Türkçe'nin Sırları - Nihat Sami BANARLI
türkçenin sırları özet türkçenin sırları özeti nihat sami banarlı özet nihat sami banarlı kitabı özeti
Nihat Sami BANARLI’nın Türkçe’nin Sırları adlı eseri, Türk Dilinin güzelliklerini, inceliklerini ve ahengini ele aldığı yazılardan oluşmaktadır. Her biri ayrı bir başlık halinde toplam kırk üç ayrı çalışmadan meydana gelen eserdeki yazılar birbirini tamamlar nitelikte olup Türkçe’nin estetiğine dikkat çeken bir bütünlük meydana getirmiştir. Türk Dili üzerine uzun yıllar yaptığı araştırmalarını dilimizin ses, şekil ve mûsikisi arasındaki bağlantılarını ele alan bu eser ilk basımından zamanımıza kadar ilgiyle okunmaktadır.Aşağıda kitaba ait önemli noktaların özeti sunulmuştur...
Bir Dil Konferansı başlıklı yazıda; Nihat Sami Banarlı: Dilin millet için öneminden bahsederek zaman içinde kaynağını dışarıdan alan ideolojilerin milleti tahrip etmek için dili bozmaya yöneleceğine dair kaygılarını dile getirmektedir. Bir Türk dili sevdalısı olan Banarlı “Şu fâni dünya saadetleri içinde hiçbir şey aziz Türk çocuklarına Türk Dilini öğretmek kadar güzel hizmet değildir.” diyerek dilimizi öğretmenin önemine işaret ederek bu vazifenin yalnızca Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenlere ait bir vazife olmadığına dikkat çeker, diğer öğretmenlerin ve anne babaların bu konuda sorumluluk almaları gerektiğini vurgular. Türk Dilindeki kelimelerdeki nağme güzelliğine dikkat çeken Banarlı, Türkçe’nin ideal bir şiir dil oluşundan da bahseder. Türkçe’nin bir imparatorluk dili olduğunu belirten yazarımız, “Türkçe hüküm sürdüğü toprakların neresinde güzel bir ses bulmuşsa onu kendi bünyesine almıştır.” der. Öz Türkçecilik adına halkın benimsediği bu tür kelimeleri değiştirmenin yanlışlığına işaret eden yazar şöyle demektedir: “Böyle bir tarih boyunca işlene yontula güzelleşmiş halk şiirine, aile harimine, millî vicdana yerleşmiş kelimeleri sevmemiz, anlamamız ve korumamız tabiidir. Böyle kelimeler dillerde, efsanenin Nisan yağmurundan düşen damlaları sedef içinde saklayıp işledikten sonra iri ve parlak inciler haline koyması gibi zamanla ve sabırla işlenmişlerdir. Bu halis incileri birtakım encik boncukla değiştirmek en azından incideki kıymeti anlamamaktadır.”Yanı sıra yazar Türk toplumundaki uzun hece kavramından bahsedip,atalarımızın eski zamanlarda iletişim zor olduğundan kısa ama uzun heceli kelimeler kullandığına;bu yüzden de günümüzdeki eski eserlerin çoğunda bu kavramın olduğundan bahsetmiştir.
İmparatorluk Dilleri başlıklı yazı, “Her halk kendi ikliminin lisanını söyler” şeklindeki Yahya Kemal’e ait cümleyle başlamaktadır. Türkçe’yi sevmenin ve anlamının önce Türk milletini sevmek ve milletimizin tarih boyunca emek verip meydana getirdiği her millî eseri sevmek, anlamak gereği ifade edilerek bir dilin imparatorluk dili olması için sahip olması gerekli şartlar aktarılır. Yazar; Türkçe’nin de bir imparatorluk dili olduğuna işaret eder. Türkçe’nin hüküm sürdüğü imparatorluk içinde kullanılan ve halk tarafından benimsenen kelimeleri değiştirmemek gerektiğini vurgulayarak bunun yanlışlığına temas eder: “Bir dilin doğuşunda, karakterinde, ananesinde ve dehasında başka dillerden derlenmiş kelimeleri millîleştirme hayatı ve kudreti varsa artık o dili öz dil yapmaya kalkmak, dili kendi tabiatından ve dehasından uzaklaştırmaktır ki, bunu ancak cehaletin ve dalâletin elleri yapar... Hakikat şudur ki Türk milleti gibi asırlarca hatta çağlarca dünya sathında konuşmuş büyük ve fatih bir milletin dili öz dil olamaz imparatorluk dili olur.” Türkçe’yi Yahya Kemal’in eserlerinde kullandığı dil olarak tanımlayan yazarımız görüşlerini şu şekilde dile getirir: “Türk dili Kendi Gök Kubbemiz kitabını meydana getiren muhteşem şiirlerin söylendiği lisandır. Bir dil Açık Deniz gibi, Sülaymaniye’de Bayram Sabahı gibi Bir Tepeden, Itrî, Vuslat ve Erenköyü’nde Bahar gibi şiirler söyleyebiliyorsa bu dil hatta dünya ölçüsünde büyük lisan demektir. Kendi Gök Kubbemiz bir semboldür. Türkçe ona benzer ve onun ayarında İstiklal Marşı gibi Çanakkale Şehitleri gibi Bülbül vb. gibi Ahmet Haşim’in Piyalesi’nde musikîleşen şiirler gibi, Orhan Seyfi’nin Peri Kızıyla Çoban Hikâyesi gibi Faruk Nafiz’in Han Duvarları gibi daha nice şiirler söylenmiştir. Bir milleti ebediyen ayakta tutabilecek kudretteki bu müstesna şiirler biliyoruz milletimizi çürütmek isteyenlerin kâbusudur.”
Bir Dil Nasıl Güzelleşir başlıklı yazıda: “Dilleri dil yapanlar birtakım alaylı hatta âlim dilciler değil milletlerdir; milletlerin dile bir güzellik ve bir güzel ses vermek için yaratılmış kadın erkek ve adsız evlâtlarıdır. Bir de milletlerin dillerini seven anlayan ve ilâhî bir güzellikte kullanan büyük şairlerdir.” diyen Banarlı, eserindeki bu başlık altında daha çok şairlerin Türk Dilini şiirleriyle güzelleştirdiklerinin altını çizer. Fransız şiirinden örneklerle düşüncelerini pekiştiren yazar şiirlerdeki halkın benimsediği dili kullanmanın avantajına dikkat çeker.
Bahar ve Türkçe başlığı altında Banarlı; Türkçe’nin yaşadığı ideolojik sıkıntılardan uzaklaşarak onu bir bahar sabahının ümit verici güzelliği içinde bir bahar güneşi kadar beyaz ve berrak bir duyguyla hatırlamak istediğini ifade ederek Türkçe’ye hizmet edenleri yâd eder. Tarihteki en büyük Türk Dili âşıklarından olan Ali Şir Nevâî’nin Türkçe’nin üstünlüğü ile ilgili tespitlerine atıflarda bulunarak Türkçe kelimelerin Nevâî zamanında birer bahar gülü olduğunu söyleyerek Nevâî’nin şu sözlerine yer verir: “Bu âlemin gül bahçelerine girdim. Gülleri feleğin güneşinden daha parlaktı. Her yanında göz görmedik el değmedik daha neler ve neler vardı. Ama bu mahzenin yılanı kan dökücü ve bu güllerin dikeni sayısızdı. Bunları görünce düşündüm ve dedim ki: Demek bizim Türk şairleri bu korkulu ve dikenli yollardan çekindikleri için Türkçe’yi bırakıp gitmişler. Ben Türkçe’nin fezasında tabiatımın atını koşturdum; hayalimin kuşunu kanatlandırdım. Vicdanım bu hazineden nihayetsiz kıymetli taşlar la’ller, inciler aldı; gönlüm bu gül bahçesinin türlü çiçeklerinden uçsuz bucaksız güzel kokular kokladı.” Türkçe’nin güzellikleriyle söylenmiş her söz ve şiiri birer gül demetine benzeten Banarlı, Fuzuli’nin Leyla ve Mecnun’unu bu güllerden biri olarak vasıflandırır.
Beyaz Lisan başlıklı yazıda; Türkçe’nin Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âtî dönemindeki seyrinden bahsedilir. Abdülhak Hamîd, Tevfik Fikret, Ömer Seyfettin, Mehmet Emin Yurdakul, Yahya Kemal, Ahmet Haşim ve Faruk Nafiz’den Türkçe’nin hakiki sanatkârları olarak bahsedilir.Ömer Seyfettin’in asıl Türkçe’yi bu lisanlardan uyanışla başlattığına dikkat çeker,ve Seyfettin’in bu lisana ‘Beyaz Lisan’ adını verdiği söylenir.
Altın Yumurtlayan Tavuk başlığı altında yazıya başlık olan hikâye aktarılarak “Yirminci asır Türkçe’si başlangıçta milletimize altın gibi kıymetli ve güzel kelimeler kazandıran tılsımlı bir talih kuşuydu. Günümüz dilcileri onu boğazladılar. Hikâye budur. Bugün Türkçe’mizi her bakımdan huzursuzluk ve yoksulluk içinde bırakanların kelime diye yaydıkları bu müzahrefat, onların hoyratça boğazladıkları altın yumurtlayan tavuğun kursağında bulduklarıdır. Gerçek Türkçecilik milletin zevkine ve sevgisine yedire yedire işlenen millî kelimeler ve söyleyişler anlayışıdır.” denilerek konu atıfta bulunulan hikâye ile özdeşleştirilir.
Benim Dünyam başlıklı yazıda Türk Halk zevkinin bir kelimeyi Türkçeleştirirken ona verdiği ahenk ve sihirli söyleyişe dikkat çekilir Giyim ve kuşamlarda kullanılan elbiselerin isimlerinden bahsedilerek bunların salt bir nesne adı olmaktan çok elbisenin işlevi ile Türk zevkini çağrıştırıcı bir mânâ zenginliği taşımasının önemine temas edilerek şöyle denilir: “Son yıllarda şehir kızlarımızın giydiği kaba, iri makine dikişli, soluk renkli dar Amerikan pantolonlarının zevksizliği yanında yörük kızı Ayşe’nin hâlâ çok güzel ve çok millî bir hava ile dalgalanan zarif şalvarını ondan da yani gömlekten de cana yakın bulurdum.”
Kelimelerin İzdivacı başlıklı yazıda: izdivaçta olması gereken uyumdan örneklerle söz edilerek bunun zorluğundan bahsedilir. Ancak ikiz ruhlarla bunun mümkün olduğundan bahisle Türk Dilindeki kelimelerin izdivacının böyle sihirli bir izdivaç olduğu söylenir. Türk halkının kudretli lisan zevki ile renkli ve ışıklı terkiplerin bu şekilde oluştuğunu bahsederek bunlar nur topu gibi yeni ve millî bir izdivacın evlâtları olarak vasıflandırılır: Akarsu, anadili, anayol, akağa, bindallı, bozkır, cankurtaran, çamsakızı, yanardağ, demiryolu, ateşböceği, kuş dili, ebemkuşağı, karakalem, karayel, hanımeli, yavruağzı, gülkurusu, camgöbeği, gece mavisi, su yeşili, nar kırmızısı örnekleri verilir. Kelimelerin izdivacı bazen insanların izdivacından doğan güzel yavrulara ad olur, diyen Banarlı, bu tür isimlere şunları örnek olarak verir: Gülnur, Gülşah, Gülten, Güldalı, Gülderen, Gönlügül, Ayşegül, Yazgülü.. Ayrıca bunların Türkçe’nin gelişmesinde önemli yeri olduğu anlatılır.
Güzel Evin Hikâyesi başlıklı yazıda; Ev kelimesinin öztürkçe oluşundan bahsedilerek kelimenin Türk Dil tarihi içindeki seyrinden bahsedilmiştir.Genel olarak bu bölümde de halkın kabul ettiği dile sahip çıkma tavsiye edilir: “Bizim dil konusunda yapacağımız iş kelime fethinden hatta kelime idhalinden korkmamaktır. Şu şartla ki İngilizlerin, Fransızların bilhassa büyük Türk halkının yaptığı gibi derhal millî damgamızı vurabilelim. Onları Türkçe’nin sesiyle ve kendi estetiğimizle millîleştirelim.Çünkü ortak medeniyetler içinde milletlerin en büyük zaferi işte bunu yapmak, bunu yapabilmektir.”Ayrıca Türk milletinin böyle önemli kelimeleri her şeye karşın koruduğundan bahsedilmiştir.
Nihat Sami BANARLI’nın Türkçe’nin Sırları adlı eseri, Türk Dilinin güzelliklerini, inceliklerini ve ahengini ele aldığı yazılardan oluşmaktadır. Her biri ayrı bir başlık halinde toplam kırk üç ayrı çalışmadan meydana gelen eserdeki yazılar birbirini tamamlar nitelikte olup Türkçe’nin estetiğine dikkat çeken bir bütünlük meydana getirmiştir. Türk Dili üzerine uzun yıllar yaptığı araştırmalarını dilimizin ses, şekil ve mûsikisi arasındaki bağlantılarını ele alan bu eser ilk basımından zamanımıza kadar ilgiyle okunmaktadır.Aşağıda kitaba ait önemli noktaların özeti sunulmuştur...
Bir Dil Konferansı başlıklı yazıda; Nihat Sami Banarlı: Dilin millet için öneminden bahsederek zaman içinde kaynağını dışarıdan alan ideolojilerin milleti tahrip etmek için dili bozmaya yöneleceğine dair kaygılarını dile getirmektedir. Bir Türk dili sevdalısı olan Banarlı “Şu fâni dünya saadetleri içinde hiçbir şey aziz Türk çocuklarına Türk Dilini öğretmek kadar güzel hizmet değildir.” diyerek dilimizi öğretmenin önemine işaret ederek bu vazifenin yalnızca Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenlere ait bir vazife olmadığına dikkat çeker, diğer öğretmenlerin ve anne babaların bu konuda sorumluluk almaları gerektiğini vurgular. Türk Dilindeki kelimelerdeki nağme güzelliğine dikkat çeken Banarlı, Türkçe’nin ideal bir şiir dil oluşundan da bahseder. Türkçe’nin bir imparatorluk dili olduğunu belirten yazarımız, “Türkçe hüküm sürdüğü toprakların neresinde güzel bir ses bulmuşsa onu kendi bünyesine almıştır.” der. Öz Türkçecilik adına halkın benimsediği bu tür kelimeleri değiştirmenin yanlışlığına işaret eden yazar şöyle demektedir: “Böyle bir tarih boyunca işlene yontula güzelleşmiş halk şiirine, aile harimine, millî vicdana yerleşmiş kelimeleri sevmemiz, anlamamız ve korumamız tabiidir. Böyle kelimeler dillerde, efsanenin Nisan yağmurundan düşen damlaları sedef içinde saklayıp işledikten sonra iri ve parlak inciler haline koyması gibi zamanla ve sabırla işlenmişlerdir. Bu halis incileri birtakım encik boncukla değiştirmek en azından incideki kıymeti anlamamaktadır.”Yanı sıra yazar Türk toplumundaki uzun hece kavramından bahsedip,atalarımızın eski zamanlarda iletişim zor olduğundan kısa ama uzun heceli kelimeler kullandığına;bu yüzden de günümüzdeki eski eserlerin çoğunda bu kavramın olduğundan bahsetmiştir.
İmparatorluk Dilleri başlıklı yazı, “Her halk kendi ikliminin lisanını söyler” şeklindeki Yahya Kemal’e ait cümleyle başlamaktadır. Türkçe’yi sevmenin ve anlamının önce Türk milletini sevmek ve milletimizin tarih boyunca emek verip meydana getirdiği her millî eseri sevmek, anlamak gereği ifade edilerek bir dilin imparatorluk dili olması için sahip olması gerekli şartlar aktarılır. Yazar; Türkçe’nin de bir imparatorluk dili olduğuna işaret eder. Türkçe’nin hüküm sürdüğü imparatorluk içinde kullanılan ve halk tarafından benimsenen kelimeleri değiştirmemek gerektiğini vurgulayarak bunun yanlışlığına temas eder: “Bir dilin doğuşunda, karakterinde, ananesinde ve dehasında başka dillerden derlenmiş kelimeleri millîleştirme hayatı ve kudreti varsa artık o dili öz dil yapmaya kalkmak, dili kendi tabiatından ve dehasından uzaklaştırmaktır ki, bunu ancak cehaletin ve dalâletin elleri yapar... Hakikat şudur ki Türk milleti gibi asırlarca hatta çağlarca dünya sathında konuşmuş büyük ve fatih bir milletin dili öz dil olamaz imparatorluk dili olur.” Türkçe’yi Yahya Kemal’in eserlerinde kullandığı dil olarak tanımlayan yazarımız görüşlerini şu şekilde dile getirir: “Türk dili Kendi Gök Kubbemiz kitabını meydana getiren muhteşem şiirlerin söylendiği lisandır. Bir dil Açık Deniz gibi, Sülaymaniye’de Bayram Sabahı gibi Bir Tepeden, Itrî, Vuslat ve Erenköyü’nde Bahar gibi şiirler söyleyebiliyorsa bu dil hatta dünya ölçüsünde büyük lisan demektir. Kendi Gök Kubbemiz bir semboldür. Türkçe ona benzer ve onun ayarında İstiklal Marşı gibi Çanakkale Şehitleri gibi Bülbül vb. gibi Ahmet Haşim’in Piyalesi’nde musikîleşen şiirler gibi, Orhan Seyfi’nin Peri Kızıyla Çoban Hikâyesi gibi Faruk Nafiz’in Han Duvarları gibi daha nice şiirler söylenmiştir. Bir milleti ebediyen ayakta tutabilecek kudretteki bu müstesna şiirler biliyoruz milletimizi çürütmek isteyenlerin kâbusudur.”
Bir Dil Nasıl Güzelleşir başlıklı yazıda: “Dilleri dil yapanlar birtakım alaylı hatta âlim dilciler değil milletlerdir; milletlerin dile bir güzellik ve bir güzel ses vermek için yaratılmış kadın erkek ve adsız evlâtlarıdır. Bir de milletlerin dillerini seven anlayan ve ilâhî bir güzellikte kullanan büyük şairlerdir.” diyen Banarlı, eserindeki bu başlık altında daha çok şairlerin Türk Dilini şiirleriyle güzelleştirdiklerinin altını çizer. Fransız şiirinden örneklerle düşüncelerini pekiştiren yazar şiirlerdeki halkın benimsediği dili kullanmanın avantajına dikkat çeker.
Bahar ve Türkçe başlığı altında Banarlı; Türkçe’nin yaşadığı ideolojik sıkıntılardan uzaklaşarak onu bir bahar sabahının ümit verici güzelliği içinde bir bahar güneşi kadar beyaz ve berrak bir duyguyla hatırlamak istediğini ifade ederek Türkçe’ye hizmet edenleri yâd eder. Tarihteki en büyük Türk Dili âşıklarından olan Ali Şir Nevâî’nin Türkçe’nin üstünlüğü ile ilgili tespitlerine atıflarda bulunarak Türkçe kelimelerin Nevâî zamanında birer bahar gülü olduğunu söyleyerek Nevâî’nin şu sözlerine yer verir: “Bu âlemin gül bahçelerine girdim. Gülleri feleğin güneşinden daha parlaktı. Her yanında göz görmedik el değmedik daha neler ve neler vardı. Ama bu mahzenin yılanı kan dökücü ve bu güllerin dikeni sayısızdı. Bunları görünce düşündüm ve dedim ki: Demek bizim Türk şairleri bu korkulu ve dikenli yollardan çekindikleri için Türkçe’yi bırakıp gitmişler. Ben Türkçe’nin fezasında tabiatımın atını koşturdum; hayalimin kuşunu kanatlandırdım. Vicdanım bu hazineden nihayetsiz kıymetli taşlar la’ller, inciler aldı; gönlüm bu gül bahçesinin türlü çiçeklerinden uçsuz bucaksız güzel kokular kokladı.” Türkçe’nin güzellikleriyle söylenmiş her söz ve şiiri birer gül demetine benzeten Banarlı, Fuzuli’nin Leyla ve Mecnun’unu bu güllerden biri olarak vasıflandırır.
Beyaz Lisan başlıklı yazıda; Türkçe’nin Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âtî dönemindeki seyrinden bahsedilir. Abdülhak Hamîd, Tevfik Fikret, Ömer Seyfettin, Mehmet Emin Yurdakul, Yahya Kemal, Ahmet Haşim ve Faruk Nafiz’den Türkçe’nin hakiki sanatkârları olarak bahsedilir.Ömer Seyfettin’in asıl Türkçe’yi bu lisanlardan uyanışla başlattığına dikkat çeker,ve Seyfettin’in bu lisana ‘Beyaz Lisan’ adını verdiği söylenir.
Altın Yumurtlayan Tavuk başlığı altında yazıya başlık olan hikâye aktarılarak “Yirminci asır Türkçe’si başlangıçta milletimize altın gibi kıymetli ve güzel kelimeler kazandıran tılsımlı bir talih kuşuydu. Günümüz dilcileri onu boğazladılar. Hikâye budur. Bugün Türkçe’mizi her bakımdan huzursuzluk ve yoksulluk içinde bırakanların kelime diye yaydıkları bu müzahrefat, onların hoyratça boğazladıkları altın yumurtlayan tavuğun kursağında bulduklarıdır. Gerçek Türkçecilik milletin zevkine ve sevgisine yedire yedire işlenen millî kelimeler ve söyleyişler anlayışıdır.” denilerek konu atıfta bulunulan hikâye ile özdeşleştirilir.
Benim Dünyam başlıklı yazıda Türk Halk zevkinin bir kelimeyi Türkçeleştirirken ona verdiği ahenk ve sihirli söyleyişe dikkat çekilir Giyim ve kuşamlarda kullanılan elbiselerin isimlerinden bahsedilerek bunların salt bir nesne adı olmaktan çok elbisenin işlevi ile Türk zevkini çağrıştırıcı bir mânâ zenginliği taşımasının önemine temas edilerek şöyle denilir: “Son yıllarda şehir kızlarımızın giydiği kaba, iri makine dikişli, soluk renkli dar Amerikan pantolonlarının zevksizliği yanında yörük kızı Ayşe’nin hâlâ çok güzel ve çok millî bir hava ile dalgalanan zarif şalvarını ondan da yani gömlekten de cana yakın bulurdum.”
Kelimelerin İzdivacı başlıklı yazıda: izdivaçta olması gereken uyumdan örneklerle söz edilerek bunun zorluğundan bahsedilir. Ancak ikiz ruhlarla bunun mümkün olduğundan bahisle Türk Dilindeki kelimelerin izdivacının böyle sihirli bir izdivaç olduğu söylenir. Türk halkının kudretli lisan zevki ile renkli ve ışıklı terkiplerin bu şekilde oluştuğunu bahsederek bunlar nur topu gibi yeni ve millî bir izdivacın evlâtları olarak vasıflandırılır: Akarsu, anadili, anayol, akağa, bindallı, bozkır, cankurtaran, çamsakızı, yanardağ, demiryolu, ateşböceği, kuş dili, ebemkuşağı, karakalem, karayel, hanımeli, yavruağzı, gülkurusu, camgöbeği, gece mavisi, su yeşili, nar kırmızısı örnekleri verilir. Kelimelerin izdivacı bazen insanların izdivacından doğan güzel yavrulara ad olur, diyen Banarlı, bu tür isimlere şunları örnek olarak verir: Gülnur, Gülşah, Gülten, Güldalı, Gülderen, Gönlügül, Ayşegül, Yazgülü.. Ayrıca bunların Türkçe’nin gelişmesinde önemli yeri olduğu anlatılır.
Güzel Evin Hikâyesi başlıklı yazıda; Ev kelimesinin öztürkçe oluşundan bahsedilerek kelimenin Türk Dil tarihi içindeki seyrinden bahsedilmiştir.Genel olarak bu bölümde de halkın kabul ettiği dile sahip çıkma tavsiye edilir: “Bizim dil konusunda yapacağımız iş kelime fethinden hatta kelime idhalinden korkmamaktır. Şu şartla ki İngilizlerin, Fransızların bilhassa büyük Türk halkının yaptığı gibi derhal millî damgamızı vurabilelim. Onları Türkçe’nin sesiyle ve kendi estetiğimizle millîleştirelim.Çünkü ortak medeniyetler içinde milletlerin en büyük zaferi işte bunu yapmak, bunu yapabilmektir.”Ayrıca Türk milletinin böyle önemli kelimeleri her şeye karşın koruduğundan bahsedilmiştir.