Sabanın İcadı
saban, nedir, kim icat etti, ne işe yarar, yapılışı, hakkında bilgi için yazmıza buyrun arkadaşlar.
Sabanın icadı da insan yaşamının dokusunu anlamlı bir biçimde değiştirdi ve çeşitlendirdi. İ.Ö. 3000′den önce, ama olasılıkla çok önce olmayan bir tarihte, bir yerlerde insanlar, hayvanların gücünün tarım işlerine nasıl koşulacağını öğrendiler. Bunun önemli sonuçları oldu. Tahıl yetiştiriciliğiyle hayvan besleyiciliğini, birbirlerine bağımlı kılarak, daha önce görülmemiş ölçüde birleştirdi; böylece olgunluk noktasına ulaşan Ortadoğu tarım biçimine, öteki tarım biçimlerine karşı bazı önemli üstünlükler kazandırdı.
Saban, her şeyden önce, tahıl yetiştiricilerinin belli bir yere kalıcı olarak yerleşmelerine olanak verdi. Anlaşılan, çiftçi toplulukların sayısı arttıkça tarla açma tarımına elverişli orman toprağı bulmak gittikçe güçleşti. Bu duruma karşı gösterilen tepkilerden biri, Ortadoğu’nun dağlık bölgelerindeki ilk tarım merkezlerinden göç etmek, böylece tarımı her yöne yaymak oldu. Fakat bazı çiftçi topluluklar göç etmediler ve daha önce ekilip biçilmiş topraklara gittikçe daha sık aralarla dönmek zorunda kaldılar.
Bu koşullarda, tarıma yeni açılan toprağın verimliliğinin sürmesi beklenemez. Bununla birlikte, toprağın sabanla sürülüşü insanlara, çapalarla ve sivri sopalarla işlediklerinde umabileceklerinden çok daha geniş toprakları işleyebilmelerine olanak verdiği içindir ki, daha büyük bir toprak parçasından daha az ürün aldıkları halde, çiftçiler, toplam yiyecek kaynaklarını koruyabildiler, hatta artırabildiler.
Bundan öte, nadasa bırakılan, yani sürülen ama ekilmeyen bir tarlanın, ekine düşman yabanıl bitkiler tohum vermeden önce tarla nadasa bırakılırken sürülerek yok edildiğinden, ertesi yıl bol ürün verebildiği çok geçmeden anlaşıldı. Böylece bir çiftçi, toprak parçalarını bir yıl ekip bir yıl nadasa bırakarak, aynı yerde ölene dek karnını doyurabildi. Sabanla sürülen tarlaların, tarla açma tarımı yapan çiftçilerin tarıma yeni açtıkları topraklarla karşılaştırıldığında görülen verim düşüklüğü, toprakların daha sistemli ve daha uygun bir biçimde işlenmesiyle, bir ölçüde giderildi. Kökler ve kütükler, çapayla yapılsa bile, birörnek ve özenli bir tarımın karşılaştığı ciddi engellerdir.
Gerçekten, bir tarlanın nasıl olması gerektiğini düşününce kafamızda -oldukça düz ve genellikle tek bir bitki türünün yetiştirildiği, birörnek biçimde işlenmiş toprak parçası olarak- canlandırdığımız tarla, sabanın yarattığı bir toprak parçasıdır. Ancak, boyutları ve dönüşlere elverişli olmayışı yanı sıra, bir orman tabanının özelliği olan küçük tümseklerle ve çukurlarla dolu toprakları sürmeye uyarlanma yetisi bulunmayan saban tarımı, doğanın görünümünün insanlarca, orman çiftçilerinin yaptıklarından çok daha kökten ve yeniden biçimlendirilmesini gerektirdi.
Küçük dikdörtgen tarlalar, tüm Ortadoğu’da aynı toprak parçalarının art arda birçok kereler sürülmesinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Bu gerçekleşince, Ortadoğu çiftçileri kendilerinde, ırmak milinin ya da sulama kanallarının toprağın gücünü tazelemediği yerlerde bile, oldukça önemli miktarda bir yiyecek fazlası üretebilme yeteneği gördüler. Bu toplumlarda hayvan gücü insanın kas gücünü öylesine etkin bir biçimde desteklemeye başladı ki, bazı kişiler, kendilerini beslemekle doğrudan ve yakından ilişkili işlerde çalışmaktan bağışık tutuldu. Bu, sulama sınırları ötesinde bile uygar toplumların doğmasına olanak verdi ve az sonra göreceğimiz gibi, uygar toplum biçiminin yağmurla sulanan topraklarda doğup gelişmesi yolundaki yeni olanağın uygar yaşamın ilk merkezine yakınca olan bölgelerde etkisini göstermesi üzerinden çok geçmeden buralarda uygar toplumlar türedi.
Böylece, İ.Ö. 3500 ile İ.Ö. 2500 arasında bir yandan çoban toplulukların öte yandan saban tarımı yapan köylerin ortaya çıkışı, insanın yaşam biçimlerini büyük ölçüde çeşitlendirdi ve ortamı, Avrasya Kıtası’nın ısının ve yağışın büyük çapta tahıl tarımına olanak vereceği bölgelerinde uygarlığın bir uçtan öteki uca dek yayılmasını hazırladı.
Sabanın icadı da insan yaşamının dokusunu anlamlı bir biçimde değiştirdi ve çeşitlendirdi. İ.Ö. 3000′den önce, ama olasılıkla çok önce olmayan bir tarihte, bir yerlerde insanlar, hayvanların gücünün tarım işlerine nasıl koşulacağını öğrendiler. Bunun önemli sonuçları oldu. Tahıl yetiştiriciliğiyle hayvan besleyiciliğini, birbirlerine bağımlı kılarak, daha önce görülmemiş ölçüde birleştirdi; böylece olgunluk noktasına ulaşan Ortadoğu tarım biçimine, öteki tarım biçimlerine karşı bazı önemli üstünlükler kazandırdı.
Saban, her şeyden önce, tahıl yetiştiricilerinin belli bir yere kalıcı olarak yerleşmelerine olanak verdi. Anlaşılan, çiftçi toplulukların sayısı arttıkça tarla açma tarımına elverişli orman toprağı bulmak gittikçe güçleşti. Bu duruma karşı gösterilen tepkilerden biri, Ortadoğu’nun dağlık bölgelerindeki ilk tarım merkezlerinden göç etmek, böylece tarımı her yöne yaymak oldu. Fakat bazı çiftçi topluluklar göç etmediler ve daha önce ekilip biçilmiş topraklara gittikçe daha sık aralarla dönmek zorunda kaldılar.
Bu koşullarda, tarıma yeni açılan toprağın verimliliğinin sürmesi beklenemez. Bununla birlikte, toprağın sabanla sürülüşü insanlara, çapalarla ve sivri sopalarla işlediklerinde umabileceklerinden çok daha geniş toprakları işleyebilmelerine olanak verdiği içindir ki, daha büyük bir toprak parçasından daha az ürün aldıkları halde, çiftçiler, toplam yiyecek kaynaklarını koruyabildiler, hatta artırabildiler.
Bundan öte, nadasa bırakılan, yani sürülen ama ekilmeyen bir tarlanın, ekine düşman yabanıl bitkiler tohum vermeden önce tarla nadasa bırakılırken sürülerek yok edildiğinden, ertesi yıl bol ürün verebildiği çok geçmeden anlaşıldı. Böylece bir çiftçi, toprak parçalarını bir yıl ekip bir yıl nadasa bırakarak, aynı yerde ölene dek karnını doyurabildi. Sabanla sürülen tarlaların, tarla açma tarımı yapan çiftçilerin tarıma yeni açtıkları topraklarla karşılaştırıldığında görülen verim düşüklüğü, toprakların daha sistemli ve daha uygun bir biçimde işlenmesiyle, bir ölçüde giderildi. Kökler ve kütükler, çapayla yapılsa bile, birörnek ve özenli bir tarımın karşılaştığı ciddi engellerdir.
Gerçekten, bir tarlanın nasıl olması gerektiğini düşününce kafamızda -oldukça düz ve genellikle tek bir bitki türünün yetiştirildiği, birörnek biçimde işlenmiş toprak parçası olarak- canlandırdığımız tarla, sabanın yarattığı bir toprak parçasıdır. Ancak, boyutları ve dönüşlere elverişli olmayışı yanı sıra, bir orman tabanının özelliği olan küçük tümseklerle ve çukurlarla dolu toprakları sürmeye uyarlanma yetisi bulunmayan saban tarımı, doğanın görünümünün insanlarca, orman çiftçilerinin yaptıklarından çok daha kökten ve yeniden biçimlendirilmesini gerektirdi.
Küçük dikdörtgen tarlalar, tüm Ortadoğu’da aynı toprak parçalarının art arda birçok kereler sürülmesinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Bu gerçekleşince, Ortadoğu çiftçileri kendilerinde, ırmak milinin ya da sulama kanallarının toprağın gücünü tazelemediği yerlerde bile, oldukça önemli miktarda bir yiyecek fazlası üretebilme yeteneği gördüler. Bu toplumlarda hayvan gücü insanın kas gücünü öylesine etkin bir biçimde desteklemeye başladı ki, bazı kişiler, kendilerini beslemekle doğrudan ve yakından ilişkili işlerde çalışmaktan bağışık tutuldu. Bu, sulama sınırları ötesinde bile uygar toplumların doğmasına olanak verdi ve az sonra göreceğimiz gibi, uygar toplum biçiminin yağmurla sulanan topraklarda doğup gelişmesi yolundaki yeni olanağın uygar yaşamın ilk merkezine yakınca olan bölgelerde etkisini göstermesi üzerinden çok geçmeden buralarda uygar toplumlar türedi.
Böylece, İ.Ö. 3500 ile İ.Ö. 2500 arasında bir yandan çoban toplulukların öte yandan saban tarımı yapan köylerin ortaya çıkışı, insanın yaşam biçimlerini büyük ölçüde çeşitlendirdi ve ortamı, Avrasya Kıtası’nın ısının ve yağışın büyük çapta tahıl tarımına olanak vereceği bölgelerinde uygarlığın bir uçtan öteki uca dek yayılmasını hazırladı.