ABDULLAH BİN EBÛ HUZEYL EL-ANEZÎ
Tâbiîn devri âlim ve evliyâsından. İsmi Abdullah bin Ebû Huzeyl el-Anezî olup künyesiEbü'l-Mugîre'dir. Doğum ve vefât yeri ve târihi bilinmemektedir.
Abdullah bin Huzeyl, hadîs-i şerîf rivâyeti ilminde üstün bir derecede idi. Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Ali, Ammâr, Übeyy, İbn-i Mes'ûd, Habbâb, Ebû Hureyre ve başka sahâbîlerden, radıyallahü anhüm, hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundu. Vâsıl el-Ahdeb, Ebü't-Tâc ed-Dubeî, İsmail bin Recâ, Seclah el-Kindî, Selm bin Atiyye, Atâ bin Sâib, Ayam bin Havşeb gibi hadîs âlimleri kendisinden hadîs-i şerîf nakletmişlerdir.
Abdullah bin Huzeyl, vaktin büyük nîmet olduğunu bilir ve zamanın boşa geçirilmesini istemezdi. Ebû Ferve anlatır:
Abdullah bin Hüzeyl ile oturuyorduk. Birisi gelip insanların kendi aralarında konuştuğu şeylerden söyledi. Bunun üzerine Abdullah bin Huzeyl; "Ey Allah'ın kulu biz bunları konuşarak vaktimizi öldürmek için yaratılmadık." diyerek onu susturdu.
Medhedilmekten hoşlanmaz şöhretten kaçardı. Bir gün bulunduğu yerde imâm olmasını teklif ettiler. Kabûl etmedi. Sebebini sorduklarında; "Buradan geçen birisi bu adam hayırlı ve muhterem bir zât da, onun için imâm yapmışlar diye düşünür." dedi.
İnsanların en çok neden sakınması gerektiği sorulduğunda; "Yâ Rabbî! Faydasız ilimden, ürperip yumuşamayan kalbten, kabûl olmayan duâdan, doymayan nefisten sana sığınırım." diyerek Peygamber efendimizin hadîs-i şerîfi ile cevap verdi.
1) Hilye; c.4, s.358
2) A'lâm-ün Nübelâ; c.4, s. 170
ABDULLAH EFENDİ (Himmetzâde)
Bayramiyye yolunun şeyhlerinden. 1640 (H.1050) yılında İstanbul'da doğdu. 1710 (H.1122) yılında vefât etti. İstanbul Üsküdar'daki Bezcizâde Tekkesinde babasının yanına gömüldü.
Babası Himmet Efendi de Bayramiyye yolunun şeyhlerindendi. Abdullah, küçük yaşta mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Bilhassa tefsîr ve hadîs ilimlerinde kendisini yetiştirdi. Bu arada Bayramiyye tarikatına intisâb ederek babasına mürid, talebe oldu. Tasavvuf yolunda ilerledi. 1669'da Kasımpaşa, on yıl sonra da Fâtih civârındaki Halil Paşa Câmiine vâiz oldu. 1684 yılında babasının vefâtı üzerine Yenibahçe'deki Himmetzâde dergâhına şeyh tâyin edildi. Nezâketi, zarâfeti ve sohbetlerinin tatlılığı ile meşhur oldu.
1683 yılında Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın Viyana önünde uğradığı büyük bozgundan sonra, Almanlar ve Polonyalılarla berâber Ruslar ve Venedikliler de üzerimize saldırmışlardı. Dört düşmanla çarpışan ordularımız ağır mağlûbiyetlere uğruyordu. İstanbul halkı heyecan içinde idi. Padişah ve devlet ricâli aleyhinde her gün türlü dedikodular yayılıyordu. Sultan Dördüncü Mehmed Hanın bu nâzik vaziyet karşısında Edirne'den dönmemesi, aleyhindeki sözlerin artmasına yol açıyordu.
Dördüncü Mehmed Han Eylül başında İstanbul'a geldiğinde câmilerdeki vâiz şeyhlerden ümit verici sözlerle halkın heyecanını yatıştırmalarını emretti. Kendisi cumâ namazını kılmak üzere Dâvûd Paşa Câmiine geldi. Himmetzâde Abdullah Efendiyi de vâz vermek üzere oraya dâvet etti.
Abdullah Efendi dâvet üzerine Dâvûd Paşa'ya gitti. Câmide pek acı sözlerle halkı hüngür hüngür ağlatan vâzında özet olarak şöyle buyurdu:
Ümmet-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), devlet sahipsiz kaldı. Şehir ve kaleler düşman eline düşüp câmi ve mescidler kilise oldu. Bütün bunlar günahlarımız sebebi iledir. Fiilimizi değiştirelim. Günahlarımıza tövbe edelim. Şimdiden sonra bize lazım olan gözümüz yaşından çimen bitinceye kadar başımızı yerden kaldırmamaktır. Sonra padişaha serzenişte bulunarak:
Nedir bu inip binme, bu hay huy ve nefs-i emmârenize uymalar? Nice bir gaflet uykusunda yatursız? Gerçi padişahlar ava gide gelmiştir. Ancak şimdi zamanı değil. Her zamanın bir îcâbı var.dedi."
Sultan Dördüncü Mehmed Han başı yerde olarak dinlediği bu vâz ü nasîhatten sonra devlet işleri ile bizzat ilgilenmeye başladı.
Himmetzâde Abdullah Efendi 1688'de hacca gitti. İliklerine kadar Resûlullah aşkı ile yanarak şu kıtayı söyledi:
Ravzana yüz süren bulur amân
El amân ey Fahr-i âlem el amân
Her gelen dilhaste, bulur tâze can
El amân ey Fahr-i âlem el amân.
Hacdan dönüşünde Sultan Selîm Câmii Cumâ Vaizliğine tâyin edilince selâtin câmileri kürsü şeyhleri silsilesine girmiş oldu. 1694'te FâtihCâmii vâizliğine nakledildi. 1697'de Sultan İkinci Mustafa'nın Avusturya seferine ordu vâizi olarak katıldı. Allah yolunda, İslâmiyet uğrunda savaşmanın fazîleti hakkında vâzlar vererek askeri gayrete getirdi. Yapılan savaşlarda Osmanlı askerinin fevkalâde cesâreti neticesinde Avusturya orduları bozguna uğratıldı ve zaferle dönüldü.
Hayatının son yıllarında Bâyezîd ve Süleymâniye câmileri vâizliklerinde bulunan Abdullah Efendi 1710 yılında Hakk'ın rahmetine kavuştu.
1) Vekâyi-ül-Füdelâ; c.2, s. 420.
2) Tuhfe-i Hattatîn; s.286
3) Osmanlı Müellifleri; c.2, s.313.