şartların da gerçekleşmesi kaydıyla, bu cezanın adli para cezasına çevrilmesi mümkündür.
Bir diğer farklılık, uygulamada sıkça uygulanan eski 455/son fıkradaki kusurun derecesine göre cezanın indirilmesine olanak tanıyan hükme yeni kanunda yer verilmemesidir. Bu hükme karşılık olan hüküm, yeni kanunumuzun 22/4. fıkrasında düzenlenmiştir. Bu suretle, sadece öldürme ve yaralama fiilleri bakımından değil, bütün taksirli suçlar bakımından cezanın kusura göre belirlenmesine olanak tanınmış; öte yandan, taksirin 8 esası üzerinden matematiksel hesabının mümkün olamayacağı kabul edilerek, matematiksel bir orana yer verilmemiştir<!--[if !supportFootnotes]-->[1]<!--[endif]-->. Bu husustaki 22. madde gerekçesini aynen aktarmakta yarar görüyorum:
“Taksirle işlenen suçlardan dolayı kusurluluk, bir değerlendirmeyle ancak olay hâkimi tarafından yapılabilir. Bu nedenle, taksirden dolayı kusurluluğun matematiksel olarak ifadesi mümkün değildir. Ancak, normatif değerlendirmeyle hâkim tarafından belirlenen kusurluluk göz önünde bulundurulmak suretiyle, suçun cezasında belli bir oranda indirim yapılabilir.
Taksir dolayısıyla kusurun belirlenmesi normatif bir değerlendirmeyle mümkün olmakla birlikte, somut olayda dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlâl edilip edilmediğinin belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesi yaptırılabilir. Örneğin ölümle sonuçlanan bir ameliyat sırasında hastaya yapılan tıbbi müdahalenin tekniğine uygun olarak yapılmış olup olmadığının belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesine gerek bulunduğu muhakkaktır. Keza, ölüm veya yaralanma ile sonuçlanan bir trafik kazasında, sürücülerin trafik kurallarına uyup uymadıklarının, hangi trafik kuralının ne suretle ihlâl edildiğinin, trafiğe çıkarılan aracın teknik bakımdan herhangi bir arızasının olup olmadığının belirlenmesi açısından da bilirkişi incelemesi yapılabilir. Ancak, bu durumlarda, bilirkişinin yapacağı inceleme, işin tekniği ile sınırlı olmalıdır. Bunun dışında, bilirkişi tarafından münhasıran hâkimin yetkisinde bulunan kusurluluk konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmamalıdır. Aksi yöndeki tutum, bilirkişilik görevinin sınırını aşmayı ve hâkimin yerine geçmeyi ifade eder.
Hâkim, bu teknik veriler çerçevesinde somut olayda failin kusurlu olup olmadığını takdir edecektir. Failin kusurlu bulunması durumunda, kusurun ağırlığı ve diğer sebepleri de göz önünde bulundurmak suretiyle suçun kanuni tanımındaki cezanın alt ve üst sınırı arasında bir cezaya hükmedecektir”.
Kanunumuz kusur atfetmenin hekimin veya bilirkişinin görevi olmadığını belirtmiştir ki, bu çok doğrudur. Kusuru belirlemek bilirkişinin işi değildir. Bilirkişi sadece kural ihlallerini belirtecek, kusuru belirleyecek kişi ise hakim olacaktır.
Ayrıca 61/1-f maddesinde ceza tayini sırasında hakimin failin taksire dayalı kusurunun ağırlığını göz önünde bulunduracağı hüküm altına alınmıştır.
Uygulamada birden fazla kimsenin kusurlu olduğu olaylarda, her birinin kusurunun toplamının 8’e tamamlanması uygulamasını önlemek amacıyla da, 22 nci maddenin 5 inci fıkrasında “birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir” hükmü konulmuştur.
Eski kanunumuzdaki, taksirle adam öldürmenin ağırlatıcı sebebi (455/2), yeni kanunda da muhafaza edilmiştir. Ancak, eski kanundan farklı olarak cezanın aşağı ve yukarı hadlerinde değişiklik yapılmıştır. Buna göre, eskiden 4 seneden 10 yıla kadar olan hapis cezası, yeni kanunda 3 yıldan 15 yıla kadar olmak üzere, alt sınır azaltılarak ve üst sınır ise artırılarak, makas daha genişletilmek suretiyle belirlenmiştir (md. 85/2). Esasen kanunun tümünde makasların geniş tutulduğunu görüyoruz. Bu suretle hakimin takdir yetkisi artırılmış olmakta ve zaman zaman uygulamada şahit olunan, cezanın miktarının yüksekliği dolayısıyla hakimin başka kurumlara müracaat etmek suretiyle, madde uygulamasını engellemesinin önüne de geçilmesi amaçlanmış olmaktadır.
Bu bakımdan ikinci önemli fark, eski kanunumuzun 455/2. maddesinde birden fazla kişinin yaralanması halinde bu yaralamanın belli bir derecede olması aranırken, yeni 85/2. maddede yaralamanın derecesi bakımından ayırım yapılmamış olmasıdır. Bununla beraber, 85/1 de suçun basit hali için öngörülen üç yıllık alt sınırın, 85/2’deki ağırlaştırıcı halin de alt sınırı olarak düzenlenmiş bulunması dolayısıyla, bu durum uygulamada sorun oluşturmayacak, hakim meydana gelen yaralamanın derecesini cezanın tayininde göz önünde bulundurabilecektir.
VÜCUT DOKUNULMAZLIĞINA KARŞI SUÇLAR
Genel Olarak
Vücut dokunulmazlığına karşı suçlar bölümünde düzenlenen suçlar, yaralama, insan üzerinde deney, organ veya doku ticareti suçlarıdır.
Eski ceza kanunumuzda 456 dan 460. maddelere kadar, kasten ve taksirle müessir fiil ile kastı aşan müessir fiil suçları düzenlenmişti. Yeni kanunumuzda kastı aşan müessir fiile ilişkin eski 458 nci madde ile şikâyetten vazgeçmeye ilişkin 460. madde yer almamıştır. Buna karşılık eski kanunda bulunmayan insan üzerinde deney ve organ veya doku ticareti suçları ilk defa ceza kanunumuzda yer almıştır.
Kasten Yaralama Suçu
Eski kanunumuza göre müessir fiil olarak adlandırdığımız suçun, yeni kanunumuzdaki ismi “yaralama”dır. Yaralamadan anlaşılması gerekenin ne olduğu, suçun basit şeklinin düzenlendiği 86/1. maddede ifade edilmektedir: “Kişinin vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan” her davranış yaralamadır.
Eski kanunumuzdan farklı olarak maddenin başında “katil kasdiyle olmaksızın” terimlerine yer verilmemiştir. Ancak, bu suçun gerçekleşebilmesi için elbette failin yaralama kastı ile hareket etmesi gerekecektir. Failin kastının öldürme olup da, neticede failin yaralanmasının söz konusu olduğu hallerde, teşebbüs hükümleri uygulanacaktır. Buna karşılık failin kastının yaralama olup da, neticenin ölüm şeklinde gerçekleşmesi durumunda eski 452. maddeye tekabül eden yeni 87/4 uygulanacaktır.
Suçun basit şekli için öngörülen cezanın yeni kanunda artırıldığını ve makasın açıldığını görüyoruz. Eski kanunda 6 aydan 1 seneye kadar olan hapis cezası, yeni kanunda 1 yıldan 3 yıla kadar olmak üzere artırılmıştır.
Bu bakımdan yapılan en önemli değişiklik, eski kanunda bulunan ve tabibin vereceği 10 veya 20 gün gibi sürelere göre cezanın tayini sisteminin terk edilmiş olmasıdır. Bu suretle, hakimin, fiilin kişi üzerindeki etkisine göre, cezayı tayin konusunda takdir yetkisi genişletilmiş ve tabiplerin yerine göre sübjektif raporlarına bağlılığı bir ölçüde azaltılmış bulunmaktadır. Gün esası üzerinden ceza tayini tabiplerin de sıkıntı yaratması dolayısıyla şikâyet konularından birini oluşturmaktaydı.
Eski kanunumuzda 456/4. fıkrada yer alan suçun hafifletici nedeni ise yeni kanunun 88/1. fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre, fiilin kişi üzerindeki etkisi, örneğin basit bir plaster ile ya da kafasına taş atılan kimsenin basit bir dikişle tedavisinin yapılmasında olduğu gibi basit bir tıbbi müdahaleyi gerektirecek ölçüde hafif olursa, faile daha az bir ceza verilecek ve suçun soruşturma ve kovuşturması mağdurun şikâyeti üzerine yapılacaktır. Hemen belirtelim ki, “basit tıbbi müdahale” kavramının uygulamada karışıklıklara yol açacağı ifade edilmekte, bu kavramın tıbbi bir kavram olmadığı açıklanmaktadır. Keza müdahalenin basit olup olmadığının, müdahaleyi yapan hekimin uzmanlığına göre de değişebileceği, örneğin bir cerrah için basit müdahale sayılabilecek bir hususun, bir pratisyen için basit olamayabileceği söylenmektedir.
Ancak bu halde de, öngörülen cezanın eski kanunumuzdan daha ağır olduğuna işaret etmek isterim. Bu durumda hakim hapis cezası yerine 5 günden az olmamak üzere (YTCK md.52/1) adli para cezasına da hükmedebilecektir.
YTCK 86/2. fıkrada kasten yaralama suçunun nitelikli halleri düzenlenmiştir. Bunlardan a ve c bentlerinde sayılanlar tümüyle, b bendinde sayılan ise mağdurun çocuk olması dışında kasten öldürme suçunda da öngörülmüş nitelikli hallerdir. Maddede kasten öldürme suçundan farklı olarak öngörülmüş bulunan ağırlatıcı nedenler suçun,
<!--[if !supportLists]-->Ø <!--[endif]-->Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanmak suretiyle ve
<!--[if !supportLists]-->Ø <!--[endif]-->Silahla işlenmesidir.
Kamu görevlisinin, zor kullanma yetkisine sahip olması gerekmemekte (krş. md.256) ; silahın tarifi de yeni kanunumuzun 6/1-f maddesinde yapılmaktadır.
Eski kanunumuzun 456/2 ve 3. fıkralarında düzenlenmiş bulunan netice sebebiyle ağırlaşmış yaralama, yeni kanunumuzda 87. maddede hükme bağlanmıştır. Madde eski kanunumuzda olduğu gibi kazuistik bir şekilde düzenlenmiş ve eski kanunumuzdaki ifadeler Türkçeleştirilmiştir. Cezaların ise suçun basit şekli için belirlenmiş cezanın bir kat artırılması suretiyle tayin edileceği açıklanmıştır.
87. maddenin 3. fıkrasında düzenlenen hal, eski kanunumuzda bulunmamaktadır. Buna göre, kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına neden olması durumunda, kırığın etkisine göre hakim 1 yıl ile 6 yıl arasında bir ceza tayin edecektir.
Bu husus, adli tıp uzmanlarının talebi üzerine kanuna eklenmekle beraber, uygulamada bazı sorunların da ortaya çıkabileceği açıktır. Örneğin, kemik kırığı değil de çatlağı olması durumunda bu ağırlaştırıcı sebep uygulanamayacaktır. Esasen, adli tıp uzmanları da yeni uygulamada çatlak kavramına yer verilmemesi gerektiğini, çatlak olarak kaydedilen lezyonun aslında ayrıksız kırık olduğunu ifade etmektedirler<!--[if !supportFootnotes]-->[2]<!--[endif]-->.
Taksirle Yaralama
Taksirle yaralama suçunun cezasının eski kanuna nazaran artırıldığı görülmektedir. Bunun dışında kasten yaralamada sayılan ağırlaştırıcı nedenler buraya da alınmıştır. Ancak kasten yaralamada olduğu gibi, burada doğrudan bir ceza tayini yoluna gidilmemiş, suçun basit haline göre belirlenecek cezanın bir kat artırılacağı hükme bağlanmıştır.
Burada uygulamada adaletsiz cezalara yol açabilecek bir hüküm olarak 89/2-b bendi hükmü gözükmektedir. Buna göre taksirle yaralama fiili mağdurun vücudunda kemik kırılmasına yol açtığı takdirde ceza yarı oranında artırılacaktır. Ancak dikkat edilirse, taksirle yaralama fiili mağdurun yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olduğu takdirde de ceza aynı oranda artırılacaktır. Bu durumda, basit bir parmak kırığı durumunda cezanın, hayati tehlikeye neden olan eylem ile aynı derecede artırılmasının öngörülmüş olması isabetli olmamıştır.
Birden fazla kişinin yaralanmasına ilişkin eski kanunumuzun 459/3. bentte öngörülen cezanın da artırıldığı görülmektedir.
Yine eski 459/sonda yer alan kusurun 8 esasına göre indirileceğine ilişkin kural da buraya alınmamıştır.
89/sonda kural olarak taksirle yaralama suçunun soruşturma ve kovuşturmasının şikâyete bağlı olduğu açıklandıktan sonra, eski kanundan farklı olarak, bilinçli taksir hali bundan hariç tutulmuştur. Bilinçli taksirin tanımı 22/3 ncü maddede yapılmıştır: “Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır”.
Doç. Dr. Hakan HAKERİ
(Dicle Ün. Hukuk Fak. Öğretim Üyesi)
YENİ TÜRK CEZA KANUNUNDA
HAYATA KARŞI,
VÜCUT DOKUNULMAZLIĞINA KARŞI SUÇLAR,
SİSTEMATİK
Yeni kanunumuzun özel hükümler kitabının birinci kısmı uluslar arası suçları düzenlemekte, hemen ardından ikinci kısımda kişilere karşı suçlar düzenlenmektedir. Kişilere karşı suçlar kısmı ise toplam on bölümden oluşmakta olup, kasten öldürme suçundan hırsızlık suçuna kadar bir takım suçlar burada yer almıştır. Benim ele alacağım konular ise bunlardan sadece
öldürme,
yaralama,
insan üzerinde deney,
organ ve doku ticareti,
işkence ve eziyet,
terk ve yardım veya bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi ile
çocuk düşürtme, düşürme ve kısırlaştırma suçlarıdır.hayata karşı suçlar dosya indir
HAYATA KARŞI SUÇLAR
Genel Olarak
Eski TCK’da adam öldürmek cürümleri başlığı altında 448’den 455 nci maddelere kadar toplam 8 maddede öldürme suçları düzenlenmişti. Yeni TCK’da ise hayata karşı suçlar başlığı altında 81’den 85 nci maddelere kadar, toplam 5 madde altında öldürme suçları düzenlenmiştir.
Burada madde sayısının azalmasının nedeni, eski kanunda iki maddede yer alan (449 ve 450) ağırlaştırıcı sebeplerin, tek maddede toplanmasının (md. 82) yanı sıra; 451 nci maddedeki “birleşik hallerde ölüme sebebiyet” haline ilişkin hükmün ve 453. maddede düzenlenmiş bulunan namus için çocuk öldürme suçunun kaldırılmış olmasıdır. Ayrıca eski 452. maddede düzenlenen kastı aşan adam öldürme suçu ise bu bölümden alınarak, yaralama suçunun yer aldığı bölümde, neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama başlığı altında düzenlenmiştir (md. 87/4).
Hayata karşı suçlara ilişkin olarak eski ve yeni kanun karşılaştırıldığında dikkat çeken en temel farklar şunlardır: İlkin suçun ismi adam öldürme değil, öldürme suçudur. Ayrıca eski kanunda bir kimsenin öldürülmesinden bahsedilirken, yeni kanunumuz “bir insanın öldürülmesi” ifadesini kullanmaktadır. Failin kastına göre kasten öldürme (md. 81) veya taksirle öldürme (md. 85) suçlarından bahsetmek gerekecektir.
Suçun Temel Şekli
Basit kasten öldürme suçu 81. maddede düzenlenmiş bulunmaktadır. Kasten öldürme suçunun unsurları bakımından, eski kanun ile yeni kanun arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır. Sadece, cezanın artırıldığı görülmektedir. Nitekim eski kanundan farklı olarak, faile verilecek ceza alt ve üst sınırlar arasında süreli hürriyeti bağlayıcı ceza olarak belirlenmemiştir. Yeni kanunumuz sabit ceza olarak müebbet hapis cezasını öngörmektedir (md.81).
Yeni kanunumuzda eski kanundan farklı olarak öldürme suçunun hafifletici nedenleri düzenlenmemiştir (eski kanunumuzda namus için çocuk öldürme suçunun (453) adam öldürme suçunun hafifletici sebebi olup olmadığı tartışmalıydı).
Nitelikli Haller
Eski kanunumuzun 449 ve 450. maddelerinde düzenlenen ağırlaştırıcı nedenler birleştirilerek yeni kanunumuzun 82. maddesinde kasten öldürme suçunun nitelikli halleri başlığı altında ağırlaştırıcı nedenler düzenlenmiştir. Bu bakımdan eski kanunla karşılaştırıldığında, eski kanunumuzdaki adam öldürme suçunun,
babalık, analık, evlatlık, üvey ana, üvey baba, üvey evlat, kayınbaba, kaynana, damat ve gelinler hakkında adam öldürme suçunun işlenmesi;
zehirlemek suretiyle işlenmesi;
Birden fazla kimseler aleyhine işlenmesi,
dolayısıyla cezanın artırıldığı haller, yeni kanunda öngörülmemiştir. Bunun nedeni olarak, basit kasten öldürme suçunun cezasının artırılmış olması dolayısıyla, bu hallerin ağırlaştırıcı neden olarak düzenlenmesine gerek görülmemiş olduğu da düşünülebilir.
Böylece, yakın akrabaya karşı işlenen kasten öldürme suçu ancak üstsoy, altsoy, eş veya kardeşe karşı işlendiği takdirde bir ağırlaştırıcı neden olacaktır (md. 82/1-d). Kasten öldürme suçunun zehirlemek suretiyle işlenmesi halinde basit kasten öldürme suçu (md.81) uygulanacak, birden fazla kimselerin öldürülmesi durumunda ise gerçek içtima kuralları uygulanarak her mağdur için ayrı ayrı 81. madde gereğince ceza tayini yoluna gidilecektir. Bu son durumda, faile uygulanacak olan ceza gerçek içtima kuralları dolayısıyla daha ağır olacaktır.
Buna karşılık eski kanunumuzdaki, adam öldürme suçunun,
TBMM üyelerinden biri aleyhine veya üyelik sıfatı sona ermiş olsa bile bu görevinden dolayı işlenmiş olması,
Velevki husule gelmiş olmasın diğer bir suçu hazırlamak veya kolaylaştırmak veya işlemek için ika olunması,
Bir suçtan hasıl olacak faydayı elde etmek veya bu gayeye vasıl olmak maksadıyla yapılan ihzaratı saklamak için veya takip edilen gayeye vasıl olamamaktan mütevellit infial ile işlenmiş olunması,
Bir suçu gizlemek veya delil ve emarelerini ortadan kaldırmak veya kendisinin yahut başkasının cezadan kurtulmasını temin maksadıyla vukua getirilmesi,
Devlet memurlarından biri aleyhine görevi esnasında veya devlet memurluğu sıfatı zail olsa bile bu görevi yapmasından dolayı
halleri, yeni kanunda daha farklı düzenlenmiştir. TBMM üyeleri ve memurlar bakımından 82/1-g maddesinde “kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle” öldürülmesi hükmü konulmak suretiyle, eski kanunumuza göre ileri bir adım atılmış bulunmaktadır. Bu suretle, soyut olarak milletvekili veya memurun öldürülmesi yeterli olmayacak, ancak bu kimselerin görevleri dolayısıyla öldürülmesi cezanın ağırlaştırılmasını gerektirecektir. Nitekim madde gerekçesinde bu husus şöyle ifade edilmektedir: “Suçun salt kamu görevlisine karşı işlenmesi yeterli değildir; mağdurun, görevinin gereklerine uygun davranılması dolayısıyla öldürülmesi gerekir. Hatta, kamu görevliliği sıfatı sona ermiş olsa bile, kişinin kamu görevinin gereklerine uygun davranması dolayısıyla öldürülmesi hâlinde de bu nitelikli unsur oluşacaktır”.
Eski kanunumuzun 450/7,8 ve 9. bentlerinde sayılan hususlardan ise sadece “bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla” kasten öldürme suçunun işlenmesi bir ağırlaştırıcı neden olarak kanunda yer almıştır (md. 82/1-h). Esasen yeni kanunun bu hükmü somut olayda yerine göre eski kanundaki “bir suçtan hasıl olacak faydayı elde etmek; bu gayeye vasıl olmak maksadıyla yapılan ihzaratı saklamak; kendisinin yahut başkasının cezadan kurtulmasını temin” hallerini de kapsayabilecektir.
Eski kanunda mevcut olmamakla beraber, yeni kanunda getirilen nitelikli haller ise şunlardır:
Bombalama ya da nükleer, biyolojik veya kimyasal silah kullanmak suretiyle;
çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
gebe olduğu bilinen kadına karşı ve
töre saikiyle
kasten öldürme suçunun işlenmesi yeni ağırlaştırıcı nedenlerdir (md. 82/1-c, e, f, j).
Bu yeni ağırlaştırıcı nedenlerden 82/1-e bendinde düzenlenmiş bulunan husus, “çocuk olması veya ileri yaşı, hastalığı, malûllüğü veya ruhî veya fizik güçsüzlüğü nedeniyle kendini korumaktan âciz bir kimseye karşı fiilin işlenmesi, gerek faildeki ahlâkî kötülüğün mefruz çokluğu gerek fiilin icrasındaki kolaylık dolayısıyla, nitelikli hâl sayılmıştır” gerekçeleriyle açıklanmaktadır.
İkinci bir yeni ağırlaştırıcı neden, suçun gebe kadına karşı işlenmesidir. Buradaki önemli unsur, failin kadının gebe olduğunu bilmesidir. Bilindiği üzere, normalde hamile kadının öldürülmesi, failin ayrıca çocuğun düşmesi amacını taşımadığı hallerde, tek bir suç oluşturmaktadır. Halbuki, madde gerekçesinde de belirtildiği üzere, “suçun gebe kadına karşı işlenmesi hâlinde iki hayata son verilmektedir. Bu nedenle, belirtilen durumda faile daha ağır ceza verilmesi öngörülmüştür. Failin söz konusu nitelikli unsur dolayısıyla sorumlu tutulabilmesi için, mağdurun gebe olduğunu bilmesi gerekir; yani suçun bu nitelikli unsuru açısından failin doğrudan kastla hareket etmesi gerekir”.
Töre saikiyle adam öldürmenin işlenmesi ise, kan gütme gibi, kötü geleneklerden kaynaklanan ve faillerin genellikle koca, baba, kardeş gibi yakın erkek akrabaların; mağdurların ise kadın olduğu suçların daha ağır cezalandırılarak önlenebilmesi amacıyla kanuna eklenmiştir. Ancak bu konuda töre saikinin tespiti önem kazanmaktadır (Bu konuda bkz. Hakeri/Yıldırım/Erpolat/Zeytin, Sosyolojik ve Hukuksal Boyutlarıyla Töre ve Namus Cinayetleri Uluslar arası Sempozyumu, Diyarbakır 2003). Yeni kanunumuzun 29. maddesi gerekçesinde, töre ve namus cinayetlerinin akraba içi öldürme suçları oldukları ifade edilmektedir. Töre cinayetlerinde haksız tahrike ilişkin 29. madde hükmünün uygulanması ise olanaklıdır.
Kasten öldürme suçunun nitelikli halleriyle ilgili olarak son olarak belirtilmesi gereken husus, eski kanunumuzdan farklı olarak ağır kasten öldürme suçu için öngörülmüş olan cezanın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olduğudur.
Yeni Bir Hüküm: Kasten Öldürmenin İhmali Davranışla İşlenmesi
İhmali bir davranışla bir neticenin meydana gelmesine sebebiyet veren herkesin, bu neticeden dolayı sorumlu tutulması düşünülemez. Bunun için bir ek şarta gereksinim vardır. Bu ek şart, kişinin neticeyi önlemek hususunda hukuken yükümlü olmasıdır. Neticeyi önlemek hususunda hukuken yükümlü kişiye “garantör” adını vermekteyiz. Garantörlüğün kaynağı yeni kanunumuzun 83. maddesine göre üç türlü olabilir:
Kanuni bir düzenleme,
Sözleşme ve
Önceden gerçekleştirilen davranışın başkalarının hayatı ile ilgili olarak tehlikeli bir durum oluşturması.
Bu üç durumu ayrıntılı olarak ele alalım ve örnekler verelim:
Kanuni Düzenlemelerden Kaynaklanan Garantörlükler
Doğal Bağlılık: Doğal bağlılık, öncelikle bir ailenin üyeleri arasında söz konusudur. Böylece ilkin aile içindeki en yakın kimseler, ilke olarak birbirlerini tehdit eden vücuda, hayata yönelik tehlikeleri önlemekle yükümlüdürler. Gerçekten de bir başkası için yardım yükümlülüğü normalde ancak acil durumlarla ilgili olarak geçerli iken (YTCK 98/2), bir ailenin üyeleri tehlikede bulunan diğer üyenin acı çekmesini veya ölmesini seyretmeleri halinde yerine göre yaralama suçundan, hatta adam öldürmeden sorumlu tutulacaktırlar. Bu kapsamda aşağıdaki durumlar garantörlük kaynağı olarak söz konusu olabilir:
aa. Ebeveyn-çocuk ilişkisi: Türk Medeni Kanunu’nun 322. maddesinde “ana, baba ve çocuk, ailenin huzur ve bütünlüğünün gerektirdiği şekilde birbirlerine yardım etmek, saygı ve anlayış göstermek ve aile onurunu gözetmekle yükümlüdürler” denilmektedir. 324. maddede ise, “ana ve babadan her biri, diğerinin çocuk ile kişisel ilişkisini zedelemekten, çocuğun eğitilmesi ve yetiştirilmesini engellemekten kaçınmakla yükümlüdürler. Kişisel ilişki sebebiyle çocuğun huzuru tehlikeye girer veya ana ve baba bu haklarını birinci fıkrada öngörülen yükümlülüklerine aykırı olarak kullanırlar veya çocuk ile ciddi olarak ilgilenmezler ya da diğer önemli sebepler varsa, kişisel ilişki kurma hakkı reddedilebilir veya kendilerinden alınabilir”. Keza aynı kanunun nafakaya ilişkin 364. maddesi de usul ve fürua birbirine yardım yükümlülüğü yüklemektedir. Bundan başka, Medeni Kanunu’muzun 185, 327, 339, 346, 368 ve 369. maddelerine dayanılarak da garantörlüğün bulunduğu kabul edilebilir.
Çocuklar da ebeveyne karşı garantördürler. Medeni Kanunumuz çocukların da ebeveyne karşı garantör olduğuna ilişkin açık hükümler içermektedir. Nitekim yukarıda da temas etmiş bulunduğumuz 322. madde yardım yükümlülüğünden bahsederken, “birbirlerine“ ifadesini kullanmak suretiyle ebeveyn ve çocuğun karşılıklı olarak bu yükümlülüğe sahip olduklarını açıkça belirtmiştir. Keza Medeni Kanun’un 364. maddesi de bu konuda gayet açıktır: “Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür”. Bu sonuncu hükümde kastedilen her ne kadar maddi yardım ise de, bu hükümden vücut ve yaşama yönelik garantörlük yükümlülüğünün öncelikle kabulünün mümkün olacağı kanısındayız
bb. Eşler Arasında Garantörlük: Medeni Kanunumuzun 185/III maddesi eşlerin birbirlerine karşı yükümlülüğünün hukuksal dayanağını göstermektedir:
“Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar”.
Keza aynı kanunun 195. maddesine göre, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde eşler hakimin müdahalesini isteyebilirler. Hakim gerektiği takdirde kanunda öngörülen önlemleri alır.
Bugün öğretide eşlerin birbirlerinin yaşam, sağlık ve özgürlüğünün korunması hususunda mükellef oldukları hususu tamamen tartışmasızdır.
b.İkâme İlişkiler: Ebeveyn-çocuk ilişkisi bakımından hukuken tanınmış ikâme ilişkiler vardır: Evlat edinme ve vesayet. Bunlar açısından yukarıda ebeveyn-çocuk ilişkisi ile ilgili olarak söylenenler aynen geçerlidir. Nitekim Türk Medeni Kanunu’nun 314. maddesi hükmüne göre de, “ana babaya ait olan haklar ve yükümlülükler, evlat edinene geçer”.
c. Polis ve gardiyan gibi kamu görevlileri de kanunla kendilerine yüklenen görevlerinden ötürü garantördürler.
2. Sözleşmeden Kaynaklanan Garantörlük
Bugün öğretide sözleşmeden kaynaklanan garantörlük için açık bir sözleşmeden ziyade “gönüllü bir üstlenme”nin bulunması yeterli görülmektedir. Burada fail üstlenme hareketi dolayısıyla sorumluluğu kendi üzerine almaktadır. Örneğin, bir görme engelli bir kimseyi caddede karşıdan karşıya geçiren kimse garantör olmaktadır, zira burada bir gönüllü üstlenme vardır ve bu üstlenmeye rağmen, görme engelli kimsenin cadde ortasında bırakılması halinde, meydana gelen zararlardan sorumluluk söz konusu olacaktır (Zaman zaman garantörlüklerin bir olayda çakışması söz konusu olabilir. Nitekim bu örnekte, öngelen tehlikeli hareketten kaynaklanan garantörlük de düşünülebilir).
Bunun tipik örneği, çocuk bakıcısının çocuğa göz kulak olmayı kabul etmesidir. Keza hemşireler, korumalar (bodyguard), antrenör, yüzme öğretmeni, cankurtaran, itfaiye eri, dağ rehberi de buna örnek olarak gösterilebilir. Garantörlük, sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüğün fiilen üstlenilmesi ile oluşur.
Hekimler bakımından kanunen hastalara bakmakla yükümlü oldukları hal dışında (Hususi Hastaneler Kanunu’nun 32. maddesi ve Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’nün 18. maddesi) hekimlerin bir hastanın bakımını üstlenmesi dolayısıyla garantörlüğün kaynağı, gönüllü üstlenmedir.
<!--[if !supportLists]-->3. <!--[endif]-->Öngelen Tehlikeli Eylemden Kaynaklanan Garantörlük.
Kanunumuzun 83/2-b bendinde düzenlenmiş bulunan bu garantörlük türünde, davranışı ile bir zarar doğması tehlikesine neden olan kişinin zararın meydana gelmesini önleme yükümlülüğünden kaynaklanan garantörlük söz konusudur. Bir kimsenin bazı olaylara neden olması veya o olayların gelişimine seyirci kalması diğer hukuki değerler bakımından zararlı sonuçlara yol açmamalıdır. Böyle bir muhtemel zarar halinde, netice önlenmek zorundadır. Fail önceki hareketi ile bir başkasını yüksek bir koruma ihtiyacının bulunduğu ve yardım olmaksızın kendini kurtaramayacağı bir duruma sokmaktadır. Öngelen tehlikeli eylemden kaynaklanan garantörlükte failin bizzat kendisi tehlikenin kaynağıdır. Yaptığı şey başkalarını tehlikeye soktuğundan, bu tehlike kaynağını da kapamalı, tehlikenin neden olabileceği sonuçları önlemelidir. Burada neticeye neden olma ile neticeyi önlemeyi ihmal birlikte söz konusu olmaktadır. Gerçekten de failin neticeyi önleme yükümlülüğünün kaynağını, failin nedensellik serisini bizzat harekete geçirmiş olması oluşturmaktadır.
Bu tür garantörlüğe örnek olarak şu olay gösterilebilir: Bir motosiklet sürücüsünün dikkatsizce yola çıkan bir kimseye çarpmamak için motoru çevirip, yoldan çıkması. Bu olayda sürücünün düştüğü yerden çıkabilmesi ve başka zararların da meydana gelmemesi için yardıma ihtiyacı vardır. Yola çıkan kişi garantör olarak yardım etmekle mükelleftir, zira motor sürücüsü onun zarar görmemesi için tehlikeli duruma düşmüştür, öngelen tehlikeli eylem de ondan kaynaklanmaktadır.
Bir başka örnek: Piyasaya sürüldüğünde herhangi bir tehlikesi saptanmamış bulunan ve fakat daha sonra zararlı yönleri tespit edilen ürünlerin ya toplanması ya da sahiplerinin uyarılması gerekir. Yine, köpeğinin saldırısına uğrayan bir kimseye yardım etmeyen kişi bakımından ihmal suretiyle öldürme suçu söz konusu olacaktır.
Bu arada önemle açıklamak gerekir ki, öngelen tehlikeli eylemden kaynaklanan garantörlük, özellikle trafik kazası sonucu bir kimseye çarpan sürücülerin, mağdurun ölümü halinde normalde taksirle adam öldürmeden sorumlu olacakken, kasten adam öldürmeden dolayı sorumlu tutulmalarına neden olabilir. Gerçekten de öngelen tehlikeli eylemin taksirli olduğu hallerde, bunu takip eden neticeyi önlememe hareketinin kasti olması durumunda, öngelen eylemden doğan garantörlüğün büyük bir pratik önemi söz konusu olmaktadır. Zira öngelen tehlikeli icrai eylemden dolayı zaten sorumluluk vardır ve fakat bunu takip eden ihmali hareketten sorumluluğun dayanağı öngelen tehlikeli eylemden kaynaklanan garantörlük olmaktadır. Nitekim dikkatsizlikle çarptığı bir kimseye durup da yardım eden sürücü, mağdurun ölümü halinde taksirle adam öldürmeden ötürü sorumlu olacakken; yardım etmeksizin olay yerinden kaçması durumunda öngelen tehlikeli eylemden kaynaklanan garantörlük dolayısıyla -kastı mevcut ise; muhtemel kast da yeterlidir- ihmal suretiyle kasten öldürmeden dolayı sorumlu tutulur.
Önemle ifade etmek gerekir ki, kanunda yazılı bu unsurların dışında, garantörsel ihmali suçlara ilişkin yazılı olmayan unsurlar da vardır. Bunlar hareket olanağı ve beklenebilirliktir. Hareket olanağından kasıt, bir kimsenin ihmalinden dolayı sorumlu tutulabilmesi için hareket etmesinin mümkün olmasıdır. Böylece, yüzme bilmeyen kocayı, eşini denize atlayıp da kurtarmamasından ötürü sorumlu tutmak mümkün olmaz. Beklenebilirlik ise somut olayda kişinin hareketinin ne ölçüde ondan beklenebilir olduğunun araştırılması gerektiğini anlatır. Kişinin kendini tehlikeye atması ondan beklenemez. Köpek balıklarının eşinin çevresinde yüzdüğü bir ortama atlamasını kocadan bekleyemeyiz.
Bu konuda son olarak belirtilmesi gereken husus, yeni kanunumuzun, ihmali suçlarda failin cezasında indirimi öngören bir çok kanun gibi, 83/3. maddede failin cezasında indirim yapılabilmesinin mümkün olduğunu açıklamış olmasıdır.
İntihar
Eski kanunumuzun 454. maddesi, maddede kullanılan ikna ve yardım ifadeleri ve maddenin uygulanmasının müntehirin ölümünü gerektirmesi dolayısıyla yürürlükte olduğu sürece uygulama alanı bulamamıştır. Bu sebeple, madde yeniden düzenlenmiş ve ek bir takım unsurlara yer verilmiştir.
İlkin, eski kanunumuzdan farklı olarak sadece intihar kararının alınmasını sağlamak değil, alınmış kararın kuvvetlendirilmesi ve teşviki de madde kapsamına alınmıştır. İkinci olarak yardımın herhangi bir şekilde olabileceği hükmü konularak, ihmali hareketlerle de yardım edilmesinin cezalandırılmasına olanak tanınmıştır.
84/2. maddede ise, netice sebebiyle ağırlaşmış suç hali düzenlenerek, intiharın gerçekleşmesi durumunda failin cezasının artırılacağı öngörülmüştür.
Eski kanunumuzda olmayan iki hüküm yeni 84/3 ve 4. fıkralarda düzenlenmiştir:
Buna göre, başkalarının aleni olarak intihara teşvik edilmesi durumunda ceza artırılacak; aleni teşvik fiilinin basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde ise ceza daha ağır tayin edilecektir. Buna örnek olarak internet yoluyla belirsiz kimselerin intihara teşviki gösterilebilir. Basın ve yayın yolu deyimi konusunda bkz. YTCK md. 6/1-g.
Son olarak, kanuna ilginç bir hüküm eklenmiştir: 84/4. maddeye göre, iki halde fiil kasten öldürme olarak kabul edilecektir. Bunlardan ilki, intihara yöneltilen kimselerin fiilinin anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği bulunmayan veya gelişmemiş kimseler olmasıdır. Burada esasen dolaylı failliğe ilişkin özel bir düzenlemenin yapıldığını görmekteyiz. Bu suretle, genel hükümler kısmındaki dolaylı faillik hükmü yerine bu özel hüküm uygulanacaktır.
İkincisi ise bir kimsenin cebir veya tehdit kullanılarak intihara zorlanmasıdır.
Taksirle Öldürme
Taksirle öldürme bakımından en önemli farklılık, eski kanunumuzda tedbirsizlikle ölüme sebebiyet başlığı altında, taksirin şekilleri sayılarak belirlenen taksirle öldürme suçunun, doğrudan taksir kelimesi kullanılmak suretiyle ortaya konmasıdır (md. 85).
Taksirin tanımı ise 22. maddede yapılmıştır. Buna göre, taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.
Eski kanundan ikinci farklılık, ceza noktasında olmuştur. Eski kanunumuzda 2 yıldan 5 yıla olarak belirlenmiş bulunan ceza, yeni kanunumuzda birer yıl artırılarak 3 yıldan 6 yıla kadar hapis cezası olarak öngörülmüştür. Yeni kanunumuzun erteleme için sınırı 2 yıl olarak belirlemesinden dolayı, taksirle öldürme suçlarında erteleme olanağı kaldırılmış bulunmaktadır. Ancak 50/4 madde gereğince taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa, diğer şartların da gerçekleşmesi kaydıyla, bu cezanın adli para cezasına çevrilmesi mümkündür.
Bir diğer farklılık, uygulamada sıkça uygulanan eski 455/son fıkradaki kusurun derecesine göre cezanın indirilmesine olanak tanıyan hükme yeni kanunda yer verilmemesidir. Bu hükme karşılık olan hüküm, yeni kanunumuzun 22/4. fıkrasında düzenlenmiştir. Bu suretle, sadece öldürme ve yaralama fiilleri bakımından değil, bütün taksirli suçlar bakımından cezanın kusura göre belirlenmesine olanak tanınmış; öte yandan, taksirin 8 esası üzerinden matematiksel hesabının mümkün olamayacağı kabul edilerek, matematiksel bir orana yer verilmemiştir<!--[if !supportFootnotes]-->[1]<!--[endif]-->. Bu husustaki 22. madde gerekçesini aynen aktarmakta yarar görüyorum:
“Taksirle işlenen suçlardan dolayı kusurluluk, bir değerlendirmeyle ancak olay hâkimi tarafından yapılabilir. Bu nedenle, taksirden dolayı kusurluluğun matematiksel olarak ifadesi mümkün değildir. Ancak, normatif değerlendirmeyle hâkim tarafından belirlenen kusurluluk göz önünde bulundurulmak suretiyle, suçun cezasında belli bir oranda indirim yapılabilir.
Taksir dolayısıyla kusurun belirlenmesi normatif bir değerlendirmeyle mümkün olmakla birlikte, somut olayda dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlâl edilip edilmediğinin belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesi yaptırılabilir. Örneğin ölümle sonuçlanan bir ameliyat sırasında hastaya yapılan tıbbi müdahalenin tekniğine uygun olarak yapılmış olup olmadığının belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesine gerek bulunduğu muhakkaktır. Keza, ölüm veya yaralanma ile sonuçlanan bir trafik kazasında, sürücülerin trafik kurallarına uyup uymadıklarının, hangi trafik kuralının ne suretle ihlâl edildiğinin, trafiğe çıkarılan aracın teknik bakımdan herhangi bir arızasının olup olmadığının belirlenmesi açısından da bilirkişi incelemesi yapılabilir. Ancak, bu durumlarda, bilirkişinin yapacağı inceleme, işin tekniği ile sınırlı olmalıdır. Bunun dışında, bilirkişi tarafından münhasıran hâkimin yetkisinde bulunan kusurluluk konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmamalıdır. Aksi yöndeki tutum, bilirkişilik görevinin sınırını aşmayı ve hâkimin yerine geçmeyi ifade eder.
Hâkim, bu teknik veriler çerçevesinde somut olayda failin kusurlu olup olmadığını takdir edecektir. Failin kusurlu bulunması durumunda, kusurun ağırlığı ve diğer sebepleri de göz önünde bulundurmak suretiyle suçun kanuni tanımındaki cezanın alt ve üst sınırı arasında bir cezaya hükmedecektir”.
Kanunumuz kusur atfetmenin hekimin veya bilirkişinin görevi olmadığını belirtmiştir ki, bu çok doğrudur. Kusuru belirlemek bilirkişinin işi değildir. Bilirkişi sadece kural ihlallerini belirtecek, kusuru belirleyecek kişi ise hakim olacaktır.
Ayrıca 61/1-f maddesinde ceza tayini sırasında hakimin failin taksire dayalı kusurunun ağırlığını göz önünde bulunduracağı hüküm altına alınmıştır.
Uygulamada birden fazla kimsenin kusurlu olduğu olaylarda, her birinin kusurunun toplamının 8’e tamamlanması uygulamasını önlemek amacıyla da, 22 nci maddenin 5 inci fıkrasında “birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir” hükmü konulmuştur.
Eski kanunumuzdaki, taksirle adam öldürmenin ağırlatıcı sebebi (455/2), yeni kanunda da muhafaza edilmiştir. Ancak, eski kanundan farklı olarak cezanın aşağı ve yukarı hadlerinde değişiklik yapılmıştır. Buna göre, eskiden 4 seneden 10 yıla kadar olan hapis cezası, yeni kanunda 3 yıldan 15 yıla kadar olmak üzere, alt sınır azaltılarak ve üst sınır ise artırılarak, makas daha genişletilmek suretiyle belirlenmiştir (md. 85/2). Esasen kanunun tümünde makasların geniş tutulduğunu görüyoruz. Bu suretle hakimin takdir yetkisi artırılmış olmakta ve zaman zaman uygulamada şahit olunan, cezanın miktarının yüksekliği dolayısıyla hakimin başka kurumlara müracaat etmek suretiyle, madde uygulamasını engellemesinin önüne de geçilmesi amaçlanmış olmaktadır.
Bu bakımdan ikinci önemli fark, eski kanunumuzun 455/2. maddesinde birden fazla kişinin yaralanması halinde bu yaralamanın belli bir derecede olması aranırken, yeni 85/2. maddede yaralamanın derecesi bakımından ayırım yapılmamış olmasıdır. Bununla beraber, 85/1 de suçun basit hali için öngörülen üç yıllık alt sınırın, 85/2’deki ağırlaştırıcı halin de alt sınırı olarak düzenlenmiş bulunması dolayısıyla, bu durum uygulamada sorun oluşturmayacak, hakim meydana gelen yaralamanın derecesini cezanın tayininde göz önünde bulundurabilecektir.
VÜCUT DOKUNULMAZLIĞINA KARŞI SUÇLAR
Genel Olarak
Vücut dokunulmazlığına karşı suçlar bölümünde düzenlenen suçlar, yaralama, insan üzerinde deney, organ veya doku ticareti suçlarıdır.
Eski ceza kanunumuzda 456 dan 460. maddelere kadar, kasten ve taksirle müessir fiil ile kastı aşan müessir fiil suçları düzenlenmişti. Yeni kanunumuzda kastı aşan müessir fiile ilişkin eski 458 nci madde ile şikâyetten vazgeçmeye ilişkin 460. madde yer almamıştır. Buna karşılık eski kanunda bulunmayan insan üzerinde deney ve organ veya doku ticareti suçları ilk defa ceza kanunumuzda yer almıştır.
Kasten Yaralama Suçu
Eski kanunumuza göre müessir fiil olarak adlandırdığımız suçun, yeni kanunumuzdaki ismi “yaralama”dır. Yaralamadan anlaşılması gerekenin ne olduğu, suçun basit şeklinin düzenlendiği 86/1. maddede ifade edilmektedir: “Kişinin vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan” her davranış yaralamadır.
Eski kanunumuzdan farklı olarak maddenin başında “katil kasdiyle olmaksızın” terimlerine yer verilmemiştir. Ancak, bu suçun gerçekleşebilmesi için elbette failin yaralama kastı ile hareket etmesi gerekecektir. Failin kastının öldürme olup da, neticede failin yaralanmasının söz konusu olduğu hallerde, teşebbüs hükümleri uygulanacaktır. Buna karşılık failin kastının yaralama olup da, neticenin ölüm şeklinde gerçekleşmesi durumunda eski 452. maddeye tekabül eden yeni 87/4 uygulanacaktır.
Suçun basit şekli için öngörülen cezanın yeni kanunda artırıldığını ve makasın açıldığını görüyoruz. Eski kanunda 6 aydan 1 seneye kadar olan hapis cezası, yeni kanunda 1 yıldan 3 yıla kadar olmak üzere artırılmıştır.
Bu bakımdan yapılan en önemli değişiklik, eski kanunda bulunan ve tabibin vereceği 10 veya 20 gün gibi sürelere göre cezanın tayini sisteminin terk edilmiş olmasıdır. Bu suretle, hakimin, fiilin kişi üzerindeki etkisine göre, cezayı tayin konusunda takdir yetkisi genişletilmiş ve tabiplerin yerine göre sübjektif raporlarına bağlılığı bir ölçüde azaltılmış bulunmaktadır. Gün esası üzerinden ceza tayini tabiplerin de sıkıntı yaratması dolayısıyla şikâyet konularından birini oluşturmaktaydı.
Eski kanunumuzda 456/4. fıkrada yer alan suçun hafifletici nedeni ise yeni kanunun 88/1. fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre, fiilin kişi üzerindeki etkisi, örneğin basit bir plaster ile ya da kafasına taş atılan kimsenin basit bir dikişle tedavisinin yapılmasında olduğu gibi basit bir tıbbi müdahaleyi gerektirecek ölçüde hafif olursa, faile daha az bir ceza verilecek ve suçun soruşturma ve kovuşturması mağdurun şikâyeti üzerine yapılacaktır. Hemen belirtelim ki, “basit tıbbi müdahale” kavramının uygulamada karışıklıklara yol açacağı ifade edilmekte, bu kavramın tıbbi bir kavram olmadığı açıklanmaktadır. Keza müdahalenin basit olup olmadığının, müdahaleyi yapan hekimin uzmanlığına göre de değişebileceği, örneğin bir cerrah için basit müdahale sayılabilecek bir hususun, bir pratisyen için basit olamayabileceği söylenmektedir.
Ancak bu halde de, öngörülen cezanın eski kanunumuzdan daha ağır olduğuna işaret etmek isterim. Bu durumda hakim hapis cezası yerine 5 günden az olmamak üzere (YTCK md.52/1) adli para cezasına da hükmedebilecektir.
YTCK 86/2. fıkrada kasten yaralama suçunun nitelikli halleri düzenlenmiştir. Bunlardan a ve c bentlerinde sayılanlar tümüyle, b bendinde sayılan ise mağdurun çocuk olması dışında kasten öldürme suçunda da öngörülmüş nitelikli hallerdir. Maddede kasten öldürme suçundan farklı olarak öngörülmüş bulunan ağırlatıcı nedenler suçun,
<!--[if !supportLists]-->Ø <!--[endif]-->Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanmak suretiyle ve
<!--[if !supportLists]-->Ø <!--[endif]-->Silahla işlenmesidir.
Kamu görevlisinin, zor kullanma yetkisine sahip olması gerekmemekte (krş. md.256) ; silahın tarifi de yeni kanunumuzun 6/1-f maddesinde yapılmaktadır.
Eski kanunumuzun 456/2 ve 3. fıkralarında düzenlenmiş bulunan netice sebebiyle ağırlaşmış yaralama, yeni kanunumuzda 87. maddede hükme bağlanmıştır. Madde eski kanunumuzda olduğu gibi kazuistik bir şekilde düzenlenmiş ve eski kanunumuzdaki ifadeler Türkçeleştirilmiştir. Cezaların ise suçun basit şekli için belirlenmiş cezanın bir kat artırılması suretiyle tayin edileceği açıklanmıştır.
87. maddenin 3. fıkrasında düzenlenen hal, eski kanunumuzda bulunmamaktadır. Buna göre, kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına neden olması durumunda, kırığın etkisine göre hakim 1 yıl ile 6 yıl arasında bir ceza tayin edecektir.
Bu husus, adli tıp uzmanlarının talebi üzerine kanuna eklenmekle beraber, uygulamada bazı sorunların da ortaya çıkabileceği açıktır. Örneğin, kemik kırığı değil de çatlağı olması durumunda bu ağırlaştırıcı sebep uygulanamayacaktır. Esasen, adli tıp uzmanları da yeni uygulamada çatlak kavramına yer verilmemesi gerektiğini, çatlak olarak kaydedilen lezyonun aslında ayrıksız kırık olduğunu ifade etmektedirler<!--[if !supportFootnotes]-->[2]<!--[endif]-->.
Taksirle Yaralama
Taksirle yaralama suçunun cezasının eski kanuna nazaran artırıldığı görülmektedir. Bunun dışında kasten yaralamada sayılan ağırlaştırıcı nedenler buraya da alınmıştır. Ancak kasten yaralamada olduğu gibi, burada doğrudan bir ceza tayini yoluna gidilmemiş, suçun basit haline göre belirlenecek cezanın bir kat artırılacağı hükme bağlanmıştır.
Burada uygulamada adaletsiz cezalara yol açabilecek bir hüküm olarak 89/2-b bendi hükmü gözükmektedir. Buna göre taksirle yaralama fiili mağdurun vücudunda kemik kırılmasına yol açtığı takdirde ceza yarı oranında artırılacaktır. Ancak dikkat edilirse, taksirle yaralama fiili mağdurun yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olduğu takdirde de ceza aynı oranda artırılacaktır. Bu durumda, basit bir parmak kırığı durumunda cezanın, hayati tehlikeye neden olan eylem ile aynı derecede artırılmasının öngörülmüş olması isabetli olmamıştır.
Birden fazla kişinin yaralanmasına ilişkin eski kanunumuzun 459/3. bentte öngörülen cezanın da artırıldığı görülmektedir.
Yine eski 459/sonda yer alan kusurun 8 esasına göre indirileceğine ilişkin kural da buraya alınmamıştır.
89/sonda kural olarak taksirle yaralama suçunun soruşturma ve kovuşturmasının şikâyete bağlı olduğu açıklandıktan sonra, eski kanundan farklı olarak, bilinçli taksir hali bundan hariç tutulmuştur. Bilinçli taksirin tanımı 22/3 ncü maddede yapılmıştır: “Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır”.
Doç. Dr. Hakan HAKERİ
(Dicle Ün. Hukuk Fak. Öğretim Üyesi)