*MeleK*
♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
Ramazanda sosyal yardımlaşma
ramazanda yardımlaşma
Abdullah b. Abbas -radiyallahü anh-den rivayet edildigine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurmustur:
“Yani basindaki komsusu aç iken tok olarak geceleyen kisi (olgun) Mü’min degildir.” (1)
Hadis-i Serif “kardes”(2) ve “bir binanin taslari gibi birbirine kenetli”(3) olduklari yüce yaratici tarafindan tescil edilmis bulunan Müslümanlarin, yakin çevrelerine karsi sorumluluklarini hatirlatmaktadir.
Ne zaman sosyal duyarlilik ve yardimlasma üzerinde bir söz açilsa bu hadis-i serif mutlaka hatirlanmis, Müslüman komsusunun yani basinda aç, bîilaç durmasi halinde asla ve kat’a ilgisiz kalamaz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) komsusunun ihtiyaç halinde oldugunu bile bile ilgisiz kalmanin olgun Mü’min olmamanin delili saymaktadir.
Yardimda bulunmak bir baslangiç degil, bir neticedir. Yardim yapma duygusu ve duyarliligi ise, o yardimin gerçek amili ve öncüsüdür. O halde yardimin bizzat kendisinden önce “yardim duygusu”nun gönüllerde yer etmis olmasi esastir. Imkani oldugu halde çevresine yararli olmayanlar, bu duyguyu gönüllerine yerlestirememis olanlardir. Çevresine sicak bakmanin zevkini tadamayanlardir.
Yardim her seyden önce bir duygu ise; onun iman ile ilgisi de pek açik ve köklüdür. Zira insan hareketlerini yönlendiren en müessir güç imandir, iç yönelisidir. O halde çevreye karsi duyarsizlik ve yardimsizlik pek tabii olarak imanin olgunluk derecesiyle alakali olacaktir. Bu sebeple hadiste geçen “Mü’min degildir” hükmü, “yapmasi gerekenleri icraya sevk edecek derecede ve olgun bir imana sahip degildir.” anlamindadir. “Kendi aralarinda yumusak, merhametli, sefkatli.”(4) olmalari gereken Müslümanlarin, hemen yani baslarindaki komsularina karsi ilgisizligi elbette imaniyla irtibatlandirilacak bir göstergedir.
Hadis-i serifte isaret edilen tehdit ve tespit, komsuya ilgisiz kalmaktan kaynaklanmaktadir. Komsular hakkinda Hz. Peygamber: “Cibril, komsu hakkinda o kadar tavsiyede bulundu ki, nerde ise komsuyu komsuya mirasçi kilacak zannettim.”(5) buyurmustur. Bu ölçüde meselenin üzerinde durulmasinin hikmetini büyük sehir hayatini taniyanlar herkesten çok daha iyi anlayacaklardir. 20 cm’lik bir tugla duvarin ve asilmaz setler olusturdugunu ancak apartman hayatinin kahredici hissiz ve alâkasizligini yasayanlar bilir. Is hayatina ilaveten iletisim ve haberlesme vasitalarinin birbirinden koparip yalnizliga mahkum ettigi büyük sehir sakinleri için bu hadis-i serifte ve diger pek çok ayet ve hadislerde yer alan ifadeler, son derece tehdit ve uyari yüklüdür.
Sosyal yardimlasma duygusunu en çarpici bir biçimde gözler önüne seren bu hadisin verdigi mesaj pek tabii olarak sadece have komsularina yönelik degildir. Her çesit ve kapsamdaki komsuluklar için de aynen geçerlidir. Devletler çapinda da ayni seyi düsünmeye mani herhangi bir hal yoktur. Çesitli sebeplerle sikinti çekmekte olan, yari aç, yari tok idare etmeye çalisan komsu milletlere imkan olan komsu ülkelerin ilgi duymalari, yardim etmeleri gerekmektedir. Aksi halde ayni sorumluluk, onlar için de geçerlidir.
“Aç olan komsu”nun mutlak olarak zikredilmis olmasi, “Müslüman komsu” gibi bir tahsise ve vasiflandirmaya gidilmemis olmasi, olgun Müslümanin duyarlilik alanini imanin sinirlarinin ötesine tasimaktadir. Hangi dinden ve inançtan olursa olsun “aç olan komsu” ya sirf komsuluk hukuku geregi olarak ilgi duymasi, ihtiyacinin giderilmesi hedef olarak gösterilmis olmaktadir.
Vali iken kendisine bir kösk yaptiran ve çarsinin gürültüsünden kurtulmak isteyen Sa’d b. Ebi Vakkas’i teftis için Hz. Ömer, Muhammed b. Mesleme’yi aziksiz olarak Kûfe’ye gönderdi. On dokuz günlük bir yolculuktan sonra Medine’ye dönen Muhammed b. Mesleme, kendisine niçin azik vermeden yola çikardigini Hz. Ömer’den sordu. Ömer (r.a.) söyle dedi: “Medine’de Müslümanlar açliktan kirilmak üzereyken sana bir seyler verip de nimeti sen, vebalini de ben yüklenmek istemedim. Zira ben Peygamber (s.a.v.)’i söyle buyururken dinlemis bulunmaktayim:
“Komsusu açken Mü’minin tok dolasmasi yakisik almaz.”(6)
Bu olaydan da anlasildigi gibi küçülen dünyamizda açlara yardima kosmak, bunu da en yakin komsusundan baslatmak her olgun ve imkani olan Mü’minin temel görevidir. Iman olgunlugunun alametidir. Unutulmamalidir ki, bir hadislerinde Peygamberimiz: “Hangi mahallede bir kisi aç kalirsa, o mahalle halki Allah’in korumasindan uzak düser.”(7) buyurmustur. Ibni Hazm da, ayni delilleri degerlendirerek “Bir beldede bir kisi açliktan ölecek olursa, o belde halkinin tümü ölenin katili sayilir ve ölünün diyeti onlardan tahsil edilir.”(8) hükmüne varmaktadir.
Bütün bu izahlardan su neticeleri çikarmamiz mümkündür:
1- Zengin komsuya komsularini aç birakmasi haramdir.
2- Onlari açliklarini giderecek kadar yedirmek, çiplak iseler giydirmek vaciptir.
3- Servette zekattan baska mükellefiyetler de bulunmaktadir.
4- Senelik zekatini verenler mükellefiyetten kurtulamazlar. Duruma göre baska birçok görevleri daha vardir.
5- Gerçek ve olgun Mü’minler, çevrelerine karsi ilgisizlige ve duyarsizliga düsemezler. Muhtaç kimselerin, ihtiyaçlarini karsilamak, imanin kemaline isarettir.
Iste ramazan ayi yardimlasmalarin ve dayanismalarin Mü’minler arasi hayirda yarismanin, yaralari sarmanin, Mü’min derdiyle dertlenmenin zirveye çiktigi bir aydir. Mü’min, imaninin kendisinde meydana getirdigi hassasiyet ile çevresini arastirmali, ihtiyaç sahibi insanlarin dertlerine derman olmaya çalismalidir. Oruç açliginin da costurdugu sefkat ve merhamet çaglayanindan her zamankinde daha çok ramazan ayinda ihtiyaç sahiplerini kana kana sulamalidir. Imanlarini, irz-namus ve vatanlarini korumak ve kurtarmak için emperyalist kafirlerle sicak savasin içerisinde bulunan mü’min kardeslerini de unutmamali, onlar içinde “Ne yapabilirim?” sorusu gündeminden asla düsürmemelidir.
Su gerçegi hiçbir zaman unutmamamiz gerekir ki, mal da, mülk de Allah’indir. Kullarindan bazilarina bunlardan çok vererek, o kullarini bunlarla imtihan eder. Varlikli Mü’minler servetin kendileri için imtihan dünyasinda yöneltilmis bir soru oldugu suuruyla hareket etmeli ve mallarindaki “ihtiyaç sahiplerinin hakki”ni gasbederek zalim ve hak yiyen konumuna düsmemelidir. Allah (c.c.) yarattigi her canlinin rizkina kefildir. Mallarimizdaki ihtiyaç sahiplerinin haklarini gasbederek kimseyi açliktan ölüme mahkum edemeyiz. Ama bizler imtihani kaybetmis oluruz.
“Vermek” ve “Infak” ile sadece maddi yönden varlikli Mü’minler sorumlu degildir. Evet nisap miktari mali olan kisi zekat verecektir. Onun ümmete karsi sorumlulugu içinde “mal vermek” vardir. Ama, yüreginde mü’min kardesi için yüzüne yansiyacak bir tebessümü bulunan da ondan sorumludur. Her Mü’minin, bir tebessümcük zenginligi vardir ve eger varsa “sadaka” ile yükümlüdür. Her mü’minin, bir yetimin basini oksayacak digergamligi vardir. Kendisini bunca genis bir sadaka çerçevesi (Allah Rasulü Efendimiz su davranislari “sadaka” olarak degerlendirmektedir: Allah’i tekbir etmek, La ilahe illallah demek, Sübhanallah demek, Allah’tan magfiret dilemek, Namaza giderken atilan her adim, iyiligi emir-kötülükten nehy, her iyi olan is, iki kisi arasinda adaletle hükmetmek, mazluma yardim, atina binene, yük yükleyene yardim, tatli-güler yüzlü söz, isi bilene yardim, bilmeyene ögretmek, insana eziyet veren seyi yoldan kaldirip atmak.... vb.) Içine sokamayan kisi, ümmetin içindeki yerini yeniden degerlendirmelidir. Çünkü Efendimiz; “Zenginlik mal çoklugundan ibaret degildir. (Hakiki zenginlik gönül zenginligidir.” buyurmuslardir.(9) Asil dert, gönül fakiri olmaktir. Mü’mine karsi bir tebessümü infak edememektir.
Allah Rasulü (bu baglamda) bütün Mü’minleri zengin olarak görüyor. O, ümmetinin her ferdinin infak edecek bir zenginlige sahip olduguna inaniyor. Malî yönden fakir olan, gönlündeki zenginlikle, nice zenginin erisemedigi yücelikleri bulabilir. Sadaka terbiyesi, var olani verebilmekle baslar. Içinizde ümmete karsi bir sevgi çaglayani cosuyorsa, onu verin. Ümmet onunla ihya olacaktir. Allah Rasulü, ümmetinin gönül ezikligine düsmesine razi degildir. Eger bizim gönlümüz iman yönünden yeterli zenginligi bulmussa Allah Rasulü ona, infak için bütün bir hayati açmistir. Mal zenginligi ise, onun sadece bir parçasidir. Bütün mesele var olandan verebilmekte.
Iste size uçsuz bucaksiz umranlar gibi bir “infak” ve “sosyal dayanisma” dünyasi. Bu dünyadan hiç kimsenin ama hiç kimsenin “benim neyim var ki dayanisma için seferber edeyim, infak edeyim.” demeye hakki yoktur. Su güzel ramazan ikliminde bunlari costurmaya, saha kaldirmaya ve bütün bir ümmetin yüzünü güldürmeye var misiniz?
Dipnotlar :
1) Ibni Ebî Seybe, Kitabü’l Iman s. 33.
2) Hucurat/10.
3) Saff/4.
4) Fetih/29. 5) Buhari, Edeb, 28.
6) Ahmed b. Hanbel, I., 55.
7) Ahmed b. Hanbel, II., 33.
8) S. Kutub, El Adeletü’l Fetimaiyye fi’l Islam, s. 221. 9) Müslim, Zekat, 470.
Abdullah b. Abbas -radiyallahü anh-den rivayet edildigine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurmustur:
“Yani basindaki komsusu aç iken tok olarak geceleyen kisi (olgun) Mü’min degildir.” (1)
Hadis-i Serif “kardes”(2) ve “bir binanin taslari gibi birbirine kenetli”(3) olduklari yüce yaratici tarafindan tescil edilmis bulunan Müslümanlarin, yakin çevrelerine karsi sorumluluklarini hatirlatmaktadir.
Ne zaman sosyal duyarlilik ve yardimlasma üzerinde bir söz açilsa bu hadis-i serif mutlaka hatirlanmis, Müslüman komsusunun yani basinda aç, bîilaç durmasi halinde asla ve kat’a ilgisiz kalamaz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) komsusunun ihtiyaç halinde oldugunu bile bile ilgisiz kalmanin olgun Mü’min olmamanin delili saymaktadir.
Yardimda bulunmak bir baslangiç degil, bir neticedir. Yardim yapma duygusu ve duyarliligi ise, o yardimin gerçek amili ve öncüsüdür. O halde yardimin bizzat kendisinden önce “yardim duygusu”nun gönüllerde yer etmis olmasi esastir. Imkani oldugu halde çevresine yararli olmayanlar, bu duyguyu gönüllerine yerlestirememis olanlardir. Çevresine sicak bakmanin zevkini tadamayanlardir.
Yardim her seyden önce bir duygu ise; onun iman ile ilgisi de pek açik ve köklüdür. Zira insan hareketlerini yönlendiren en müessir güç imandir, iç yönelisidir. O halde çevreye karsi duyarsizlik ve yardimsizlik pek tabii olarak imanin olgunluk derecesiyle alakali olacaktir. Bu sebeple hadiste geçen “Mü’min degildir” hükmü, “yapmasi gerekenleri icraya sevk edecek derecede ve olgun bir imana sahip degildir.” anlamindadir. “Kendi aralarinda yumusak, merhametli, sefkatli.”(4) olmalari gereken Müslümanlarin, hemen yani baslarindaki komsularina karsi ilgisizligi elbette imaniyla irtibatlandirilacak bir göstergedir.
Hadis-i serifte isaret edilen tehdit ve tespit, komsuya ilgisiz kalmaktan kaynaklanmaktadir. Komsular hakkinda Hz. Peygamber: “Cibril, komsu hakkinda o kadar tavsiyede bulundu ki, nerde ise komsuyu komsuya mirasçi kilacak zannettim.”(5) buyurmustur. Bu ölçüde meselenin üzerinde durulmasinin hikmetini büyük sehir hayatini taniyanlar herkesten çok daha iyi anlayacaklardir. 20 cm’lik bir tugla duvarin ve asilmaz setler olusturdugunu ancak apartman hayatinin kahredici hissiz ve alâkasizligini yasayanlar bilir. Is hayatina ilaveten iletisim ve haberlesme vasitalarinin birbirinden koparip yalnizliga mahkum ettigi büyük sehir sakinleri için bu hadis-i serifte ve diger pek çok ayet ve hadislerde yer alan ifadeler, son derece tehdit ve uyari yüklüdür.
Sosyal yardimlasma duygusunu en çarpici bir biçimde gözler önüne seren bu hadisin verdigi mesaj pek tabii olarak sadece have komsularina yönelik degildir. Her çesit ve kapsamdaki komsuluklar için de aynen geçerlidir. Devletler çapinda da ayni seyi düsünmeye mani herhangi bir hal yoktur. Çesitli sebeplerle sikinti çekmekte olan, yari aç, yari tok idare etmeye çalisan komsu milletlere imkan olan komsu ülkelerin ilgi duymalari, yardim etmeleri gerekmektedir. Aksi halde ayni sorumluluk, onlar için de geçerlidir.
“Aç olan komsu”nun mutlak olarak zikredilmis olmasi, “Müslüman komsu” gibi bir tahsise ve vasiflandirmaya gidilmemis olmasi, olgun Müslümanin duyarlilik alanini imanin sinirlarinin ötesine tasimaktadir. Hangi dinden ve inançtan olursa olsun “aç olan komsu” ya sirf komsuluk hukuku geregi olarak ilgi duymasi, ihtiyacinin giderilmesi hedef olarak gösterilmis olmaktadir.
Vali iken kendisine bir kösk yaptiran ve çarsinin gürültüsünden kurtulmak isteyen Sa’d b. Ebi Vakkas’i teftis için Hz. Ömer, Muhammed b. Mesleme’yi aziksiz olarak Kûfe’ye gönderdi. On dokuz günlük bir yolculuktan sonra Medine’ye dönen Muhammed b. Mesleme, kendisine niçin azik vermeden yola çikardigini Hz. Ömer’den sordu. Ömer (r.a.) söyle dedi: “Medine’de Müslümanlar açliktan kirilmak üzereyken sana bir seyler verip de nimeti sen, vebalini de ben yüklenmek istemedim. Zira ben Peygamber (s.a.v.)’i söyle buyururken dinlemis bulunmaktayim:
“Komsusu açken Mü’minin tok dolasmasi yakisik almaz.”(6)
Bu olaydan da anlasildigi gibi küçülen dünyamizda açlara yardima kosmak, bunu da en yakin komsusundan baslatmak her olgun ve imkani olan Mü’minin temel görevidir. Iman olgunlugunun alametidir. Unutulmamalidir ki, bir hadislerinde Peygamberimiz: “Hangi mahallede bir kisi aç kalirsa, o mahalle halki Allah’in korumasindan uzak düser.”(7) buyurmustur. Ibni Hazm da, ayni delilleri degerlendirerek “Bir beldede bir kisi açliktan ölecek olursa, o belde halkinin tümü ölenin katili sayilir ve ölünün diyeti onlardan tahsil edilir.”(8) hükmüne varmaktadir.
Bütün bu izahlardan su neticeleri çikarmamiz mümkündür:
1- Zengin komsuya komsularini aç birakmasi haramdir.
2- Onlari açliklarini giderecek kadar yedirmek, çiplak iseler giydirmek vaciptir.
3- Servette zekattan baska mükellefiyetler de bulunmaktadir.
4- Senelik zekatini verenler mükellefiyetten kurtulamazlar. Duruma göre baska birçok görevleri daha vardir.
5- Gerçek ve olgun Mü’minler, çevrelerine karsi ilgisizlige ve duyarsizliga düsemezler. Muhtaç kimselerin, ihtiyaçlarini karsilamak, imanin kemaline isarettir.
Iste ramazan ayi yardimlasmalarin ve dayanismalarin Mü’minler arasi hayirda yarismanin, yaralari sarmanin, Mü’min derdiyle dertlenmenin zirveye çiktigi bir aydir. Mü’min, imaninin kendisinde meydana getirdigi hassasiyet ile çevresini arastirmali, ihtiyaç sahibi insanlarin dertlerine derman olmaya çalismalidir. Oruç açliginin da costurdugu sefkat ve merhamet çaglayanindan her zamankinde daha çok ramazan ayinda ihtiyaç sahiplerini kana kana sulamalidir. Imanlarini, irz-namus ve vatanlarini korumak ve kurtarmak için emperyalist kafirlerle sicak savasin içerisinde bulunan mü’min kardeslerini de unutmamali, onlar içinde “Ne yapabilirim?” sorusu gündeminden asla düsürmemelidir.
Su gerçegi hiçbir zaman unutmamamiz gerekir ki, mal da, mülk de Allah’indir. Kullarindan bazilarina bunlardan çok vererek, o kullarini bunlarla imtihan eder. Varlikli Mü’minler servetin kendileri için imtihan dünyasinda yöneltilmis bir soru oldugu suuruyla hareket etmeli ve mallarindaki “ihtiyaç sahiplerinin hakki”ni gasbederek zalim ve hak yiyen konumuna düsmemelidir. Allah (c.c.) yarattigi her canlinin rizkina kefildir. Mallarimizdaki ihtiyaç sahiplerinin haklarini gasbederek kimseyi açliktan ölüme mahkum edemeyiz. Ama bizler imtihani kaybetmis oluruz.
“Vermek” ve “Infak” ile sadece maddi yönden varlikli Mü’minler sorumlu degildir. Evet nisap miktari mali olan kisi zekat verecektir. Onun ümmete karsi sorumlulugu içinde “mal vermek” vardir. Ama, yüreginde mü’min kardesi için yüzüne yansiyacak bir tebessümü bulunan da ondan sorumludur. Her Mü’minin, bir tebessümcük zenginligi vardir ve eger varsa “sadaka” ile yükümlüdür. Her mü’minin, bir yetimin basini oksayacak digergamligi vardir. Kendisini bunca genis bir sadaka çerçevesi (Allah Rasulü Efendimiz su davranislari “sadaka” olarak degerlendirmektedir: Allah’i tekbir etmek, La ilahe illallah demek, Sübhanallah demek, Allah’tan magfiret dilemek, Namaza giderken atilan her adim, iyiligi emir-kötülükten nehy, her iyi olan is, iki kisi arasinda adaletle hükmetmek, mazluma yardim, atina binene, yük yükleyene yardim, tatli-güler yüzlü söz, isi bilene yardim, bilmeyene ögretmek, insana eziyet veren seyi yoldan kaldirip atmak.... vb.) Içine sokamayan kisi, ümmetin içindeki yerini yeniden degerlendirmelidir. Çünkü Efendimiz; “Zenginlik mal çoklugundan ibaret degildir. (Hakiki zenginlik gönül zenginligidir.” buyurmuslardir.(9) Asil dert, gönül fakiri olmaktir. Mü’mine karsi bir tebessümü infak edememektir.
Allah Rasulü (bu baglamda) bütün Mü’minleri zengin olarak görüyor. O, ümmetinin her ferdinin infak edecek bir zenginlige sahip olduguna inaniyor. Malî yönden fakir olan, gönlündeki zenginlikle, nice zenginin erisemedigi yücelikleri bulabilir. Sadaka terbiyesi, var olani verebilmekle baslar. Içinizde ümmete karsi bir sevgi çaglayani cosuyorsa, onu verin. Ümmet onunla ihya olacaktir. Allah Rasulü, ümmetinin gönül ezikligine düsmesine razi degildir. Eger bizim gönlümüz iman yönünden yeterli zenginligi bulmussa Allah Rasulü ona, infak için bütün bir hayati açmistir. Mal zenginligi ise, onun sadece bir parçasidir. Bütün mesele var olandan verebilmekte.
Iste size uçsuz bucaksiz umranlar gibi bir “infak” ve “sosyal dayanisma” dünyasi. Bu dünyadan hiç kimsenin ama hiç kimsenin “benim neyim var ki dayanisma için seferber edeyim, infak edeyim.” demeye hakki yoktur. Su güzel ramazan ikliminde bunlari costurmaya, saha kaldirmaya ve bütün bir ümmetin yüzünü güldürmeye var misiniz?
Dipnotlar :
1) Ibni Ebî Seybe, Kitabü’l Iman s. 33.
2) Hucurat/10.
3) Saff/4.
4) Fetih/29. 5) Buhari, Edeb, 28.
6) Ahmed b. Hanbel, I., 55.
7) Ahmed b. Hanbel, II., 33.
8) S. Kutub, El Adeletü’l Fetimaiyye fi’l Islam, s. 221. 9) Müslim, Zekat, 470.