Sevgiliye Mektuplar...
Aramızda aşılmaz dağlar var. Hasret kokusu sinmiş dört duvar arasında, senin yanında olan ruhumu, seni, aşılmazlığı aşmış olduğumu düşünerek, nasırlı ellerimle sana sesleniyorum. Senin hiç bir zaman dayanamayacağın feryatlarım, sigaramın dumanıyla hasret kokan havaya karışırken bu cansız bedenlerde de bir sır olarak bütünleşiyor. İmkansız oldukça tutkulaşıyorsun yüreğimde, sana bir ömür boyu imkansızım olmanı söylerken, seni yazan nasırlı ellerimi uzattığımda, sen ellerimi ellerimden esirgemiş ve imkansız olmayı reddetmiştin!.. Şiirlere hayranlığını sevmiştim; şiirliğini ve sonradan mısralarında yerini sessizce alacağını bilmeden... Herkes güzelliğine hayrandı bense senin çocukluğunun maskesinde gizlenen olgunluğuna aşıktım... Hayat denen bu sahnede sana verilen rolü ne kadar iyi oynuyordun... Dilin "yüreğe" değer verdiğimi söylüyordu, ruhun ise kalıplaşmış zarfların ve kısır duyguların arasında geziniyordu. Yalanların arasında doğruları arıyordun. Seni çok farklı yapan neydi biliyor musun benim yanımda?.. Hayır, güzelliğin değil canım; çocukluğundu... Ben asla bir bedende güzelliğe değer vermedim, zarfın ikinci planda geliyordu. Benim için her insanda olduğu gibi o zarfın içindeki mektup önemliydi. Seninde o mektubu yüreğinle ruhunu birleştirip okumanı çok isterdim. Arayışıma son verme kararını verdiğim anda, bir güz akşamında karşıma sen çıktın. Yüreğimde yaşadığım aşkı artık bedenleştirmek istediğimde, buna layık olarak seni gördüm. Ama yine aşkı yüreğimde yasamama sebep oldun ve imkansızlaşmayı reddederken aslında imkansızlaştığın farkında bile değildin... Marmara'ya anlattım seni... Seni sadece onunla paylaştım... Göz yaşlarım Marmara’nın teninde hayat bulurken, Marmara feryat ediyordu kendisi kadar gerçek olan aşkların yitirilişine... Kaç aksam seni bekledim... Seni paylaştığım Marmara’nın sevgisine dalgalarıyla köpük köpük anlattığı sahilde, kaç yakamozlu geceyi seninle izlemek istedim ama sen yoktun... Gökyüzünde bir yıldız gibiydin benim için... Elimi uzatsam tutacağım kadar yakın geliyordun oysa ki sen benim sevgimden yedi kat uzaktaydın. Gözlerin yasama sevinci veriyordu bana, ama artık gözlerine bakmayı yasak etmiştim sırf aşkım yüzünden. Bu zulüm değildi, ölümün ta kendisiydi... Yine yalnızım iste... Yalnızlığımın soğuğunda hayalinin sıcaklığına sarılıyorum... Seni yaşıyorum ve senli rüyalara hayalinle dalıyorum... Sana her şeyden üstün olan aşkımı sundum, ama sen zamanın değer verdiği yalancı aşkın zehrini, gözleri kamaştıran altın kadehlerden içiyorsun. Biliyor musun bitanem seni ilk günden daha fazla aşkla seviyorum. Bir çığ gibi yüreğimde büyüyorsun...
Sevgiliye MektuP
Aramızda aşılmaz dağlar var. Hasret kokusu sinmiş dört duvar arasında, senin yanında olan ruhumu, seni, aşılmazlığı aşmış olduğumu düşünerek, nasırlı ellerimle sana sesleniyorum. Senin hiç bir zaman dayanamayacağın feryatlarım, sigaramın dumanıyla hasret kokan havaya karışırken bu cansız bedenlerde de bir sır olarak bütünleşiyor. İmkansız oldukça tutkulaşıyorsun yüreğimde, sana bir ömür boyu imkansızım olmanı söylerken, seni yazan nasırlı ellerimi uzattığımda, sen ellerimi ellerimden esirgemiş ve imkansız olmayı reddetmiştin!.. Şiirlere hayranlığını sevmiştim; şiirliğini ve sonradan mısralarında yerini sessizce alacağını bilmeden... Herkes güzelliğine hayrandı bense senin çocukluğunun maskesinde gizlenen olgunluğuna aşıktım... Hayat denen bu sahnede sana verilen rolü ne kadar iyi oynuyordun... Dilin "yüreğe" değer verdiğimi söylüyordu, ruhun ise kalıplaşmış zarfların ve kısır duyguların arasında geziniyordu. Yalanların arasında doğruları arıyordun. Seni çok farklı yapan neydi biliyor musun benim yanımda?.. Hayır, güzelliğin değil canım; çocukluğundu... Ben asla bir bedende güzelliğe değer vermedim, zarfın ikinci planda geliyordu. Benim için her insanda olduğu gibi o zarfın içindeki mektup önemliydi. Seninde o mektubu yüreğinle ruhunu birleştirip okumanı çok isterdim. Arayışıma son verme kararını verdiğim anda, bir güz akşamında karşıma sen çıktın. Yüreğimde yaşadığım aşkı artık bedenleştirmek istediğimde, buna layık olarak seni gördüm. Ama yine aşkı yüreğimde yasamama sebep oldun ve imkansızlaşmayı reddederken aslında imkansızlaştığın farkında bile değildin... Marmara'ya anlattım seni... Seni sadece onunla paylaştım... Göz yaşlarım Marmara’nın teninde hayat bulurken, Marmara feryat ediyordu kendisi kadar gerçek olan aşkların yitirilişine... Kaç aksam seni bekledim... Seni paylaştığım Marmara’nın sevgisine dalgalarıyla köpük köpük anlattığı sahilde, kaç yakamozlu geceyi seninle izlemek istedim ama sen yoktun... Gökyüzünde bir yıldız gibiydin benim için... Elimi uzatsam tutacağım kadar yakın geliyordun oysa ki sen benim sevgimden yedi kat uzaktaydın. Gözlerin yasama sevinci veriyordu bana, ama artık gözlerine bakmayı yasak etmiştim sırf aşkım yüzünden. Bu zulüm değildi, ölümün ta kendisiydi... Yine yalnızım iste... Yalnızlığımın soğuğunda hayalinin sıcaklığına sarılıyorum... Seni yaşıyorum ve senli rüyalara hayalinle dalıyorum... Sana her şeyden üstün olan aşkımı sundum, ama sen zamanın değer verdiği yalancı aşkın zehrini, gözleri kamaştıran altın kadehlerden içiyorsun. Biliyor musun bitanem seni ilk günden daha fazla aşkla seviyorum. Bir çığ gibi yüreğimde büyüyorsun...