Şanlıurfa Tarihi
şanlıurfa
Peygamberler şehri olarak bilinen Şanlıurfa Tarihini öğrenmek istermisiniz meleklerim
ESKİ ÇAĞLARDA ŞANLIURFA
Şanlıurfa'nın bilinen belgesel tarihi M.Ö. 2000 yıllarında Hurri-Mitanni ile başlar. Bu devletin başkenti Vaşugan (Resul Ayn)'di. Bu dönemde Şanlıurfa büyük bir kültür merkezi olmuştur. Daha sonra büyük tarihi göçlerle bu bölgeye Sümerler ve Sümer Uygarlığı hakim olmuştur.Sümer, Akat ve Elam Uygarlıkları'na tanık olan Şanlıurfa ve çevresinde Keldani, Hurri, Mitanni ve Asur uygarlıkları da egemen olmuştur.
Asur devletini kuran, devlet merkezi Asur Şehri'ni yaptıran I.Şemis Ruman'dır. Asur Devleti'nin M.Ö. 606 yılında yıkılmasından sonra M.Ö. 4. yy'da Keyhüsrev kumandasında İran orduları tarafından Pers egemenliği altına sokuluncaya kadar Şanlıurfa, ateşgede merkezi olarak yeryüzünde çok önemli bir uygarlık bölgesi sıfatıyla tarih boyunca ün ve önem kazanmıştır. Bu arada Asur Prensleri, başkenti Harran olan yeni bir Asur Krallığı kurmuşlardır. Bu devletin ömrü pek kısa olmuş, Harran, Pers kavimleri tarafından tahrip edilmiş ve son Asur Prensliği de tarihe karışmıştır.
Şanlıurfa M.Ö. 332 tarihine kadar Pers İmparatorluğu yönetiminde kalmıştır. Pers Kralı III. DARA (Daryus) İsos Savaşı'nda Mekadonya Kralı İskender'e yenilince, Yukarı Mezopotamya ve dolayısiyle Şanlıurfa, Makedonyalılar'ın eline geçmiştir. Şanlıurfa bundan sonra Helen Uygarlığı'nın bir kültür merkezi olmuştur. Büyük İskender, Hindistan seferi dönüşünde ölünce, yönetimi altındaki ülkeler, generalleri arasında taksim edilmiştir. Şanlıurfa General Selefkos'un yönetimine girmiştir. Selefkos, Şanlıurfa'ya İskender'in Makedonya'da doğduğu şehrin adı olan 'Edessa' adını vermiştir. Helen yönetimi ve kültürü Şanlıurfa'da 237 yıl sürmüştür. Selefkoslar dönemi, Romalılar'ın Pompeus kumandasındaki ordularının Urfa'yı almalarıyla tarih sahnesinden silinmiştir. Bu olayla Şanlıurfa'ya Romalılar hakim oluştur.
ŞANLIURFA'DA OSRHOENE KRALLIĞI
Helenizm devrinde Selefkos Devleti'nin son yıllarında Mezopotamya'da birtakım beyliklerin kurulduğunu görmekteyiz. Bu kavimler zamanla kuvvetlenerek merkezi Şanlıurfa olmak üzere Osrhoene Krallığı'nı kurmuşlardır. (M.Ö.132)Latin tarihçilerinden Tasitüs ve Pelin, Osrhoene krallarını Abgar diye adlandırmışlardır. Hıristiyanlık dininin V. Abgar (Ukama) zamanında Şanlıurfa'da yayıldığı ve Ukama'nın Hz. İsa'yı Şanlıurfa'ya davet ettiği rivayet edilmektedir. Osrhoene Krallığı M.Ö.132 yılında kurulmuş ve M.S.244 yılına kadar bağımsız yaşamıştır. Bilahare Roma'nın hakimiyetine girmiştir. Roma idaresinde Şanlıurfa sıradan bir şehir iken, Roma İmparatoru Büyük Konstantin zamanında ehemmiyeti anlaşılarak eyalet haline getirilmiştir. (M.S.349)Osrhoene Krallığı devrine ait Şanlıurfa'daki tarihi eserlerin en kıymetlisi Kale'deki çifte sütundur. Halk tarafından bu sütunlara mancınık denilmektedir. Bu sütunlar Osrhoene krallarından Eftuha tarafından eşi Şalmet adına dikilmiştir. Bu sütunlardan başka civarında bir çok esere rastlanmaktadır.
Yaklaşık dörtyüzyıl ayakta kalan bu krallık, Hristiyanlığı kabul ettikten sonra gelişmeye başlamıştır. Bu krallığın yükselme dönemi Hıristiyanlıkla başladığı gibi yıkılışı da Hıristiyanlıkta baş gösteren mezhep çatışmalarından olmuştur. Sonunda yıkılmaya yüz tutmuş, M.S.244 yılında Roma hakimiyetine girmiştir.Roma İmparatorluğunun Batı ve Doğu diye ikiye bölünmesi üzerine Şanlıurfa Doğu Roma İmparatorluğunun sınırları içinde kalmıştır. Şanlıurfa uzun yüzyıllar tarihte Bizans İmparatorluğu diye anılan bu yeni devletin idaresi altında kalmıştır. Bizans ve İran'ın yüzyıllar boyu devam eden kanlı boğuşmalarında Şanlıurfa daima ön safta yer almış ve elden ele geçmiştir. Bu olaylar şehrin yıpranmasına harap olmasına sebep olmuştur.
ŞANLIURFA'DA ARAP HAKİMİYETİ DEVRİ
İslamiyetin doğuşu yıllarında Şanlıurfa Bizans İmparatorluğu idaresinde bir eyalet merkezidir. Bizans tahtında Heraklius Şanlıurfa eyaletinde de vali ve kumandan olarak Hoannnes gibi Bizans'ın güçlü bir generali bulunuyordu.Hicretin 18. yılında (640) İslam Devleti'nin başında oldukça yetenekli, adalet timsali Hz. Ömer, Suriye'deki İslam ordularının başında ise Hz. Übeyt İbni El Cerrah gibi değerli bir kumandan bulunmaktaydı. Bu dönemde Şanlıurfa Bizans'tan alınarak M.S.640 yılında Arap ve İslam topraklarına katılmıştır. Şanlıurfa, Müslümanlar tarafından fethedildikten sonra şehrin nüfusu tesbit edilmiş ve kadastro cetvelleri tanzim edilmiştir. Halk artık aradığı huzur ve emniyete kavuşmuştur. İyat Şanlıurfa'nın fetih işini tamamladıktan sonra bu bölgeye vali olarak atanmıştır. İyat'tan sonra Şanlıurfa Valiliği'ne Sait İbni El Amur tayin edilmiştir. El Amur Şanlıurfa'da Müslümanlığın ilk yapısı olan ve Hz. Ömer'e adanan "Ömeriye Camii"ni yaptırmıştır. Bugün bu cami Kazancı Pazarı'nda bulunmaktadır. Arapların, Diyar-ı Mudar adını verdikleri Şanlıurfa, bu dönemde Ruha diye anılmaktaydı.Hz. Osman zamanında Şanlıurfa ve tüm El Cezire eyaleti Şam'a bağlanarak Ebu Süfyan'ın oğlu Muaviye'nin yönetimine bırakılmıştır. Şanlıurfa artık İslam'ın bir sınır şehridir. Hulefai Raşidin döneminden sonra Şanlıurfa, Emevi yönetiminde 90 yıl büyük bir sükun ve huzur içerisinde gelişmesini sürdürmüştür. Miladi 750 yılında Emevi-Abbasi çatışması sonucunda Emeviler'in kesin yenilgisinin ardından Abdullah Bin Ali komutasındaki Abbasi orduları ciddi bir direnişle karşılaşmadan Şam ve Şanlıurfa havalisini Abbasi yönetimine bağlamıştır.Abbasoğulları Devleti'nin en büyük hükümdarı Harun El Reşit zamanına kadar El Cezire'nin en önemli iki şehri olan Şanlıurfa ve Harran, sürekli gelişmiş ve bu dönemde tarihinin en parlak dönemini yaşamıştır. Bu büyük hükümdarın 809 yılında ölümüyle diğer eyaletler gibi El Cezire eyaleti de önemini kaybetmiştir ve iki kardeş arasında (El Emin-El Memun) başgösteren taht kavgası yüzünden, sürekli ayaklanmalara sahne olmuştur. 1258 yılına kadar devam eden bu kargaşa sonunda Cengiz Han'ın torunu Hülagu Han, Bağdatı alarak Abbasoğulları Devleti'ne son vermiştir. Böylece, Şanlıurfa ve Harran şehirlerinin ulaşmış oldukları yüksek kültür ve parlak dönemler Abbasoğulları ile beraber yıkılmıştır.
Abbasoğulları Devleti 508 yıl yaşamış, dünya politika ve kültürü üzerinde yüzyıllar boyu etkili olmuştur. Özellikle Harran ve Harran'daki üniversite yani Büyük Cami, Moğol istilasından sonra bir daha eski durumuna gelememiştir.Harun Reşid'in bir diğer oğlu El Mutasım döneminde Arap kabileleri Şanlıurfa ve havalisinde küçük beylikler kurmuşlarsa da kendi aralarındaki kabile kavgaları sonunda zayıf düşmüşler, Bizanslılar Şanlıurfa'yı yeniden işgal etmişlerdir. Bu işgalle beraber Şanlıurfa yeniden büyük bir katliam ve yıkıma sahne olmuştur. Şanlıurfa uzun süre huzur ve sükuna kavuşamamış ve kanlı rekabetlerin baskısı altında yaşamak bahtsızlığına katlanmıştır.
ŞANLIURFA'DA SELÇUKOĞULLARI VE TÜRK HAKİMİYETİ
Şanlıurfa tarihinde ilk kez Selçukoğulları'nın istilası ile Türk egemenliğine girmiştir. Bu devlet, Anadolu'yu ebedi bir Türk yurdu yapmıştır. Bu genç Türk devletinin ikinci sultanı Alparslan 1071 yılında Bizans'a karşı kazandığı Malazgirt Savaşı'yla Anadolu kapılarını yeniden Türkler'e açmıştır.
Üçüncü Selçuk Sultanı Melik Şah, babasının yolunda yürüyerek Selçuklu İmparatorluğu'nun hudutlarını genişleterek, yolu üzerinde bulunan Şanlıurfa'yı kısa bir kuşatmadan sonra Bizans'tan kurtarmış ve şehri, komutanlarından Bozan Bey'in idaresine bırakmıştır (1087).Şanlıurfa uzun yıllar hasret kaldığı huzur ve sükuna Selçuklular ile birlikte yeniden kavuşmuştur. Baştanbaşa harap olan şehir yeniden imar edilmiştir.
HAÇLI SAVAŞLARINDA ŞANLIURFA
Şanlıurfa, Selçuklular idaresinde huzur ve sükun içerisinde yaşarken 1089 yılında Hacı olarak Kudüs'ten Avrupa'ya dönen Fransız asıllı Papaz Piyer Lermit, İslam Dünyası'nda görmüş olduğu refah ve saadeti Avrupa'da uğradığı yerlerin halkına anlatıyor ve Mesih'ten getirdiğini öne sürerek şu müjdeyi yayıyordu."Bir Müslüman öldüren cennete girecektir."
Hıristiyan Avrupa'sında açlık, yağma ve servet edinme arzusu taassup ve cehalet içindeki halk tabakaları Piyer Lermit'in mahirane gayretiyle harekete geçiyor ve Haçlı Orduları güruhlar, dalgalar halinde İslam yurdu Anadolu'ya akmaya başlıyordu.
Bu insanlık dışı saldırıların başlangıcında Selçuklu Devleti ikiye bölünmüş, Selçuk oğullarında taht kavgaları başlamıştır. I. Haçlı Seferi'nde büyük bir Haçlı topluluğu etrafı yakıp yıkarak Kudüs'e girerken başka bir topluluk da Fransız komutanlarından Baudouin komutasında Şanlıurfa'ya giriyordu. (1098)Merkezi Şanlıurfa olmak üzere kurulan bu kontluk yörede 48 yıl Latin Krallığı olarak hüküm sürmüştür. Şanlıurfa 1146 yılında Musul Atabeyi Alaattin Zengi'nin oğlu Nurettin Mahmut ve onun Başkomutanı Selahattin Eyyubi tarafından geri alınarak Fransız Kontluğu'na son verilmiştir. Şanlıurfa'nın Türkler tarafından geri alınması, II. Haçlı Seferi'ne sebep olmuştur. Selahattin Eyyubi'nin hatırasına kardeşi Adil Şah tarafından Selahattin-i Eyyubi Medresesi yapılmıştır. (bugünkü Yıldız Meydanı'nda bulunan Vakıflar Müdürlüğü binası)II. Haçlı orduları Selçuklu sultanlarından I. Mesut tarafından Eskişehir'de imha edilmiş ve böylece Şanlıurfa yeni bir Haçlı istilasından kurtarılmıştır.
OSMANLILAR DEVRİNE KADAR ŞANLIURFA
Selçuklu Devleti'nin yıkılışından sonra Şanlıurfa 1250 yılına kadar Eyyubi Devleti'nin yönetiminde kalacaktır. Eyyubi Devleti'nin yıkılışıyla Şanlıurfa Timur'un istilasına uğramıştır. Dicle'yi geçip Rasul-ayn bölgesindeki Türkmen Boy ve Oymaklarını darmadağın eden Timur, daha sonra ordularıyla Şanlıurfa'ya girmiştir. Bu arada Harran'da tahrip edilmiştir (1404).
Akkoyunlu hükümdarlarından Karayülük Osmanbey, Timur ordularının Anadolu'dan çekilmesinden yararlanarak Şanlıurfa'ya girmiş, şehrin idaresini oğlu Habil'e bırakmıştır. Fakat 1426'da Mısır Memlukluları şehri kuşatıp Vali Habil'i esir alarak Mısır'a göndermişlerdir. Bu olayla birlikte Şanlıurfa, Mısır yönetimine geçmiştir.
Akkoyunlu hükümdarı Karayülük Osmanbey, 1435 yılında öldüğü zaman ülkesini, oğulları aralarında taksim etmişlerdir. Bunların içinde Karayülük Osman Bey'in veliahtı olan Ali Bey, Mısır Sultanı'ndan muvafakat alarak Şanlıurfa yönetimini oğluna vermiştir. Ali Bey, Mardin Valisi Hamza Bey'e mağlup olunca önce Osmanlı Padişahı II. Murat'a, sonra da Mısır Sultanı Çakmak'a sığınmıştır. Böylece, Akkoyunlu yönetiminde olan topraklar Hamza Bey'in eline geçmiştir.Hamza Bey'in 1444'de ölümüyle Ali Bey'in oğlu Cihangir, Hamza Bey'in yerine geçmiş, ancak Şanlıurfa'nın idaresini kardeşi Kuveys'e bırakmıştır. Şanlıurfa 1450 yılında Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah döneminde Karakoyunlu yönetimine girmiş, fakat Kuveys bir yıl sonra şehri ve kaleyi tekrar geri alarak Karakoyunlular'ı Şanlıurfa'dan kovmuştur. Böylece Şanlıurfa, Memluklar'a bağlı olmak şartıyla Karakoyunlular ile Akkoyunlular arasında sürekli el değiştirmiştir.
Şanlıurfa'daki Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan'ın yaptırmış olduğu Hasan Padişah Camii halen kullanılmaktadır. Şanlıurfa 16.yy'ın başında İran'da kurulan Safavi egemenliğine geçmiştir.
OSMANLILAR DEVRİNDE ŞANLIURFA
16.yy başlarında Safavi hükümdarı Şah İsmail, Akkoyunlu Devleti'ni ortadan kaldırdığı zaman Akkoyunlu prenslerinden Sultan Yakup'un oğlu Murat, Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim'e sığınmıştı. Yavuz Sultan Selim İran seferine çıkarken Prens Murat'ı da yanına almış, ne var ki Murat 1514'de Safaviler'in elinde bulunan Şanlıurfa Kalesi kuşatmasında öldürülmüştür. Bu olay, Yavuz Sultan Selim'i son derece müteessir etmiştir. Yavuz Sultan Selim, İran seferini tamaladıktan sonra Diyarbakır Beylerbeyi Bıyıklı Mehmet Paşa'yı Şanlıurfa'nın fethine memur etmiştir. Bıyıklı Mehmet Paşa Safavi kuvvetlerinin Mardin'in 15 km güneybatısındaki Koçhisar'da yenmiş ve böylece bu bölgede Safavi gücü tamamen yıkılmış, kültür ve ticaret merkezi olan Şanlıurfa ve çevresi de Osmanlı İmparatorluğu yönetimine katılmıştır. (4 Mayıs 1516)
Şanlıurfa, Osmanlı idaresinin ilk zamanlarında Diyarbakır eyaletine bağlanmıştır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılan idari teşkilatla Vilayet yapılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman , İrakeyn Seferi sırasında, Şanlıurfa'da 16 Kasım 1535'te iki gün konaklamıştır.
Şanlıurfa 16.yy sonlarında yeniden kanlı olaylara sahne olmuş, bölgede çıkan ve tarihte Celali İsyanları diye bilinen ayaklanmalar, devlet tarafından bastırılmıştır.Urfa 1818'de Halep'e tayin edilen Hurşit Ahmet Paşa zamanında kaza haline getirilerek Halep eyaletine bağlanmıştır.
Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa Osmanlı ordularıyla Nizip'te çarpışmış ve bu savaştan galip çıkmıştır. Bu olayla birlikte Şanlıurfa Mısırlılar'ın istilasına uğramış ve bu istiladan çok zarar görmüştür. Şanlıurfa ve çevresi 4 yıl kadar Mısırlılar'ın elinde kalmıştır (1839).Daha sonra Şanlıurfa, Maraş, Kozan ve Adana sancakları birleştirilerek Halep Vilayetine bağlanmıştır. Bu büyük vilayetin valiliğine de Ahmed Cevdet Paşa getirilmiştir. Şanlıurfa, 1867/68'de Halep'in sancağı, kaza iken I. Dünya Savaşı sıralarında da müstakil sancak olmuştur. I. Dünya Savaşı'ndan sonra İngilizler Mondros Mütarekesi'ne istinaden 7 Mart 1919'da Şanlıurfa'yı işgal etmişler, kısa bir süre sonra da Fransızlara terk etmişlerdir. Sevr Antlaşması'na göre (10 Ağustos 1920) Şanlıurfa, Fransız mandası altına giren Suriye'ye terk edilmiştir. Fakat bu karar uygulanamamıştır.
Şanlıurfalı, Milis Kuvvetleri oluşturarak Fransız işgaline karşı koymuş ve 11 Nisan 1920'de şehri kurtarmıştır. Daha sonra İtilaf Kuvvetleri ile imzalanan Ankara Antlaşması'yla (21 Ekim 1921) Şanlıurfa Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kalmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra da, 1924'te vilayet olmuştur.
KURTULUŞ SAVAŞINDA ŞANLIURFA
Urfa ve çevresi, mütarekenin kapsamı dışında kalmasına rağmen Mondros Mütarekesi'nin 7. maddesi bahane edilerek 7 Mart 1919 (Resmi belgelere göre 24 Mart) tarihinde İngilizler tarafından işgal edilmiştir.
30 ekim 1919 tarihine kadar süren İngiliz işgalinde, Urfa'da belirtilmeye değer önemli olaylar gelişmemiş, ne varki İngilizler işgal süresince, aşiretleri silahlandırarak birbirlerine düşürmeye çalışmışlardır. İngilizler, petrol bulunan bölgelerde kısmen başarılı olmuşlardır. Böylece, bölgede "İngiliz Muhibbi" aşiretler ortaya çıkmıştır.İngiltere ile Fransa arasında yapılan Sykes-Picot Antlaşması'yla bölge nüfuz alanlarına ayrılmış ve Urfa 15.9.1919 tarihli "Suriye ve Kilikya'da İşgal Kuvvetlerinin Değiştirilmesine İlişkin İngiliz-Fransız Anlaşması" gereğince Fransa'nın payına düşmüştür.
Urfa, 30-31 ekim günlerinde Fransızlarca işgal edilmiştir. İşgal kuvvetlerinin ancak 100 kadarı Fransız, geri kalan büyük kısmı ise çoğu Müslüman olan sömürge askerlerinden oluşmuştur.Şehirde, Jandarma Komutanı Ali Rıza Bey'le Belediye Reisi Hacı Mustafa'nın önderliğinde oluşturulan Müdafaai-Hukuk Cemiyeti, giderek güç kazanmış ve gelişmiştir. Cemiyetin varlığını haber alan Fransızlar, Ali Rıza Bey'i Fransız karargahına çağırarak tutuklamış, ancak Ali Rıza Bey bir yolunu bulup Siverek'e kaçmıştır. Bu olaya, çok sinirlenen Fransızlar, halkı yıldırmak için sert uygulamalara yönelmiş bununla da yetinmeyerek memurların atanmasından belediye bütçesinin düzenlenmesine kadar her alanda yönetimi ele geçirmeye çalışmışlardır.
Binbaşı Ali Rıza Bey'in yerine atanan Yüzbaşı Ali Saip bey, 29 aralık 1919 tarihinde Urfa'ya gelmiş, burada harekete hazır bir Cemiyet bulmuş ve görüşmelere başlamıştır.
15 Ocak 1920'de bir ayaklanma planlayan Ali Saip Bey, bu girişiminin Fransızlarca haber alınması üzerine Siverek'e kaçmıştır. Siverek'te Cudi Paşa ve Mehmet Emin Bey gibi aşiret ileri gelenleriyle görüşüp kuvvet toplayan Ali Saip Bey; Badıllı Sait Bey ile İzollu Bozan Bey kuvvetlerinin de katılmasıyle oluşan millî kuvvetlerle 7 Şubat günü Karaköprü Köyü'ne gelmiştir. Fransızlara şehri 24 saaat içinde boşaltmaları için gönderilen ültimatom kabul edilmeyince Urfa Müdafaai Hukuk Cemiyeti'nin yöneticilerince karşılanan kuvvetler, Cemiyet Milisleri'yle birlikte şehri işgal etmiş ve Fransızları yerleştikleri binalarda kuşatmışlardır. Suruç ve Akçakale aşiretlerinin de katılmasıyle düşman kuvvetinin çok üzerinde bir kuvvet oluşmasına rağmen, savaşanların düzenli birlik disiplininden uzak olmaları ve savaşçıların iyi yönetilememesi yüzünden bu kuşatma hem uzamış, hem de çok kayıp verilmiştir.
Kuşatmanın uzaması her iki tarafı da yıpratmış ve karamsarlığa düşmelerine yol açmıştır. Urfalılar sık sık resmi (askeri) kuruluşlardan düzenli birlik gönderilmesini istemiş, ancak düzenli birlik göndermenin Fransa'ya savaş ilanı anlamına geleceğini düşünen hükümet buna yanaşmamıştır. Erzaklarını tüketen ve artık katırları kesip yemeye başlamış olan Fransızlar, Cerablus'dan bekledikleri yardım gelmeyince Urfa'dan 'şerefle' ayrılmanın yollarını aramaya başlamışlardır. Bulunan çözüm şöyle olmuştur: Ermeniler Türkler'e başvurup, "Fransızlara, Ermenilerin yiyeceklerinin bittiğini, kuşatma sürerse açlıktan öleceklerini söylerseniz bizi bu durumdan kurtarmak için şehri terkederler," diyecekler; bunun üzerine Fransızlar 'insani' duygularla şehri terkedeceklerdi. Ancak Ermeni cemaati bu formüle yanaşmamıştır.
Bu gerekçeyle şehrin boşaltılması gerçekleşirse, Fransızlar gittikten sonra Urfalılar, "Fransızlar sizin için geldi ve sizin hatırınız için gittiler" diyerek Ermeniler'den öç almaya kalkabilirlerdi. Bunun üzerine Fransızlar Amerikan Yetimevi Yöneticisi Mis. Holmes'la bağlantı kurmuşlar, Müdafaai Hukuk Cemiyeti ile yapılan görüşme sonucunda da birtakım şartlarla Urfa'dan gitmeyi kabul etmişlerdir. Buna göre Ermeniler'in can güvenlikleri sağlanacak, Amerikalılar'ın malları ve hakları korunacaktı. Urfa'da ölen Fransızların mezarlarına saygı duyulacak, ağırlıkların taşınması için yük arabaları ve deve verilecekti. Esirler geri verilecek, Urfa eşrafından 10 kişi gidecekleri yere kadar onlara eşlik edecekti.
Eşraftan on kişi yerine Jandarma Teğmeni Ömer İzzet Efendi komutasındaki on jandarma eşliğinde, geceyarısı, Suruç yolundan Cerablus'a doğru hareket eden Fransızlar'ın şehri terkediş şekli, Müdafai Hukuk Cemiyeti Üyeleri'nin bir bölümü Ali Saip ve bazı Cemiyet üyelerinin şartları kabul etmelerini içlerine sindirememişlerdi. Gece, Fransızlar'ın geçecekleri yol üzerinde, Şebeke Boğazı'nda mevzilenen milis ve aşiret kuvvetleri Fransızlar'la gün doğuşuna kadar çatışmışlardır. Silah seslerinin duyulması üzerine bütün şehir halkı, Şebeke'ye koşmuştur. Üç saat süren çatışma sırasında Urfalılar çok kayıp vermiş; Fransızlar'ın kaybı ise 296 ölü ve 67 yaralı olmuştur. 140 kadar Fransız da esir edilerek Urfa'ya getirilmiştir. Urfa'nın kaderini belirleyen ve şehre yıllar sonra "Şanlı" ünvanını kazandıran bu Savaş 11 Nisan 1920 günü meydana gelmiştir.
TBMM TARAFINDAN URFA'YA "ŞANLI" ÜNVANININ VERİLMESİ
Urfa milletvekili Osman Doğan ve 17 arkadaşının, Kurtuluş Savaşında gösterdiği kahramanlıktan dolayı Urfa ili adının "Şanlıurfa" olarak değiştirilmesine ilişkin kanun teklifi TBMM tarafından 12.6.1984 tarihinde kabul edilerek kanunlaşmıştır.
Urfa ilinin adının Şanlıurfa olarak değiştirilmesi hakkındaki 3020 sayılı kanun 22 Haziran 1984 tarih 18439 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
ŞANLIURFA
Mezopotamya�nın en eski yerleşim merkezlerinden biri olan Şanlıurfa, su kaynaklarına yakın olması ve ticaret yolları üzerinde bulunmasından dolayı tarih boyunca stratejik bir öneme sahip olmuştur. Kentin 11 bin yıllık bir tarihi geçmişi vardır. Merkeze bağlı Örencik köyü sınırları içinde yer alan Göbekli Tepede yapılan kazılarda ele geçen buluntular bu tarihi geçmişi kanıtlamaktadır. M.Ö. 9 binli yıllara uzanan bu süreçte; Ebla, Akkad, Sümer, Babil, Hitit, Hurri-Mitanni, Arami, Asur, Pers, Makedonya, Roma, Bizans gibi uygarlıkların egemenlikleri altında yaşayan Urfa 1094 yılında Selçuklu topraklarına katılmış, 1098�de Haçlı kontluğu idaresine girmiştir. Eyyubi, Memluk, Türkmen aşiretleri, Timur Devleti, Akkoyunlular, Dulkadir Beyliği, Safevilerden sonra da Osmanlı sınırları içine katılmıştır.
Şanlıurfa'nın bilinen en eski ismi Aramiler tarafından verilen Urhay idi. M.Ö. 3. yüzyılda, Makedonya krallığı İskender döneminde Anadolu'ya girince Güney-Doğu Anadolu Bölgesi ve Urfa Makedonların eline geçti. Makedonlar "Suları Bol" anlamına gelen Edessa ismini vermişlerdir. Edessa o dönemde Makedonya'nın başşehrinin ismi idi. Urfa adının kaynağına ilişkin çok sayıdaki savdan hemen hiçbiri kesinlik kazanmamıştır. Bunlardan biri, Urfa adının süryanice �Urhai� sözcüğünden türediği, Urhai�nin ise Arapça �Suyu Bol� anlamına gelen Er-Ruha�dan kaynaklandığı yolundadır. Urhai�nin Orhe, Orhai gibi farklı kullanışları sonunda Urfa adı ortaya çıkmıştır. Süryani Vakayinamesi�ne göre bu ad Hewya�nın oğlu Urhai�den gelmektedir.
Ayrıca Hitit Vesikalarında geçen Ruhua veya Ruj�uanın bugunkü Urfa olduğu iddialar arasındadır.
1919 yılından önce İngilizlerin daha sonrada Fransızların işgaline uğrayan Urfa 11 Nisan 1920�de işgalden kurtarılmış, 1984 yılında T.B.M.M. tarafından çıkartılan bir yasa ile Ulusal Kurtuluş Savaşında gösterdiği kahramanlık nedeniyle �Şanlı� ünvanını almıştır. Şanlıurfa kenti dini, arkeolojik, folklorik değerleri ile köklü bir kültür tarihine sahiptir. Büyüleyici bir çok uygarlık bu kenti, bir bölümü hala keşfedilmeye çalışılan 11.000. yıllık geçmişin varisi kılmıştır. Bu topraklar tapınakları, kiliseleri, camileri, medreseleri, sarayları ve kervansarayları ile geçmişi her an yaşar gibidir.
MİMARİ YAPI
Şanlıurfa�nın şehir dokusunu süsleyen çarşılar, evler, konaklar, çeşmeler, hamamlar, su kemerleri, köprüler, camiler, türbeler kale ve surlar kentin tarihi ve toplumsal silüetini yansıtır durumdadır.
Osmanlı Döneminin ticaret mekanlarını günümüzde yaşatan Gümrük Hanı, Kazzaz Pazarı (Bedesten), Sipahi Pazarı, Kürkçü Pazarı, Keçeci Pazarı, Attar Pazarı, Oturakçı Pazarı,Kasap Pazarı gibi tarihi çarşılar kentin ticaret yaşamına canlılık kazandırmaktadır.
Haremlik ve selamlık bölümleri ile, dışarıya bağlantıyı sağlayan zarif çardak(köşk)larıyla,sıcağın evdeki yaşamı etkilememesi için oluşturulmuş eyvanlarıyla �Şanlıurfa Evleri�, Anadolu konut mimarisinde önemli bir yer tutmaktadır. Hacı Bekir Pabuççu Evi, Kürkçüzade Halil Hafız Efendi Evi, Mahmut Nedim Efendi Konağı, Küçük Hacı Mustafa Hacıkamiloğlu Konağı günümüze ulaşan örneklerdir.
Veli Bey, Sultan, Vezir, Cıncıklı, Eski Arasa, Serçe ve Şaban Hamamları ile Hekim Dede,Firuz Bey,Şeyh Saffet Çeşmeleri; Karakoyun Su Kemeri,Hacı Kamil,Ali Saib Bey ve Hızmalı Köprü �su mimarisinin� yaşayan eserleridir.
Cami ve türbelerde Şanlıurfa�nın �Peygamberler Şehri� olarak anılmasını destekler niteliktedir. Ulu Cami, Halil-Ür Rahman, Eski Ömeriye, Nimetullah, Kadıoğlu,Hasan Padişah, Rızvaniye camiileri ile Şeyh Mesud, Çift Kubbe, Seyyid Maksud Türbeleri �dini mimari� örneklerinden birkaçıdır. Şanlıurfa�yı çevreleyen kale ve surlar da kenti süsleyen askeri yapılar arasındadır.
ŞANLIURFA İLİNDE ÖNDE GELEN TARİHİ VE ARKEOLOJİK ESERLER
Şanlıurfa ilinde korunmasına karar verilmiş başta 329 tarihi ev, 39 cami, 12 han, 15 köprü olmak üzere birçok tarihi eser bulunmaktadır. İldeki tescilli eserlerin toplam sayısı 1100 civarındadır.
İlimizde bulunan belli başlı eserler arasında; Şanlıurfa Kalesi, Şanlıurfa Ulu Cami, Mevlid-i Halil (Dergah), Balıklıgöl, Hz Eyyüp Mağarası, Gümrük Hanı, Kapalı Çarşılar, Karakoyun Deresi Su Bendi, Hızmalı Köprü, Millet Köprüsü, Tarihi Kışla(Millet)Hanı, Reji Kilisesi, Selahattin Eyyubi Camii, Mahmutoğlu Kulesi, Nemrut Tahtı (Der Yakup), Harran ve Harran Kalesi, Harran Ulu Cami, Harran Höyük, Şeyh Yahya Hayat el-Harrani Türbesi, Geleneksel Harran Evleri, İmam Bakır ve Cabir el-Ensar Türbeleri, Han El-Ba�rür Kervansarayı, Bazda Mağaraları, Şuayb Şehri, Soğmatar Harabeleri, Çimdinli Kale, Birecik Kalesi, Çarmelik Kervansarayı; Sultantepe Höyüğü, Titris Höyüğü, Nevaliçori Höyüğü, Şaşkan Höyüğü, Lidar Höyüğü, Söğüt Höyüğü, Hasek Höyüğü, Kurban Höyüğü, Göbeklitepe-Gürcütepe Höyüğü, Tilmusa- Tilbaş Höyüğü gibi eserler sıralanabilir.
SOĞMATAR
Şanlıurfa, Mardin yolunun 35. km'sinde Mercihan Nahyesinin ilersinde sağa ayrılan 30 km şose yol Tek Tek Dağları arasından bizi Soğmatar kentine götürür. Soğmatar Şanlıurfa'dan 65 km uzaklıktadır. Sumatarla (Yardımcı) Soğmatar kelimelerinin birbiriyle karıştırılmaması gerekir. Sumatar Şanlıurfa Akçakale yolu üzerinde 29 km Şanlıurfa'dan uzaklıkta ilin güneyine düşer, Soğmatar ise Şanlıurfa Mardin istikametindedir.
Soğmatar M.S.1 ve II. Yüzyılda Süryaniler tarafından iskan edilen bir höyük ve bunun üzerinde M.S.11 Yüzyıla ait kale, burç ve kalıntılarıyla köy içersinde dini yapı kalıntıları bulunmaktadır. Soğmatarda kökü Harran Sin Kültürüne dayanan sabizim ve Baştanrı Marilaha'nın kültür merkezi olduğu bilinen örende baştanrıya ve mukaddes gezegenlere (Güneş, Ay, Satürn, Jüpiter, Mars, Venüs, Merkür) ibadet edilen ve kurban kesilen açık hava mabedi olup, önemli kalıntıları teşkil etmektedir. Bu mabedin duvarlarında Süryanice yazılar ve gezegenleri tasvir eden insan rölyefleri işlenmiştir. Ayrıca kalenin batısında bulunan tepe üzerindeki kayalar üzerinde Tanrıları tasvir eden rölyefler ve Süryanice yazılar bulunmaktadır.
Soğmatar�da Roma devrine ait çok sayıda kaya mezarları bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi anıt mezar özelliği taşıyan üç tanesi köyün kuzey batısındadır. Soğmatar şehrinde görülmeye değer tarihi şehir kalıntılarına rastlanmakta olup, görülünce gerçekleri ortaya koyan özelliklere rastlanır.
ŞUAYP ŞEHRi
Soğmatardan güneye doğru devam eden şose yoldan 17 km (Şanlıurfa'dan 82 km) bugün Harran bucağına bağlı Özkent adıyla anılan tarihi Şuayp şehri harabelerine varılmaktadır. Ören yerindeki mevcut kalıntılar Romalılar devrine aittir. (M.Ö.96-M.S.395) Şuayp şehrinde yapılmış mağaralar, bina kalıntıları ve taş kemerler görülmeye değer tarihi ve turistik büyük konaklar saraylar tarihin kalıntı simgeleri olup, halen özelliklerini kaybetmemiştir.
Hz. Musa Şuayp Peygamberin yanında 7 yıl çobanlık yapmış ve sihirli asasını Şuayp Peygamberden burada almıştır. Şuayp Şehri Romalılardan Arap akın ve saldırılarına maruz kalarak, Arap-Roma çekişmesi Kavatlara fırsat vererek şehri istila etmişlerdir. M.S.548 yılında Sasanilerin bir gece baskını ile Şuayp Şehri Kavatlar tarafından istila edilmiş, M.S. 638 yılında Arap Devri başlarken Şuayp Şehri Hakem Bin Hişam tarafından zapt edilen şehir 1030 yılında Bizanslıların, 1043 yılında Flarabusun eline geçen, 1096 yılında Selçuklu kumandanı Emir Bozan Bey tarafından alınır, daha sonra Musul Atabeyi Nurettin Zengi tarafından zapt edilir. Şuayp şehri Moğol tahribine uğrayarak yağma edilmiş, Selçukluların ve İranlıların elinde devamlı el değiştirerek sonunda Türkmen aşiretlerinin elinden Akkoyunlu Devleti tarafından imha edilerek köy haline getirilmiştir.
HAN-EL BAĞRUR KERVANSARAYI
Harran ilçesinden 23 km uzaklıkta, Selçuklu mimarı tarzında yapılmış olup, eski Halep, Bağdat, Urfa Kervanyolu üzerindedir.
65x66 metrelik bir alan üzerinde inşa edilmiş olan kervansarayın kuzey cephesindeki portal kitabesinde 826 (1128-1129) tarihinde
Elhaç Hüsamettin Ali Bey İmat Bin İsa tarafından yapıldığı yazılıdır. 8 metrelik bir tünelden girilip, tünelin sağ tarafında bir mescit sol tarafında Hanın muhafız odaları, gözetleme kulesi, avlunun sağ tarafında misafirhaneler, ön ve arka taraflarında ise aşhane, erzak deposu, bedestenler yer almaktadır. Kervansarayın giriş kapısı üzerinde Selçuklu ve Arap sülüsü ile yazılmış kitabe mevcuttur.
RUMKALE
Rumkale, Birecik Ovasının kuzeyinde, Fırat nehrinin kıyı kesiminin doğusunda, Şanlıurfa yoluna bakan bir tepe üzerindedir. Birecik'i kuzeyden ve kuzeydoğusundan sınırlar. 20. Yüzyıl başlarında kuzeyden Hısn-ı Mansur, doğudan Urfa ve Suruç kazaları, güneyden Birecik, batıdan Pazarcık ve Ayıntab (Antep) kazaları ile çevrili olduğu belirtilir. Kazanın merkezi Halfeti kasabasıdır. Kazanın batı yanı taşlık, doğusu ise düz ve mamurdur. Ormanlarla dolu Karadağ ve Marzeman dağı yer alır. Bu ormanlardan elde edilen kereste odunu ve kömür Ayıntab, Birecik ve Urfa'ya ihraç olunur. Kazanın ortasından ve kuzeyden güneye doğru, Marzeman ve kara suyun karıştığı Fırat nehri akar. Özellikle bahar aylarında nehir kenarında darı, kavun ve karpuz yetiştirilir.
Yerleşimi nedeniyle Rumkale, Assur Kralı III. Salmanassar tarafından 855'te alınan Şitamrat şehri olarak kabul edilmektedir. Buna karşılık Nöldeke, yerleşimi Fırat kıyısında bugünkü Belkıs köyünün yukarısındaki Urum (Hörum) olarak kabul etmiş, sonraki araştırmacılar Urima'nın Rumkale olduğunu öne sürmüşlerdir.
Urima piskoposluğundan Ermeni Kogh Vasil, Franklardan almış olduğu Harsn Msur (Hısn Mansur), Sareş (Turuş) ve Uremn (muhtemelen Urima) havalisini Antakya'lı Tancredeye geri verdi. Süryani vakahinamecilerine göre, Kogh Vasil ve sonra dul zevcesi adına yönetimin başına geçen Kürtig'in elinde Kayşum Raban, Behesne ve Kal'a Rhomayta şehirleri bulunmaktaydı. Rumkale'nin Süryanice isimli olan Kala'a Rhomayta, büyük bir olasılıkla Kogh Vasil'in Uremn'ine karşılık gelmektedir.
554/23 Şubat 1105-22 Şubat 1106 yılında Pahlavuni sülalesinden Vakkas'ın oğlu Grigoris'in (Magistros) oğlu olan ve Vahram da denilen Aza Katolikos Grigoris öldü. Sonrasında 562/21 Şubat 1113'te Katolikos Barseg makamını Grigoris'e verdi. Pahlavuni olarak adlandırılan III. Grigoris, II.Grigoris'in Rumkale'yi Josceln'in dul karısından ve oğlundan satın almış, katolikosluk makamını buraya yerleştirmiştir. III. Grigoris 1113'ten 1166'ya kadar bu makamın başında bulunmuştur. Katolikosluk makamı Rumkale'nin Memluklu Sultanı Melik El-Eşref tarafından alındığı 1292'ye kadar burada kalmıştır.
Grigoris'in halefi şair Nerses Mayıs 1170 ve Mart 1172'de mezheplerin birleştirilmesi nedeniyle kendisi ve imparator Manuel Kommenos'un elçisi Theorianos, Kayşum baş patriği Mikael'in elçisi rahip Theodoros Bar Vahbun arasında Rumkale'de ve Kayşumda toplantılar yapıldı. 1173'te Nerses'in ölümünden sonra, yeğenlerinden en küçüğü Rumkale'de katolikos ilan edildi ise de, büyük yeğeni Nureddin'den bir ferman alıp kendisini 3 Eylül 1173'te katolikos ilan etti. IV. Grigoris Manug (Dirasu) patrik atandı Kilikya prensi Leon, V. Grigoris'i yerinden alıp Kopitar (Gudibara) kalesine hapsetti, o da buradan kaçmak isterken öldü. Ermeniler, yerine Sahanın Gregoras'ı IV. Grigoris Abvad adı ile patrikliğe getirdiler.
13. Yüzyılda Rumkale'de bir çok Yakubi bulunmaktaydı. Yakubi patriği II. Ignace, diğer eserlerinin yanı sıra Rumkale'de muhteşem bir kilise yaptırmıştır. Sonraları kaleyi patriklik makamı olarak seçmiştir. II. Ignace 1252'de Rumkale'de ölmüş, yerine Yakubi patriği III. Ignace Barşavma Manastırı'nı Rumkale'li Şemona karşı savunmak kalmasına rağmen daha sonra barışmışlardır. III. Ignace öldükten sonra Rumkale'li Yakub 1283'te yeğeni Philoxenos'u patrik atadı. Patriğin Barşavma'da 1292'de ölmesiyle, Yakubi Patrikliği çöktü.
Rumkale'de bu olaylar yaşanırken, aynı zamanda yerleşim Memluklu saldırılarına maruz kalmıştır. Memluklu hükümdarı Kalavun zamanında Baysarı'nın kumandasındaki Mısır ordusu, Suriye güçleriyle birleşerek 19 Mayıs 1279'da Rumkale üzerine yürümüş ve Parmazan nehri üzerinde ordugah kurmuştur. Katlikos'a elçi olarak biri Arap, diğeri Ermeni iki kişiyi gönderdiler ve Katolikos'tan kaleyi teslim etmesini, rahipleri ile birlikte Kudüs'e veya Kilikya'ya çekilmesini istediler. Katolikos bu teklifi kabul etmeyince, Memluklular yerleşimin Ermeni kesimini yağma ettiler. Ardından yerleşime giren Memluklar kaleyi ateşe verdiler. Bunun sonucunda tüm nüfus İç Kale'ye çekilince, Memluklular Rumkale'yi terk etti. Memluklular daha sonra El-Eşref Halil zamanında (1292) Rumkale'ye karşı yeni bir sefer yaptılar. Bunun sonucunda 29 Haziran 1292'de oldukça tahrip gören kale düştü. Sonrasında Rumkale, sultanın emri üzerine Suriye naibi Sancar Şuca tarafından tamir ettirildi ve Kal'at El-Müslimin adını aldı. Rumkale Memluklular zamanında yeniden uç kalesi olarak kullanılmışsa da eski parlak dönemini bir daha yaşayamamıştır. Mercidabık savaşından (1516) sonra Rumkale Osmanlı egemenliğine girdi ve Halep eyaletine bağlandı. 1737'de ise eyalet olmuş, kale, dere beyleri ve yerel yöneticiler tarafından idare edilmiştir.
17. Yüzyılın ortalarında Rumkale'yi ziyaret eden Evliya Çelebi, bir tepe üzerinde de gayet sağlam ve müstahkem bir kale olduğunu, 922/1516 tarihinde Mısır hakimi Melik Gavri'den Sultan Selim tarafından alınarak imar edilmeye çalışıldığını ancak 17. Yüzyılda o kadar mamur olmadığını dışarıda camisi, hanı, hamamı ve küçük çarşısı bulunduğunu (Merzeban) suyunun kale dibinde Fırat'a karıştığını belirtir.
1838 yılında Rumkale'yi ziyaret etmiş olan Mareşal Von Moltke eski Roma Surlarının kalıntılarını dolaştığını derin ve sarp vadi içinde akmakta olan Fırat nehrinin gümüş bir şerit gibi ayaklar altında uzandığını, bir zamanlar İskender, Kurus (Pres Kralı) Ksenefon (İ.Ö. 427'de doğmuş Yunan fizolofu), Sezar Julianın (Roma İmparatorları) ay ışığında bu nehri atların sırtlarında geçtiğini yazar. Eskiden Fırat nehri üzerinde bir köprü bulunduğunu, Romalıların burada hemen hemen hiç yolu bulunmayan bir bölgede koloni kurmalarının sebebinin bu olabileceğini belirtir. Rumkale'de kayanın nerede bittiği ve insan eserinin nerede başladığını kestirmenin güç olduğunu kaya duvarının üzerinde beyazımsı taştan 60 ayak yüksekliğinde mazgallar, burçlar ve kulelerle donatılmış surlar bulunduğunu, altı kule kapısının olduğunu söyler. Oldukça yakın zamanlarda Ermeni papazların merkezlerinden biri olmuş kalede muhteşem bir manastır kurduklarını, Roma kartalları kısmen kazınmış büyük sütunların yerlerde yattığını, görkemli surların hala ayakta durduğunu, 80 ayak derinliğinde bir hendekle kayanın düzlükten ayrıldığını, evlerinin kısmen veya tümüyle kayadan oyulduğunu anlatır.
Kazanın nüfusunu 20. Yüzyılın başlarında Türkler, köylerin ise Ermeniler ve Yezidiler oluşturmaktaydı. Kazanın başlıca ürünleri arpa, buğday, darı, nohut, fıstık, üzüm, incir, nar, ceviz, zeytin, zeytinyağı, yayık ve nefis sade yağdı. Efamiye adıyla tanınmış bu kazanın eskiden mamur ve önemli bir yer olduğu anlaşılır. Kazanın her yerinde önemli harabeler görülür. Rumkale, eski zamanlarda Kale-i Zerrin (Altın Kale) adıyla ünlüydü. 20. Yüzyılın başlarında Rumkale kazasında 11.831'i kadın ve 12.351'i erkek olmak üzere 24.182 Müslüman, 295'i kadın ve 274'ü erkek olmak üzere 569 Ermeninin yaşadığı anlaşılır.
Halfeti (Şanlıurfa) ile Gaziantep arasında sınır oluşturan Fırat ırmağı kıyısında yükselen Rumkale'den güneye doğru ırmak sahili izlenirse Suriye sınırları içindeki Carabulusa kadar bir çok kalenin yer aldığı görülür. Aynı noktadan kuzeye doğru yol alındığında, Samsun'a kadar başlıcalarını Amasya, Tokat ve Sivas kalelerinin oluşturduğu tahkimat yapılarıyla karşılaşmaktadır. Rumkale bu kaleler zincirinin en önemli halkasıdır. Fıratın batı yamaçlarında ve sert kalkerli kayalar üzerine inşa edilmiştir. Doğu, kuzey ve batısındaki duvarlar yüksek kayalarla çevrilidir. Kale günümüzde harap bir durumdadır. Kapladığı alan yaklaşık 3.500 metre karedir. Büyük ve kesme taşlarla inşa edilen kalenin güney doğuya açılan tek kapısı vardır. Kalede; kale beyinin konağının kalıntıları, 12. Yüzyılın 2. Yarısına ait Aziz Nerses Kilisesi, çok sayıda kalıntı, su sarnıçları ve bir kuyu yer almaktadır.
Rumkale'deki eserler:
Kale
Aziz Nerses Kilisesi
Barşavma Manastırı
Tarihi ve kültürel kalıtı içeriğinde barındıran, Birecik Barajının yapımından sonra büründüğü özgün kimliğiyle HALFETİ İlçesi önemli bir turizm potansiyeline kavuşmuştur. Şöyle ki Halfeti�de yaşamın tüm renklerini görmek mümkün. Kentin simgesi haline gelen �siyah gül� yerli yabancı tüm konukların ilgisini çekmekte, önemli bir ticaret potansiyeli içermektedir. İl Özel İdaresi tarafından satın alınan motorla su yoluyla Rumkale�ye ulaşım olanaklı hale gelmiş olup, İlçe önemli bir turizm potansiyeli içermektedir.
Peygamberler şehri olarak bilinen Şanlıurfa Tarihini öğrenmek istermisiniz meleklerim
ESKİ ÇAĞLARDA ŞANLIURFA
Şanlıurfa'nın bilinen belgesel tarihi M.Ö. 2000 yıllarında Hurri-Mitanni ile başlar. Bu devletin başkenti Vaşugan (Resul Ayn)'di. Bu dönemde Şanlıurfa büyük bir kültür merkezi olmuştur. Daha sonra büyük tarihi göçlerle bu bölgeye Sümerler ve Sümer Uygarlığı hakim olmuştur.Sümer, Akat ve Elam Uygarlıkları'na tanık olan Şanlıurfa ve çevresinde Keldani, Hurri, Mitanni ve Asur uygarlıkları da egemen olmuştur.
Asur devletini kuran, devlet merkezi Asur Şehri'ni yaptıran I.Şemis Ruman'dır. Asur Devleti'nin M.Ö. 606 yılında yıkılmasından sonra M.Ö. 4. yy'da Keyhüsrev kumandasında İran orduları tarafından Pers egemenliği altına sokuluncaya kadar Şanlıurfa, ateşgede merkezi olarak yeryüzünde çok önemli bir uygarlık bölgesi sıfatıyla tarih boyunca ün ve önem kazanmıştır. Bu arada Asur Prensleri, başkenti Harran olan yeni bir Asur Krallığı kurmuşlardır. Bu devletin ömrü pek kısa olmuş, Harran, Pers kavimleri tarafından tahrip edilmiş ve son Asur Prensliği de tarihe karışmıştır.
Şanlıurfa M.Ö. 332 tarihine kadar Pers İmparatorluğu yönetiminde kalmıştır. Pers Kralı III. DARA (Daryus) İsos Savaşı'nda Mekadonya Kralı İskender'e yenilince, Yukarı Mezopotamya ve dolayısiyle Şanlıurfa, Makedonyalılar'ın eline geçmiştir. Şanlıurfa bundan sonra Helen Uygarlığı'nın bir kültür merkezi olmuştur. Büyük İskender, Hindistan seferi dönüşünde ölünce, yönetimi altındaki ülkeler, generalleri arasında taksim edilmiştir. Şanlıurfa General Selefkos'un yönetimine girmiştir. Selefkos, Şanlıurfa'ya İskender'in Makedonya'da doğduğu şehrin adı olan 'Edessa' adını vermiştir. Helen yönetimi ve kültürü Şanlıurfa'da 237 yıl sürmüştür. Selefkoslar dönemi, Romalılar'ın Pompeus kumandasındaki ordularının Urfa'yı almalarıyla tarih sahnesinden silinmiştir. Bu olayla Şanlıurfa'ya Romalılar hakim oluştur.
ŞANLIURFA'DA OSRHOENE KRALLIĞI
Helenizm devrinde Selefkos Devleti'nin son yıllarında Mezopotamya'da birtakım beyliklerin kurulduğunu görmekteyiz. Bu kavimler zamanla kuvvetlenerek merkezi Şanlıurfa olmak üzere Osrhoene Krallığı'nı kurmuşlardır. (M.Ö.132)Latin tarihçilerinden Tasitüs ve Pelin, Osrhoene krallarını Abgar diye adlandırmışlardır. Hıristiyanlık dininin V. Abgar (Ukama) zamanında Şanlıurfa'da yayıldığı ve Ukama'nın Hz. İsa'yı Şanlıurfa'ya davet ettiği rivayet edilmektedir. Osrhoene Krallığı M.Ö.132 yılında kurulmuş ve M.S.244 yılına kadar bağımsız yaşamıştır. Bilahare Roma'nın hakimiyetine girmiştir. Roma idaresinde Şanlıurfa sıradan bir şehir iken, Roma İmparatoru Büyük Konstantin zamanında ehemmiyeti anlaşılarak eyalet haline getirilmiştir. (M.S.349)Osrhoene Krallığı devrine ait Şanlıurfa'daki tarihi eserlerin en kıymetlisi Kale'deki çifte sütundur. Halk tarafından bu sütunlara mancınık denilmektedir. Bu sütunlar Osrhoene krallarından Eftuha tarafından eşi Şalmet adına dikilmiştir. Bu sütunlardan başka civarında bir çok esere rastlanmaktadır.
Yaklaşık dörtyüzyıl ayakta kalan bu krallık, Hristiyanlığı kabul ettikten sonra gelişmeye başlamıştır. Bu krallığın yükselme dönemi Hıristiyanlıkla başladığı gibi yıkılışı da Hıristiyanlıkta baş gösteren mezhep çatışmalarından olmuştur. Sonunda yıkılmaya yüz tutmuş, M.S.244 yılında Roma hakimiyetine girmiştir.Roma İmparatorluğunun Batı ve Doğu diye ikiye bölünmesi üzerine Şanlıurfa Doğu Roma İmparatorluğunun sınırları içinde kalmıştır. Şanlıurfa uzun yüzyıllar tarihte Bizans İmparatorluğu diye anılan bu yeni devletin idaresi altında kalmıştır. Bizans ve İran'ın yüzyıllar boyu devam eden kanlı boğuşmalarında Şanlıurfa daima ön safta yer almış ve elden ele geçmiştir. Bu olaylar şehrin yıpranmasına harap olmasına sebep olmuştur.
ŞANLIURFA'DA ARAP HAKİMİYETİ DEVRİ
İslamiyetin doğuşu yıllarında Şanlıurfa Bizans İmparatorluğu idaresinde bir eyalet merkezidir. Bizans tahtında Heraklius Şanlıurfa eyaletinde de vali ve kumandan olarak Hoannnes gibi Bizans'ın güçlü bir generali bulunuyordu.Hicretin 18. yılında (640) İslam Devleti'nin başında oldukça yetenekli, adalet timsali Hz. Ömer, Suriye'deki İslam ordularının başında ise Hz. Übeyt İbni El Cerrah gibi değerli bir kumandan bulunmaktaydı. Bu dönemde Şanlıurfa Bizans'tan alınarak M.S.640 yılında Arap ve İslam topraklarına katılmıştır. Şanlıurfa, Müslümanlar tarafından fethedildikten sonra şehrin nüfusu tesbit edilmiş ve kadastro cetvelleri tanzim edilmiştir. Halk artık aradığı huzur ve emniyete kavuşmuştur. İyat Şanlıurfa'nın fetih işini tamamladıktan sonra bu bölgeye vali olarak atanmıştır. İyat'tan sonra Şanlıurfa Valiliği'ne Sait İbni El Amur tayin edilmiştir. El Amur Şanlıurfa'da Müslümanlığın ilk yapısı olan ve Hz. Ömer'e adanan "Ömeriye Camii"ni yaptırmıştır. Bugün bu cami Kazancı Pazarı'nda bulunmaktadır. Arapların, Diyar-ı Mudar adını verdikleri Şanlıurfa, bu dönemde Ruha diye anılmaktaydı.Hz. Osman zamanında Şanlıurfa ve tüm El Cezire eyaleti Şam'a bağlanarak Ebu Süfyan'ın oğlu Muaviye'nin yönetimine bırakılmıştır. Şanlıurfa artık İslam'ın bir sınır şehridir. Hulefai Raşidin döneminden sonra Şanlıurfa, Emevi yönetiminde 90 yıl büyük bir sükun ve huzur içerisinde gelişmesini sürdürmüştür. Miladi 750 yılında Emevi-Abbasi çatışması sonucunda Emeviler'in kesin yenilgisinin ardından Abdullah Bin Ali komutasındaki Abbasi orduları ciddi bir direnişle karşılaşmadan Şam ve Şanlıurfa havalisini Abbasi yönetimine bağlamıştır.Abbasoğulları Devleti'nin en büyük hükümdarı Harun El Reşit zamanına kadar El Cezire'nin en önemli iki şehri olan Şanlıurfa ve Harran, sürekli gelişmiş ve bu dönemde tarihinin en parlak dönemini yaşamıştır. Bu büyük hükümdarın 809 yılında ölümüyle diğer eyaletler gibi El Cezire eyaleti de önemini kaybetmiştir ve iki kardeş arasında (El Emin-El Memun) başgösteren taht kavgası yüzünden, sürekli ayaklanmalara sahne olmuştur. 1258 yılına kadar devam eden bu kargaşa sonunda Cengiz Han'ın torunu Hülagu Han, Bağdatı alarak Abbasoğulları Devleti'ne son vermiştir. Böylece, Şanlıurfa ve Harran şehirlerinin ulaşmış oldukları yüksek kültür ve parlak dönemler Abbasoğulları ile beraber yıkılmıştır.
Abbasoğulları Devleti 508 yıl yaşamış, dünya politika ve kültürü üzerinde yüzyıllar boyu etkili olmuştur. Özellikle Harran ve Harran'daki üniversite yani Büyük Cami, Moğol istilasından sonra bir daha eski durumuna gelememiştir.Harun Reşid'in bir diğer oğlu El Mutasım döneminde Arap kabileleri Şanlıurfa ve havalisinde küçük beylikler kurmuşlarsa da kendi aralarındaki kabile kavgaları sonunda zayıf düşmüşler, Bizanslılar Şanlıurfa'yı yeniden işgal etmişlerdir. Bu işgalle beraber Şanlıurfa yeniden büyük bir katliam ve yıkıma sahne olmuştur. Şanlıurfa uzun süre huzur ve sükuna kavuşamamış ve kanlı rekabetlerin baskısı altında yaşamak bahtsızlığına katlanmıştır.
ŞANLIURFA'DA SELÇUKOĞULLARI VE TÜRK HAKİMİYETİ
Şanlıurfa tarihinde ilk kez Selçukoğulları'nın istilası ile Türk egemenliğine girmiştir. Bu devlet, Anadolu'yu ebedi bir Türk yurdu yapmıştır. Bu genç Türk devletinin ikinci sultanı Alparslan 1071 yılında Bizans'a karşı kazandığı Malazgirt Savaşı'yla Anadolu kapılarını yeniden Türkler'e açmıştır.
Üçüncü Selçuk Sultanı Melik Şah, babasının yolunda yürüyerek Selçuklu İmparatorluğu'nun hudutlarını genişleterek, yolu üzerinde bulunan Şanlıurfa'yı kısa bir kuşatmadan sonra Bizans'tan kurtarmış ve şehri, komutanlarından Bozan Bey'in idaresine bırakmıştır (1087).Şanlıurfa uzun yıllar hasret kaldığı huzur ve sükuna Selçuklular ile birlikte yeniden kavuşmuştur. Baştanbaşa harap olan şehir yeniden imar edilmiştir.
HAÇLI SAVAŞLARINDA ŞANLIURFA
Şanlıurfa, Selçuklular idaresinde huzur ve sükun içerisinde yaşarken 1089 yılında Hacı olarak Kudüs'ten Avrupa'ya dönen Fransız asıllı Papaz Piyer Lermit, İslam Dünyası'nda görmüş olduğu refah ve saadeti Avrupa'da uğradığı yerlerin halkına anlatıyor ve Mesih'ten getirdiğini öne sürerek şu müjdeyi yayıyordu."Bir Müslüman öldüren cennete girecektir."
Hıristiyan Avrupa'sında açlık, yağma ve servet edinme arzusu taassup ve cehalet içindeki halk tabakaları Piyer Lermit'in mahirane gayretiyle harekete geçiyor ve Haçlı Orduları güruhlar, dalgalar halinde İslam yurdu Anadolu'ya akmaya başlıyordu.
Bu insanlık dışı saldırıların başlangıcında Selçuklu Devleti ikiye bölünmüş, Selçuk oğullarında taht kavgaları başlamıştır. I. Haçlı Seferi'nde büyük bir Haçlı topluluğu etrafı yakıp yıkarak Kudüs'e girerken başka bir topluluk da Fransız komutanlarından Baudouin komutasında Şanlıurfa'ya giriyordu. (1098)Merkezi Şanlıurfa olmak üzere kurulan bu kontluk yörede 48 yıl Latin Krallığı olarak hüküm sürmüştür. Şanlıurfa 1146 yılında Musul Atabeyi Alaattin Zengi'nin oğlu Nurettin Mahmut ve onun Başkomutanı Selahattin Eyyubi tarafından geri alınarak Fransız Kontluğu'na son verilmiştir. Şanlıurfa'nın Türkler tarafından geri alınması, II. Haçlı Seferi'ne sebep olmuştur. Selahattin Eyyubi'nin hatırasına kardeşi Adil Şah tarafından Selahattin-i Eyyubi Medresesi yapılmıştır. (bugünkü Yıldız Meydanı'nda bulunan Vakıflar Müdürlüğü binası)II. Haçlı orduları Selçuklu sultanlarından I. Mesut tarafından Eskişehir'de imha edilmiş ve böylece Şanlıurfa yeni bir Haçlı istilasından kurtarılmıştır.
OSMANLILAR DEVRİNE KADAR ŞANLIURFA
Selçuklu Devleti'nin yıkılışından sonra Şanlıurfa 1250 yılına kadar Eyyubi Devleti'nin yönetiminde kalacaktır. Eyyubi Devleti'nin yıkılışıyla Şanlıurfa Timur'un istilasına uğramıştır. Dicle'yi geçip Rasul-ayn bölgesindeki Türkmen Boy ve Oymaklarını darmadağın eden Timur, daha sonra ordularıyla Şanlıurfa'ya girmiştir. Bu arada Harran'da tahrip edilmiştir (1404).
Akkoyunlu hükümdarlarından Karayülük Osmanbey, Timur ordularının Anadolu'dan çekilmesinden yararlanarak Şanlıurfa'ya girmiş, şehrin idaresini oğlu Habil'e bırakmıştır. Fakat 1426'da Mısır Memlukluları şehri kuşatıp Vali Habil'i esir alarak Mısır'a göndermişlerdir. Bu olayla birlikte Şanlıurfa, Mısır yönetimine geçmiştir.
Akkoyunlu hükümdarı Karayülük Osmanbey, 1435 yılında öldüğü zaman ülkesini, oğulları aralarında taksim etmişlerdir. Bunların içinde Karayülük Osman Bey'in veliahtı olan Ali Bey, Mısır Sultanı'ndan muvafakat alarak Şanlıurfa yönetimini oğluna vermiştir. Ali Bey, Mardin Valisi Hamza Bey'e mağlup olunca önce Osmanlı Padişahı II. Murat'a, sonra da Mısır Sultanı Çakmak'a sığınmıştır. Böylece, Akkoyunlu yönetiminde olan topraklar Hamza Bey'in eline geçmiştir.Hamza Bey'in 1444'de ölümüyle Ali Bey'in oğlu Cihangir, Hamza Bey'in yerine geçmiş, ancak Şanlıurfa'nın idaresini kardeşi Kuveys'e bırakmıştır. Şanlıurfa 1450 yılında Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah döneminde Karakoyunlu yönetimine girmiş, fakat Kuveys bir yıl sonra şehri ve kaleyi tekrar geri alarak Karakoyunlular'ı Şanlıurfa'dan kovmuştur. Böylece Şanlıurfa, Memluklar'a bağlı olmak şartıyla Karakoyunlular ile Akkoyunlular arasında sürekli el değiştirmiştir.
Şanlıurfa'daki Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan'ın yaptırmış olduğu Hasan Padişah Camii halen kullanılmaktadır. Şanlıurfa 16.yy'ın başında İran'da kurulan Safavi egemenliğine geçmiştir.
OSMANLILAR DEVRİNDE ŞANLIURFA
16.yy başlarında Safavi hükümdarı Şah İsmail, Akkoyunlu Devleti'ni ortadan kaldırdığı zaman Akkoyunlu prenslerinden Sultan Yakup'un oğlu Murat, Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim'e sığınmıştı. Yavuz Sultan Selim İran seferine çıkarken Prens Murat'ı da yanına almış, ne var ki Murat 1514'de Safaviler'in elinde bulunan Şanlıurfa Kalesi kuşatmasında öldürülmüştür. Bu olay, Yavuz Sultan Selim'i son derece müteessir etmiştir. Yavuz Sultan Selim, İran seferini tamaladıktan sonra Diyarbakır Beylerbeyi Bıyıklı Mehmet Paşa'yı Şanlıurfa'nın fethine memur etmiştir. Bıyıklı Mehmet Paşa Safavi kuvvetlerinin Mardin'in 15 km güneybatısındaki Koçhisar'da yenmiş ve böylece bu bölgede Safavi gücü tamamen yıkılmış, kültür ve ticaret merkezi olan Şanlıurfa ve çevresi de Osmanlı İmparatorluğu yönetimine katılmıştır. (4 Mayıs 1516)
Şanlıurfa, Osmanlı idaresinin ilk zamanlarında Diyarbakır eyaletine bağlanmıştır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılan idari teşkilatla Vilayet yapılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman , İrakeyn Seferi sırasında, Şanlıurfa'da 16 Kasım 1535'te iki gün konaklamıştır.
Şanlıurfa 16.yy sonlarında yeniden kanlı olaylara sahne olmuş, bölgede çıkan ve tarihte Celali İsyanları diye bilinen ayaklanmalar, devlet tarafından bastırılmıştır.Urfa 1818'de Halep'e tayin edilen Hurşit Ahmet Paşa zamanında kaza haline getirilerek Halep eyaletine bağlanmıştır.
Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa Osmanlı ordularıyla Nizip'te çarpışmış ve bu savaştan galip çıkmıştır. Bu olayla birlikte Şanlıurfa Mısırlılar'ın istilasına uğramış ve bu istiladan çok zarar görmüştür. Şanlıurfa ve çevresi 4 yıl kadar Mısırlılar'ın elinde kalmıştır (1839).Daha sonra Şanlıurfa, Maraş, Kozan ve Adana sancakları birleştirilerek Halep Vilayetine bağlanmıştır. Bu büyük vilayetin valiliğine de Ahmed Cevdet Paşa getirilmiştir. Şanlıurfa, 1867/68'de Halep'in sancağı, kaza iken I. Dünya Savaşı sıralarında da müstakil sancak olmuştur. I. Dünya Savaşı'ndan sonra İngilizler Mondros Mütarekesi'ne istinaden 7 Mart 1919'da Şanlıurfa'yı işgal etmişler, kısa bir süre sonra da Fransızlara terk etmişlerdir. Sevr Antlaşması'na göre (10 Ağustos 1920) Şanlıurfa, Fransız mandası altına giren Suriye'ye terk edilmiştir. Fakat bu karar uygulanamamıştır.
Şanlıurfalı, Milis Kuvvetleri oluşturarak Fransız işgaline karşı koymuş ve 11 Nisan 1920'de şehri kurtarmıştır. Daha sonra İtilaf Kuvvetleri ile imzalanan Ankara Antlaşması'yla (21 Ekim 1921) Şanlıurfa Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kalmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra da, 1924'te vilayet olmuştur.
KURTULUŞ SAVAŞINDA ŞANLIURFA
Urfa ve çevresi, mütarekenin kapsamı dışında kalmasına rağmen Mondros Mütarekesi'nin 7. maddesi bahane edilerek 7 Mart 1919 (Resmi belgelere göre 24 Mart) tarihinde İngilizler tarafından işgal edilmiştir.
30 ekim 1919 tarihine kadar süren İngiliz işgalinde, Urfa'da belirtilmeye değer önemli olaylar gelişmemiş, ne varki İngilizler işgal süresince, aşiretleri silahlandırarak birbirlerine düşürmeye çalışmışlardır. İngilizler, petrol bulunan bölgelerde kısmen başarılı olmuşlardır. Böylece, bölgede "İngiliz Muhibbi" aşiretler ortaya çıkmıştır.İngiltere ile Fransa arasında yapılan Sykes-Picot Antlaşması'yla bölge nüfuz alanlarına ayrılmış ve Urfa 15.9.1919 tarihli "Suriye ve Kilikya'da İşgal Kuvvetlerinin Değiştirilmesine İlişkin İngiliz-Fransız Anlaşması" gereğince Fransa'nın payına düşmüştür.
Urfa, 30-31 ekim günlerinde Fransızlarca işgal edilmiştir. İşgal kuvvetlerinin ancak 100 kadarı Fransız, geri kalan büyük kısmı ise çoğu Müslüman olan sömürge askerlerinden oluşmuştur.Şehirde, Jandarma Komutanı Ali Rıza Bey'le Belediye Reisi Hacı Mustafa'nın önderliğinde oluşturulan Müdafaai-Hukuk Cemiyeti, giderek güç kazanmış ve gelişmiştir. Cemiyetin varlığını haber alan Fransızlar, Ali Rıza Bey'i Fransız karargahına çağırarak tutuklamış, ancak Ali Rıza Bey bir yolunu bulup Siverek'e kaçmıştır. Bu olaya, çok sinirlenen Fransızlar, halkı yıldırmak için sert uygulamalara yönelmiş bununla da yetinmeyerek memurların atanmasından belediye bütçesinin düzenlenmesine kadar her alanda yönetimi ele geçirmeye çalışmışlardır.
Binbaşı Ali Rıza Bey'in yerine atanan Yüzbaşı Ali Saip bey, 29 aralık 1919 tarihinde Urfa'ya gelmiş, burada harekete hazır bir Cemiyet bulmuş ve görüşmelere başlamıştır.
15 Ocak 1920'de bir ayaklanma planlayan Ali Saip Bey, bu girişiminin Fransızlarca haber alınması üzerine Siverek'e kaçmıştır. Siverek'te Cudi Paşa ve Mehmet Emin Bey gibi aşiret ileri gelenleriyle görüşüp kuvvet toplayan Ali Saip Bey; Badıllı Sait Bey ile İzollu Bozan Bey kuvvetlerinin de katılmasıyle oluşan millî kuvvetlerle 7 Şubat günü Karaköprü Köyü'ne gelmiştir. Fransızlara şehri 24 saaat içinde boşaltmaları için gönderilen ültimatom kabul edilmeyince Urfa Müdafaai Hukuk Cemiyeti'nin yöneticilerince karşılanan kuvvetler, Cemiyet Milisleri'yle birlikte şehri işgal etmiş ve Fransızları yerleştikleri binalarda kuşatmışlardır. Suruç ve Akçakale aşiretlerinin de katılmasıyle düşman kuvvetinin çok üzerinde bir kuvvet oluşmasına rağmen, savaşanların düzenli birlik disiplininden uzak olmaları ve savaşçıların iyi yönetilememesi yüzünden bu kuşatma hem uzamış, hem de çok kayıp verilmiştir.
Kuşatmanın uzaması her iki tarafı da yıpratmış ve karamsarlığa düşmelerine yol açmıştır. Urfalılar sık sık resmi (askeri) kuruluşlardan düzenli birlik gönderilmesini istemiş, ancak düzenli birlik göndermenin Fransa'ya savaş ilanı anlamına geleceğini düşünen hükümet buna yanaşmamıştır. Erzaklarını tüketen ve artık katırları kesip yemeye başlamış olan Fransızlar, Cerablus'dan bekledikleri yardım gelmeyince Urfa'dan 'şerefle' ayrılmanın yollarını aramaya başlamışlardır. Bulunan çözüm şöyle olmuştur: Ermeniler Türkler'e başvurup, "Fransızlara, Ermenilerin yiyeceklerinin bittiğini, kuşatma sürerse açlıktan öleceklerini söylerseniz bizi bu durumdan kurtarmak için şehri terkederler," diyecekler; bunun üzerine Fransızlar 'insani' duygularla şehri terkedeceklerdi. Ancak Ermeni cemaati bu formüle yanaşmamıştır.
Bu gerekçeyle şehrin boşaltılması gerçekleşirse, Fransızlar gittikten sonra Urfalılar, "Fransızlar sizin için geldi ve sizin hatırınız için gittiler" diyerek Ermeniler'den öç almaya kalkabilirlerdi. Bunun üzerine Fransızlar Amerikan Yetimevi Yöneticisi Mis. Holmes'la bağlantı kurmuşlar, Müdafaai Hukuk Cemiyeti ile yapılan görüşme sonucunda da birtakım şartlarla Urfa'dan gitmeyi kabul etmişlerdir. Buna göre Ermeniler'in can güvenlikleri sağlanacak, Amerikalılar'ın malları ve hakları korunacaktı. Urfa'da ölen Fransızların mezarlarına saygı duyulacak, ağırlıkların taşınması için yük arabaları ve deve verilecekti. Esirler geri verilecek, Urfa eşrafından 10 kişi gidecekleri yere kadar onlara eşlik edecekti.
Eşraftan on kişi yerine Jandarma Teğmeni Ömer İzzet Efendi komutasındaki on jandarma eşliğinde, geceyarısı, Suruç yolundan Cerablus'a doğru hareket eden Fransızlar'ın şehri terkediş şekli, Müdafai Hukuk Cemiyeti Üyeleri'nin bir bölümü Ali Saip ve bazı Cemiyet üyelerinin şartları kabul etmelerini içlerine sindirememişlerdi. Gece, Fransızlar'ın geçecekleri yol üzerinde, Şebeke Boğazı'nda mevzilenen milis ve aşiret kuvvetleri Fransızlar'la gün doğuşuna kadar çatışmışlardır. Silah seslerinin duyulması üzerine bütün şehir halkı, Şebeke'ye koşmuştur. Üç saat süren çatışma sırasında Urfalılar çok kayıp vermiş; Fransızlar'ın kaybı ise 296 ölü ve 67 yaralı olmuştur. 140 kadar Fransız da esir edilerek Urfa'ya getirilmiştir. Urfa'nın kaderini belirleyen ve şehre yıllar sonra "Şanlı" ünvanını kazandıran bu Savaş 11 Nisan 1920 günü meydana gelmiştir.
TBMM TARAFINDAN URFA'YA "ŞANLI" ÜNVANININ VERİLMESİ
Urfa milletvekili Osman Doğan ve 17 arkadaşının, Kurtuluş Savaşında gösterdiği kahramanlıktan dolayı Urfa ili adının "Şanlıurfa" olarak değiştirilmesine ilişkin kanun teklifi TBMM tarafından 12.6.1984 tarihinde kabul edilerek kanunlaşmıştır.
Urfa ilinin adının Şanlıurfa olarak değiştirilmesi hakkındaki 3020 sayılı kanun 22 Haziran 1984 tarih 18439 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
ŞANLIURFA
Mezopotamya�nın en eski yerleşim merkezlerinden biri olan Şanlıurfa, su kaynaklarına yakın olması ve ticaret yolları üzerinde bulunmasından dolayı tarih boyunca stratejik bir öneme sahip olmuştur. Kentin 11 bin yıllık bir tarihi geçmişi vardır. Merkeze bağlı Örencik köyü sınırları içinde yer alan Göbekli Tepede yapılan kazılarda ele geçen buluntular bu tarihi geçmişi kanıtlamaktadır. M.Ö. 9 binli yıllara uzanan bu süreçte; Ebla, Akkad, Sümer, Babil, Hitit, Hurri-Mitanni, Arami, Asur, Pers, Makedonya, Roma, Bizans gibi uygarlıkların egemenlikleri altında yaşayan Urfa 1094 yılında Selçuklu topraklarına katılmış, 1098�de Haçlı kontluğu idaresine girmiştir. Eyyubi, Memluk, Türkmen aşiretleri, Timur Devleti, Akkoyunlular, Dulkadir Beyliği, Safevilerden sonra da Osmanlı sınırları içine katılmıştır.
Şanlıurfa'nın bilinen en eski ismi Aramiler tarafından verilen Urhay idi. M.Ö. 3. yüzyılda, Makedonya krallığı İskender döneminde Anadolu'ya girince Güney-Doğu Anadolu Bölgesi ve Urfa Makedonların eline geçti. Makedonlar "Suları Bol" anlamına gelen Edessa ismini vermişlerdir. Edessa o dönemde Makedonya'nın başşehrinin ismi idi. Urfa adının kaynağına ilişkin çok sayıdaki savdan hemen hiçbiri kesinlik kazanmamıştır. Bunlardan biri, Urfa adının süryanice �Urhai� sözcüğünden türediği, Urhai�nin ise Arapça �Suyu Bol� anlamına gelen Er-Ruha�dan kaynaklandığı yolundadır. Urhai�nin Orhe, Orhai gibi farklı kullanışları sonunda Urfa adı ortaya çıkmıştır. Süryani Vakayinamesi�ne göre bu ad Hewya�nın oğlu Urhai�den gelmektedir.
Ayrıca Hitit Vesikalarında geçen Ruhua veya Ruj�uanın bugunkü Urfa olduğu iddialar arasındadır.
1919 yılından önce İngilizlerin daha sonrada Fransızların işgaline uğrayan Urfa 11 Nisan 1920�de işgalden kurtarılmış, 1984 yılında T.B.M.M. tarafından çıkartılan bir yasa ile Ulusal Kurtuluş Savaşında gösterdiği kahramanlık nedeniyle �Şanlı� ünvanını almıştır. Şanlıurfa kenti dini, arkeolojik, folklorik değerleri ile köklü bir kültür tarihine sahiptir. Büyüleyici bir çok uygarlık bu kenti, bir bölümü hala keşfedilmeye çalışılan 11.000. yıllık geçmişin varisi kılmıştır. Bu topraklar tapınakları, kiliseleri, camileri, medreseleri, sarayları ve kervansarayları ile geçmişi her an yaşar gibidir.
MİMARİ YAPI
Şanlıurfa�nın şehir dokusunu süsleyen çarşılar, evler, konaklar, çeşmeler, hamamlar, su kemerleri, köprüler, camiler, türbeler kale ve surlar kentin tarihi ve toplumsal silüetini yansıtır durumdadır.
Osmanlı Döneminin ticaret mekanlarını günümüzde yaşatan Gümrük Hanı, Kazzaz Pazarı (Bedesten), Sipahi Pazarı, Kürkçü Pazarı, Keçeci Pazarı, Attar Pazarı, Oturakçı Pazarı,Kasap Pazarı gibi tarihi çarşılar kentin ticaret yaşamına canlılık kazandırmaktadır.
Haremlik ve selamlık bölümleri ile, dışarıya bağlantıyı sağlayan zarif çardak(köşk)larıyla,sıcağın evdeki yaşamı etkilememesi için oluşturulmuş eyvanlarıyla �Şanlıurfa Evleri�, Anadolu konut mimarisinde önemli bir yer tutmaktadır. Hacı Bekir Pabuççu Evi, Kürkçüzade Halil Hafız Efendi Evi, Mahmut Nedim Efendi Konağı, Küçük Hacı Mustafa Hacıkamiloğlu Konağı günümüze ulaşan örneklerdir.
Veli Bey, Sultan, Vezir, Cıncıklı, Eski Arasa, Serçe ve Şaban Hamamları ile Hekim Dede,Firuz Bey,Şeyh Saffet Çeşmeleri; Karakoyun Su Kemeri,Hacı Kamil,Ali Saib Bey ve Hızmalı Köprü �su mimarisinin� yaşayan eserleridir.
Cami ve türbelerde Şanlıurfa�nın �Peygamberler Şehri� olarak anılmasını destekler niteliktedir. Ulu Cami, Halil-Ür Rahman, Eski Ömeriye, Nimetullah, Kadıoğlu,Hasan Padişah, Rızvaniye camiileri ile Şeyh Mesud, Çift Kubbe, Seyyid Maksud Türbeleri �dini mimari� örneklerinden birkaçıdır. Şanlıurfa�yı çevreleyen kale ve surlar da kenti süsleyen askeri yapılar arasındadır.
ŞANLIURFA İLİNDE ÖNDE GELEN TARİHİ VE ARKEOLOJİK ESERLER
Şanlıurfa ilinde korunmasına karar verilmiş başta 329 tarihi ev, 39 cami, 12 han, 15 köprü olmak üzere birçok tarihi eser bulunmaktadır. İldeki tescilli eserlerin toplam sayısı 1100 civarındadır.
İlimizde bulunan belli başlı eserler arasında; Şanlıurfa Kalesi, Şanlıurfa Ulu Cami, Mevlid-i Halil (Dergah), Balıklıgöl, Hz Eyyüp Mağarası, Gümrük Hanı, Kapalı Çarşılar, Karakoyun Deresi Su Bendi, Hızmalı Köprü, Millet Köprüsü, Tarihi Kışla(Millet)Hanı, Reji Kilisesi, Selahattin Eyyubi Camii, Mahmutoğlu Kulesi, Nemrut Tahtı (Der Yakup), Harran ve Harran Kalesi, Harran Ulu Cami, Harran Höyük, Şeyh Yahya Hayat el-Harrani Türbesi, Geleneksel Harran Evleri, İmam Bakır ve Cabir el-Ensar Türbeleri, Han El-Ba�rür Kervansarayı, Bazda Mağaraları, Şuayb Şehri, Soğmatar Harabeleri, Çimdinli Kale, Birecik Kalesi, Çarmelik Kervansarayı; Sultantepe Höyüğü, Titris Höyüğü, Nevaliçori Höyüğü, Şaşkan Höyüğü, Lidar Höyüğü, Söğüt Höyüğü, Hasek Höyüğü, Kurban Höyüğü, Göbeklitepe-Gürcütepe Höyüğü, Tilmusa- Tilbaş Höyüğü gibi eserler sıralanabilir.
SOĞMATAR
Şanlıurfa, Mardin yolunun 35. km'sinde Mercihan Nahyesinin ilersinde sağa ayrılan 30 km şose yol Tek Tek Dağları arasından bizi Soğmatar kentine götürür. Soğmatar Şanlıurfa'dan 65 km uzaklıktadır. Sumatarla (Yardımcı) Soğmatar kelimelerinin birbiriyle karıştırılmaması gerekir. Sumatar Şanlıurfa Akçakale yolu üzerinde 29 km Şanlıurfa'dan uzaklıkta ilin güneyine düşer, Soğmatar ise Şanlıurfa Mardin istikametindedir.
Soğmatar M.S.1 ve II. Yüzyılda Süryaniler tarafından iskan edilen bir höyük ve bunun üzerinde M.S.11 Yüzyıla ait kale, burç ve kalıntılarıyla köy içersinde dini yapı kalıntıları bulunmaktadır. Soğmatarda kökü Harran Sin Kültürüne dayanan sabizim ve Baştanrı Marilaha'nın kültür merkezi olduğu bilinen örende baştanrıya ve mukaddes gezegenlere (Güneş, Ay, Satürn, Jüpiter, Mars, Venüs, Merkür) ibadet edilen ve kurban kesilen açık hava mabedi olup, önemli kalıntıları teşkil etmektedir. Bu mabedin duvarlarında Süryanice yazılar ve gezegenleri tasvir eden insan rölyefleri işlenmiştir. Ayrıca kalenin batısında bulunan tepe üzerindeki kayalar üzerinde Tanrıları tasvir eden rölyefler ve Süryanice yazılar bulunmaktadır.
Soğmatar�da Roma devrine ait çok sayıda kaya mezarları bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi anıt mezar özelliği taşıyan üç tanesi köyün kuzey batısındadır. Soğmatar şehrinde görülmeye değer tarihi şehir kalıntılarına rastlanmakta olup, görülünce gerçekleri ortaya koyan özelliklere rastlanır.
ŞUAYP ŞEHRi
Soğmatardan güneye doğru devam eden şose yoldan 17 km (Şanlıurfa'dan 82 km) bugün Harran bucağına bağlı Özkent adıyla anılan tarihi Şuayp şehri harabelerine varılmaktadır. Ören yerindeki mevcut kalıntılar Romalılar devrine aittir. (M.Ö.96-M.S.395) Şuayp şehrinde yapılmış mağaralar, bina kalıntıları ve taş kemerler görülmeye değer tarihi ve turistik büyük konaklar saraylar tarihin kalıntı simgeleri olup, halen özelliklerini kaybetmemiştir.
Hz. Musa Şuayp Peygamberin yanında 7 yıl çobanlık yapmış ve sihirli asasını Şuayp Peygamberden burada almıştır. Şuayp Şehri Romalılardan Arap akın ve saldırılarına maruz kalarak, Arap-Roma çekişmesi Kavatlara fırsat vererek şehri istila etmişlerdir. M.S.548 yılında Sasanilerin bir gece baskını ile Şuayp Şehri Kavatlar tarafından istila edilmiş, M.S. 638 yılında Arap Devri başlarken Şuayp Şehri Hakem Bin Hişam tarafından zapt edilen şehir 1030 yılında Bizanslıların, 1043 yılında Flarabusun eline geçen, 1096 yılında Selçuklu kumandanı Emir Bozan Bey tarafından alınır, daha sonra Musul Atabeyi Nurettin Zengi tarafından zapt edilir. Şuayp şehri Moğol tahribine uğrayarak yağma edilmiş, Selçukluların ve İranlıların elinde devamlı el değiştirerek sonunda Türkmen aşiretlerinin elinden Akkoyunlu Devleti tarafından imha edilerek köy haline getirilmiştir.
HAN-EL BAĞRUR KERVANSARAYI
Harran ilçesinden 23 km uzaklıkta, Selçuklu mimarı tarzında yapılmış olup, eski Halep, Bağdat, Urfa Kervanyolu üzerindedir.
65x66 metrelik bir alan üzerinde inşa edilmiş olan kervansarayın kuzey cephesindeki portal kitabesinde 826 (1128-1129) tarihinde
Elhaç Hüsamettin Ali Bey İmat Bin İsa tarafından yapıldığı yazılıdır. 8 metrelik bir tünelden girilip, tünelin sağ tarafında bir mescit sol tarafında Hanın muhafız odaları, gözetleme kulesi, avlunun sağ tarafında misafirhaneler, ön ve arka taraflarında ise aşhane, erzak deposu, bedestenler yer almaktadır. Kervansarayın giriş kapısı üzerinde Selçuklu ve Arap sülüsü ile yazılmış kitabe mevcuttur.
RUMKALE
Rumkale, Birecik Ovasının kuzeyinde, Fırat nehrinin kıyı kesiminin doğusunda, Şanlıurfa yoluna bakan bir tepe üzerindedir. Birecik'i kuzeyden ve kuzeydoğusundan sınırlar. 20. Yüzyıl başlarında kuzeyden Hısn-ı Mansur, doğudan Urfa ve Suruç kazaları, güneyden Birecik, batıdan Pazarcık ve Ayıntab (Antep) kazaları ile çevrili olduğu belirtilir. Kazanın merkezi Halfeti kasabasıdır. Kazanın batı yanı taşlık, doğusu ise düz ve mamurdur. Ormanlarla dolu Karadağ ve Marzeman dağı yer alır. Bu ormanlardan elde edilen kereste odunu ve kömür Ayıntab, Birecik ve Urfa'ya ihraç olunur. Kazanın ortasından ve kuzeyden güneye doğru, Marzeman ve kara suyun karıştığı Fırat nehri akar. Özellikle bahar aylarında nehir kenarında darı, kavun ve karpuz yetiştirilir.
Yerleşimi nedeniyle Rumkale, Assur Kralı III. Salmanassar tarafından 855'te alınan Şitamrat şehri olarak kabul edilmektedir. Buna karşılık Nöldeke, yerleşimi Fırat kıyısında bugünkü Belkıs köyünün yukarısındaki Urum (Hörum) olarak kabul etmiş, sonraki araştırmacılar Urima'nın Rumkale olduğunu öne sürmüşlerdir.
Urima piskoposluğundan Ermeni Kogh Vasil, Franklardan almış olduğu Harsn Msur (Hısn Mansur), Sareş (Turuş) ve Uremn (muhtemelen Urima) havalisini Antakya'lı Tancredeye geri verdi. Süryani vakahinamecilerine göre, Kogh Vasil ve sonra dul zevcesi adına yönetimin başına geçen Kürtig'in elinde Kayşum Raban, Behesne ve Kal'a Rhomayta şehirleri bulunmaktaydı. Rumkale'nin Süryanice isimli olan Kala'a Rhomayta, büyük bir olasılıkla Kogh Vasil'in Uremn'ine karşılık gelmektedir.
554/23 Şubat 1105-22 Şubat 1106 yılında Pahlavuni sülalesinden Vakkas'ın oğlu Grigoris'in (Magistros) oğlu olan ve Vahram da denilen Aza Katolikos Grigoris öldü. Sonrasında 562/21 Şubat 1113'te Katolikos Barseg makamını Grigoris'e verdi. Pahlavuni olarak adlandırılan III. Grigoris, II.Grigoris'in Rumkale'yi Josceln'in dul karısından ve oğlundan satın almış, katolikosluk makamını buraya yerleştirmiştir. III. Grigoris 1113'ten 1166'ya kadar bu makamın başında bulunmuştur. Katolikosluk makamı Rumkale'nin Memluklu Sultanı Melik El-Eşref tarafından alındığı 1292'ye kadar burada kalmıştır.
Grigoris'in halefi şair Nerses Mayıs 1170 ve Mart 1172'de mezheplerin birleştirilmesi nedeniyle kendisi ve imparator Manuel Kommenos'un elçisi Theorianos, Kayşum baş patriği Mikael'in elçisi rahip Theodoros Bar Vahbun arasında Rumkale'de ve Kayşumda toplantılar yapıldı. 1173'te Nerses'in ölümünden sonra, yeğenlerinden en küçüğü Rumkale'de katolikos ilan edildi ise de, büyük yeğeni Nureddin'den bir ferman alıp kendisini 3 Eylül 1173'te katolikos ilan etti. IV. Grigoris Manug (Dirasu) patrik atandı Kilikya prensi Leon, V. Grigoris'i yerinden alıp Kopitar (Gudibara) kalesine hapsetti, o da buradan kaçmak isterken öldü. Ermeniler, yerine Sahanın Gregoras'ı IV. Grigoris Abvad adı ile patrikliğe getirdiler.
13. Yüzyılda Rumkale'de bir çok Yakubi bulunmaktaydı. Yakubi patriği II. Ignace, diğer eserlerinin yanı sıra Rumkale'de muhteşem bir kilise yaptırmıştır. Sonraları kaleyi patriklik makamı olarak seçmiştir. II. Ignace 1252'de Rumkale'de ölmüş, yerine Yakubi patriği III. Ignace Barşavma Manastırı'nı Rumkale'li Şemona karşı savunmak kalmasına rağmen daha sonra barışmışlardır. III. Ignace öldükten sonra Rumkale'li Yakub 1283'te yeğeni Philoxenos'u patrik atadı. Patriğin Barşavma'da 1292'de ölmesiyle, Yakubi Patrikliği çöktü.
Rumkale'de bu olaylar yaşanırken, aynı zamanda yerleşim Memluklu saldırılarına maruz kalmıştır. Memluklu hükümdarı Kalavun zamanında Baysarı'nın kumandasındaki Mısır ordusu, Suriye güçleriyle birleşerek 19 Mayıs 1279'da Rumkale üzerine yürümüş ve Parmazan nehri üzerinde ordugah kurmuştur. Katlikos'a elçi olarak biri Arap, diğeri Ermeni iki kişiyi gönderdiler ve Katolikos'tan kaleyi teslim etmesini, rahipleri ile birlikte Kudüs'e veya Kilikya'ya çekilmesini istediler. Katolikos bu teklifi kabul etmeyince, Memluklular yerleşimin Ermeni kesimini yağma ettiler. Ardından yerleşime giren Memluklar kaleyi ateşe verdiler. Bunun sonucunda tüm nüfus İç Kale'ye çekilince, Memluklular Rumkale'yi terk etti. Memluklular daha sonra El-Eşref Halil zamanında (1292) Rumkale'ye karşı yeni bir sefer yaptılar. Bunun sonucunda 29 Haziran 1292'de oldukça tahrip gören kale düştü. Sonrasında Rumkale, sultanın emri üzerine Suriye naibi Sancar Şuca tarafından tamir ettirildi ve Kal'at El-Müslimin adını aldı. Rumkale Memluklular zamanında yeniden uç kalesi olarak kullanılmışsa da eski parlak dönemini bir daha yaşayamamıştır. Mercidabık savaşından (1516) sonra Rumkale Osmanlı egemenliğine girdi ve Halep eyaletine bağlandı. 1737'de ise eyalet olmuş, kale, dere beyleri ve yerel yöneticiler tarafından idare edilmiştir.
17. Yüzyılın ortalarında Rumkale'yi ziyaret eden Evliya Çelebi, bir tepe üzerinde de gayet sağlam ve müstahkem bir kale olduğunu, 922/1516 tarihinde Mısır hakimi Melik Gavri'den Sultan Selim tarafından alınarak imar edilmeye çalışıldığını ancak 17. Yüzyılda o kadar mamur olmadığını dışarıda camisi, hanı, hamamı ve küçük çarşısı bulunduğunu (Merzeban) suyunun kale dibinde Fırat'a karıştığını belirtir.
1838 yılında Rumkale'yi ziyaret etmiş olan Mareşal Von Moltke eski Roma Surlarının kalıntılarını dolaştığını derin ve sarp vadi içinde akmakta olan Fırat nehrinin gümüş bir şerit gibi ayaklar altında uzandığını, bir zamanlar İskender, Kurus (Pres Kralı) Ksenefon (İ.Ö. 427'de doğmuş Yunan fizolofu), Sezar Julianın (Roma İmparatorları) ay ışığında bu nehri atların sırtlarında geçtiğini yazar. Eskiden Fırat nehri üzerinde bir köprü bulunduğunu, Romalıların burada hemen hemen hiç yolu bulunmayan bir bölgede koloni kurmalarının sebebinin bu olabileceğini belirtir. Rumkale'de kayanın nerede bittiği ve insan eserinin nerede başladığını kestirmenin güç olduğunu kaya duvarının üzerinde beyazımsı taştan 60 ayak yüksekliğinde mazgallar, burçlar ve kulelerle donatılmış surlar bulunduğunu, altı kule kapısının olduğunu söyler. Oldukça yakın zamanlarda Ermeni papazların merkezlerinden biri olmuş kalede muhteşem bir manastır kurduklarını, Roma kartalları kısmen kazınmış büyük sütunların yerlerde yattığını, görkemli surların hala ayakta durduğunu, 80 ayak derinliğinde bir hendekle kayanın düzlükten ayrıldığını, evlerinin kısmen veya tümüyle kayadan oyulduğunu anlatır.
Kazanın nüfusunu 20. Yüzyılın başlarında Türkler, köylerin ise Ermeniler ve Yezidiler oluşturmaktaydı. Kazanın başlıca ürünleri arpa, buğday, darı, nohut, fıstık, üzüm, incir, nar, ceviz, zeytin, zeytinyağı, yayık ve nefis sade yağdı. Efamiye adıyla tanınmış bu kazanın eskiden mamur ve önemli bir yer olduğu anlaşılır. Kazanın her yerinde önemli harabeler görülür. Rumkale, eski zamanlarda Kale-i Zerrin (Altın Kale) adıyla ünlüydü. 20. Yüzyılın başlarında Rumkale kazasında 11.831'i kadın ve 12.351'i erkek olmak üzere 24.182 Müslüman, 295'i kadın ve 274'ü erkek olmak üzere 569 Ermeninin yaşadığı anlaşılır.
Halfeti (Şanlıurfa) ile Gaziantep arasında sınır oluşturan Fırat ırmağı kıyısında yükselen Rumkale'den güneye doğru ırmak sahili izlenirse Suriye sınırları içindeki Carabulusa kadar bir çok kalenin yer aldığı görülür. Aynı noktadan kuzeye doğru yol alındığında, Samsun'a kadar başlıcalarını Amasya, Tokat ve Sivas kalelerinin oluşturduğu tahkimat yapılarıyla karşılaşmaktadır. Rumkale bu kaleler zincirinin en önemli halkasıdır. Fıratın batı yamaçlarında ve sert kalkerli kayalar üzerine inşa edilmiştir. Doğu, kuzey ve batısındaki duvarlar yüksek kayalarla çevrilidir. Kale günümüzde harap bir durumdadır. Kapladığı alan yaklaşık 3.500 metre karedir. Büyük ve kesme taşlarla inşa edilen kalenin güney doğuya açılan tek kapısı vardır. Kalede; kale beyinin konağının kalıntıları, 12. Yüzyılın 2. Yarısına ait Aziz Nerses Kilisesi, çok sayıda kalıntı, su sarnıçları ve bir kuyu yer almaktadır.
Rumkale'deki eserler:
Kale
Aziz Nerses Kilisesi
Barşavma Manastırı
Tarihi ve kültürel kalıtı içeriğinde barındıran, Birecik Barajının yapımından sonra büründüğü özgün kimliğiyle HALFETİ İlçesi önemli bir turizm potansiyeline kavuşmuştur. Şöyle ki Halfeti�de yaşamın tüm renklerini görmek mümkün. Kentin simgesi haline gelen �siyah gül� yerli yabancı tüm konukların ilgisini çekmekte, önemli bir ticaret potansiyeli içermektedir. İl Özel İdaresi tarafından satın alınan motorla su yoluyla Rumkale�ye ulaşım olanaklı hale gelmiş olup, İlçe önemli bir turizm potansiyeli içermektedir.