son pismanlik fayda etmez

göknur

Yeni Üye
Üye
son pismanlik fayda etmez
Biz insanlar hayata karşı nankör müyüz neyiz? Yataktan kalkmanın, güne sağ salim başlamanın müthiş bir lütuf olduğunu hiç düşünmeyiz de güneşi karşılayabildiğimiz için şükredecekken bizi bekleyen günün zorluklarına odaklanırız. Sevdiklerimizle yaşadığımız her güzel anın kıymetini bilmeyiz de en kötü hallerimizi onlara saklarız… En yakın olmamız gerekene en uzak dururuz.

O kadar nankörüzdür ki, bizi sevdikleri için cezalandırırız neredeyse sevdiklerimizi. Sadece hayata karşı değil sevgiye karşı da nankörüzdür yani.

Yüreğimizin sesini değil de korkularımızın sesini dillendiririz sık sık ve yıldırırız karşımızdakini.

Sırtımızı iyiliklere yaslamasını bilmeyiz de yolunda gitmeyen en ufak bir şeyde vurgun yemişe döneriz.

Siz, sevdiğiniz insanlarla yaptığınız tartışmalara dikkat ettiniz mi hiç?

O anda, o insanla beraber yaşadığınız bütün güzel anlar silinmiş gitmiştir. Sanki sadece yara aldığınız o an vardır; sanki ömür boyu bıçaklanıp durmuşsunuzdur o insan tarafından.

Sitemlerden yanaysa şikayetiniz; o kadar sevdiğiniz insan, bir anda iflah olmaz bir dırdırcı olarak görünür gözünüze. Onun yanında huzur bulduğunuz sevgi dolu anları unutursunuz da bir sitem okyanusunun içinde boğulmak üzereymişsiniz gibi hissedersiniz. Paniğe kapılırsınız. Kaçmak kurtulmak istersiniz.

Ya da ihtiyaç duyduğunuz kadar ilgi göstermemiştir o gün… Sizi o kadar seven insan bir anda taş kalpli, kendisinden başkasıyla ilgilenmeyen bir egoiste dönüşüverir algı dünyanızda. Geçmişinizin kimbilir hangi sayfasından hortlayan bütün yaralarınız heyula gibi dikilir karşınıza…

Unutursunuz, sizi can evinizden vuran güzel bakışları.

Unutursunuz, bütün güzel sözleri, bütün güzel anları.

Unutursunuz, o insanın üç gün önce dünyadaki en güvendiğiniz ve en sevdiğiniz insan olduğunu da söylediği her söz yalanmış, bahaneymiş gibi gelir o anda.

Sorgulamazsınız hiç, bir insanı, bir anlık davranışı ya da bir sözü için bir kalemde silip atmanın ne kadar sağlıklı olduğunu. Çünkü, korkularınız dizginleri ele almıştır bir kere.

Öfkeniz şahlanmıştır, dizginleyemezsiniz. Uçar gider kelimeler. Paramparça edersiniz o bakmaya doyamadığınız, dokunmaya kıyamadığınız insanı.

Ağzınızdan çıkan sözlerin karşınızdakini yaralayabileceğini düşünmezsiniz hiç.

Oysa ki her sözcük karşınızdakinin yüreğinde bir kurşun yarasıdır artık. Hiç bilir mi silah, namlusundan çıkan merminin öldüreceğini... Siz de bilmezsiniz. Öfkenin egemenliğine giren zihin farkında değildir ki serseri kurşunlar gibi saçtığı sözlerin öldürücü etkisinin.

Bir an durup da o laflar size söylendiğinde nasıl hissedeceğinizi düşünseniz ömür boyu susmaya razı gelirsiniz belki ama düşünemezsiniz ki o anda.

İçinizdeki fırtınalar dindiğinde, şahlanan öfkeniz yok olduğundaysa artık tsunami yemiş küçük bir sahil kasabası gibi yıkık dökük, bomboş oturursunuz ve hasar tespiti yapmaya çalışırsınız.

Pişmanlık bile duyamazsınız... Kendi öfkenizle kendinizi öyle bir vurmuşsunuzdur ki pişmanlığa dahi mecaliniz kalmaz. ’’İnceldiği yerde kopsun,’’ dersiniz ki bu söz dibe vurmuş ruh hâlinizin aldırmazlık maskesidir sadece.

Pişmanlık yasaları da işlemez vardığınız yerde. Hesabınız kendinizledir çünkü. Hiçbir yere kaçamazsınız. Kıvranırsınız, ateşler içinde yanarsınız. Ama kendinizden öteye de varamazsınız.

Yine de ben derim ki; ne mutludur er veya geç kendisiyle hesaplaşabilenlere, -mış gibi yapmaktansa kor ateşlerden geçmeyi göze alanlara…



Ben, öfkeli bir babanın öfkeli ve inatçı kızıydım eskiden... Aramızdaki sağlıklı iletişimin koptuğu bir noktada öyle bir kırdık ki birbirimizi o en sevdiğim insanla…

Tam on koca yıl hiç görüşmedik…

Sayfalar dolusu mektup yazdım ona... Bilirsiniz işte, onu ne kadar sevdiğimi, yanımda olmasını ne kadar çok istediğimi, birbirimizi asla görmesek bile hep seveceğimi anlatan duygu yüklü mektuplar...

Ama… ama, ya beni yanlış anlarsa, ya karısının (yani üvey annemin) eline geçer de çarpıtılırsa sözcüklerim diye çok korktum ve hiçbirini yollayamadım o mektupların.

En sonunda…

Bir gün bir telefon geldi…

Babamın kalbi duruvermiş de haber vermeye cesaret edememişler…

Üzülürüm diye…

Gurbetteyim diye…

Gömüleli bir hafta olmuş.

Yıllar önce, bugünlerden birinde gelmişti o uğursuz telefon… İşte o günden beri kalbini kırdığım her insanın gönlünü almak isterim mümkünse…

Varsa sizin de bir yerlerde kalbini kırdığınız birileri ve değdiyse bu yazı yüreğinizin bir yerine, benden daha cesur olmanızı dilerim.

Bu ölümlü dünyada kırgınlıklara, küslüklere, ’’keşke’’lere hiç yer yok zira


alıntıdır
 
pek de güzel olmamış ben de yazıp koyacağım bakalım hangisi daha güzel olacak