Türkçenin Dünya Dillerine Etkisi

Bilge Gökçen

Yeni Üye
Üye
Türkçenin Dünya Dillerine Etkisi
TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİNE ETKİSİ TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİNE ETKİSİ
Prof. Dr. Günay KARAAĞAÇ
Öğrenme ve öğretmeler sürecinin bir sonucu olan bu
diller arası alışverişler, o dillerin konuşurlarının
türlü düzlemlerdeki karşılıklı ilişkilerinden ortaya
çıkar. Dillerin dünya üzerinde kapladığı coğrafya ile
bu coğrafyada yaşayanların ilişkiler süreci, yani
tarih, bu konunun ana eksenleridir; çünkü her kişi ya
da topluluk, kendisininkinden farklı coğrafyalarda
yaşayan ve farklı bilgilendirme yollarından geçmiş
başka kişi ya da topluluklardan yeni şeyler öğrenir ve
öğrendiklerinin adını da kendi diline taşır.
Bilgilenme, bir toplumun kendi yapıp etmeleri kadar
başka toplumlardan öğrendikleri veya
öğrenebildiklerine de bağlıdır. Günümüz insanının
bilgilerinin büyük kısmı, içinde yaşadığı toplumdan
çok, başka toplumlara aittir. Çağımız insanının birden
fazla yabancı dile gerek duyması da bu yüzdendir. Eski
devirlerde göçler, savaşlar, ticaret kervanları ve din
yayıcılarıyla taşınabilen bilgiler, bugün, çok kısa
bir sürede dünyanın her yerine ulaşabilmektedir.
Küreselleşmeyi bu anlamda, tekniğin dünyayı küçültmesi
anlamında anlamak gerekmektedir. Eski devirlerde
yalnızca yöneticilerini eğiten halklar, tek tanrılı
dinlerle birlikte eğitim-öğretim hizmetinin
demokratikleşmesiyle, cami avlularındaki medreseler
ile kilise avlularındaki manastırların bu
demokratikleşmenin başlangıç noktalarını
oluşturmasıyla hız kazanan bilgi birikimi, daha bu
çağlarda ulusal sınırlara sığmaz olmuştu. Dillerin
yazı ve ses kayıt cihazlarıyla kolayca başka yer ve
zamanlara taşınabilmesi, dünyayı, ‘çok gezenin çok
bildiği bir dünya’ olmaktan çıkarıp, ‘çok okuyan veya
çok dinleyenin çok bildiği bir dünya’ haline
getirmesi, bilgi birikiminin ve ulaşılan yeni
bilgilerin çok kısa bir sürede dünyayı kuşatabilmesi,
küreselleşmenin anlamı olmuştur.
Topluluklar arasındaki tarih ve coğrafya farklılığına
doğru orantılı olarak bağlı olan bu almalar, binlerce
yıl önce başladığı kabul edilen, henüz tamamlanmamış
ve hiç bir zaman da sona ermeyecek olan bir süreci,
“dil ailelerinin oluşma süreci”ni temsil ederler. Arka
planında, yakın zamana kadar bir hanedanlar tarihi
olan dünya tarihinin kavim bölünme ve birleşmelerinin
yattığı bu toplumlar arası ilişkiler süreci, yerli
yersiz, gönüllü gönülsüz, haklı haksız dil bölünme ve
birleşmeleri yaratır; her dil, bir başka dilden şu
veya bu ölçüde etkilenerek, tarih dediğimiz bu süreç,
böylece sürüp gider. Tarihçilerin en güvenilir
kaynakları olarak dil verileri, bize, tarihin bir
savaşlar tarihinden ibaret olmadığını, savaşların
birkaç saatlik, birkaç günlük işler olduğunu, asıl
tarihin, savaşlar da dahil, bir ilişkiler tarihi, bir
öğrenmeler ve öğretmeler süreci olduğunu
göstermektedir.
Türkçe, bugün yaşayan dillerin en yaşlılarından
biridir ve bu tarih derinliği yanında mekanca da geniş
bir coğrafyaya sahiptir. Türkçenin konuşucuları, bu
geniş tarih ve coğrafya diliminde birçok devlet
kurmuşlar, komşuluklarında yer alan kavimlerden birçok
bilgi öğrenmişler ve komşularına da birçok bilgi
öğretmişlerdir. Dolayısıyla, Türklerin komşularına
öğrettikleri ile komşularından öğrendikleri bilgilerin
adları, Türkçe ile ona komşu olarak yaşayan başka
diller arasında, oldukça zengin bir söz alış verişine
yol açmıştır.
Öğrenme ve öğretmeler sürecinin bir sonucu olan bu
diller arası alışverişler, Türkçe kadar komşusu
ulusların dillerini de ilgilendiren bir konudur.
Türkçe ve komşu diller konusunda, bugüne kadar yüzün
üzerinde kitap ve on binin üzerinde makalenin
yazılması, Türkçenin tarihçe derinliği ve coğrafyaca
genişliğinin bir sonucudur. Sayıları böylesine kabarık
olan bu kitap ve makaleler içinde, türkologlara ait
olanlar, pek sınırlı sayıdadır; çünkü dediğimiz gibi,
bu konu, türkologlar kadar sinolog, hungarolog,
islavist, arabist, vb. araştırmacıları da
ilgilendirmektedir.
“İlk çağlardan beri, gerek Avrupa gerekse Asya’daki
tarım kuşağında yaşayan ülkelerin tarih kayıtlarında
geçen ve hep kuzeyden geldiği söylenen kavimler
arasında değişik adlarla da olsa yer alan Türkler,
tarihin bildiği kadarıyla, sadece bozkır kuşağının tek
hakimi olmakla kalmamışlar, aynı zamanda, Çin, Kuzey
Hindistan ve Ortadoğu’yu içine alan tarım kuşağını da
yurt edinmişlerdi. Bu sebeple de bugün, nüfus
yoğunluğu Türkistan, Hazar çevresi ve Anadolu
ekseninde olmak üzere yaklaşık 6-7 milyon
kilometrekareyi kaplayan Türk dili, tarih içinde,
Sibirya’dan Doğu Avrupa’ya, Orta Asya’dan Orta
Akdeniz’e kadar yaklaşık 11 milyon kilometrekarelik
bir coğrafyaya yayılmıştır” .
Bu yazımızda, Türklerin ve dolayısıyla Türkçenin bu
geniş coğrafyasında yaşanmış ve yaşanmakta olan
komşuluk ilişkilerine bağlı olarak, Çince, Farsça,
Urduca, Arapça, Rusça, Ukranca, Ermenice, Macarca,
Fince, Romence, Bulgarca, Sırp-Hırvatça, Çekçe,
İtalyanca, Arnavutça, Yunanca, Lehçe, Fransızca,
Almanca, İngilizce vs. gibi dillerle Türkçenin
ilişkilerinden söz edeceğiz”
Türkçe ile komşu diller arasındaki alış verişler,
Türkler ile komşu uluslar arasındaki bilgi
alışverişini gösterir. Komşulardan birinin diğerinden
öğrendiği her bilgi, genellikle, komşunun dilindeki
adıyla tanındı. Kısacası, Türkçe ile Türkçeye komşu
olarak yaşamış ve yaşamakta olan diller arası
ilişkilerin tespiti demek, bir ölçüde, Türklerle
komşuları arasındaki ilişkilerin tespiti, Türklerin
komşularına öğrettikleri ile komşularının Türklere
öğrettiklerinin belirlenmesi demektir.
Şimdi Türkçenin komşularıyla ilişkilerini ve bu
ilişkiler konusunda yapılan çalışmaları kısaca gözden
geçirelim. Bilindiği gibi özel adların her türü, tarih
ve coğrafyanın, yani ansiklopedilerin malı olan dil
birimleridir ve anlam boşalmasına uğradıkları için dil
ve düşünce dünyasının üyeleri olmaktan uzaktırlar.
Biz, burada, Türkçenin derin tarih ve geniş
coğrafyasından miras kalan her türlü özel adı bir
kıyıya bırakarak, Türkçe ile komşu diller arasında,
birinden diğerine bilgi taşımış, gittiği dilin anlam
örgüsünde kendisine yer bulmuş sözlük birimlerinden
söz edeceğiz. ve Türkçenin bu dillerle olan gramer
ilişkilerinden, bu konularda yapılmış çalışmalardan
söz edeceğiz.
1. Türkçe-Çince İlişkileri
Bugünden binlerce yıl öncelere uzanan Türk-Çin
ilişkilerinin ilk devirleri tamamen karanlıktır. Çin
kaynaklarında “sien-pi, tu-yü hun, hiung-nu, ti, tik,
tinglin, t'ie-le” gibi adlarla zikredilen kuzey
kavimlerinin Türklüklerini tarihçiler
tartışadursunlar, Türkçede, “Türk” adının ilk defa
kullanıldığı Kök Türkler devrinden günümüze kadar
süren Türk-Çin ilişkilerinin bile hayli derin olduğu
bilinmektedir. Ticaretten savaşa, aynı devletin
vatandaşlığından dindaşlığa kadar her türlü komşuluk
ilişkilerini yaşamış olan bu iki ulus, günümüz
dünyasının en eski komşularıdır. Çağlar boyu süren bu
komşuluk, bu iç içelik, mutlaka, bu ulusların
dillerine de yansımıştır.
Türkçe ve diğer Altay dilleri ile Çince üzerindeki
çalışmalar, bugün için çok yetersizdir. Henüz Altay
dillerinin ve Çincenin tarihî sözlükleri hazırlanmamış
ve bütün bu dillerdeki kelime kök ve aileleri tespit
edilmemiştir. Dolayısıyla, bugün, ancak Çin
kaynaklarında geçen "Çin transkripsiyonlu Türkçe
kelimeler"den bahsedebiliyoruz veya Türkçede ailesini
yahut Altay dillerindeki paralellerini tespit
edemediğimiz herhangi bir kelimeyi Çince (veya Farsça,
Tohorca, Sanskritçe, Tibetçe, vs.) kabul etmekten daha
ileri bir çalışma yapamıyoruz.
Çinliler, şu anki bilgilerimize göre, Türklerden çok
daha önce yazıyı kullanmağa başlamışlardır. Onların
bilhassa Türkçenin yazıya geçirilmiş en eski
örneklerinin bulunduğu 8. yüzyıldan daha önceki yazılı
eserleri, Türkçeye ve diğer Altay dillerine ait
değerli bir malzeme yığınını barındırırlar. Şimdiye
kadar değerlendirilemeyen bu malzeme, 8. yüzyıl öncesi
Türk tarihi ve Türk dili tarihi açısından çok
önemlidir; fakat bu malzeme yığınının
değerlendirilmesi güçlüklerle doludur. Bu güçlükler,
1941'de, L. Ligeti'nin “Çin Transkripsiyonlu Barbar
Glosarları Meselesi” adlı yazısında ele alınmıştır.
Ligeti, bu yazısında, sinologların Altay dillerinin
meseleleriyle ilgilenmediklerinden, Altay dillerini
bilenlerin ve bu yolda araştırma yapanların da
Çincenin bilmeceleri karşısında kılavuzsuz
çırpındıklarından şikayet eder. Bunlara ek olarak,
Çincenin tarihinde (bilhassa kelime sonu seslerinde)
hem ses hem imlâ bakımından büyük değişiklikler
olduğunu vurgulayıp Türkçe-Çince ilişkisini
araştırmada yardımlarına muhtaç olduğumuz Çin
transkripsiyonlu metinlerin çözümü ile uğraşacakların
Çin ve Altay dillerinin tarihlerini bilmeleri
gerektiğini belirtir.
Ligeti, adı geçen yazısında, Türkçedeki Çince veya
Çincedeki Türkçe unsurlar yerine, ancak "Çin
Transkripsiyonlu Türkçe kelimeler" üzerinde durmuştur.
Bu konuyla Ligeti'den önce birkaç bilgin daha
uğraşmış; fakat Altay dillerini de bilen ve bu yolda
en çok çalışan o olmuştur. Tekrar edelim: Bu
çalışmalarda söz konusu edilen şey, bu dillerin
birbirlerinden aldıkları unsurlardan çok, Çin
yazısıyla yazılmış Türkçe kelime ve metinler olmuştur.
Ne yazık ki bu konuda da fazla bir yol alınmış
değildir. Bu çalışmalar, daha, Çin transkripsiyonlu
Türkçe kelimelerin aslî şekillerinin tespitini
sağlayacak seviyeye ulaşmamıştır. Nitekim Çincenin ve
Türkçenin tarihî gelişmelerini çok iyi bilen ve
Karlgren'in sözlüğünü kullanan bazı türkologlar
tarafından bu konuda yapılan yanlışları düzeltmeğe
çalışan Ligeti bile Hunların meşhur hükümdarının adını
Bagator yerine hep Çin transkripsiyonuna bağlı
kalarak Mao-tun şeklinde kaydetmiştir. Aslında,
Ligeti'den önce başlayan bu yanlış değerlendirme,
"bagator < Moğ. baga 'küçük,~Tü. baga 'genç'
Moğ.~ufak ; az' + Tü. tor 'kale; kale beyi'
kur-a 'kale, şehir'" adı yerine Mao-tun şeklinde aslî
olmayan bir şahıs adının literatüre girmesine, bizde
de Mete gibi bir hayalet sözün doğmasına yol
~açmıştır. Yapısı son derece açık olan ve tor
or (~çor-a, > kurgan~Mac. úr “bey”)
gibi dal kökleri bulunan bu kelimeyi G. Clauson'un
alıntı kelime olarak değerlendirmesini ise anlamak
mümkün değildir.

1.1. Türkçedeki Çince Unsurlar:
Türkçedeki Çince unsurlar üzerinde henüz monografik
bir çalışma yapılmamıştır. Bu yolda şimdiye kadar
yapılan tek şey, Çin yazısıyla yazılı Türkçe kelime ve
cümleler, şahıs ve yer adları, kısacası Çin
harfleriyle transkripsiyonlanmış Türkçe ile ilgilenmek
olmuştur. Türkçeye geçmiş, herhangi bir bölgede,
herhangi bir devirde Türkçenin malı olmuş, Türk
düşüncesinin yapı taşlarından biri haline gelmiş Çince
unsurlar, bilimin ölçüleri içinde araştırılmamıştır.
Bu konuda elimizde bulunan, ancak, çeşitli sözlük
yazarlarının Türkçedeki varlığını açıklayamadıkları
bazı kelimeleri özel bir çaba harcamaksızın Çinceye
yakıştırmalarından ibarettir. Meselâ, M. Räsänen,
sözlüğünde 147 kelimeyi Çince kaynaklı göstermiştir;
fakat ne bu sözlükte Çince asıllı gösterilen
kelimelerin hepsinin Çince oldukları, ne de bu 147
sayısı kesindir. Ahmet Caferoğlu’nun Eski Uygur
Sözlüğü’nde ise Çince kaynaklı gösterilen 70 söz
vardır . Çinlilerin, Türklerin en az iki bin yıllık
komşuları olduklarını düşünürsek, bu sayının daha da
arttırılma imkanı kendiliğinden doğar. Hatta söz
almanın ötesinde, söz dizimi düzleminde gerçekleşmiş
etkileşmelerden bile şüphelenmemiz gerekmektedir.
Türkçe ile Farsça, Rusça, Bulgarca ve bütün Balkan
dilleri arasındaki ilişkiye benzer veya ondan da güçlü
ve köklü bir ilişki gerçekleşmiş olmalıdır. Bilindiği
gibi, Türkçeyi gözardı ederek, bu dillerin ne
sözlükleri ne de gramerleri yazılabilir. Çince için
de durum pek farklı olmasa gerektir; nitekim Çince,
bugün çok heceli dillere oldukça yaklaşmıştır.
Yeni devirlerin Çincesinden Türkçeye geçmiş unsurları
işleyen bir çalışma, 1970 yılında, Moskova'da
yayımlandı. Tabiî ki diller arasındaki alıntıların
tespiti, yazının yaygınlık kazandığı yeni devirler söz
konusu olduğunda, eski devirlerle kıyaslanamayacak
kadar kolaydır. Nitekim daha ilk çalışma olmasına
rağmen, bugünkü Uygur Türklerinin dilinde 1873 Çince
kelime ve şekil tespit edilmiştir. Bu çalışma,
dediğimiz gibi Moskova'da, 1970 yılında Rahimoviç
tarafından “Çağdaş Uygur Dilinin Çince Unsurları”
adıyla yayımlandı.

1.2. Çincedeki Türkçe Unsurlar:
‘Çincedeki Türkçe unsurlar’ sözü bile, zor
söylenebilecek bir sözdür. Böyle bir şeyden söz etmek
bile, açıklayamadıkları her sözü Çinceden alınmış bir
söz gibi sunmağa çalışan ve Çince bilmedikleri halde,
bu işten büyük bir zevk alan meslektaşlarımızı çileden
çıkaracaktır . Bu meslektaşlarımızın Çince kaynaklı
ilan ettikleri sözleri, “Çağdaş Çincenin Sözlüğü” ile
Liu Zhengyan, Gao Mingkai, Mai Yongqian, Shi Youwei
gibi Çinli dilciler tarafından hazırlanan ve
varyantlarıyla birlikte, çeşitli dillerden Çinceye
giren 10,000 kelimelik "Çincedeki Alıntılar Sözlüğü"
adlı eserlerin Türkçe kaynaklı göstermeleri, oldukça
düşündürücüdür. Bunun, tabii ki bazı sebepleri vardır.
Bu sebeplerin en önemlisi, elimizdeki yazılı en eski
Türkçe belge ile Çinçenin ilk yazıya geçirildiği devir
arasında bin yıllık bir sürenin bulunuşudur. Bir başka
sebep, yazının dilden daha elle tutulur bir yapı
olarak dilin yerini almasıdır.
Eski dilleri bugün için ancak yazı ile izleyebiliyor
olsak da, etimoloji çalışmaları yapanların elinde,
köklerin dal biçimleri, eski bilgi-yeni bilgi
ilişkisine dayalı anlam örgüsü, vb. başka belgeler de
vardır . Bu belgeler, en az yazılı belgeler kadar
güvenilir kaynaklardır. Burada iki konu bilhassa çok
önemlidir. Birinci konu, dillerin ses yapıları ve
bugünkü türetme mekanizmalarını geliştirmeden önceki
yeni bilgileri adlandırma yoludur. Diller, kendilerini
sınıflandırmada bir ölçek olarak kullandığımız bugünkü
türetme mekanizmalarını geliştirmeden önce, yeni
bilgileri, değişik ses farlılıklarıyla oluşmuş dal
köklerle adlandırmışlardır ve bu kök dallanması,
dillerin yazı ile buluşmasından çok önce
gerçekleşmiştir . İkinci konu ise, dillerin anlam
yapılarıdır. Burada mutlaka önceki ve sonraki bilgi
ilişkisi aranmalıdır. İnsan zihninde bir önceki bilgi
ile ilişkilendirilmemiş hiçbir yeni bilgi olamaz; her
yeni bilgi, önceki bilgilerimizden birinin komşusudur.
Bir dilin belli bir zaman ve mekan diliminde kurulan
bu ilişki, bir başka yer ve zaman diliminde kurulmamış
veya unutulmuş olabileceği için, tarihi boyunca
dillerdeki ses ve anlam değişmelerini incelemeyi ana
görevi edinmiş olan dilcilik, eş zamanlı ve eş mekanlı
çalışmalara gerek duymaktadır. Bilindiği gibi diller
biçim ve anlam yapılarından oluşmaktadır ve her iki
yapı da değişkendir. Bireysel olan ses yapıları, anlam
yapılarına göre çok hızlı bir değişkenlik içindedir.
Gerek dal köklerin yaşama alanı bulabilmeleri, gerek
bütün dillerde ortak olan düzensiz ses değiştirme
yollarıyla ortaya çıkan biçimler ve gerekse türetme
mekanizmalarının çalıştırılmasıyla, yani düzenli ses
değiştirme yollarıyla elde edilen yeni biçimler, anlam
dallanmalarının bir sonucudur. Bütünüyle sosyal olan
dillerin anlam yapıları, yani önceki ve sonraki
bilgilerden oluşan anlam örgüleri veya ‘dil içi dünya
görüşleri’, etimoloji çalışmalarının en sağlam
belgeleridir ve etimoloji çalışmalarının ana amacı da,
dillerde ortak olan düzenli ve düzensiz türetmeleri
izlemek değil, dillerdeki eski-yeni bilgi ilişkilerini
araştırmak, bu ilişkilere dayanarak o dilleri
konuşanların bilgilenme yollarını birleştirebilmek,
zihin haritasını çizebilmektir.
Yukarıda, ses değişmelerinin ve ses olaylarının,
genellikle, bütün dillerde ortak olduğunu, anlam
değişmelerinde, birinci-ikinci anlam, yani önceki ve
sonraki bilgi ilişkilerinde büyük farklılıkların
yaşandığını söylemiştik. Bu farklılıklara rağmen,
çeşitli dillerdeki birinci anlam-ikinci anlam, yani
önceki ve sonraki bilgi ilişkisinin zaman zaman
çakıştığını hayretle görürüz. Bu durum, dillerin
ortaya çıkışları konusunda veya bilhassa onların
yazının birleştirici ve tutucu işlevinden
yararlanamadıkları sözlü devirlerinde olup bitenleri,
bu yazı öncesi devir insanlarının dil ve düşünce
dünyasını yakalamakta, etimoloji çalışmalarına büyük
ip uçları sunar .
Böyle yapmazsak, dil ile yazının buluşmasının insan
dilinin oluşum süreci içinde oldukça yeni bir olay
olduğu ve diller yazı ile buluştuklarında, kök dal
biçimlerinin çoktan oluşup komşu bilgileri
adlandırmada kullanıldıklarını göremezsek, yubu-n-
~ çim- ~ çubuk ~ çub ~
suvar-, vb. sözlere rağmen ‘su (~çimgen <sub)
sözü Çincedir’ diye veya Türkçe konuşan insanların,
yazı yazma bilgisini “yontmak, kazmak, kazımak”
bilgisine dayanarak adlandırdıklarını gözardı edersek,
yani Türkçe konuşanların eski bilgi-yeni bilgi
yar-~ilişkisini görmezlikten gelirsek, yaz-
~ yır ~ kaz- ~ çız- ~
~yır(t)- yara, vb. ilişkisini ihmal edersek,
biti- ilişkisini görmezsek, ‘biti-~bıç-/biç-
fiili Çince piet’ten gelir’ diye yüz yıldır süren ve
bestesiyle güftesi birbirini tutmayan şarkıları söyler
dururuz
 
Cevap: Türkçenin Dünya Dillerine Etkisi

TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİNE ETKİSİ Orkon âbidelerindeki gelişmiş alfabeye, sistemli ve
pek ekonomik imlâya bakarak, Türkçenin çok eski bir
yazı geleneğine sahip olduğunu, 8. yüzyıldan en az bin
yıl önceden beri yazılmakta olduğunu düşünebilir veya
Aurel Stein'in ifadesiyle 'kumlara gömülü şehirler'de
eski Türk kültürünü araştırmak için bir türlü
başlatılmayan kazılara ümit bağlayabiliriz; fakat
eldeki dil malzemesini dikkatlice değerlendirerek bu
yorumların veya yeni yapılacak keşiflerin sonuçlarını
beklemeden de bazı hükümlere ulaşabiliriz: Biz,
Orkon'da, bir kavim diliyle, yani bir 'kök dil' bir
'kök Türkçe' ile değil, şiveler ve akraba diller arası
iç alıntılar ile beslenmiş, az da olsa, yabancı
komşularından aldıklarıyla zenginleşmiş bir
imparatorluk diliyle, bir kültür diliyle karşılaşırız.
Kök Türk İmparatorluğunun dilinin bir imparatorluk
dili olarak Osmanlıcadan veya İngilizceden farkı,
birliğe iştirak eden kavimlerin, aynı dilin, yani Eski
Türkçenin değişik şivelerini konuşanlardan veya bu
dilin akrabası olan dilleri konuşanlardan oluşmasıdır.
Kısacası, Çincedeki Türkçe unsurlar sözü, kolayca
söylenebilen bir söz değildir. Yukarıda da söylendiği
gibi Çincede Türkçe unsurların bulunabileceği bir çok
araştırmacı tarafından düşünülmemiştir. Bir taraftan
da yakın zamana kadar, hem Çinceyi hem Türkçeyi bilen
Çince veya Türkçe bilginlerinin yetişmemiş olması, bu
konudaki araştırmaların Paul Peliot ve öğrencisi
Lajos Ligeti’nin ulaştıkları noktada kalmasına yol
açmıştır.
Son yıllarda yayımlanan Çağdaş Çincenin Sözlüğünün ve
Çincedeki Yabancı Sözler Sözlüğünün taranması bile,
oldukça ilgi çekici sonuçlar doğurmuştur. Bir Uygur
Türkü olan Alimcan İnayet, sağlam bir Çince ve Türkçe
bilgisine sahip olmanın verdiği ehliyetle, bu
sözlükleri taradığında ilgi çekici sonuçlara ulaşmış
ve Çincede 307 Türkçe söz olduğunu tespit etmiştir .
2. Türkçe-Farsça İlişkileri
Asya ve Avrasya'nın bilinen en eski kavimleri olan ve
İranî olup olmadıkları halâ tartışılan Kimmerler (M.Ö.
12.-8. yy.) ve İskitler (M.Ö. 8.-3. yy.) istisna
tutulursa, bildiğimiz ilk Türk-İranî kavim ilişkisi,
Hunlar ile Alanlar arasında M.S. 370'lerde olmuştur.
Bu tarihlerde doğu-batı yönündeki bir Hun akını, Orta
Asya steplerindeki İranî kavimlerin hakimiyetine
günümüze kadar son verdi. Daha sonra tarih sahnesine
çıkan ne Partuşlar, ne Soğdlar, ne de Sâsânîler, Asya
steplerinde söz sahibi olabildiler.
Çinlilerden sonra en eski komşuluğumuz İranlılarla
olmuştur. Sâsânîlerden yirminci yüzyılın ikinci
çeyreğine kadar İran'ın dâimâ bir Türk devleti
tarafından yönetildiğini ve bugünkü devletin sınırları
içinde yaşayan halkın yarıdan çoğunun Türk olduğunu
düşünürsek, bu ilişkinin sadece çok uzun değil, aynı
zamanda çok derin bir ilişki olduğunu anlarız. Hele
son bin yılda Türklük dünyasının ortasında kalan
İranlılar ile Türkler, bu uzun komşuluk ilişkisi
sırasında birbirlerinden pek çok şey öğrenmişlerdir.
Ankara’da, 1995 yılında yapılan bir yayın, bu
ortaklaşalığın bugün bile sürdüğünü göstermektedir. A.
Dilberipur’un “Türkçe-Farsça Ortak Kelimeler Sözlüğü”,
bize, bugünkü Fars ve Türk dilleri sözlüklerinin 7.000
sözünün ortak olduğunu göstermektedir

2.1. Türkçedeki Farsça Unsurlar:
Sâsânîlerin sonuna kadar sürdüğü kabul edilen Eski ve
Orta Farsça ile Sanskritçe, Tohorca, Soğdca gibi diğer
Hint-Avrupa dillerinden Türkçeye geçen unsurlar
konusu, hemen hemen, Türkçe-Çince ilişkileri kadar zor
ve çetin bir konudur.
Türkçe ve Altayca çalışmalarının yetersizliği
yüzünden, bugün, bu dillerde ailesi ilk anda göze
çarpmayan kelimeleri, bu Hint-Avrupa dillerinden
birine mal etmek moda haline gelmiştir. Bu moda,
tabii olarak, zaman zaman tenkitlere uğramaktadır.
Hattâ bu modaya çok uyanlardan bile zaman zaman bu tür
tenkitler yükselmektedir. .
Farsçadan Türkçeye geçmiş unsurlar konusunda bugüne
kadar epeyce çalışma yapılmıştır. Türk ve Fars
toplumları arasında sanıldığından daha kuvvetli bir iç
içelik, dolayısıyla da bu diller arasında daha geniş
çaplı bir alış-veriş söz konusu olmalıdır. Bu konuda
sözlük yazarlarının çok kısa sürede koydukları
teşhisleri, sözlüklerinin madde başlarında
işaretlemeleri dışında, komşu dillerdeki Türkçe
alıntılar üzerine yapılan çalışmalarda, Türkçe
aracılığıyla bu dillere geçmiş Farsça sözler
gösterilmiş, yani Türkçeden alınan bu sözlerin ilk
kaynaklarının Farsça olduğu işaretlenmiştir.
Türkçedeki Farsça unsurları başlı başına bir konu
olarak ele alan incelemeleri ise, geçtiğimiz günlerde
kaybettiğimiz türkolog Andreas Tietze başlatmıştır .
Bu çalışmada, Farsçadan Türkçeye geçmiş 136 söz
incelenmiştir. Bu konudaki son çalışmaları Stanislaw
Stachowski yapmış, 1972-1979 yıllarında yedi bölüm
halinde yayımladığı çalışmalarını, daha sonra kitaba
dönüştürmüştür . Bu çalışmada Farsçadan Türkçeye
geçmiş 686 söz incelenmiştir.

2.2. Farsçadaki Türkçe Unsurlar:
M. Fuad Köprülü, 1938'deki Şarkiyatçılar kongresine
sunduğu bildiride bu konunun önemini vurgulamış ve 280
sözü liste halinde örnek olarak vermiştir. Bundan
çeyrek yüz yıl sonra da bu konu geniş ve ayrıntılı bir
şekilde Gerhard Doerfer tarafından incelenmiş ve "Yeni
Farsçada Türkçe ve Moğolca Unsurlar" adıyla
yayımlanmıştır. Bu eserde Türkçeden Farsçaya geçtiği
müzakere edilen 2545 Türkçe ve Moğolca söz yer
almaktadır.
Bu kabarık sayıya bakarak Farsçadaki Türkçe unsurların
belirlenmesinin sona erdiği düşünülmemelidir. Bugün
Farsçada kullanılan ve Türkçe oldukları açık olan pek
çok söz, bu eserde yer almamaktadır. G. Doerfer'in
emek mahsulü bu eseri hakkında iki hususu belirtmek
gerekir. Birincisi, araştırmacının Türkçe oldukları
son derece açık olan bazı kelimeleri tereddütle
karşılamış olması, hattâ bu kelimeleri başka dillere
ait göstermesidir. Meselâ o, birçok tarih yazarının
Türkçeliğini kabul etmedikleri, al ~ yal değişmesinin
henüz inandırıcı şekilde açıklanmadığı ve kelimenin
bilhassa İran’la sınırı olan Türk illerinde yaşadığı
gibi hafif gerekçelerle Farsçada da kullanılmakta olan
alev kelimesinin Türkçe olmadığını ileri sürer.
Aslında, Fars. alav <Tü. alev 'alev' kelimesi, sadece
Türkçenin bir kelimesi değil, diğer Altay dillerinde,
hattâ Ural dillerinde de ortak olan bir kelime
alış-~ailesinin üyesidir: Tü. alap 'alev'
~ yalap 'alev' ~'tutuşmak; alışmak'
~ yalın 'alev' ~yalabı- 'alevlenmek'
yalaz 'yalaz,~yal- 'yalınmak, alevlenmek'
yıldırım~ yıldız 'yıldız' ~alev'
yaldrı-/ yaldra- 'ışımak,~'yıldırım'
ışık 'ışık'~ yaşu- 'ışımak' ~parlamak'
~ yaşna- 'parlamak, şimşek çakmak' ~
~yaşın 'ışık, parıltı, yıldırım' (EDPT, VEWT)
çaş(ı)->çeş(i)- > çeşmek 'şimşek' (DS) > çemşek >
şemşek 'şimşek' (DS) > ~şimşek 'şimşek' , vb.
ulabur~Moğ. ulal- 'kızarmak, kırmızı olmak'
ulabtur “kırmızımsı, pembe”~'kırmızılık'
ulagan/ulaan~ ulabalza- 'kızarmak' ~
ulayma 'kızgın, kızıl'~'kırmızı, kızıl'
gilab~ gilay- ‘ışıldamak, parlamak’ ~
gilalza- “ışıldamak”~“ışıklı, alevli”
gilas~ gilbay- ‘ışımak, ışıldamak’ ~
gilaski- ‘ışıldamak”~‘ışıklı; ışıkla’
ayungga “şimşek, yıldırım, nayzagay, çakın,~
Kor. pul/bul 'ateş'~çakılgan” vb. (Lessing)
Jap. foshi/hoshi~ pyel 'yıldız' ~
'yıldız' // Mac.vil- kökünden: villámlik 'ışıldamak'
villamós~ villán 'parıltı' ~
villámlás 'yıldırım',~'elektrikli, tramvay'
~ világ 'dünya' ~villány 'elektrik'
~ Fin. valo 'ışık' ~csillág 'yıldız'
valoisuus~valoisa 'ışıklı, aydın'
~ valaistus 'parlatma' ~'aydınlık'
valaiseva 'parlatıcı, ışık'.
G. Doerfer'in adı geçen eseri hakkında belirtilmesi
gereken ikinci husus, bugün Farsçada kullanılan pek
çok Türkçe kelimenin eserde yer almamasıdır. Öyle
görünüyor ki bu yolda bilhassa konuşma dilini kaynak
alarak yapılacak daha ileri çalışmalar, Farsçadaki
Türkçe unsurların sayısını daha da arttıracaktır.
Meselâ G. Doerfer'in eserinde yer almayan ve Redhouse
dışında bütün sözlüklerde Farsça olarak işaretlenen
atiş 'ateş' kelimesi Türkçeden alınmıştır: Tü. ot> od
ota- 'ısınmak, odun yakmak' (EDPT,~'ateş'
otaş/öteş~VEWT) > ataş ‘ateş' (kelime
Farsçaya muhtemelen bu şekliyle geçmiş ve Farsçada
atiş telâffuzunu alarak daha sonra bu Farsça telâffuzu
otlan-~ile tekrar Türkçeye alınmıştır)
otlug 'ateşli,~'ateşlenmek, öfkelenmek'
~ oçak ‘ocak’ ~öfkeli', otung 'odun'
kotar-~ uçkun ‘kıvılcım” ~otag ‘otağ’
“pişirmek” Moğ. odu(n) 'yıldız'~(EDPT)
~ oçı(n) 'kıvılcım' ~ modun ‘ağaç’
koço/hoço ‘şehir’ (Lessing).~
Bu konudaki çalışmalar sürdürülmektedir. Al-Sayyid
‘Addi Shir, “Arap Dillerindeki Farsça Alıntılar
Sözlüğü” adlı araştırmasını 1980 yılında yayımlar . Bu
sözlüğün üçte birini Türkçe sözler oluşturur.
Araştırmacı, bu sözlerin Türkçe olduklarını belirtmiş
ve bunların Arapçaya Farsça yoluyla geçtiğini ileri
sürmüştür.
Yine son yıllarda da, A. Ershadi Fard, “Fars Dil ve
Edebiyatında Türkçe Alıntılar Sözlüğü” adlı
çalışmasını yayımlamıştır .
3. Türkçe-Urduca İlişkileri
Bir Ural-Altay dili olan Türk dili ile Hint-Avrupa dil
ailesinin Hindî dilleri arasındaki ilişkiler çok eski
dönemlere kadar uzanır. Hindistan, Türklerin
benimsediği dinlerden biri olarak, budacılığın merkezi
olması yanında, çeşitli Türk boylarının da göç yeri
olmuştur. Hint kavimleri, tarihin her döneminde, bir
veya birkaç Türk kavmiyle komşuluk yaşamıştır. Son
olarak da, islam dindaşlığının Gazneli Mahmud ile
komşuluk ilişkisine ve nihayet Kutbettin Aybek’in
1192’de Delhi Sultanlığı’nı kurmasıyla da
yöneten-yönetilen ilişkisine dönüşmesi, 665 yıl süren
bir birliktelik yaratmış ve bu ilişkiler, İngilizlerin
1857’de Hindistan’ı işgaliyle sona ermiştir.
3.1. Türkçedeki Urduca Unsurlar
Böyle bir çalışmaya rastlayamadık. Türkçede Urduca
unsurların bulunabileceği düşünülmediği gibi, Türkçeye
Hint dillerinden girmiş her sözü Farsça kaynaklı
göstermek gibi bir yanlışlık da sürekli
tekrarlanmaktadır.
 
Cevap: Türkçenin Dünya Dillerine Etkisi

TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİNE ETKİSİ Eski devirler söz konusu olduğunda, Budacılığı
benimseyen eski Uygurların dilindeki Sanskritçe sözler
üzerinde epeyce durulmuştur. Eski Uygur metinlerinin
her yayınında, hatta ilk Türkçe islami metinlerin ve
Kuran çevirilerinin yayınında Sanskritçe sözler
gündeme gelmiştir. Aracı dil sözlükleriyle de olsa,
Eski Uygurcadaki Sanskritçe sözler çözülmeğe
çalışılmıştır. Bu sözlerin büyük kısmı, Budacılık
terimleri oldukları için, Uygurların yeni bir din
olarak müslümanlığı benimsemeleriyle canlılıklarını
yitirmişler ve tarihsel sölükteki yerlerini
almışlardır. Tabii ki budacılık dininde kalan
Moğolların sözlüğünde önemli bir yer işgal ederler.
3.2. Urducadaki Türkçe Unsurlar
Günümüzde Pakistan devletinin resmi dili olan ve
Hindistan'ın da resmi dilleri arasında yer alan
Urduca, günümüzde başta Pakistan ve Hindistan olmak
üzere dünyanın değişik ülkelerinde yüz milyonlarca
kişi tarafından konuşulmaktadır. Urduca ile Türkçenin
ilişkisi üzerine bazı çalışmalar vardır .
Türk dilinin etkilediği sahalardan Hindistan
yarımadasında, Hindî dillerle Türk dili ilişkileri
konusundaki ilk çalışma, Otto Spies’in yayımladığı
Hindî dillerdeki Türkçe kökenli sözlerle Türkçe
üzerinden bu dillere geçen sözlerin yer aldığı 135
sözden oluşan bir listedir.
Bu konuda Abidin İtil tarafından yayımlanan makalede
ise Türkçe-Sanskritçe ilişkileri değerlendirilerek,
Sanskritçeden Türkçeye ve Türkçeden Sanskritçeye geçen
birtakım sözlerin üzerinde bu iki dil arasındaki
linguistik paralellikler gösterilmiştir.
Türkçe-Sanskritçe ilişkilerinin çok eskilere
dayandığını vurgulayan bu yazıda, Türk hanedanların
kuzey Hindistan’da kurdukları uzun süreli yönetimlerde
resmî dil olarak Farsçayı kullanmalarına rağmen günlük
dil olarak Türkçeyi kullandıklarını, bunun sonucu
olarak da gerek Farsçaya gerek Hindistan’daki değişik
lehçelere, hatta modern Sanskritçeye çok sayıda Türkçe
kelimenin yerleştiği ve Hindûstânî dilinde 80, Bengal
dilinde de 40 kadar Türkçe kökenli sözün bulunduğu
belirtilmiştir.
Türkçe- Hintçe ve Urduca arasındaki ilişkilerle ilgili
olarak, “eski ve büyük sözlükleri taramanın uzun zaman
alacağını” söyleyen Erkan Türkmen, başlıca iki pratik
sözlüğü tarayarak hazırladığı 118 kelimelik bir
listeyi, iki yazı olarak yayımlar .
Bu konuda son çalışmayı yapan Münevver Tekcan ise
şunları söylemektedir: “Yukarıdaki araştırmacılar
tarafından daha önce tespit edilen Hindî dillerdeki ve
Urducadaki Türkçe sözlere ek olarak 77 söz daha tespit
ettik. Daha önce yapılan çalışmalarda taranan
eserlerin dışında, Urduca-Urduca , Türkçe-Urduca
olarak hazırlanmış üç sözlük ile Delhi Sultanlığı’nın
saray hayatını konusunda yazılan Bezm-i Âhir adlı
eseri taradık. Bu sözlerin etimolojik ve morfolojik
özelliklerini başka bir çalışmanın konusu olarak
bıratık. Elde edilen yeni sözler ile daha önce
yayımlanan sözler, yapı özelliklerine göre ve tematik
olarak değerlendirildi. Tespit edilen sözlerin sayısı
227’dir. Sosyal hayatla ilgili 140, yönetimle ilgili
61, beslenme ile ilgili olanlar 17; giyimle ilgili
olanlar ise 9’dur .
4. Türkçe-Arapça İlişkileri
Sâsânîleri aşıp geçerek Kafkaslardan Şiraz dolaylarına
kadar uzanan Avar Hunlarını veya hanedanlarının adıyla
Heftalitleri ayrı tutarsak, ilk Türk-Arap ilişkisi,
M.S. 630'larda, bugünkü İran topraklarında
başlamıştır. Bu ilişki, coğrafî sebepler yüzünden,
Selçuklular devrine kadar Farslar kanalıyla olmuştur.
Ayrıca Ruslardan satın aldıkları Türk köleler
vasıtasıyla Kafkaslar üzerinden gerçekleşmiş sınırlı
bir Türk-Arap ilişkisi de söz konusudur.
Arapça, Türkler için sadece bir komşu dili olmaktan
daha fazla şeyler ifade etmiştir. Bu dil, Türklerin
yeni dinlerinin ve Farslardan öğrendikleri Arap edebî
geleneğinin taşıyıcısıydı. Dolayısıyla komşuluğun
ötesinde, yöneten ve yönetilenin dili ilişkisi,
Farsça-Türkçe arasında olduğu kadar Arapça-Türkçe
arasında da mevcuttur.
Bu yoğun ilişkilere rağmen, gerek Türkçedeki Arapça
unsurlar, gerekse Arapçadaki Türkçe unsurlar
konularında yapılmış monografik çalışmalar olsa da, bu
çalışmalar, her iki konunun da geniş ve hacimli
olmasından ötürü, yapılacak yeni çalışmalarla
tamamlanmaya muhtaçtırlar.
Türkçeye Farsçadan geçmiş bir çok söz gibi, Arapçadan
geçmiş sözler de Türk dil ve düşünce dünyasının birer
üyesi olmuşlardır. Bu sebeple, yukarıda söylenen ve
komşu dillerdeki Türkçe unsurları araştıran yüzün
üzerindeki kitap ve on binlerce makalenin malzemesi
arasına, Türkçeden alınmış Türkçe kaynaklı sözler
yanında, Türklerden öğrenilmiş bilgilerin adları oarak
Farsça veya Arapça kaynaklı sözler de dahil
edilmiştir.
Her ikisi de geniş coğrafyalara yayılmış bulunan
Türkçe ve Arapça ilişkileri, din, sanat, bilim ve
kültür, yöneten-yönetilen ilişkisi gibi oldukça etkili
temellere dayanmaktadır. Türkçe ile Arapçanın
ilişkilerini ele alan monografik bir kitap
bulunmamakla birlikte, çeşitli araştırmacıların bu
konuda epeyce makalesi vardır. Bu iki dil arasında söz
alışverişinin ötesinde işler de olmuştur. Türkler yeni
ulaştıkları bilgileri Arapça köklerden türettikleri
sözlerle karşılarken, Araplar, sokağı, çarşı pazarı,
esnaflığı, sosyal ve askeri kurumlarıyla bütün sosyal
hayatı Türklere ve Türkçeye bırakmış gibidirler. Bu
yüzden, Türkçenin kavram eki ve sıfat eki yanında,
meslek eki de Arap konuşma dilinde büyük bir yer
tutmuştur.
4.1. Türkçedeki Arapça Unsurlar:
Gerek Türkçedeki Arapça unsurlar, gerekse Arapçadaki
Türkçe unsurlar konularında ayrıntılı ve konuyu
bütünüyle kucaklayacak bir çalışma bulmak mümkün
değildir. Belki bunun sebebi, her iki konunun da geniş
ve hacimli olmasıdır.
Karl H. Menges'in 'Altaycada Eski Mezopotamca Alıntı
Kelimeler' ve N. Poppe'nin 'Altay Dilinde Eski Kültür
Kelimeleri' adlı yazılarıyla aynı yıllarda temas
ettikleri Türkçe ile diğer Altay dillerindeki Arapça
unsurlar konusu yanında, Türkçedeki Arapça unsurlar
hakkında ilk ayrıntılı çalışma, A. Tietze tarafından
'Anadolu Türkçesine Doğrudan Doğruya Arapçadan Alınmış
Kelimeler' adıyla 1958'de yayımlanmıştır. Bu
çalışmada Türkçedeki Arapça unsurlar gibi oldukça
hacimli bir konunun yalnızca bir alanı incelenmiş ve
216 söze yer verilmiştir. Oysa Arapça köklerden
Türkçede türetilmiş yeni sözlerin veya Türkçede yeni
anlamlar kazanmış Arapça sözlerin de var olduğunu
düşünürsek, bu sayının eksikliğini, dolayısıyla bu
konuda daha çok iş yapılması gerektiğini ve Türkçe
sözlüklerdeki işaretlemelerin de yeterli olmadığını
görürüz.
Bu çalışma ise, adından da anlaşılacağı üzere,
Türkçedeki Arapça unsurlar gibi oldukça hacimli bir
konunun bir dalından ibarettir.

4.2. Arapçadaki Türkçe Unsurlar:
Arapçadaki Türkçe unsurlar konusu ise, Türkçedeki
Arapça unsurlardan daha fazla işlenmiştir. Özellikle
İstanbul başkent yapıldıktan bugüne kadar müslümanlık
için bir din Türkçesi yaratamayan veya kilise
İslavcası, kilise İspanyolcası, kilise Macarcası, vb.
gibi bir cami Türkçesi yaratamayan ve Avrupa’nın 15.
yüzyılda bitirdiği tartışmaları bugün bile sürdüren
Türkler, Araplara, askerlik, beslenme ve giyim-kuşam
gibi pek çok alt kültür bilgisi öğretmişler ve
dolayısıyla Türkçeden Arapçaya bu alanlarla ilgili pek
çok söz alınmıştır. Arapçadaki Türkçe unsurlar konusu,
sözlük yazarlarının o kadar yoğun işin arasında
verdikleri kısa işaretlemeler dışında da birçok kitap
ve makalenin konusu olmuştur. Bu kitap ve makaleler,
genellikle, geniş bir coğrafyaya yayılmış olan
Arapçanın her hangi bir bölgesindeki Türkçe unsurları
konu edinmektedirler.
İslam Ansiklopedisi’ne bu ansiklopedinin kuruluş
amaçlarına uygun yazılarından tanıdığımız din bilgini
Muhammad Bin Cheneb, Türkoloji ile ilgili ilk ve tek
eserini bu konuda vermiştir. 1922 yılında Cezayir’de
Fransızca olarak basılan M. bin Cheneb’in eseri, 1967
yılında Ahmed Ateş tarafından Türkçeye çevrilerek
yayımlanmıştır. Eserde Cezayir Arapçasında yaşayan
634 Türkçe sözü incelemiştir. Cezayirdeki konuşma
dilinde yer alan bu kadar çok Türkçe söze rağmen, bu
din bilgininin önsözdeki son değerlendirme cümlesini
sizlerle paylaşmak isterim: “Eksikleri de olan bu 634
kelimelik liste, Türklerin Cezayir konuşma diline bir
miktar kelime soktuklarını göstermektedir. Bununla
beraber “dona kedi sokmak” ve “bereket versin”
deyimleri de bir yana bırakılırsa, Türkler galiba
Cezayir konuşma diline hiçbir etki yapmamıştır”. Bu
iki halkın geçmişteki birlikteliklerine haksızlık eden
bu sözlere, “Günlük konuşma dilinizde 634 Türkçe söz
varsa, bir parça Türk gibi yaşıyorsunuz demektir”
diyerek, gecikmiş bir cevap verelim.
Bu konudaki çalışmalar, V.A. Gordlevskiy'in 1961'de
yayımlanan 'Türk Dilinin Arapça Üzerine Tesiri
Meselesi Hakkında' adlı çalışmasıyla devam eder.
Ahmet Ateş'in konuyla ilgili çalışması ise, kendisinin
de ifade ettiği gibi V. A. Gordlevskiy'in makalesi ile
J. B. Belot'un ve H. Wehr'in sözlüklerinden derlenmiş
kelime listeleridir.
Diller arasındaki alış verişlerde, bazen, alıcı dil,
aldığı unsur üzerinde öylesine derin ses ve anlam
değişiklikleri yapar ve aslî şekil ve anlam ile
verildiği dilde aldığı şekil ve anlam birbirinden o
kadar uzaklaşır ki herhangi bir sözlük yazarının o
kadar işin içinde verdiği kararlara güvenmek, bizi sık
sık yanlışlıklara sürükler.
Bütün bu çalışmalar, 1984 yılında Şamil Fahri Yahya
tarafından değerlendirilmiştir . Şamil Fahri Yahya’nın
hazırladığı doktora çalışmasında 1981 Türkçe söz,
Arapçanın çeşitli coğrafyalarındaki biçim ve
anlamlarıyla verilmektedir. Araştırmacı, ayrıca,
Arapçada sık kullanılan Türkçenin bazı isim yapım
eklerini ve bu eklerin geçtiği sözleri de
listelemektedir.
 
Cevap: Türkçenin Dünya Dillerine Etkisi

TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİNE ETKİSİ 1990 yılında, Mahammad Ahmad Duhman, “Memlükler
Devrindeki Tarihsel Sözler Sözlüğü” adlı çalışmasını
Şam’da yayımlar. Bu çalışmada o devrin Arapça
metinlerinde geçen 891 söz ve ifade yer almaktadır.
Arapçadaki Türkçe unsurlar konusunu en çok çalışan
bilgin, Erich Prokosch olmuştur . Prokosch’un Sudan
Arapçasındaki Türkçe sözlerle ilgili eseri,
Türkçe-Arapça ilişkileri konusunda, alıntıların ses
bilgisi konusunda ve Türkçe meslek ekinin Arapçada
kullanımıyla ilgili bilgiler verdikten sonra 202
Türkçe sözü inceler.
Yakın zamanlarda da Bedrettin Aytaç tarafından “Arap
Lehçelerindeki Türkçe Kelimeler” adlı bir eser
yayımlanır . Türkçe sözlerin Arap Lehçelerindeki
biçimlerinin de gösterildiği bu eserde 941 söz yer
almaktadır.

5.Türkçe-Rusça İlişkileri
Türklerin Çinliler, Farslar ve Araplardan sonra en
eski komşuları önce Ruslar sonra da bütün Slavlardır.
M.S. 4. yüzyıllarda İndo-Germen topluluğundan ayrılan
Kuzey ve Güney Slavları, M.S. 6. yüzyıldan itibaren,
önce Avarların, sonra da Bulgar Türklerinin ziraatçı
tebaları olarak daha doğuya çekilmişler ve nihayet
M.S. 8. yüzyıllarda bugünkü vatanlarına ulaşmışlardır.
Bu sebeple gerek Kuzey Slavları, gerekse Güney
Slavları, bu bin beş yüz yıla yakın süre içinde daima
bir Türk kavminin komşusu oldular.
M.S. 4. yüzyıllarda İndo-Germen topluluğundan ayrılan
Kuzey ve Güney İslavları, M.S. 6. yüzyıldan itibaren,
önce Avarların, sonra Bulgar Türklerinin ziraatçı
tebaları olarak daha doğuya (belki zorla) çekilmişler
ve nihayet M.S. 8. yüzyıllarda bugünkü vatanlarına
ulaşmışlardı.
Ruslar ile Türklerin ilişkilerini bir kaç döneme
ayırmak mümkündür. En eski zamanlara ait devre, Kiev
Rusyası oluşmadan önceki 6.-7. yüzyıllardaki Slovenler
ile Avarların ilişkileri ve daha sonra Hazarlar, Volga
Bulgarları ve diğer Türk boyları arasındaki ilişkiler.
Tarihe baktığımız zaman, Rus ve Türk toplumlarının
ticaret, ekonomi ve yerleşim bakımdan birbirleri ile
yakın temas içerisinde idiler. Bundan dolayı, bu
halkların günlük kullanılan dili öğrenmeleri
gerekirdi. Bunun sonucunda birçok Türkçe söz Rusçaya
geçmiştir. Türkçe kelimelerin Rusçaya geçişleri Kazan,
Astrahan ve Kırım Hanlıkları döneminde daha da
artmıştır. Daha sonra da Sovyetler Birliği’nin
içerisinde Türk toplulukların olması, Rusça-Türkçe
ilişkisinde çok önemli ve etkin bir faktör olmuştur.
Araştırmalara göre Rus dilinde Yunanca, Latince,
Fin-Ogur, Moğolca, İran dillerinden sözler yer
almaktadır. Bu dillerin arasında Türkçenin ise önemli
bir rolü vardır.
Türk dillerinden gelmiş ve günlük konuşmalarda
kullanılan sözler dil araştırmacıları için büyük bir
ilgi alanıdır.
Yapılacak yeni çalışmalarla Rusçadaki Türkçe sözlerin
sayısı artacaktır; çünkü Ruslarla Türklerin son
yıllarda ilişkileri eskiye göre daha da
hareketlenmiştir. Yani birlikte yaşamalar artmıştır,
dolayısıyla da karşılıklı öğrenmeler çoğalmış
olmalıdır. Buna bir örnek vererek sözümüzü tamamlamak
istiyoruz. İncelediğimiz kaynaklardaki Türkçe sözler
listesinde tek başına tamam sözü yoktur; ancak bugün
Rusçada tamam sözü sıkça kullanılmaktadır.
5.1. Türkçedeki Rusça Unsurlar:
Bu konuda ilk çalışma, H.F. Miklosich tarafından
'Türkçedeki İslavca, Macarca ve Romence Unsurlar'
adıyla 1889'da yapılmıştır. Bu tarih, İslavcadaki
Türkçe unsurların araştırılmağa başlandığı tarihlere
rastlamasına rağmen, bu yoldaki çalışmalar o kadar
heyecan verici bulunmamış olmalı ki İslavcadaki Türkçe
unsurlar konusu etrafında cereyan eden meşhur
tartışmaları, bu konu etrafında görmüyoruz.
Bunun sebebi, H. F. Miklosich ve Snjezana Valjacic'in
de ifade ettikleri gibi Türkçe’deki İslavca unsurların
pek az oluşudur. Malzemesi oldukça sınırlı olan bu
konu, son olarak 1957'de 'Türk Halk Dilinde İslavca
Alıntılar' adıyla Andreas Tietze tarafından
incelenmiştir. Türkçedeki İslavca alıntıların ses
bilgisi açısından da değerlendirildiği bu çalışmada
233 İslavca söz yer almaktadır.
5.2. Rusçadaki Türkçe Unsurlar:
İslav dillerindeki Türkçe unsurlarla ilgili ilk
çalışmalar, 1850'lerde başlamıştır ve günümüzde de
sürmektedir. Bu konudaki çalışmalar, burada
sayamayacağımız kadar çoktur. Önce Rusların, daha
sonra da Güney İslavlarının dilleri üzerinde başlayan
bu çalışmaların meyvelerini derli toplu birer sözlük
halinde Elizaveta Nikolaevna Şipova'nın ve Abdullah
Skaljic'in eserlerinde bulabiliriz.
E. N. Şipova'nın “Rus Dilindeki Türkçe Unsurlar
Sözlüğü” adını taşıyan eseri, Alma-Ata'da, 1976
yılında yayımlanmıştır. Bu çalışmada, Rusçaya
Türkçeden geçtiği kabul edilen 1507 kelime üzerinde
durulmaktadır. Bu sayı, Şipova'dan önce Rus etimoloji
sözlüğünü yazmış olan M. Vasmer'in eserindeki Türkçe
unsur sayısından epeyce azdır.
N. Poppe Jr.'a göre M. Vasmer'in eserinde Türkçe
asıllı olarak belirlenen 1700 kelime yer almaktadır.
Vasmer'in eseri diyalekt kelimelerine yer verdiği
iddiasıyla tenkit edilmiştir. Her halukârda, Rusların
bugünkü yeni vatanlarına geldikleri tarihlerden beri
süren Türk-Rus ilişkilerine bakarak, yüzün üzerinde
makale ve kitabın yayımlandığı bu konuda, daha yeni,
daha geniş ve daha ayrıntılı çalışmalar
bekleyebiliriz.
Alma-Ata’da 1994 yılında yayımladığı “Rus Edebiyatında
Türkizm” adlı eserinde, R.T. Mendekinova,
Kazakistan’da yaşayan Rus yazar İ. P. Şuhov’un iki
romanında 2500’e yakın Türkçe söz bulunduğunu
belirtir. Bu eserde, Türk-Rus ilişkileri de
değerlendirilmiş ve 456 Türkçe söz listelenmiştir.
Moskova’da, A.G. Spirkin, İ.A. Akçurin, R.S.
Karpinskaya tarafından 1980’de yayımlanan “Yabancı
Kelimeler Sözlüğü” , Türkçe unsurlar bakımından 1955
yılında yapılan ilk baskısından çok farklı hale
getirilmiştir. Sözlüğün bu ikinci baskısında,
Rusçadaki Türkçe kelime sayısı gülünç bir rakama
düşürülmüştür: 304. Türklüğü ve Türkçeyi, yalnız
Türklerin kendileri değil, galiba komşuları da
terkediyor!
6.Türkçe-Ukranca İlişkileri
Rus, Sırp-Hırvat, Çek, Slovak ve Leh dilleri gibi, bir
İslav dili olarak, Ukrancadaki Türkçe unsurlarla
ilgili ilk çalışmalar, 1850'lerde başlamıştır ve
günümüzde de sürmektedir. Bu konudaki çalışmalar,
burada sayamayacağımız kadar çoktur .
6.1.Türkçedeki Ukranca Unsurlar
Türkçedeki Ukranca unsurların monografik bir çalışması
yoktur. Türkçedeki İslavca unsurları konu edinen
çalışmalarda, zaman zaman sözlerin Ukranca biçilerine
de değinilmiştir.
6.2.Ukrancadaki Türkçe Unsurlar
Çeşitli İslav dillerindeki Türkçe unsurları konu
edinen çalışmalarda, sözlerin Ukranca biçimlerine de
temas edilir. Bilhassa Fasmer, sözlerin Rusça
biçimlerinden önce Ukrancadaki biçimlerini verir.
Ukrancadaki Türkçe unsurları konu edinen son
monografik yayın da, bu iki İslav dilindeki Türkçe
sözleri, iki ayrı bölüm halinde inceler. Günlük
gazete ve dergilerin, okul kitaplarının taranmasıyla
oluşturulmuştur R. R. Devletov tarafından yayımlanan
ve günlük dile dayalı bu çalışmanın Ukranca bölümünde
747, Rusça bölümünde 594 Türkçe söz yer almaktadır.

7. Türkçe-Ermenice İlişkileri
Tarihin bildiği kadarıyla Türklerin Çinliler, Farslar
ve Bizanslılardan sonra en eski komşusu Ermenilerdir.
Uzun bir zaman dilimi içinde komşuluk ilişkisi yaşamış
olan bu iki halk, birbirinden pek çok şey öğrenmiş;
öğrenilen bilginin adı olan söz, komşunun dilinde de
yaşama alanı bulmuştur.
Kafkasya’nın başka halklarının yazılı kaynakları, Orta
Çağ başları Azerbaycan tarihi ve yazılı dönemden
önceki Türk dili tarihi araştırmalarında, büyük önem
taşımaktadır. Bu yazılı kaynaklar, kapsadıkları
Türkçe sözlük ve gramerlik unsurlarla, yazılı devir
öncesindeki Türkçe’yi kurmakta, Türk dili tarihinin;
yine kapsadıkları Türkçe kavim adları, kişi adları ve
yer adlarıyla Türk tarihi çalışmalarının önemli
belgeleridir. Bilindiği gibi, Türk tarihi ve dili
araştırmalarında, buna benzer bir rolü, Çin, Fars ve
Bizans kaynakları oynamaktadır.
Kafkasya’nın başka halklarının tarih kaynaklarındaki
ve dillerindeki Türkçe etkisini, ilk olarak,
Mordtmann incelemiştir. Bu konuda birçok çalışma
yapan Mordtmann, bu yazılarından birinde şunları
söylemektedir: “Ermeniler Hint-Avrupa grubuna
bağlıdır; ama dilleri açıkça Turan etkisinin izlerini
taşımaktadır. Bu ifade altında, ben, Osmanlılarla
yüzyıllar boyu süren ilişkiler sonucu olarak
Ermenice’ye giren Türkçe sözleri değil, Selçuklular,
Osmanlılar vb. Türk devletleri doğmadan, M.S. IV.,
V., VI., VII. yüzyılların yazılı Ermenicesindeki Turan
unsurlarını kastediyorum.” Mordtmann, burada 23
Türkçe söz sunarak, bu sözlerin yazılı Türkçe’den
önceki devirlerde, M.S. IV.-V. yüzyıllarda Ermenice’ye
alındığını belirtmektedir.
VII. yy.dan başlayarak Kafkas kaynaklarındaki Türkçe
kelimelerin sayısının hızla arttığı
görülmektedir.VII.-VIII. yüzyıllar ve daha sonraki
Ermeni kaynaklarında, Alp Arslan, Kılıç Arslan, Gazan,
Atabeği, vb. birçok kişi, ata, oğlan, kızlar, vb.
akrabalık, avçı, temirçi, vb. meslek, Hun, Hazar,
Türk, Kenger, Akatzir, Barsil, vb. kavim ve yer adı
yanında, beslenme ve giyinme gibi temel kültürler
veya sosyal yapı ve üst kavramlarla ilgili çok sayıda
Türkçe sözle karşılaşırız.
Dillerin ses bilgisi ve söz dizimi düzlemlerinin
temsil ettiği kullanım yapılarında, sözlüklerin temsil
ettiği edinim yapılarına oranla, oldukça zengin bir
çeşitlilik ve hızlı değişiklikler yaşanmaktadır.
Sözler, seslere ve cümlelere oranla daha kalıcı
yapılardır. Bu yüzden, dil alışverişleri söz konusu
edildiğinde, ilk akla gelen sözlük alıntıları
olmaktadır. Geniş bir coğrafyada, uzun bir süre
yaşamış ve yaşamakta olan Türkçe’nin Çince, Farsça,
Ermenice, Bulgarca, Arnavutça, Rusça, Macarca ve
Romence gibi eski komşularıyla ilişkileri, yalnız
sözlükte kalmamış, ses ve söz yapımı ile söz dizimi
düzlemlerine de sıçramıştır. Bu yüzden, Türkçenin bu
eski komşularıyla ilişkileri söz konusu olduğunda,
sözlüklerde görülen söz alışverişlerinin ötesinde,
gramerlik alıntılar da gündeme gelmektedir.
Türkçe-Ermenice ilişkileri söz konusu edildiğinde,
Türkçenin Ermeniceden epeyce söz aldığını ve bunların
20 kadarının yazı diline de geçtiğini görüyoruz.
Türkçenin Ermeniceden herhangi bir gramerlik unsur
alması ise söz konusu değildir.
Türkçenin Ermenice üzerine etkisine gelince, bu
etkinin Ermenicenin hem sözlük hem de gramer
alanlarına yayıldığını görüyoruz. Tarihte olduğu gibi,
bugün de, Ermenistan dışında küçük topluluklar halinde
yaşayan Ermeniler arasında, bir yazı dilinin
birleştiriciliğine dayanan standart bir dil yoktur.
Ermenicenin etimoloji sözlüğünü yazmış olan R.
Açaryan, bu konuda, 1926’da Baku’da toplanan I.
Türkoloji Kurultayında şunları söylemektedir: “Küçük
Asya’nın Batı bölgelerinde, Kıbrıs’ta, Bulgaristan’da,
Doğu Rumeli’de, Romanya’da ve Basarabya’da, İran’nın
ve Kafkasya’nın bazı köylerinde, Türkçe’nin Ermenice
üzerindeki etkisi o kadar yaygınlaşmıştır ki,
Ermeniler kendi ana dillerini bile kaybetmişlerdir. Bu
olay, birkaç yüz yıl önce gerçekleşmiştir. Polonya
Ermenileri, 1530 yılından itibaren Ermeniceyi unutup
Tatarcayı kabul etmiş ve Ermeni alfabesiyle büyük bir
Tatar edebiyatı yaratmışlardır. Kilise kitapları bile
Tatarcaya (Kıpçakçaya) tercüme edilmiştir. Ermeniler,
Küçük Asya’da olduğu gibi, İstanbul’da da Türkçe
yazdıkları zengin edebiyatı, Ermeni yazısıyla daha da
ilerletmişlerdir. Türk alfabeleri hiçbir zaman yeterli
olmamış ve halk dilindeki bütün sesleri işaret etme
niteliği taşımamıştır. Ermeni alfabesi ise, bu
olgunluğa sahiptir. Tabiî ki bu sebeple, Ermeni
alfabesiyle yazılmış bu edebiyat, Türk-Tatar dilinin
tarihini öğrenmek bakımından son derece önemlidir.
Türkçe’den alınma sözler, Türkçe’nin fonetik
kurallarını kronolojik olarak belirleyebilme imkânını
sağlar. Bu konuda, Ermeni yazarlarının eserlerinde yer
alan geniş malzeme kullanılırsa, erken asırlardaki
Türk-Tatarların yaşantıları ve tarihi de öğrenilmiş
olur.”
 
Cevap: Türkçenin Dünya Dillerine Etkisi

TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİNE ETKİSİ Bugün Ermeni yazı dilinin komşuluğunda yer alan
Azerbaycan Türkçesi, Ermenistan Ermenicesindeki Türkçe
sözlerin geçiş yolu olmuştur. Bu yüzden, Ermenicedeki
Türkçe alıntılar, büyük ölçüde, Eski Anadolu Türkçesi
ile Türkiye Türkçesine oranla Eski Anadolu Türkçesine
daha yakın olan Azerbaycan Türkçesinin ses
özelliklerini taşımaktadırlar.
7.1. Türkçedeki Ermenice Unsurlar:
Ermeniceden Türkçeye Geçen Sözler: Bu konu ilk olarak
26 Şubat-5 Mart 1926 tarihlerinde Baku’da toplanan I.
Türkoloji Kurultayında dile getirilmiştir. Türklüğün
alfabe değişikliği temel konusu için toplanan, bu
arada Türklük Bilgisinin başka konularının da
görüşülüp tartışıldığı bu kurultaya Ermenicenin
Etimolojik Sözlüğünün ve Ermenicedeki Türkçe Unsurlar
Sözlüğünün yazarı H. R. Açaryan da katılmış ve
bildirisini Türkçe sunmuştur. Bu kurultaya sunulan
bildiriler, yine 1926 yılında Rusça yayımlanmış ve
Açaryan’ın söz konusu bildirisi Rusçaya özet halinde
çevrilmiştir. Türk-Ermeni dil ilişkileri konusunda bir
fikir verebilecek düzeyde olan Ermeni bilginin bu
bildirisinde, Ermeniceden Türkçeye geçmiş 200 kadar
söz açıklanmıştır. Açaryan, Türkçe sunduğu bildirisini
şöyle sürdürmektedir: “Türkçe’nin Ermenice üzerindeki
etkisi çok büyüktür. Ben, daha 1902’de, bu meseleyi
geniş ve özel bir çalışmada ele almıştım... Bu
kelimelerin sayısı 4000’e ulaşmaktadır... Genellikle,
bir dilden başka bir dile isimler, bazen sadece
sıfatlar, çok nadir hallerde ise fiiller geçer. Sayı
sıfatları, bağlaçlar ve zarflar ise, başka bir dil
tarafından benimsenmezler; fakat Ermenicede bu tür
unsurların hepsi aynı ölçüde yaygındır. Birçok
vilayette 70, 80 ve 90 rakamları Türkçe adlarıyla
kullanılmaktadır. Rodos’ta da 69-99 arasındaki bütün
sayı adları Türkçedir... Şimdi ise, konunun ikinci
kısmı olan Ermenice’nin Türk-Tatar dili üzerindeki
etkileri kısmına geçiyorum. Kopenhaglı bilginlerden
Prof. Olger Peterson ve Viyanalı
Kraelitz-Grainfenhorst, Türk-Tatarların bir grup
kelimeyi Ermenilerden çok eski çağlarda aldıkları
tahminini yürütürler. Ben, burada bu meseleye
değinmeyeceğim. Sizin dikkatinizi daha eski dönemlere
ait çeşitli Türk-Tatar, özellikle Anadolu ağızlarında
karşılaşılan dil hadiselerine çekmek istiyorum. Bu
kelimelerden bir kısmı edebî dile de geçmiş; bir
kısmı ise, sadece halk dilinde yaşamaktadır.
Ermeniceden Türkçeye geçen bu kelimelerin toplam
sayısı 200’dür.”
Son olarak, yakın zamanlarda, bu konuyu Robert Dankoff
ele almış, Ermeniceden Türkçeye geçen sözleri bir
sözlük halinde yayımlamıştır. Bu yayında 806 söz yer
almaktadır. Dankoff’un bu çalışmasında, Açaryan’ın
“toplam 200” dediği bu sayının, hangi amaçla olduğu
bilinmez, Ermenicede de yaşamakta olan pek çok Türkçe
sözün veya Türkçenin başta Rumca olmak üzere başka
dillerden aldıklarının Ermenice gösterilerek dört
katına çıkarılmış olduğunu görmekteyiz. Dankoff, bu
yayınına, Türkçe mi Ermenice mi olduklarının
tartışılması gerektiğine inandığı 309 söz daha ekler
ve böylece Türkçedeki Ermenice sözlerin sayısı 1115’e
yükselir. Bu sayı, Ermenicenin etimoloji sözlüğünü ve
R. Dankoff’un da başlıca kaynağı olan Ermenicedeki
Türkçe unsurlar sözlüğünü yazmış bulunan Açaryan’ın
verdiği sayının altı katıdır. Dolayısıyla bu çalışma,
bizi, Türkçedeki Ermenice sözler konusunda sağlam bir
düşünceye götürmekten uzaktır.
Biz tekrar Açaryan’ın çalışmasına dönersek, Türkçedeki
Ermenice sözlerin sayısını “toplam 200” olarak kabul
edebiliriz. Çoğu ağızlarda yaşamakta olan bu sözlerden
20 kadarı Türk yazı diline de geçmiştir.
7.2. Ermenicedeki Türkçe Unsurlar:
7.2.1. Sözlük Alıntıları: Bilebildiğimiz kadarıyla,
Ermenice, M.S. IV. Yüzyılda, Türkçeden en az 23 söz
almış bulunuyordu. XI. asrın sonlarına doğru,
Türkçeden Ermeniceye geçen sözlük ve gramerlik
alıntıların sayısı önemli derecede artmıştır. Bu
devirden sonra Türkçe, yalnız Türklerin değil, aynı
zamanda Ermeni yazarları ve aydınlarının da kullandığı
yazı dili haline gelmiştir. Böylece, bu iki dilin
ilişkisi, konuşma dilinin dışına taşarak edebî
seviyeye genişlemiştir. V. L. Gukasyan, Türkçenin
etimoloji sözlüklerinden birini de yazmış olan E.V.
Sevortyan’ın, bu dönemi anlatırken şunları yazdığını
ifade etmektedir: “Ermeniler, XII. asır Moğol
işgaline kadar Selçuklular ve Türkmenler, daha sonra
da Osmanlılar ve şimdiki Azerbaycan Türklerinin
atalarıyla bir arada yaşayarak, onlarla devamlı ve çok
yönlü ilişkilerde bulunmuşlardı. Orta Çağ Ermeni
edebiyatında Güney Türk kökenli kelimelerin bulunma
nedenini Oğuz kavimleri ve halkıyla olan günlük
ilişkilerle açıklayabiliriz. O dönemin birçok Ermeni
yazar, yurttaşları Türkler gibi Türkçe konuşabiliyor,
bazen iki dilli olabiliyordu.”
XV.-XX. yüzyıl Ermeni yazılı kaynaklarına dayanarak
Ermenicede Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesine
ait kelimelerin her geçen yüzyıl daha da arttığını
söyleyebiliriz. Yukarda bahsettiğimiz R. A. Açaryan’ın
“Ermenice’deki Türkçe Alıntılar” kitabında 4262 tane
Türkçeden alınmış söz yer almaktadır.
Muhtemelen II. Dünya Savaşının kargaşası yüzünden on
yıl ara ile yayımlanmış iki yazısında, Eugeniusz
Sluszkiewicz, Ermeniceye geçmiş Türkçe sözleri,
dilciliğin en dağınık konularından biri olan alıntı
sözlerin ses bilgisi açısından değerlendirmiş,
Ermenicedeki 276 Türkçe sözü kullanarak, Türkçenin
seslerinin Ermenicede nasıl temsil edildiklerini
göstermeğe çalışmıştır .
7.2.2. Deyim Alıntıları: Bu iki dil arasında, söz
alıntıları yanında, deyimlik alıntılar da söz
konusudur.
1. Türkçeden Ermeniceye Değiştirilmeden Alınanlar:
Ay balam, ay canım, ay sağ ol>Ay balam, ay canım, ay
sağol (ALŞ 1, 316)
Aslan balası>Aslan balası (HA 1, 57)
Begafil eşge düşdüm, dağıtdım dünya pulu>Begafl
eşga düşdım dagıtdum dünya puli (Erm. Aş. 88)
Bilene bir, bilmeyene min>Bilana bir, bilmiyana bin
(HA. I, 36)
Dedi eynindeki olan, paltarı sat ver cahıra>Dedi
aynindakı olmiş, partali sat, ver cahıra (Erm. Aş. 48)
Düşmenin gözi kor olsun>Dyuşmanı gyozi gyor olsun
(ALŞ. I, 354)
Keçi can hayında, gessab piy ahtarır>Keçi can
harayında, gesab piya man galis (ALŞ. I, 218)
Keçen güne gün çatmaz, calasan günü güne>Geçan
gyuna-gyun çatmaz, calason gyun gyuna (ALŞ. I, 366)
Keşiş bele iş>Keşiş bele iş (EA. I, 96)
Kor üçün hamısı bir, ya burda, ya Bagdat’da>Kor içün
hamsi bir, ya burda, ya Bagdat’da (ALŞ. I, 236).
Gorun çatlasın der – der can, gorun>Gyorn çatlası
derder can, gyorn (HA. I, 46)
Pah, namerd köpek oğlu>Pah, namard gyopoğli (ALŞ. 1,
269)
Seni doğanın boynu sınsın, bele boynu sınsın, Seyran
oğlan>Sani doğanın boyni snsun, bele boyni snsun,
Seyran oğlan (ALŞ. I, 308)
Bilene bir, bilmeyene min>bilana bir, bilmiyana bin
(HA. I, 36)
Olacağa çare yoh>Olacağa çara yoh (GA. II., 171)
2. Türkçeden Ermeniceye Çevrilerek veya
Melezleştirilerek Alınanlar:
Gel gel demek> Gjal-gjal anel
Giç damar> Giž damar
Tike tike etmek> Tikä tikä anel
Gadasını almak> Gadan arnel
Aslan kesilmek>Aslan ktrel
Eh, yaradan Allah>Eh, yaradan asdvaç (ALŞ. I, 361)
Düz danışanın papağı deşik olar>Drusd hosogi papağı
çag gıli (HA. I, 37)
İt hürer, kervan keçer>Şunı ghaça, karvanı gkoça
(PP. I, 185)
Harada aş, orada baş>Bordeğ aş, endeğ baş (PP. I,
36)
Ahır atadan, babadan bele bilmişik>Ahr atadan, babadan
esbes eng imaçel (HA. I, 98)
Oho, baş üste, canım çıhsın>Oho, baş yusda, cans
dursga (ALŞ. I, 325).
Saggız kimi yapışır>Sahgzi besa gıpçım (ALŞ. I, 321)
Maral kimi gözeldir>Marali bes gyozale (ALŞ. I, 314)
Gülüm, gülüm, gül çiçek>Gyulım, gyulım, gyul çiçag
(GA. II, 211)
Ay arvad, ne karvan keçmeli kecedir>Ay gnig, inç
karvan gdrelu gişere (HT. I, 495)
Bir atım barıt kimi şeydir>Mi atum baruti bes bana
(PP. I, 79)
Bir neçe tazı-tula meni gerek gorhutsun?>Mi kani tazi
tula inc batke nahaç nen? (GA. II, 1939)
Deyirmanı sınıb çah-çah olub>Cağaçi godraç çahçahen
darel (PP. I, 70)
Ne var, haneharabın arvadı?>Do inca hani harabi gnig?
(PP. I, 68)
Bu deyim alışverişleri yanında geri dönen alıntı
deyimler de vardır; yani Türkçe>Ermenice>Türkçe
şeklinde geri dönen alıntı deyimler:

Kordu, şildi, gebulumdur> Kores, şiles, gebules (İH.
II, 316)
Her şey yavaş yavaş> Her şey gamas gamas (MP. I, 21)
İravan aşından da oldug, Giravan daşından da (İH. II,
322)
7.2.3. Gramerlik Alıntılar: En azından 1600 yıl
süren, Ermenicenin tarihteki ve bugünkü çeşitli Türk
şiveleriyle ilişkileri sonucu, Yeni Ermenicede bazı
yapı değişiklileri de olmuştur. Ermeni edebi dilinin
kurucusu Hacatur Abovyan ile ünlü Ermeni dilcileri
M. H. Abeğyan ve R. Açaryan, yaptıkları çalışmalar
sonunda, bu 1600 yıl süresince Ermenicede görülen
büyük değişiklikleri ortaya koymuşlardır. H. Abovyan,
M. H. Abeğyan ve R. Açaryan, değişik tarihlerde,
benzer ifadelerle şunları yazmışlardır: “Azerbaycan
ve Türkiye Türkçelerinin etkisi sonucunda Ermeni
dilinin söz dizimi epeyce değişerek, Hint-Avrupa
dillerinin söz diziminden uzaklaşmış, Ermenice,
eklemeli bir dil haline gelmiştir.” Buna karşılık,
şimdiye kadar yapılan çalışmalarda, Türkçede
Ermeniceden alınmış herhangi bir gramerlik unsura
rastlanmamıştır.
 
Cevap: Türkçenin Dünya Dillerine Etkisi

TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİNE ETKİSİ 7.2.3.1. Ses Bilgisi Düzleminde: Bilindiği gibi, başka
bir dilden yapılan alıntılar iki dillilik çizgisine
yaklaşacak kadar çoksa, alındıkları dilin ses, şekil
ve söz dizimi yapısını zorlayarak, orada kendilerine
hayat alanı bulabilmektedirler: “Eğer başka dilden söz
alan halk etkilendiği dille az veya çok derecede
tanışıyorsa, yada alıntı sözler yeteri kadar çoksa, bu
durumda, ses yapısı olarak etkilenen dile uymayan
yabancı sesler, geçtikleri dilin ses yapısını bozsalar
bile genelde korunur.”
Türkçe alıntı sözler, bazı ünlü ve ünsüzleri de
Ermeniceye taşımıştır. Bu konuda, e, ö, ü ünlüleri
ile eski Ermenicede bulunup da orta Ermenicede yer
almayan b, d, g kapanma ünsüzlerinin yeni Ermenicede
tekrar ortaya çıkışı, Türkçenin ve bilhassa da söz
başındaki kapanma seslerinin yumuşak varyantlarını
tercih eden Azerbaycan Türkçesinin, yeni Ermenicenin
ses yapısına etkisi olarak değerlendirilmektedir.
7.2.3.2. Şekil Bilgisi Düzleminde: Türk şivelerinin,
özellikle de Azerbaycan Türkçesinin Ermenicede yapım
ekleri vasıtasıyla yeni kelime oluşturulmasına da
etkisi olmuştur. Türkçeden Ermeniceye geçen
–lık/-lik/-luk/-lük kavram eki, -lı/-li/-lu/-lü sıfat
eki, -çı/-çi/-çu/-çü meslek ve –nçı/-nçi>-mži
sıra sayı eki gibi yapım ekleri ve mış/-miš fiil çekim
eki, Ermenicenin kendi ekleri kadar işlektirler. Yeni
kelime yapan bu ekler, giderek ana dildeki kelimelere
de eklenerek girdikleri dile uyum sağlarlar. Türkçeden
Ermeniceye geçmiş ekli ve eksiz bazı söz çiftleri,
Ermenilerin dil ve düşünce dünyasında oluşturdukları
kategorilerle, Ermenicenin morfolojik yapısında
parçalanmaya yol açmışlardır:
av: “av” // avçi: “avcı”
ayna: "ayna, şişe" // aynaçi: “aynacı, camcı”
balta: “balta // baltaçi: "baltacı"
bitikçi: "yazar"
bostan: "bostan" // bostançi: “bostancı”
çöp: “çöp, ot” // çöpçi: "otaçı, ot ile sağaltan”"
el: "halk, ülke" // elçi: “elçi, sefir”
ez-: "ez-" // ezilmiş: “ezilmiş”
yapunçi: "kepenek"
ayrı: "ayrı" // ayrılmış: “ayrılmış”
azar: "hastalık" // azarli: “hasta” // azarlamiş:
“hastalanmış”
tamga: “damga” // tamgaci: "damgacı"
toz: "toz" // tozlug: “tozlu yer”
meku: “bir” // mekumçi: “birinci”
yerku: “iki” // yerkumçi: “ikinci”
tasu: “üç” // tasumçi: “üçüncü”
7.2.3.3. Söz Dizimi Düzleminde:
M. H. Abeğyan, daha bu yüzyılın başlarında bu konuya
dikkat çekmiştir. O, “Yeni Ermenice’nin Sentaksı
(Ermenice), Erivan 1912” adlı monografisinde, “Türk
şivelerinin (Azerbaycan Türkçesi ve Türkiye Türkçesi)
etkisi yüzünden, yeni Ermenicenin (Aşharabar) söz
dizimi, eski Ermeniceden (Grabar) keskin
farklılıklarla ayrılmaktadır” diye yazmaktadır. M. H.
Abegyan'ın bu fikri, R. A. Açaryan'ın "Ermeni Dilinin
Tarihi (Ermenice), II. cilt, Erivan 1951, s. 287-291”
adlı eserinde kesinlik kazanmıştır. R. A. Açaryan,
Ermenicenin söz dizimini genetik olarak bağlı
bulunduğu Hint-Avrupa dillerinin söz dizimi ile
karşılaştırırken şunları tespit etmiştir:
1. Eski Ermenicede yüklem cümlenin başında (özneden
önce) gelirdi. Yeni Ermenicede ise, bunun tam tersi
olarak cümle unsurlarının sırası aynen Türk
şivelerinde olduğu gibidir:
tesi zthrčunn or jerger i vraj carin “gördüm kuşu
öten ağaçta" > cari vra jergoy thrčuny tesa
“ağaçta öten kuşu gördüm".
zinč araric vasn ordvoj imoj "ne etmek kendi
oğlum için" > tyis hamar inč anem "kendi oğluma
(ben) ne yapayım?".
2. Eski Ermenicede asıl unsur, yardımcı unsurun önüne
geçer, yeni Ermenicede ise, bunun tam tersi yapılır:
ztunn Petrosi "ev Petro'nun" > Petrosi tuny "Petro'nun
evi".
3. Eski Ermenicede diğer Hint-Avrupa dillerinde olduğu
gibi zamir isimden sonra, yeni Ermenicede ise,
isimden önce gelir:
ajr ajs "adam bu" > ajs (es) mardy "bu adam"; tun im
"ev benim" > im tuny “benim evim”; hor imun "babam
benim" > im hory "benim babam" vb.
4. Eski Ermenicede sayılardan sonra gelen isimler
çokluk, yeni Ermenicede ise, teklik halinde
kullanılır:
hing tner "beş evler" > hing tun "beş ev."
5. Eski Ermenicede zarflar isimden önce, yeni
Ermenicede ise, isimden sonra gelir:
arači hor imaj “önünde babamın benim” > im hor
arač "benim babamın önünde").
İki dil arasındaki bu sözlük ve gramer alıntıları
dışında, Türkiye ve Azerbaycan’daki bazı yer adlarının
Ermenice olduğunu biliyoruz. Diğer taraftan, başta
kişi ve yer adları olmak üzere, Ermenicede pek çok
Türkçe unsurun da özel ad olarak kullanıldığını
görmekteyiz.

8. Türkçe - Macarca İlişkileri
M.S. 463'lerde Karadeniz kıyılarına inen Ogur
kavimlerinden biri olan ve Bizans kaynaklarında
yanlışlıkla 'Türk' olarak adlandırılan Macarların dili
ile Türk dilinin ilişkilerinin başlangıcı, Türk-Macar
ilişkileri gibi tarihin derinliklerinde
kaybolmaktadır. Bu devirden, yani M.S. 5. yüzyıldan
önceki Türkçe-Macarca ilişkisi üzerinde konuşmak,
bugün için hemen hemen imkânsızdır. Bu konuda
söylenebilecek şeyler şimdilik sayılıdır: Birkaç
zarfın yıpranarak ön ek halini almış şekilleri dışında
Macarca, Türkçe gibi sondan eklemeli bir dildir. Diğer
taraftan, vokal ve konsonant sisteminde, Türkçe’deki
kadar kuvvetli olmasa bile hakim bir benzeşmenin
bulunduğu bir dildir. Bugün Macarcanın, hattâ diğer
Ural dillerinin sözlüklerinde, kelime kök ve aileleri
tesbite çalışılırken, Türkçeden ve diğer Altay
dillerinden örnekler verilmekte, sık sık, "Türkçedeki
ve diğer Altay dillerindeki paralelleriyle daha ileri
bir incelemeyi gerektirmektedir." gibi ifadeler
kullanılmaktadır. Bu ifadelerdeki bilgiyi iki şekilde
yorumlamak mümkündür: 1. Bugün başlıca; Fince,
Macarca, Samoyedce, Ostyakça, Çeremisçe, Votyokça,
Vogulca ve Lapça’nın temsil ettikleri Ural dilleri ile
Türkçe, Moğolca, Mançurca, Tunguzca, Korece ve
Japoncanın temsil ettikleri Altay dilleri aynı kökten
çıkmışlardır, bu diller eski bir geçmişte aynı ve tek
bir dil imişler veya; 2. Sözü edilen bütün bu dilleri
konuşan halklar, yani Ural ve Altay halkları, çok eski
zamanlarda, çok uzun devirler boyunca yan yana veya
birlikte yaşamışlar ve dolayısıyla dilleri birbirinin
dillerine benzeşmiştir. Bu husus ise, konumuzun
sınırları dışındadır.
8.1. Türkçedeki Macarca Unsurlar:
Tarihte birçok Türk kavmini içinde eriterek Türklükten
can ve kan alan Macarlık ve Türkçe’den pek çok kelime
alan Macarca, Türklere birşey vermekte oldukça cimri
davranmış gibidirler. Galibâ, Macarlardan
öğrendiklerimiz, Mac. varos "şehir">Tü. varoş
"şehirlerin sur dışı mahallesi", Mac. katona
"asker">Tü. katana/kadana "asker atı; iri bir at
cinsi", Mac. kapocs "kopça, çengel">Tü. kopça "kopça",
Mac. szoba "oda">Tü. soba "soba", Mac. soronpo
"şarampol">Tü. şarampol "şarampol" kelimelerinin
anlamıyla sınırlı kalmıştır.
8.2. Macarcadaki Türkçe Unsurlar:
Karanlık devirlerden sonraki Türkçe-Macarca
ilişkilerini iki döneme ayırıyoruz:
8.2.1. Yurt Tutuş Öncesi ve Arpad Devrinde Macarcaya
Giren Türkçe Unsurlar:
Yurt tutuş öncesinin kelimeleri, ilk Batı Türkçesi
veya Bulgar / Çuvaş tipli Türk dilleri kaynaklıdır.
Arpad devri kelimeleri ise Kıpçak / Kuman dilinden
alınmadır. Yani Macarca’ya 5-15. yüzyıllar arasında
giren Türkçe kelimelerin 5-9. yüzyıllar arasında
girenlerinin daha çok Çuvaş tipli Türk şivelerinden,
daha sonrakilerin ise, Kıpçak şivesinden alınmış
olduklarını kabul ediyoruz. Çuvaş tipli şiveler,
bilindiği gibi, Orkon âbidelerinde karşılaştığımız ilk
yazılı Türkçenin yanında, ondan epeyce farklılaşmış
bir şive olup, tarihte Bulgar ve Hazar Türkçesinin,
bugünse Çuvaşça’nın temsil ettikleri kabul edilen Batı
Huncasını veya İlk Batı Türkçesini ifade etmektedir.
Macarcadaki Türkçe unsurlar konusunda, son bir buçuk
yüz yıl içinde pek çok kitap ve binlerce makale
yazılmıştır. Bu makalelerin çoğu kelime
biyografileridir. Macarlar kendi dillerinin etimoloji
çalışmalarını yaparken, tabii olarak dillerindeki
İslav, Türk, Lâtin ve başka dillerden alınmış
kelimeleri de incelemişler, bunlar üzerinde bir buçuk
yüz yılı aşkın bir süre tartışmışlardır. Bu
çalışmaların sonuçları, ilk defa Gombez Zoltan
tarafından 1908 yılında, önce Macarca 'Yurt Tutuş
Öncesinde Türkçe Alıntı Kelimelerimiz' adıyla, sonra
da 1912'de Almanca olarak 'Macarca’daki Bulgar
Türkçesinden Alıntılar' adıyla yayımlanmıştır. G.
Zoltan'ın bu eserinde Macarcaya Türkçeden geçmiş 413
kelime müzakere edilmektedir. 1967-1976 yılları
arasında yayımlanan Macarcanın etimoloji sözlüğünde
değişik devirlerde Macarcaya girmiş 1500 civarında
kelime bulunmaktadır.
Bütün bu müzakerelerden sonra, hem Türk-Macar hem de
Türkçe- Macarca ilişkilerini işleyen hacimli bir
çalışma, 'Yurt Tutuş Öncesinde ve Arpad Devrinde
Macarca-Türkçe İlişkileri' adıyla Lajos Ligeti
tarafından 1986'da yayımlandı. Bu eserde, bir yandan
Karadeniz'in kuzeyindeki ve oradan Orta Avrupa'ya ve
Balkanlara sarkmış Türk kavimleri ile bu kavimlerin
Macarlarla ilişkileri üzerinde durulmuş, bir yandan da
en eski zamanlardan 15. yüzyıla kadar Macarca’ya geçen
485 kelime uzun uzun müzakere edilmiştir.
Macar-Türk ilişkilerinin eskiliği ve canlılığı
dolayısıyla, Macarca üzerindeki Türkçe tesiri o kadar
kuvvetlidir ki bugün Macarlar'ın yaşattıkları bizim
unuttuğumuz Türkçe kelimelerden bile söz açmak
mümkündür: Tü. arbagçı / arvışçı 'büyücü, büyücü
hekim; doktor' Mac. orvos 'doktor'; Tü. bilig 'iz,
işaret, bilgi' Mac. belyeg 'pul'; Tü. bor 'şarap' Mac.
bor 'şarap'; Tü. bögüçi 'büyücü, şaman rahip' Mac.
bölcs 'irfan', bölcsész 'bilgin, filozof'; Tü. yaruk,
çuv. surda 'ışık, mum' Mac. gyertya 'mum'; Tü. çıgıt /
çıkıt 'peynir' Mac. sajt 'peynir'; Tü. eke 'pulluk'
Mac. eke 'pulluk'; Tü. ışkı / yışkı / yışak 'iki dilli
bıçak, rende' kelimesinin muhtemel bir Çuvaş tipli
biçimi: yılıg / yılag, Mac. gyalu 'rende'; Tü. yagak /
yangak 'ceviz' Mac. dio 'ceviz'; Tü. kabırçak /
kaburçuk 'sandık, tabut' Mac. koporso 'tabut'; Tü. yıd
yıs 'koku' Mac. szész 'alkol'; Tü. torak 'kaynatılmış
ekşi süt, lor' Mac. turo 'lor'; Tü. yumur 'mide' Mac.
gyomor 'mide'. Macarca-Türkçe ilişkilerinin
derinliğini gösteren bir başka husus da birçok Türkçe
fiilin Macarcaya geçmesi yanında, Türkçeden alınan bu
kelimelerin Macarların dil ve düşünce dünyasında yeni
yeni anlamlar kazanmaları, hattâ birleşik kelimeler
oluşturmalarıdır. Macarcadaki Türkçe fiiller, isimler
gibi tek tek veya bütün halinde defalarca kaleme
alınmışlardır. Son olarak Pallo Margit'in bu konudaki
çalışması, 'Eski Türkçe Kaynaklı Fiillerimiz' adıyla
1982'de yayımlandı. Bu eserde, Türkçe kaynaklı 101
fiil vardır. Sayıları yüzü aşan Macarcadaki Türkçe
fiillere bir kaç örnek verelim: Tü. boşan- 'boşanmak,
kurtulmak' > Mac. bocsan- 'kurtulmak, affedilmek'; Tü.
boşut- / boşat- 'kurtarmak, salmak'> Mac. bocsat-
'kurtarmak, günahlarını affetmek'; Tü. çevir-
'çevirmek' > Mac. csavar- 'çevirmek'; Tü. çök-
'çökmek, azalmak'> Mac. csökken- 'azalmak, aşağı
inmek'; Tü. yarat- 'yaratmak'> Mac. gyart- 'yaratmak,
imal etmek'; Tü. yaz- , Çuv. sir- 'yazmak'> Mac. ir-
'yazmak'; Tü. yun- 'yunmak, yıkanmak'> Mac. gyon-
'günahlardan arınmak'. Dediğimiz gibi Macarcada Türkçe
kelimelerle yapılmış birleşik kelimeler de vardır. Bir
kaç örnek verelim: Tü. tegre 'çevre'> Mac. tér
'meydan, alan'; Tü. kip 'kalıp' > Mac. kép 'resim', bu
iki kelimenin birleşmesiyle: térkép 'harita'; Tü. seki
'kanepe, divan'> Mac. szék 'sandalye'; Tü. kar 'kol',
bu iki kelimenin birleşmesiyle: karszék 'koltuk'.
8.2.2. Osmanlılar Döneminde Macarcaya
Giren Türkçe Unsurlar:
Osmanlılar döneminde Macarca’ya giren Türkçe kelimeler
hakkında da pek çok biyografi yazılmıştır. Bu dönemin
kelimeleri ve haklarında yazılan biyografi ve
münakaşaların sonuçları, Zsuzsa Kakuk tarafından,
önce, 1973'te '16-17. Yüz- yıllarda Osmanlı Dil
Tarihine Dair Araştırmalar: Macar Dilinde Osmanlıca
Unsurlar' adıyla yayımlanmıştır. Z. Kakuk'un
Fransızca olarak yayımlanan bu 660 sayfalık geniş
eserinde, Macarcaya Osmanlı döneminde girmiş 1312
kelime yanında 402 şahıs adı ve 224 yer adı
bulunmaktadır. Macarcaya Osmanlı döneminde girmiş
kelimelerle daha önceki devirde girmiş kelimeler
arasındaki ana fark, Osmanlı döneminde girmiş
kelimelerin daha çok kültür kelimeleri; önceki devirde
girenlerin ise, daha çok kavram kelimeleri
oluşlarıdır. Nitekim, Kakuk Zsuzsa 1977'de, bu yolda
'Macaristan'ın Türk Fethinden Kültür Kelimeleri'
adıyla ikinci bir eser yayımladı. Zsuzsa Kakuk, bu
eserinde, Macarcaya Osmanlı döneminde girmiş 78 kültür
kelimesini seçerek bu kelimeleri daha geniş şekilde
tanıtmış ve bunların Macarcadan başka girdikleri diğer
Balkan dillerindeki şekillerini de vermiştir. Macar
etimoloji sözlüğüne göre, Macarcaya Osmanlı döneminde
giren kelimelerin sayısı 501'dir. Bu yayınlar
arasında, Macarcadaki Türkçe unsurların sayıları
konusunda epeyce farklar görülmektedir. Bu yüzden, bu
unsurların sağlıklı bir şekilde tespiti, daha uzun
yıllar sürecek gibidir.
 
Cevap: Türkçenin Dünya Dillerine Etkisi

TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİNE ETKİSİ 9. Türkçe-Fince İlişkileri
Finliler, tarihin her devrinde bir veya birkaç Türk
kavminin komşuluğunda yaşamıştır. Bugün Hint-Avrupa
dillerinin ortasında kalan Fince ve Macarca yanında,
diğer Ural dillerinden birini konuşan halkların hepsi,
Türk halklarına komşu olarak yaşamaktadır.
9.1. Türkçedeki Fince Unsurlar
Bu konuda herhangi bir yayına rastlayamadık.
9.2. Fincedeki Türkçe Unsurlar
Fince, Macarca ve Türkçenin çeşitli sözlük ve gramer
karşılaştırmaları yapan yayınlar hariç, hakkında
yapılmış herhangi bir çalışmayı görmediğimiz bu konuda
Mustafa Öner, şunları söylemektedir:
“Dil aileleri şemasında Ural-Altay dil ailesinin Altay
kolunda duran Türkçe ile Ural kolunda duran Fincenin
ilişkisi ya da bu dillerin konuşurları olan Türklerle
Finlilerin komşuluğu konusunda şimdiye kadar yazılmış
herhangi bir monografik çalışma yoktur. Coğrafyası
dolayısıyla Türkçenin daha çok kuzey koluyla ilişkisi
olan Finceden Türkçeye geçmiş herhangi bir söz
bilinmezken, Fincenin Etimoloji Sözlüğünde 10 kadar
Türkçe kelimenin Finceye alındığı belirtilmektedir.
Bu çalışma Suomen kielen etymologinen sanakirja,
“Suomalis-Ugrilainen Seura” Lexica Societatis
Fenno-Ugricae XII,1-7, Helsinki, 1981-(SKES) adlı
Fincenin etimoloji sözlüğünde belirlenen Türk dili ve
diyalektlerinden alınmış sözlere dayanmaktadır.
Bu sözlükte “Türk Dilleri” başlığı altında toplam 118
söze atıf kaydedilmiştir. Bu atıflar diyalektler
düzeyinde sınıflandığında çıkan liste şöyle
olmaktadır: VII cilt ve 2293 sayfa tutan bu Fince
etimoloji sözlüğünde, İngilizce kökenli sadece 128
atıf bulunduğu hesaba katılırsa, Türkçe alıntıların
azımsanmayacak düzeyde olduğu anlaşılabilir .
1980 yıllarında yayımlanan bu sözlük de, “Macarcanın
Tarihsel Etimolojik Sözlüğü” gibi, yüzelli yıl kadar
önce başlayan Fince ve Macarca gibi Ural dilleri ile
Türkçenin sözlük ve gramerce karşılaştırılmalarını
yasaklayan bir tutum içindedir. Bu sözlük de
“Türkçedeki falan söz ile karşılaştırılamaz” gibi
ifadelerle doludur; kısacası, bu sözlük de Macarların
etimolojik sözlüğü gibi, yalnız Türkçe ile
ilişkilerini değil, bu ilişkileri araştırmayı bile
reddeden bir doğrultudadır.
İnsan-varlık ilişkilerini gerçekler dünyasındaki
biçimleriyle değil de kafamızdaki biçimleriyle kurmağa
çalışmanın, yani olgular karşısındaki dini ve
ideolojik tutumun, gerçekler dünyasıyla bir ilişkisi
yoktur. Hep olanlar ve olmakta olanlar ile değil,
olması gerekenler ile ilgilenirler, gerçek olgulara
uyumlu görünmek amacıyla hulle yaparlar.
Hrıstiyan olmalarına, yüzyıllar boyunca hrıstiyanlığa
hizmet etmelerine rağmen, papalığın gözünde ikinci
sınıf hrıstiyan olmaktan bir türlü kurtulamayan bu
Fin-Ogur kavimlerinin, bilim soğuk kanlılığından uzak,
hazırlıksız ve tamamen politik bir yaklaşımla
başlattıkları “Turan Dilleri” görüşü, kolayca
hırpalanıvermişti. Yüzelli yıl önce başlayan bu son
derece masum bilim şüphesinin yolunun, yine politik
endişelerle tıkanması, Budenz tarafından başarılmıştı
. Budenz’in bu eseri, Türk Dil Kurumu Kütüphanesi’ne
giren ilk kitap olarak “1” demirbaş numarasını
taşımaktadır.
Türkçe, bu diller ile binlerce yıl aynı coğrafyada
yaşamış olmasına rağmen, 6. yüzyıldan bu yana
izleyebildiğimiz Türkçe-İslavca komşuluğu yüzünden
İslav dilleriyle bile bir ölçüde akraba olmuş iken,
nedense, Türkçenin bu dillerle ilişkisinin
araştırılması bile, en azından, psikolojik baskı
altındadır. Bugün, bir olgu olarak, “Fincenin
Hint-Avrupa Unsurları”, “Islavcanın Türkçe Unsurları”
adlı kitaplar yayımlanırken, tarih öncesi ve tarihsel
devirlerde hep aynı coğrafyayı paylaşmış olmalarına
rağmen, Türkçe ile Ural dillerinin akrabalık ölçüsünün
araştırılması, dediğimiz gibi en azından psikolojik
baskı altındadır. Bu yüzden, bugün, bu diller arasında
doğru dürüst sözlük bile yoktur; bugünkü turistik
amaçlı sözlükler de eski sözlüklerin altındadır.

10. Türkçe-Romence İlişkileri
Romenler, diğer Latin kavimleri gibi M.S. ilk bin yıl
içinde ortaya çıkmış ve Trakyalı ataları olan
Hint-Avrupa köklü “Dacia”lılar ile aynı bölgede
yaşamışlardır.
Türklerin Romanya coğrafyasındaki tarihleri ise
eskilere dayanmaktadır. Eski Türk kavimlerinden olan
Uzlar, Peçenekler, Kıpçaklar ve sonra daha birçok Türk
boyu Karadeniz’in kuzeyinden geçip gelerek bugünkü
Romanya coğrafyasına yerleşmişlerdir. XIII-XIV.
yüzyıllarında Altın Ordu ve sonraki yıllarda da
Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetine giren bölgede bu
sebeple Türk nüfus yoğunluğu fazladır .
10.1. Türkçedeki Romence Unsurlar
Bu konuda herhangi bir yayına rastlamadık.
10.2. Romencedeki Türkçede Unsurlar
Türkçenin Romence ile ilişkisinin ilk araştırılmaları
Rusça ile ilişkisinin araştırılmağa başlanmasından
çeyrek yüz yıl sonrasına aittir. Bu konuda bilinen en
eski çalışma, yukarıda da andığımız Slav dillerinin
ilk etimoloji sözlüğünü hazırlayan ve Slavcadaki
Türkçe unsurlar üzerindeki çalışmaları başlatan Franz
Miklosich tarafından yapılmıştır .
Aynı yıllarda, Lazar Šaineanu, Romen dilindeki Türkçe
unsurları incelediği eserini yayımlar. Bu
araştırmalar, 1885-1900 yılları arasında, B. F.
Hasdeu, F. Rudow ve T. Löbel tarafından sürdürülür.
Theophil Löbel’in Romen dilindeki Türkçe, Arapça ve
Farsça unsurları incelediği eseri 1894’te yayımlanır.
L. Šaineanu, Romen dili ve kültüründeki oryantal
etkiyi araştırdığı, özellikle de Türkçenin etkisinin
kültür boyutlarını da tartıştığı üç ciltlik muhteşem
eserini önce 1900 yılında Romence ve 1902 yılında da
Fransızca olarak yayımlar. 3900 civarında Türkçe unsur
barındıran bu çalışmalara dayanarak, Romanya dışında
da birçok çalışma yapılmıştır ve yeni eserlerin ana
kaynağı, Romanya’da yapılan bu çalışmalar olmuştur.
1927 yılında, Karl Lokotsch tarafından yayımlanan
etimolojik sözlükte ise 2235 madde başı
bulunmaktadır. Bundan sonra 1960 yılında, Heine F.
Wendt, Romencedeki Türkçe unsurları incelediği eserini
yayımlar . Türkçeden alınan sözlerin alınma
devirlerini de açıklamağa çalışan bu eserde, 1541
Türkçe söz irdelenmektedir. Bu çalışmalar dışında iki
Türk araştırmacı yaptığı çalışmalarda Romencedeki
Türkçe söz sayısının 1700 ile 3000 arasında olduğunu
söylemişlerdir. Son olarak 2002’de Muammer Nurlu
tarafından yayımlanan Romencede Türk İzleri adlı
eserde Osmanlı döneminde Romenceye geçmiş yaklaşık
1200 söz listelenmiştir.
Türkçe-Romence ilişkilerinin araştırılmasına
Türkçe-Rusça ilişkilerinin araştırılmağa
başlanmasından çeyrek yüz yıl sonra başlanmıştır. Bu
konuda bilinen en eski çalışma, İslav dillerinin ilk
etimoloji sözlüğünü hazırlayan ve İslavcadaki Türkçe
unsurlar üzerindeki çalışmaları başlatan Franz
Miklosich tarfından yapılmıştır.
Bu araştırmalara 1984'te Theophil Löbel 'Romen
Dilindeki Türkçe, Arapça ve Farsça Unsurlar' adlı
eseriyle ve 1900 yılında da L. Saineanu 'Romen
Dilindeki ve Kültüründeki Oryantal Tesir' adlı
eseriyle katıldılar. Türkçe-Romence ilişkileri
konusundaki yayınları temin edemediğimiz için affınızı
dileyip Romenceye, Macarcaya ve Rusçaya değişik
anlamlarda verdiğimiz bir kelimemizin ilgi çekici
macerasından kısaca bahsederek bu konuyu kapamak
istiyoruz: Tü. obrak / ofrag 'eski, yıpranmış; eski
elbise'> Mac. apró 'ufak', apróság, aprópénz 'bozuk
para'; aynı kelime Romence’ye geçer: Rom. oprêg 'sırta
alınan saçaklı dokuma' > Mac. oprég 'Romen kadınların
bilinen elbisesi' ve yine aynı kelime Rusçaya taşınır:
ovrag 'yar, vâdi, dere'.

11.Türkçe-Bulgarca İlişkileri
Bugün ancak adları Türkçe kalan, ama bir zamanlar
dilleri de Türkçe olan Bulgar halkı Karadeniz çevresi
ve Balkanlarda bir çok yeri adlandırmışlar ve Türkçe
konuştukları süre içinde başka kavimlerin boylarını da
etkilemişlerdir. Bulgar Türkçesinin Slav dillerine,
Romenceye ve Macarcaya yaptığı katkı, küçümsenemeyecek
seviyededir. M.S. 1000’li yıllardan itibaren ise
tamamen Slav dili konuşan bir halk haline gelen
Bulgarların yeni dili olan Bulgar Slavcasından
Türkçeye ancak çete, gocuk, kuluçka gibi bir kaç söz
geçmiştir .
Slavlaştıkları tarihlerden günümüze kadar sürekli
olarak Türk kavimleriyle komşuluk yaşayan ve 14. yy.
başlarından 20. yy. başlarına kadar da Osmanlı
Devletinin bir parçasını oluşturan Bulgarlar ve
Bulgarca, tıpkı diğer Slav dilleri veya Arnavutça ve
Ermenice gibi Türkçenin derin etkisi altında
kalmıştır. Bu etki, Arnavutça ve Ermenicede olduğu
gibi yalnızca sözlük düzleminde kalmamış, gramer
düzleminde de olmuştur, dolayısıyla, bugünkü Bulgar
grameri, Türkçenin bir çok ekini de barındırmaktadır.
11.1.Türkçedeki Bulgarca Unsurlar
Bulgarların yeni dili olan Bulgar Slavcasından
Türkçeye ancak çete, gocuk, kuluçka gibi bir kaç söz
geçmiştir.
11.2.Bulgarcadaki Türkçe Unsurlar
Bulgarcadaki Türkçe unsurlarla ilgili olarak, Bulgar
yazar İvan Vazov, 1850’lerde şöyle demişti:
“şehirlerimizde konuşulan dil neredeyse yarı Türkçe
idi” . Bulgarcadaki Türkçe etkisinin son yıllardaki en
büyük araştırmacısı olan ve geçen yıl kaybettiğimiz
Alf Grannes, bu etkinin derinliği hakkında şunları
yazmaktadır: “Büyük Bulgar şair ve yazarı Petko R.
Slavejkov’un Bulgarcada kullanılan 10.000 civarında
Türkçe sözden oluşan bir sözlük hazırladığını
biliyoruz. Ne yazık ki bu sözlük hiç bir zaman
basılmadı ve biz, bugün, A. Şkalyic’in hazırladığı,
Sırp-Hırvatçadaki 8.742 Türkçe sözü içeren sözlüğüyle
karşılaştırılabilecek bir sözlükten mahrumuz” .
1934 yılında Bulgarcadaki -lık, -çı ve -lı ekli 2000
civarındaki Türkçe sözün listesini yayımlayan B. Conev
hakkında ise A. Grannes şunları söylemektedir:
“Profesör B. Conev’in Bulgarcadaki Türkçe sözlerin
küçük bir bölümünü listelediği açıktır. B. Conev,
Bulgarcadaki Türkçe sözleri -lık, -çı ve -lı eki
taşıyanlarla sınırlandırmıştır. Aslında, bu ekleri
taşıyan sözlerin tamamını bile listelemiş olsaydı, bu
sayı iki katına çıkabilirdi!” .
1998 tarihinde yayımlanan Bulgarcadaki Yabancı Sözler
Sözlüğünde 3548 söz, Türkçe olarak gösterilmiştir.
Kısacası, Bulgarcada en az 3500 kadar sözün Türkçe
olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
 
Cevap: Türkçenin Dünya Dillerine Etkisi

TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİNE ETKİSİ 12.Türkçe-Sırp-Hırvatça İlişkileri
İslav dillerindeki Türkçe unsurlarla ilgili ilk
çalışmalar, 1850'lerde başlamıştır ve günümüzde de
sürmektedir. Bu konudaki çalışmalar, burada
sayamayacağımız kadar çoktur. Önce Rusların, daha
sonra da Güney İslavlarının dilleri üzerinde başlayan
bu çalışmaların meyvelerini derli toplu birer sözlük
halinde Elizaveta Nikolaevna Şipova'nın ve Abdullah
Skaljic'in eserlerinde bulabiliriz.
12.1.Türkçedeki Sırp-Hırvatça Unsurlar
Türkçedeki Sırp-Hırvatça unsurların monografik bir
çalışması yoktur. Türkçedeki İslavca unsurları konu
edinen çalışmalarda, zaman zaman sözlerin
Sırp-Hırvatçadaki biçilerine de değinilmiştir.
12.2.Sırp-Hırvatçadaki Türkçe Unsurlar
Yukarıda da söylendiği gibi Slav dillerindeki Türkçe
unsurlarla ilgili ilk çalışmalar, 1850'lerde başlamış
ve günümüze dek süre gelmiştir. Bu konudaki
çalışmalar, burada sayamayacağımız kadar çoktur. Slav
dillerinden olan Sırp-Hırvatçadaki Türkçe kelimeler de
bir sözlük halinde yine Abdullah Şkaljic'in eserinde
yer alır .
Şkaljic'in eseri ise, Güney İslavlarının, Sırp-Hırvat
dillerinin Türkçe unsurlarını konu edinir. Diller
arası alıntılar konusunda dünyanın en ilgi çekici
eseri olarak kabul edilen Şkaljic'in sözlüğünde, 6878
değişik anlamda 8742 kelime yer almaktadır. Sözlüğünün
başına kısa bir fonetik ve morfolojik açıklama ekleyen
ve Türkçenin bütün Balkan dillerine verdiği bazı ek ve
yapıları değerlendiren Şkaljic, yine sözlüğünün
girişinde, bu kelimeleri 38 ayrı grupta konularına
göre sınıflandırmıştır.

13.Türkçe-Lehçe İlişkileri
Rus, Sırp-Hırvat, Çek, Slovak ve Leh dilleri gibi, bir
İslav dili olarak, Ukrancadaki Türkçe unsurlarla
ilgili ilk çalışmalar, 1850'lerde başlamıştır ve
günümüzde de sürmektedir. Bu konudaki çalışmalar,
burada sayamayacağımız kadar çoktur .
13.1. Türkçedeki Lehçe Unsurlar
Türkçedeki Ukranca unsurların monografik bir çalışması
yoktur. Türkçedeki İslavca unsurları konu edinen
çalışmalarda, zaman zaman sözlerin Ukranca biçilerine
de değinilmiştir.
13.2. Lehçedeki Türkçe Unsurlar
Çeşitli İslav dillerindeki Türkçe unsurları konu
edinen çalışmalarda, sözlerin Lehçedeki biçimlerine
de temas edilir. Bilhassa Fasmer ve Doerfer, Türkçe
sözlerin Lehçedeki biçimlerine de işaret derler.
Monografik bir çalışmanın bulunmadığı bu konuda,
Tadeusz Majda şunları sözlemektedir: “Türk halklarının
Slav kabileleri (sonradan Polonyalılar diye
adlandırılan Slav kabileleri dahil) ile asırlarca
süren münasebetleri, Slav dillerini daha ilk gelişme
aşamalarında etkiledi. Son yıllarda bu etkileşim,
araştırmacıların ilgi odağı olmuştur. Yapılan
incelemeler neticesinde Slav dillerinin gelişmesi ve
bu süreç üzerindeki Hun, Protobulgar ve Avarların
etkisi ile ilgili yeni bilgiler ortaya
çıkarılmaktadır. Adı geçen kabilelerin konuştukları
dilin Türk dil grubu mensubu olduğu kabul edilir.
Diğer Slav dilleri gibi 5.-6. yüzyılda şekillenmeye
başlayan Leh dili de, Türk dillerinin yoğun etkisi
altında kaldı. Kelime dağarcığındaki Türkçe alıntıları
tespit etmek ne kadar kolaysa, fonetik ve morfolosini
tespit etmek de o kadar zor. H. Galton’un “Der
Einfluss des Altaischen auf die Entstehung des
Slawischen, (Wiesbaden 1997)” adlı yeni çalışmasında
genel Slav dili için yaptığı incelemelere benzer
çalışmaların Leh dili için yapılması gerekmektedir.”

14.Türkçe-Çekçe İlişkileri
Rus, Sırp-Hırvat, Ukran, Slovak ve Leh dilleri gibi,
bir İslav dili olarak, Çekçedeki Türkçe unsurlarla
ilgili ilk çalışmalar, 1850'lerde başlamıştır ve
günümüzde de sürmektedir. Bu konudaki çalışmalar,
burada sayamayacağımız kadar çoktur .
14.1.Türkçedeki Çekçe Unsurlar
Türkçedeki Ukranca unsurların monografik bir çalışması
yoktur. Türkçedeki İslavca unsurları konu edinen
çalışmalarda, zaman zaman sözlerin Çekçe biçilerine de
değinilmiştir.
14.2.Çekçedeki Türkçe Unsurlar
Çeşitli İslav dillerindeki Türkçe unsurları konu
edinen çalışmalarda, sözlerin Ukranca biçimlerine de
temas edilir. Çekçedeki Türkçe unsurları konu edinen
monografik bir yayın bulunmasa da, F. Miklosish her
iki eserinde de ara sıra, K. Lokotsch ise sık sık,
Türkçeden alınma sözlerin Çekçedeki biçimlerini de
vermeğe çalışmışlardır. Fasmer, sözlerin Rusça
biçimleri yanında Çekçedeki biçimlerini de verir.
Türkçe unsurların bir kısmı da Çekçeye Macarca yoluyla
taşınmıştır ve bu konu yeni yeni çalışılmaktadır.
1957 yılında, Çek ve Slovak dillerinin söz varlığı
üzerindeki çalışmaların henüz başlangıç safhasında
olduğunu belirten J. Blaskoviç, “Çek Dilinin Kök
Sözlüğü” adlı eserde yalnızca 32 sözün Türkçe kaynaklı
gösterildiğini; fakat bunların da doğru tespit
edilmediğini ve doğru anlamlandırılmadığını ifade eder
. J. Blaskoviç, bu yirmi sayfalık yazısında, Çek
dilinde kullanılan şahıs adı, soyadı, yer ve kavim adı
gibi 27 özel ad ile Türkçeden Çekçeye geçmiş 248 sözü
irdeler ve yazısının sonunda şunları söyler: “Bugün
Çek dilinin Türk kökünden gelen unsurları üzerine
söyleyebileceklerimiz kısaca bunlardan ibarettir. Bu
kısa yazı bile Türk kavimlerinin ve bilhassa Osmanlı
Türklerinin Orta-Avrupa kavimlerine yaptıkları kültür
tesirinin ne kadar geniş olduğunu göstermeğe yeter. Bu
araştırma objektif bir şekilde gerçekliği ortaya
çıkarmakta ve Türk kavimlerini ve kültürlerini
elverişsiz bir açıdan gören eski ve yanlış görüş ve
iddialara son vermektedir”

15.Türkçe-İtalyanca İlişkileri
Oğuz Türkleri Anadolu'ya gelmeden çok önce, belki
Oğuzların bir kısmının da katıldığı başka Türk
kavimleri, Karadeniz'in kuzey sahillerinde ve
Balkanlar'da idiler ve buralarda çeşitli devletler
kurmuşlardı. Periskop, Theofanis, Menandros gibi
Bizans ve İbni Rüste, Gardizî gibi Arap tarihçileri,
bu bölgede, Hun, Saragur, Ugor, Onogur, Avar, Bulgar,
Peçenek, Hazar, vs. gibi çeşitli Türk kavimlerinden
bahsederler. Bu kavimlerin dilleri ile o devirlerin
Grekçe ve Lâtincesi arasında olup bitenler konusunda
hiçbir çalışma yapılmamıştır. Bu ilişkiler konusunda
yapılan tek şey, Bizans kaynaklarındaki bu kavimlerle
ilgili tarih verilerinin ve bunlara bağlı olarak geçen
özel adların derli toplu bir yayınından ibarettir; bu
kavimlerin dilleri ile Grekçe ve Lâtince arasındaki
alıntılar söz konusu bile edilmemiştir. 8. ve 9.
yüzyıllarda, ortodoks Doğu Roma zayıflamış, Ön
Asya’daki ticaret hayatı, başta Venedikliler olmak
üzere, Cenovalılar, Sicilyalılar, Pizzalılar ve
Floransalıların eline geçmişti. Bu şehir devletleri
ile ve bazen de papalığın kışkırtmaları üzerine bu
şehir devletlerinin ordularına katılmalarla oluşmuş
Haçlı orduları ve Haçlı donanmalarıyla Türkler
arasındaki egemenlik ve çıkar kavgaları, dünya
tarihinin önemli bir bölümünü oluşturmuş ve bugün de
bu kavgalar, papalık-hahamlık ittifakı yüzünden günden
güne daha acımasız bir hal alarak sürüp gitmektedir.
Sözü edilen şehir devletlerine katılan Kuzey
İtalya’daki diğer şehir devletleri, 1849 yılında, bir
yandan da İtalya’daki iktidarını bu devletlere de
kaptırma endişesi içindeki papalığın şüpheli desteği
ile Avusturya egemenliğine baş kaldırırlar ve nihayet
bu 11 şehir devleti, 1861 yılında İtalya Birleşik
Krallığını kurarlar. Bu tarihlerden itibaren,
aralarında bir yabancı dil gibi kullandıkları orta
İtalyadaki Toscana bölgesinin dilini esas alan bugünkü
İtalyanca doğar. Türklerin savaşlar dışındaki
ilişkileri, daha çok Venedikliler ve Cenovalılar ile
olduğu için, Türkçenin de genellikle Venedik ve Cenova
Lehçeleriyle ilişkisi olmuştur.
15.1.Türkçedeki İtalyanca Unsurlar
Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya
Fakültesinde hazırlanmış ve henüz yayımlanmamış bir
doktora tezine göre, Türkçedeki İtalyanca sözlerin
sayısı 523’tür . Bu sözlerden baldıran, baraka,
borsa, çapa, kalçın, poğaça, tapa ve toka sözlerinin
İtalyacadan Türkçeye geçmiş sözler olarak
değerlendirilmeleri yanlıştır.
1988 yılında, “İtalyanca ve Yunanca Kaynaklı Türkçe
Denizcilik Terimler.” adlı eser yayımlanır
15.2.İtalyancadaki Türkçe Unsurlar
Durdu Kundakçı’nın yukarıda belirttiğimiz ve henüz
yayımlanmamış doktora tezine göre, İtalyancadaki
Türkçe sözlerin sayısı 146’dır .

16.Türkçe-Arnavutça İlişkisi
Türklerin Arnavutlarla ilişkisi, yukarıda değinilen
diğer Balkan halkları gibi Türk boylarının
Karadeniz’in kuzeyinden geçip Balkanlara ilerlemesi
tarihi kadar eski olsa da yoğun ilişkiler Osmanlı
döneminde olmuştur.
 
Cevap: Türkçenin Dünya Dillerine Etkisi

TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİNE ETKİSİ
16.1.Türkçedeki Arnavutça Unsurlar

Bu konuda yapılmış bir çalışma görmedik.
16.2.Arnavutçadaki Türkçe Unsurlar
Arnavutçadaki Türkçe unsurlarla ilgili çalışmalar,
Slav dillerindeki Türkçe unsurlar üzerine çalışmaların
başladığı XIX. yüzyılın ikinci yarısında başlar. Bu
konudaki ilk çalışma, yine Franz Miklosich tarafından
yapılan çalışmadır .
Ardından Gustav Meyer Arnavutçanın etimoloji
sözlüğünde Türkçe kelimeleri göstermiştir. Eserinin
girişinde, G. Meyer şunları açıklamaktadır: “Benim bu
sözlüğümde 5140 madde başı bulunmaktadır. Bunlardan
1420 tanesi eski Romence mirası (Miklosisch’e göre bu
sayı: 930), 540 tanesi İslavca (Miklosich’e göre bu
sayı: 319), 1180 tanesi Türkçe, 840 tanesi Yunanca,
400 tanesi eski indogermen dillerindendir ve 730
tanesinin kaynağı belli değildir
Gyula Németh, “Arnavutçadaki Türkçe İzleri” adlı
doyurucu yazısını 1961 yılında yayımlar . Dilaver
Berberi, Arnavutçadaki Türkçe sözleri fonetik ve
morfolojik açıdan değerlendirdiği doktora çalışmasını
1964'te tamamlar . “Arnavutçanın karşılaştırmalar
yapacak kadar bol metni bulunmadığı için bu konuda
ancak eş zamanlı bir çalışma yapabildiğini” belirten
D. Berberi , bu çalışmasında Arnavutçadaki Türkçe
sözleri ses ve biçim açısından incelemiştir.
Bu çalışmadan on yıl kadar sonra, Norbert Boretzky,
Arnavutçadaki Türkçe etkisini iki cilt halinde
yayımlar . Birinci ciltte Arnavutçadaki Türkçe
sözlerin ses değişmeleri ile Arnavutçada kullanılan
Türkçe ek ve yapılar incelenir. İkinci cilt sözlüktür.
Bu sözlükte, varyantlarıyla birlikte 4078 madde yer
alır. Ayrıca Arnavutçanın çeşitli ağızlarında
kullanılan Türkçe sözler ise, yine varyantlarıyla
birlikte, 585’tir.
1998 yılında Vladimir E. Orel tarafından yayımlanan
“Arnavutça Etimolojik Sözlük”’te, yalnızca 53 söz
Türkçe kaynaklı gösterilmiştir . G. Meyer, J. Norbert,
M. Fasmer ve E. Hamp’ın bu konuda çalıştıklarını ve
eserler verdikleri belirten V. E. Orel, “düzinelerce
sözün kendi eserinde yeni etimolojik açıklamalara
kavuştuğunu” vurgulayarak, kendi sözlüğünün
“Arnavutçanın prehistoryasına belirli bir bakış
açısıyla bakmağa dayandığını” ifade etmektedir. Yazılı
belgeleri iki yüzyıldan eski olmayan bir dilin
“proto”su peşinde koştuğunu, asıl amacının
Proto-Arnavutçayı kurmak olduğunu bildiren ve elinde
tek belge olmaksızın, Arnavutların m.ö. 3. yüzyılda
terkettikleri Karadeniz’in kuzeyinde, Dacialıların
ülkesinde ve Karpatlar’da dolaşıp duran V. E. Orel,
pek çok Türkçe sözü de İslav kaynaklı göstermekte,
Arnavutçadaki birçok İtalyanca, Grekçe, Romence,
Makedonca ve Sırp-Hırvatça sözü de sözlüğüne
almadığını açıkça söylemektedir . Sonuçta dış dünyada
değil, yazarın zihninde oluşan ve kendisinin de dediği
gibi “kurgusal” bir sözlük ortaya çıkmış ve yazarın
pek sık kullandığı “Indo-European” sözü çerçevesinde
amacına hizmet etmeğe başlamıştır.
“Kurgu”ları bir kıyıya bırakıp “olgu”lara ve
gerçeklere tekrar dönersek, eski bir bölünmeyi temsil
eden Ermeni, Arnavut ve Gürcü dillerini Hint-Avrupa
dil grubuna dahil etmekte bugün büyük güçlükler
yaşanmaktadır. Bunun başlıca sebebi ise, Türkçenin bu
dillere etkisinin, sadece sözlük temelinde kalmayıp,
tıpkı güney İslavcası, Bulgarca, Makedonca, Romence ve
Yunancada olduğu gibi, gramer ve söz dizimi düzlemine
de sıçramış olmasıdır .
Nitekim Arnavutçadaki Türkçe kaynaklı ek ve yapılar,
birçok yazıya konu olmuştur. 1972 yılında, Hasan
Kaleşi, bu konuda monografik bir çalışma yapmış ve
1975 yılında da yukarıda ifade ettiğimiz gibi Norbert
Boretzky, “Arnavutçadaki Türkçe Etkisi” adlı
çalışmasının birinci cildini bu konuya ayırmıştır. Bu
çalışmalarda da görüldüğü gibi, Türkçe çokluk eki ile
sıfat ekleri (-li; -siz), kavram eki (-lik), meslek
eki (-çi), eşitlik eki (-çe), küçültme eki (-çik), bu
ekleri taşıyan birçok Türkçe sözün Arnavutçaya
girmesi, Arnavutçanın dil ve düşünce düyasında bir
gramer kategorisi oluşturmuş ve bu ekler, Arnavutça
kelimelere de getirilmiştir.

17.Türkçe-Yunanca İlişkileri
Oğuz Türkleri Anadolu'ya gelmeden çok önce, belki
Oğuzların bir kısmının da katıldığı başka Türk
kavimleri, Karadeniz'in kuzey sahillerinde ve
Balkanlar'da idiler ve buralarda çeşitli devletler
kurmuşlardı. Periskop, Theofanis, Menandros gibi
Bizans ve İbni Rüste, Gardizî gibi Arap tarihçileri,
bu bölgede, Hun, Saragur, Ugor, Onogur, Avar, Bulgar,
Peçenek, Hazar, vs. gibi çeşitli Türk kavimlerinden
bahsederler. Bu kavimlerin dilleri ile o devirlerin
Grekçe ve Lâtincesi arasında olup bitenler konusunda
hiçbir çalışma yapılmamıştır. Bu ilişkiler konusunda
yapılan tek şey, Bizans kaynaklarındaki bu kavimlerle
ilgili tarih verilerinin ve bunlara bağlı olarak geçen
özel adların derli toplu bir yayınından ibarettir; bu
kavimlerin dilleri ile Grekçe ve Lâtince arasındaki
alıntılar söz konusu bile edilmemiştir.
Türkçenin Yunanca ile ilişkisi, eski devirler ve
Bizans üzerinden gerçekleşmiş sınırlı ilişki bir
kıyıya bırakılırsa, 11. yüzyıldan 1920’lere kadar
sürmüştür .
17.1.Türkçedeki Yunanca Unsurlar
Türkçedeki Yunanca unsurları araştıran çalışmalar, K.
Miklosich’in eserinden bir kaç yıl sonra başlamıştır.
Gustav Meyer ve K. Krumbacher’in eserleri aynı yıl
içinde, 1893’te yayımlanır. Bu çalışmaları, A.
Papadopoulos’un 1932 yılında yayımlanan Türkçedeki
Yunanca sözleri incelediği eseri izlemiştir.
Yunancadaki Türkçe unsurlar konusu kadar ilgi çekmemiş
görünen Türkçedeki Yunanca unsurlar konusu, daha
sonra, bilhassa A. Tietze tarafından etraflıca
çalışılmıştır . Tietze bu çalışmasında 347 sözü
incelemiştir.
1960 yılında Yunancadaki Türkçe unsurlar üzerine
çalışan Konstantinos Kukkidis ise 900 Yunanca sözün
Türkçeye alındığını kaydeder .
Bütün bu çalışmalardan sonra, Christos Tzitzilis, 1987
yılında yayımladığı eserinde, Türk yazı diline veya
ağızlarına Yunancadan geçmiş 597 sözü incelemiştir
17.2.Yunancadaki Türkçe Unsurlar
Yunancadaki Türkçe unsurlardan ise ilk defa söz eden
ve bu sözleri listeleyen ilk kişi F. Miklosich’tir.
Daha sonra G. Meyer ve L. Rouzevalle de bu konuda
çalışmışlardır. Kıbrıs Türk aydınlarından Hüseyin
Şafi Alpay, Kıbrıs Rumcasındaki Türkçe sözlerin
İngilizce anlamlarından oluşan kitapçığını 1937’e
Larnaka’da yayımladı ve 1940 yılında bizlere daha
hacimli ve daha ayrıntılı bir kitap vadetmesine
rağmen, bu işini Kıbrıs’ın kargaşa ortamında
bitiremedi. Bu çalışmada 402 Türkçe söz yer
almaktadır. Bu çalışmalardan sonra, Konstantinos
Kukkidis, 1960 yılında Atina’da çalışmalarını yayımlar
. Bu çalışmaların sonuçları, sonraki yıllarda ses ve
anlamca inceleme altına alınır ve 1974 yılında Pavlos
Georgidas tarafından Münih Devlet Üniversitesinde
hazırlanan ve gecikmeli olarak daha sonra yayımlanan
doktora tezi, Yunancadaki Türkçe unsurları ses
bakımından inceler . Yunancadaki Türkçe unsurların
sayısı, K. Kukkidis’e göre 3000 ve P. Georgidas’a göre
ise 1968’dir.
1988 yılında ise İ.T.Pambukis, Çağdaş Yunan Dilinin
Türkçe söz varlığını incelediği eserini Atina’da
yayımladı. 1994’te Konstantinos Giagkoullis, Kıbrıs
Rum diyalektinin etimolojik sözlüğünü Lefkoşa’nın Rum
kesiminde yayımlar . Bu sözlükte, 1520 Türkçe söz yer
almaktadır. Son olarak 1998 yılında Ankara
Üniversitesinde, Evangelia Ahladi tarafından
hazırlanan yüksek lisans çalışmasında Yunancadaki
Türkçe unsurlar ile Türkçedeki Yunanca unsurlar,
gösterdikleri ses ve anlam değişiklikleri içinde ele
alınmıştır.
Türkçenin bu dillerden başka Fransızca, Almanca ve
İngilizce ile ilişkileri olmuştur; ancak bu konularda
yapılmış çalışmalar yetersizdir. Bu konuda tutarlı ve
gerçekçi bir çalışma yapabilmek için, Türkçenin öteki
komşularına oranla daha yeni devirlerde doğmuş olan bu
genç dillerin Türkçe ile ilişkilerinin araştırılması
kadar, eski Latin, Grek ve Germen dilleriyle
ilişkilerinin de incelenmesi gerekmektedir. Türkçenin
bu genç komşuları ile ilişkileri konusunda az sayıda
birkaç çalışma söz konusudur. Süleyman Yıldız’ın
doktora çalışmasına göre Almancada 166 Türkçe söz
vardır. İngilizcede ise Gatenby’e göre 247 , İrek
Bikkinin’e göre 800 civarında Türkçe söz yer
almaktadır.
**************
Sevgili dostum, bu yolda yıllardan beri yaptığımız
çalışmaların sonucu olarak, komşu dillere Türkçeden
giden gramerlik etkilerin değerlendirildiği bir giriş
ile 10.000 civarında sözden oluşan bir sözlüğün
tamamlanmak üzere olduğunun müjdesi vermek istedim
sana. Türkçenin bu muhteşem mirasına baktıkça, adını
Türkçe koyduğumuz dil ve düşünce ülkemizi sevmememiz,
böyle bir ülkede yaşamanın verdiği gurur ve güç ile,
Türkçe konuşmaktan, Türkçe düşünmekten, Türkçede
biriktirmekten kim vazgeçebilir?


edebiyatogretmeni.net