Tevfik Fikret Resimleri
tevfik fikret resimleri tevfik fikretin resimleri fikret fotoğrafları resmi ressam
24 Aralık 1867'de İstanbul'da doğdu, 19 Ağustos 1915'te aynı kentte öldü. Asıl adı Mehmet Tevfik'tir. Çocuk yaşta annesinin ölümü ve babasının uzun yıllar sürgünde olması onu yaşamı boyunca etkiledi. Ortaöğrenimini önce Mahmudiye Rüştiyesi'nde, sonra da Galatasaray Sultanisinde yaptı. Burada Recaizade Ekrem'in öğrencisi oldu. Duygulu kişiliği onu genç yaşlarda şiire yöneltti.
ESERLERİ
908’de, II. Meşrutiyet’in ilanıyla, Tevfik Fikret münzevi ruhundan sıyrılacak; yeniden ümitlenecektir. Ancak 1908 tarihli Deniz ve Kayalar, bu ümitleri değil; aksine Fikret’in münzevi yıllarını anımsattığından, bu resmi henüz II. Meşrutiyet ilan edilmeden önce yaptığı düşünülebilir. Fikret’in münzevi ruhunun aynası gibi görünen bu resimde, Besim F. Dellaloğlu’nun Romantik Muamma adlı kitabının girişindeki satırları akla gelir yeniden: “Romantizm ilkellik ve saflıktır; o, gençliktir, yaşamdır; doğal insanın coşkulu yaşama duygusudur. Fakat aynı zamanda, o, solgunluk, ateş, hastalık, dekadans ve “yüzyılın hastalığıdır.” Romantizm ölümdür. O, yaban, grotesk, mistik, doğa ötesi, ay ışığı, büyülü şatolar, devler, akan su, karanlık, karanlığın güçleri, akıldışılık ve söylenemeyendir. O, aynı zamanda, aşinalık, gelenek, günlük doğanın gülen yüzündeki neşedir. O, aynı zamanda, aşinalık, gelenek, günlük doğanın gülen yüzündeki neşedir. O, antik, tarihsel, Gotik katedrallerdir. O, yeniliğin peşinde olmak, devrimci değişim, şimdiyi yaşama tutkusu, bilgiyi reddediş, geçmiş ve gelecek, zamansızlığın bilincidir. O, nostalji, rüya, tatlı ve acı melankoli, yalnızlık, sıla hasreti, yabancılaşma duygusudur.” (Besim F. Dellaloğlu, Romantik Muamma, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2000, s. 18.)
Tevfik Fikret’in natürmortlarında, kompozisyon kurgusu açısından bir dönem resim dersleri aldığı Şeker Ahmet Paşa’nın etkileri hissedilse de, Fikret’in resim ve şiiri birlikte düşünmesi olgusuyla, onun çoğu natürmortunda olduğu gibi, “Güller”inde de karşılaşılır. “Güller”e eşlik eden “Topu Bir Gül” şiiri Fikret’in resmini daha da renklendirir. (Topu Bir Gül şiiri, Çizgiler ve Renkler Arasında Tevfik Fikret, Galatasaraylılar Derneği Yayını, İstanbul, 2005, s.4’ten alınmıştır.)
Koca, pürfeyz bir gülistandan
Topu bir gülceğiz koparmışsın
Olmasın bunda kinaye sakın?
Ne demek sanki? Gonce-i hüsnün
Topu bir kerecik mi şemm edilir?
Güzelim bir çiçekle yaz mı gelir?
Türbe” resminin de Tevfik Fikret’in buhran yıllarına denk gelen resimleri arasında sayılabilir. Yapıda her ne kadar Beşiktaş’taki Şeyh Zafiri Külliyesi’nin türbesinden izler bulmak mümkünse de, Fikret’in burada önceden yapmış olduğu etüdleri, bu hayali olması kuvvetle muhtemel türbesinde bir araya getirdiği düşünülebilir.
Fikret’in gelecekteki umudunun gençler olduğu ve gençlere misyon yüklemenin Tevfik Fikret’te bir ilk olduğu, sonradan Fikret’in bu görüşünün Atatürk’e yansıdığı, Atatürk tarafından örnek alındığı bilinir. Bu açıdan bakılacak olunduğunda Fikret’in “Çocuklar” resminde de ön planda yer alan bir eliyle yüzünü kapatmış olan çocuğun toplumun Fikret’in yaşadığı yıllardaki karmakarışık durumunu, onu arkadan izleyenlerin ise, geleceği temsil edecek olan çocuklar olduğu düşünülebilir. Belli ki, resim yine Fikret’in münzevi yıllarında gerçekleştirilmiştir ve bu yıllarda yazdığı “Sabah Olursa” şiiri resmi anlaşılır kılacaktır. (Sabah Olursa şiiri, Çizgiler ve Renkler Arasında Tevfik Fikret, Galatasaraylılar Derneği Yayını, İstanbul, 2005, s.14’ten alınmıştır.)
Bu memlekette de bir gün sabâ olursa, Haluk,
Eğer bu memleketin sislenen şu nâsiye-i
Mukadderatı kavî bir elin, kavî, muhyî
Bir ihtizâz-ı temasiyle silkinip şu donuk,
Şu paslıçehre-i millet biraz gülerse… O gün
Ben ölmemiş bile olsam, hayâta pek ölgün
Bir irtibâtım olur şüphesiz; o gün benden
Ümidi kes, beni kötrüm ve boş muhitimde
Merâmetimle umut; çünkü leng ü pejmürde
Nazarların seni mâziye çekmek ister; sen
Bütün hüviyet ü uzviyetinde âtisin;
Terennüm eyliyor el’an kulaklarımda sesin!
Evet sabah olacaktır, sabâh olur, geceler
Tulû-ı haşre kadar sürmez; âkıbet bu semâ,
Bu mai gök size bir gün acır; melul olma
Hayâta neş’e güneştir, melâl içinde beşer
Çürür bizim gibi… Siz, ey fezâ-yı ferdânın
Küçük güneşleri, artık birer birer uyanın!
Ufukların edebi iştiyâkı var nûra.
Tenevvür… Asrımızın işte rûh-i âmâli;
Silin bulutları, silkin zılâl-i ehvâli,
Zîya içinde koşun bir halas-ı meşkura.
Ümidimiz bu; ölürsek de biz, yaşar mutlak
Vatan sizinle şu zindan karanlığından uzak!
24 Aralık 1867'de İstanbul'da doğdu, 19 Ağustos 1915'te aynı kentte öldü. Asıl adı Mehmet Tevfik'tir. Çocuk yaşta annesinin ölümü ve babasının uzun yıllar sürgünde olması onu yaşamı boyunca etkiledi. Ortaöğrenimini önce Mahmudiye Rüştiyesi'nde, sonra da Galatasaray Sultanisinde yaptı. Burada Recaizade Ekrem'in öğrencisi oldu. Duygulu kişiliği onu genç yaşlarda şiire yöneltti.
1888'de Galatasaray'ı bitirdikten sonra Hariciye Nezareti İstişare Odası'nda (Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi) kâtip olarak göreve başladı. Yeterince çalışmadan para aldığı gerekçesiyle buradan ayrıldı. Onun bu dürüst tutumu yaşamı boyunca çeşitli zamanlarda ortaya çıkacaktı. Daha sonra kısa bir süre sonra çeşitli memurluklarda bulundu. Ek iş olarak Ticaret Mekteb-i Alisi'nde hat ve Fransızca öğretmenliği yaptı. 1891'de Mirsad dergisinin açtığı şiir yarışmasında birinciliği kazanınca, edebiyat çevrelerinin dikkatini üstüne çekti. 1892'de Galatasaray Sultanisi'nin ilk bölümüne Türkçe öğretmeni atandı. 1894'te Hüseyin Kâzım Kadri (1870-1934) ve Ali Ekrem Bolayır'la (1867-1937) birlikte Malûmat dergisini çıkartmaya başladı. 1895'te hükümetin bütçede kısıntı yapma gerekçesiyle memur maaşlarının yüzde onunu kesmesine tepki olarak Galatasaray'daki görevinden istifa etti ve inzivaya çekildi.
1896'da, eski öğretmeni Recaizade Ekrem'in aracılığıyla Servet-i Fünun dergisinin yazı işleri yönetmenliğine getirildi. Aynı yıl Robert Kolej'e Türkçe öğretmeni olarak atandı. Bu dönemde Abdülhamid yönetimi aydınlar üstündeki baskısını giderek yoğunlaştırıyordu. Sansür ve jurnalcilik bütün hızıyla işliyordu. Tevfik Fikret o günlerde bir dost evinde okuduğu II. Abdülhamid'i eleştiren bir şiiri nedeniyle gözaltına alındı. Evi arandı, söz konusu şiir ele geçmeyince serbest bırakıldı. Bir süre sonra, bu kez ahlaki açıdan yıpratılmak için, Robert Kolej'deki bir çaya karısıyla birlikte gitmesi bahane edilerek yeniden göz altına alındı. Bütün bunlar ondaki 'inziva' düşüncesini daha da derinleştirdi. Bu düşünce, Servet-i Fünun öbür yazarlarınca da benimseniyordu. Bir ara hepsi birlikte Yeni Zelanda'ya gitmeyi, daha sonra Hüseyin Kâzım'ın Manisa'nın bir köyündeki çiftliğine yerleşmeyi düşündüler. Ama Fikret'in 'Yeşil Yurt' şiirinde de açıkça görülen bu sıla ütopyası ve birlikte yaşama özlemi bir türlü gerçekleşmedi. Servet-i Fünun'cular arasında görüş ayrılıkları başlamıştı. Bazıları dergiden ayrıldılar. Bir süre sonra Fikret de derginin sahibi ile anlaşamayarak yazı işleri yönetmeliğini bıraktı.
Bütün zamanını Robert Kolej'de geçirmeye başladı. 1901'de 'inziva' düşüncesini gerçekleştirmek amacıyla Rumelihisarı'nda Robert Kolej'in yamacında, planlarını kendi çizdiği Aşiyan adlı evi yaptırmaya başladı. Bugün Tevfik Fikret Müzesi olan Aşiyan 1905'de tamamlandı. Fikret, eşi ve oğlu Haluk'la birlikte buraya yerleşti. Çok az insanla görüşüyor, toplumcu bir tavırla kavga şiirleri yazıyor, bunlar İstanbul'da elden ele dolaşıyordu. 'Sis', 'Sabah Olursa', 'Bir Lahza-i Taahhur' bu dönemin ürünleridir. Bu arada babasının, arkasından da, çok sevdiği kızkardeşinin yaşamlarını yitirmesi ve evinin Abdülhamit'in haber alma örgütünce sürekli gözetlenmesi onu büyük ölçüde etkiledi. Bu döneminde, özgürlük getireceğine inandığı İttihat ve Terakki'yi destekliyordu. 1908'de de, II.Meşrutiyet'in ateşli savunucuları arasına katıldı.
Meşrutiyet'ten sonra 'inziva'sından çıktı, eski arkadaşlarıyla barışarak, Hüseyin Kâzım ve Hüseyin Cahid'le birlikte Tanin gazetesini kurdu. Ama, gazete İttihad ve Terikki'nin yayın organı durumuna getirilmek istenince buna karşı çıkıp, Hüseyin Cahid'le kavga ederek oradan da ayrıldı. Yeni Yönetimin önerdiği maarif nazırlığı görevini de geri çevirdi. Bu göreve getirilen Abdurrahman Şerefin çağrısıyla, Galatasaray Sultanisi'nin müdürü oldu bir süre önce yanmış olan okulun onarımını üstlendi. Bu arada, toplantı salonunu mescitin üstüne yaptırdığı gerekçesiyle tutucu basının ağır eleştirilerine uğradı. O günlerde 31 Mart Olayı patlak verdi. Fikret olayı protesto amacıyla önce kendini okulun kapısına zincirle bağlattı, ertesi günde istifa etti. Ancak öğrencilerin ve maarif nazırı Nail Bey'in ısrarlarıyla tam yetkili olarak göreve döndü. Ama sekiz ay sonra, yeni maarif nazırı Emrullah Efendi'yle anlaşamayarak bir daha dönmemek üzere Galatasaray'dan ayrıldı. Darülmuallimin ve Darülfünun'daki görevlerinden de istifa etti ve yeniden Aşiyan'a çekildi. Artık, İttihad ve Terakki İktidarına da muhalif olmuştu. 1912'de meclisin kapatılması üzerine, bu olayı meclisin 1878'de (Hicri tarihle 1295'te) kapatılmasına benzeterek 'Doksan Beşe Doğru' şiirini yazdı. Bunu 'Han-ı Yağma', 'Sancak- Şerif Huzurunda' gibi şiirler izledi. Bu kez de İttihad ve Teraki'nin fedailerince izlenmeye başlandı. Modern pedagoji ilkelerine uygun bir okul açmak, yeni bir edebiyat dergisi çıkartmak gibi tasarıları olduysa da bunları gerçekleştiremedi. O günlerde, ağır şeker hastalığına yakalanmış olduğu anlaşıldı. 1914'te kolu şiştiği için bir ameliyat geçirdi. Tedaviye yanaşmaması sonucunda hastalığı iyice artarak ölümüne neden oldu.
Gençlik dönemindeki şiir denemelerinden sonra, Galatasaray'da Fransız şiiriyle tanışan kendi şiir bireşimini aramaya başlamıştır. Le Parnasse Contemporain dergisi çevresinde toplanan ve Parnasçılar olarak anılan şairlerden, özellikle de François Coppè'den etkilenmiştir. 19007de çıkan Rübab-ı Şikeste'de topladığı şiirlerinde görülen şiir anlayışında ve ses arayışında bu şairlerin etkisi olduğu düşünülebilir. Fransız edebiyatındaki 'Şiirsel yazı' türünün etkisiyle dize sonlarını değişik fiil kipleriyle ya da fiilsiz bağlayan şiirleri, beyit bütünlüğünü kırıp düzeyi özgür bırakışı, aruz ölçüsünün katı kalıplarını genişletmiştir. Müstezat kalıbında yazdığı şiirlerindeki bu tür denemelerin, Türk şiirinde serbest nazma geçişi kolaylaştırdığı söylenebilir. Rübab-ı Şikeste'deki 'Sis', 'Sabah Olursa', 'Hemşirem İçin', 'İzled ' gibi toplumsal konulara ağırlık veren şiirlerin yanı sıra, günlük konuşma diline yatıştığı 'Balıkçılar' ve benzeri şiirlerinde izlenimci bir hava görülür. Ama, 'Balıkçılar' dakiyalın söyleyişe bütün şiirlerinde rastlanmaz. Servet-i Fünun'cuların çoğunda görülen dil seçkinciliği, onun şiirinin de özelliğidir. Osmanlıca-Türkçe sözlüklerde sözcük kullanımına örnek verilirken çoğunlukla Fikret'in şiirlerinden alıntı yapılması da bunun kanıtıdır. Onun, şirini zedeleyen bu tutumu, müzikal anlatımı öne çıkartmış, ama bazı şiirlerini de yer yer söylev havasına sokmuştur.
Fikret'in doğa şiirlerinde, doğayla neredeyse örtüşmeye varan bir uyum vardır. 'Yağmur ' şiiri, yağmur damlarının cam üstüne düşüşünü andıran bir sesle kurulmuştur. Fikret'in betimlemelerindeki ayrıntı ustalığı onun ressam kişiliğiyle de ilgilidir. Şiirlerindeki karmaşık dil resimlerinde görülmez. Çoğu tablosunda yalın bir ayrıntı arayışı göze çarpar. Pastel renklere ağırlık verişi, şiirlerindeki hüzünlü söyleyişi anımsatır. Güleriz Ağlanacak Halimize adlı kendi portresinde ve aşiyan tablosunda ise stilize bir anlatım vardır.
ESERLERİ
Şiir kitapları: Haluk'un Defteri (1914), Tarih-i Kadim (1928)
908’de, II. Meşrutiyet’in ilanıyla, Tevfik Fikret münzevi ruhundan sıyrılacak; yeniden ümitlenecektir. Ancak 1908 tarihli Deniz ve Kayalar, bu ümitleri değil; aksine Fikret’in münzevi yıllarını anımsattığından, bu resmi henüz II. Meşrutiyet ilan edilmeden önce yaptığı düşünülebilir. Fikret’in münzevi ruhunun aynası gibi görünen bu resimde, Besim F. Dellaloğlu’nun Romantik Muamma adlı kitabının girişindeki satırları akla gelir yeniden: “Romantizm ilkellik ve saflıktır; o, gençliktir, yaşamdır; doğal insanın coşkulu yaşama duygusudur. Fakat aynı zamanda, o, solgunluk, ateş, hastalık, dekadans ve “yüzyılın hastalığıdır.” Romantizm ölümdür. O, yaban, grotesk, mistik, doğa ötesi, ay ışığı, büyülü şatolar, devler, akan su, karanlık, karanlığın güçleri, akıldışılık ve söylenemeyendir. O, aynı zamanda, aşinalık, gelenek, günlük doğanın gülen yüzündeki neşedir. O, aynı zamanda, aşinalık, gelenek, günlük doğanın gülen yüzündeki neşedir. O, antik, tarihsel, Gotik katedrallerdir. O, yeniliğin peşinde olmak, devrimci değişim, şimdiyi yaşama tutkusu, bilgiyi reddediş, geçmiş ve gelecek, zamansızlığın bilincidir. O, nostalji, rüya, tatlı ve acı melankoli, yalnızlık, sıla hasreti, yabancılaşma duygusudur.” (Besim F. Dellaloğlu, Romantik Muamma, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2000, s. 18.)
Tevfik Fikret’in natürmortlarında, kompozisyon kurgusu açısından bir dönem resim dersleri aldığı Şeker Ahmet Paşa’nın etkileri hissedilse de, Fikret’in resim ve şiiri birlikte düşünmesi olgusuyla, onun çoğu natürmortunda olduğu gibi, “Güller”inde de karşılaşılır. “Güller”e eşlik eden “Topu Bir Gül” şiiri Fikret’in resmini daha da renklendirir. (Topu Bir Gül şiiri, Çizgiler ve Renkler Arasında Tevfik Fikret, Galatasaraylılar Derneği Yayını, İstanbul, 2005, s.4’ten alınmıştır.)
Koca, pürfeyz bir gülistandan
Topu bir gülceğiz koparmışsın
Olmasın bunda kinaye sakın?
Ne demek sanki? Gonce-i hüsnün
Topu bir kerecik mi şemm edilir?
Güzelim bir çiçekle yaz mı gelir?
Türbe” resminin de Tevfik Fikret’in buhran yıllarına denk gelen resimleri arasında sayılabilir. Yapıda her ne kadar Beşiktaş’taki Şeyh Zafiri Külliyesi’nin türbesinden izler bulmak mümkünse de, Fikret’in burada önceden yapmış olduğu etüdleri, bu hayali olması kuvvetle muhtemel türbesinde bir araya getirdiği düşünülebilir.
Fikret’in gelecekteki umudunun gençler olduğu ve gençlere misyon yüklemenin Tevfik Fikret’te bir ilk olduğu, sonradan Fikret’in bu görüşünün Atatürk’e yansıdığı, Atatürk tarafından örnek alındığı bilinir. Bu açıdan bakılacak olunduğunda Fikret’in “Çocuklar” resminde de ön planda yer alan bir eliyle yüzünü kapatmış olan çocuğun toplumun Fikret’in yaşadığı yıllardaki karmakarışık durumunu, onu arkadan izleyenlerin ise, geleceği temsil edecek olan çocuklar olduğu düşünülebilir. Belli ki, resim yine Fikret’in münzevi yıllarında gerçekleştirilmiştir ve bu yıllarda yazdığı “Sabah Olursa” şiiri resmi anlaşılır kılacaktır. (Sabah Olursa şiiri, Çizgiler ve Renkler Arasında Tevfik Fikret, Galatasaraylılar Derneği Yayını, İstanbul, 2005, s.14’ten alınmıştır.)
Bu memlekette de bir gün sabâ olursa, Haluk,
Eğer bu memleketin sislenen şu nâsiye-i
Mukadderatı kavî bir elin, kavî, muhyî
Bir ihtizâz-ı temasiyle silkinip şu donuk,
Şu paslıçehre-i millet biraz gülerse… O gün
Ben ölmemiş bile olsam, hayâta pek ölgün
Bir irtibâtım olur şüphesiz; o gün benden
Ümidi kes, beni kötrüm ve boş muhitimde
Merâmetimle umut; çünkü leng ü pejmürde
Nazarların seni mâziye çekmek ister; sen
Bütün hüviyet ü uzviyetinde âtisin;
Terennüm eyliyor el’an kulaklarımda sesin!
Evet sabah olacaktır, sabâh olur, geceler
Tulû-ı haşre kadar sürmez; âkıbet bu semâ,
Bu mai gök size bir gün acır; melul olma
Hayâta neş’e güneştir, melâl içinde beşer
Çürür bizim gibi… Siz, ey fezâ-yı ferdânın
Küçük güneşleri, artık birer birer uyanın!
Ufukların edebi iştiyâkı var nûra.
Tenevvür… Asrımızın işte rûh-i âmâli;
Silin bulutları, silkin zılâl-i ehvâli,
Zîya içinde koşun bir halas-ı meşkura.
Ümidimiz bu; ölürsek de biz, yaşar mutlak
Vatan sizinle şu zindan karanlığından uzak!