Uzman SühaN
Administrator
Türbelerden bir şey istemek caizmi?
İslâm'da dilek ve istekler sadece Allah'a arz edilir. Allah'tan başkasına sığınmak ve O'ndan gayrisinden mağfiret dilemek doğru değildir. Gerçek böyle olmasına rağmen, halkımızdan bazıları dua şeklini ve adabını adeta değiştirmişlerdir. Duaya bir sürü bâtıl hareketleri sokmuşlardır.
Bazıları dua ederken sanki kavga ediyor gibi bağırıp çağırıyor. Kimisi dua yapmak için türbelere, yatırlara koşuşturuyor. Kimisi de mezarlara elini yüzünü sürmekte, türbelerin eşik ve pencerelerini öpmektedir. Bir çeşit tapınma hareketleri yapmaktadırlar.
Bu hareketlerin cümlesi yanlıştır ve batıldır.
Şu bir gerçektir ki, dua etmek için kabir başına, yatır taşına gitmeye gerek yoktur. Zira kabirde yatan mevtalar insanların dileklerini yerine getiremezler. Dua eden kişi ile Allah arasında vasıta olamazlar. Çünkü İslâm'da Allah'a sığınmak, O'na dua etmek için bir aracıya ihtiyaç yoktur. Kul, vasıtasız Allah'a iltica eder. Bu itibarla bir kimse, "Falan yatıra gittim ona dua ettim o mübarek zatın himmetiyle duam kabul oldu" derse bu caiz değildir.
Kabirler; ölümü düşünmek, ahireti hatırlamak ve insan hangi mevkide olursa olsun bir gün gelip mezarda yatan gibi toprak olacağını görmek ve ibret almak için ziyaret edilir. Nitekim Allah Elçisi sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) bir hadislerinde:
"Kabirleri ziyaret edin çünkü ziyaret sizi dünyada zahidâne yaşatır, size ahireti hatırlatır, sizi gafletten uyandırır " buyurmuşlardır.
Kabir başına varınca, ölenlerin ruhuna Kurân okumak, okunan Kurân'ın sevabını mevtaların ruhuna "Allah rızası için" armağan etmek caizdir ve sevaptır. Ancak, "Duam oraya gitmekle kabul olacak" inancı yanlıştır.
Gezliğimiz ve gördüğümüz bazı yerlerde tespit ettik ki türbelere, kabirlere gidenler, orayı adeta bir piknik yerine çeviriyorlar. Yeme ve içmeler yapılıyor, adaklar dağıtılıyor. Kurân ve mevlitler de okunuyor. Fakat dua bittikten sonra, bazı türbelerin bahçelerinde salıncaklar kurulup şarkılar söyleniyor. Zevk ü sefa yapılıyor. Bu yanlıştır ve İslâm adabına uygun değildir. Türbe ve kabristanlıklarda bu adetlere son vermek gerekir.
Bu tespitten sonra İslâm'a göre dua nedir? Nerede ve nasıl yapılmalıdır? Kısaca bunu açıklamaya çalışalım:
a) Dua ve Adabı:
İnsanın yüce yaratıcıya karşı yapmak zorunda olduğu kulluk görevlerinden biri de DUA'dır. Sevgili Peygamberimizin bildirdiğine göre "Dua bir ibadettir."
Gerçekten de dinler tarihinin bize ulaştırdığı bilgilerden öğreniyoruz ki insanoğlu yeryüzünde hangi tür inancı taşırsa taşısın, hiçbir zaman dua etmek lüzumunu hissetmekten uzak kalmamıştır. Çünkü insanoğlu yaratılışı gereği daima üstün bir kudrete bağlanmış, ona inanmış ve ondan yardım dilemiştir. İşte dua, bu inanışın dile getiriliş biçimidir.
Aslında dua, kelime anlamı bakımından; Allah'tan yardım dileme anlamına "çağrıda bulunmak, davet etmek", "yardım ve esenlik istemek" anlamlarına gelmektedir. Muhammed Hamdi YAZIR dua'yı şöyle tarif etmektedir.
"Dua; küçüğün büyükten, acizin kâdirden hacet ve arzusunu talep ve ricası demektir.
Çağımızın ünlü biyoloji bilgini Alexis Carrel, "dua; kâinatın gayrimaddi olan heyulasına uzanmak" demektedir. Genellikle ya bir şikayet, ya bir bunalma veya bir yardım istemedir. Bazen de eşyada gizli yüce ve edebî prensibi, iç refahı ile nazar ve temaşadır. Dua insanın en yüce hikmet, en yüce kuvvet, en yüce güzellik ile birleşme ve kaynaşma yolunda insanın sarf ettiği cehittir. Dua öyle bir takım formüllerle, hafif tertip dinlenmek değildir. Gerçek dua şuurun Allah ile birleşip kaynaştığı giz dolu bir halettir.
Dua, en güzel anlam ve ifadesini, sevgili Peygamberimizin buyurduğu hadislerde kazanmıştır. Bunlardan bir kaç tanesini örnek olarak arz edelim.
Sevgili Peygamberimiz buyuruyorlar:
"Dua, mü'minin silahıdır, dinin direğidir, göklerin ve yerin nurudur. Dua, ibadettir. Darlık zamanında Allah'ın kendisine yetişmesini isteyen kimse, genişlik zamanında çok dua etsin. Genişlik zamanında dua etmek kadar Allah 'a hoş gelen bir şey yoktur. Allah fazl-u kerem sahibidir. Bir adam ellerini O'na kaldırırsa, onları boş olarak geri çevirmekten utanır."
Dua etmek için kutsal kitabımız Kurân-ı Kerim'de emir ve işaretler vardır. Yüce Allah Mü'min Sûresinde şöyle buyuruyor: "Bana dua edin ki size karşılığını vereyim..". Bir başka sûrede de "Ey Muhammed kullarım beni sana sorarlarsa, bilsinler ki, ben şüphesiz onlara yakınım, Benden isteyenin dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip bana inansınlar, doğru yolda yürüyenlerden olsunlar"
Anlamlarını sunduğumuz bu ve bunlara benzer diğer âyeti kerimelerden de anlaşılıyor ki Allah'a dua etmek bir buyruktur ve kulun kulluk vazifesidir. Allah'a dua kişiyi hiçbir zaman küçültmez. Bilakis, insanın Allah'a teslimiyetini ifade eder. İnsanın, Allah'ın azameti ve kudreti karşısında ne kadar aciz olduğunu, ancak O'na inandığını, O'na güvendiğini, kulluğunu O'na arz ettiğini ifade eder. Çünkü dua eden, ancak Allah'a inandığı için dua etmektedir. Dua eden kimse Allah'ın emrini yerine getirmiş olduğundan sevap kazanır. Zira dua bir ibadettir. Allah Elçisi: "Dua ibadetin özüdür" buyurur. Dua eden kul Allah'ına yaklaşmıştır. Ruhu Allah ile çok yakın ilgi kurmuştur. Zaten ibadetin aslı da O yüce kudrete yaklaşmak değil midir? Kurân-ı Kerim'in pek çok yerinde geçen dua lafzı, çok kere ibadet anlamında kullanılmıştır.
Peygamberimizin ve İslâm bilginlerinin bildirdiklerine göre dua insanın manevi dünyasını zenginleştirmesi, insanı ruh olgunluğuna yüceltmesi bakımından pek çok yararlıdır. Ta ki kişi duayı içtenlikle inanarak, ısrarla ve sürekli olarak yapsın. Zaten Kurân-ı Kerim'de: "Ey insanlar! Allah'ı çok anın, O'nu sabah akşam teşbih edin." "Allah'ı çok anın ki saadete erişesiniz" anlamlarındaki ayetler, duayı dilimizden eksik etmememizi hatırlatmaktadır. Dua, yüce Allah'a karşı, dilek ve arzumuzu, af ve mağfiret niyazımızı arz etmek olduğu için, kendine özgü bir usûl ve adap içerisinde yapılmalıdır
Bazıları dua ederken sanki kavga ediyor gibi bağırıp çağırıyor. Kimisi dua yapmak için türbelere, yatırlara koşuşturuyor. Kimisi de mezarlara elini yüzünü sürmekte, türbelerin eşik ve pencerelerini öpmektedir. Bir çeşit tapınma hareketleri yapmaktadırlar.
Bu hareketlerin cümlesi yanlıştır ve batıldır.
Şu bir gerçektir ki, dua etmek için kabir başına, yatır taşına gitmeye gerek yoktur. Zira kabirde yatan mevtalar insanların dileklerini yerine getiremezler. Dua eden kişi ile Allah arasında vasıta olamazlar. Çünkü İslâm'da Allah'a sığınmak, O'na dua etmek için bir aracıya ihtiyaç yoktur. Kul, vasıtasız Allah'a iltica eder. Bu itibarla bir kimse, "Falan yatıra gittim ona dua ettim o mübarek zatın himmetiyle duam kabul oldu" derse bu caiz değildir.
Kabirler; ölümü düşünmek, ahireti hatırlamak ve insan hangi mevkide olursa olsun bir gün gelip mezarda yatan gibi toprak olacağını görmek ve ibret almak için ziyaret edilir. Nitekim Allah Elçisi sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) bir hadislerinde:
"Kabirleri ziyaret edin çünkü ziyaret sizi dünyada zahidâne yaşatır, size ahireti hatırlatır, sizi gafletten uyandırır " buyurmuşlardır.
Kabir başına varınca, ölenlerin ruhuna Kurân okumak, okunan Kurân'ın sevabını mevtaların ruhuna "Allah rızası için" armağan etmek caizdir ve sevaptır. Ancak, "Duam oraya gitmekle kabul olacak" inancı yanlıştır.
Gezliğimiz ve gördüğümüz bazı yerlerde tespit ettik ki türbelere, kabirlere gidenler, orayı adeta bir piknik yerine çeviriyorlar. Yeme ve içmeler yapılıyor, adaklar dağıtılıyor. Kurân ve mevlitler de okunuyor. Fakat dua bittikten sonra, bazı türbelerin bahçelerinde salıncaklar kurulup şarkılar söyleniyor. Zevk ü sefa yapılıyor. Bu yanlıştır ve İslâm adabına uygun değildir. Türbe ve kabristanlıklarda bu adetlere son vermek gerekir.
Bu tespitten sonra İslâm'a göre dua nedir? Nerede ve nasıl yapılmalıdır? Kısaca bunu açıklamaya çalışalım:
a) Dua ve Adabı:
İnsanın yüce yaratıcıya karşı yapmak zorunda olduğu kulluk görevlerinden biri de DUA'dır. Sevgili Peygamberimizin bildirdiğine göre "Dua bir ibadettir."
Gerçekten de dinler tarihinin bize ulaştırdığı bilgilerden öğreniyoruz ki insanoğlu yeryüzünde hangi tür inancı taşırsa taşısın, hiçbir zaman dua etmek lüzumunu hissetmekten uzak kalmamıştır. Çünkü insanoğlu yaratılışı gereği daima üstün bir kudrete bağlanmış, ona inanmış ve ondan yardım dilemiştir. İşte dua, bu inanışın dile getiriliş biçimidir.
Aslında dua, kelime anlamı bakımından; Allah'tan yardım dileme anlamına "çağrıda bulunmak, davet etmek", "yardım ve esenlik istemek" anlamlarına gelmektedir. Muhammed Hamdi YAZIR dua'yı şöyle tarif etmektedir.
"Dua; küçüğün büyükten, acizin kâdirden hacet ve arzusunu talep ve ricası demektir.
Çağımızın ünlü biyoloji bilgini Alexis Carrel, "dua; kâinatın gayrimaddi olan heyulasına uzanmak" demektedir. Genellikle ya bir şikayet, ya bir bunalma veya bir yardım istemedir. Bazen de eşyada gizli yüce ve edebî prensibi, iç refahı ile nazar ve temaşadır. Dua insanın en yüce hikmet, en yüce kuvvet, en yüce güzellik ile birleşme ve kaynaşma yolunda insanın sarf ettiği cehittir. Dua öyle bir takım formüllerle, hafif tertip dinlenmek değildir. Gerçek dua şuurun Allah ile birleşip kaynaştığı giz dolu bir halettir.
Dua, en güzel anlam ve ifadesini, sevgili Peygamberimizin buyurduğu hadislerde kazanmıştır. Bunlardan bir kaç tanesini örnek olarak arz edelim.
Sevgili Peygamberimiz buyuruyorlar:
"Dua, mü'minin silahıdır, dinin direğidir, göklerin ve yerin nurudur. Dua, ibadettir. Darlık zamanında Allah'ın kendisine yetişmesini isteyen kimse, genişlik zamanında çok dua etsin. Genişlik zamanında dua etmek kadar Allah 'a hoş gelen bir şey yoktur. Allah fazl-u kerem sahibidir. Bir adam ellerini O'na kaldırırsa, onları boş olarak geri çevirmekten utanır."
Dua etmek için kutsal kitabımız Kurân-ı Kerim'de emir ve işaretler vardır. Yüce Allah Mü'min Sûresinde şöyle buyuruyor: "Bana dua edin ki size karşılığını vereyim..". Bir başka sûrede de "Ey Muhammed kullarım beni sana sorarlarsa, bilsinler ki, ben şüphesiz onlara yakınım, Benden isteyenin dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip bana inansınlar, doğru yolda yürüyenlerden olsunlar"
Anlamlarını sunduğumuz bu ve bunlara benzer diğer âyeti kerimelerden de anlaşılıyor ki Allah'a dua etmek bir buyruktur ve kulun kulluk vazifesidir. Allah'a dua kişiyi hiçbir zaman küçültmez. Bilakis, insanın Allah'a teslimiyetini ifade eder. İnsanın, Allah'ın azameti ve kudreti karşısında ne kadar aciz olduğunu, ancak O'na inandığını, O'na güvendiğini, kulluğunu O'na arz ettiğini ifade eder. Çünkü dua eden, ancak Allah'a inandığı için dua etmektedir. Dua eden kimse Allah'ın emrini yerine getirmiş olduğundan sevap kazanır. Zira dua bir ibadettir. Allah Elçisi: "Dua ibadetin özüdür" buyurur. Dua eden kul Allah'ına yaklaşmıştır. Ruhu Allah ile çok yakın ilgi kurmuştur. Zaten ibadetin aslı da O yüce kudrete yaklaşmak değil midir? Kurân-ı Kerim'in pek çok yerinde geçen dua lafzı, çok kere ibadet anlamında kullanılmıştır.
Peygamberimizin ve İslâm bilginlerinin bildirdiklerine göre dua insanın manevi dünyasını zenginleştirmesi, insanı ruh olgunluğuna yüceltmesi bakımından pek çok yararlıdır. Ta ki kişi duayı içtenlikle inanarak, ısrarla ve sürekli olarak yapsın. Zaten Kurân-ı Kerim'de: "Ey insanlar! Allah'ı çok anın, O'nu sabah akşam teşbih edin." "Allah'ı çok anın ki saadete erişesiniz" anlamlarındaki ayetler, duayı dilimizden eksik etmememizi hatırlatmaktadır. Dua, yüce Allah'a karşı, dilek ve arzumuzu, af ve mağfiret niyazımızı arz etmek olduğu için, kendine özgü bir usûl ve adap içerisinde yapılmalıdır