Rabıta nedir nasıl yapılır

narçiçeğimm

Daimi Üye
Üye
Rabıta nedir nasıl yapılır
rabıta nedir rabıta nasıl yapılır


Melekler bilmiyenler varsa işte rabıta. Rabıta kelime manası; Bağ, ilişki, müridin ruhaniyetinden feyiz alacağına inanarak kâmil şeyhinin suretini zihninde tasavvur etmesidir. Müridin şeyhini severek yâd etmesi ve suretini zihninde canlandırmasıdır. Kulun kendi sıfat ve vasıflarından sıyrılıp çıkması fena, Allahın sıfat ve vasıflarıyla süslenmesi, insanın kendisini, etrafındaki halkı, eşyayı görememesi bekadır

resim 1-22c.jpg




Rabıta kuran-ı kerimde bazı ayeti kerimelerle insanlara tavsiye edilmiştir.


''Ey iman edenler Allahtan korkun, sadıklarla beraber olun''


Sadıklarla beraber olun ayeti kerimesinin tefsirindeki sadıklar Allahütealâ’nın takva sahibi kulları, nefsini tezkiye etmiş, kalbi Allahütealâ’nın katında fenay-ı etemm ve bekay-ı ekmel derecesine ulaşmış insanlar olarak nitelendirilir.


Her sadık olan kişiye rabıta yapılamaz. Rabıta yapılacak kişinin belli vasıfları olması gerekir.


Mevlana Halid-i bağdadi k.s rabıta yapılacak kişiyi tarif ederken


“şeyhinden yazılı ve sözlü (sadece yazılı kabul edilmiyor,etrafındaki insanlar tarafından da bilinmesi gerekiyor) icazet almış, kamil ve mükemmil kişi” diye işaret buyurmuştur....


Mevlana Halid-i bağdadi ks hayatta iken pek çok halifesi vardı bu halifelerden bazılarına kendilerine rabıta yapılmasına izin vermemiştir. Nakşibendî hakikatine erenler,(mektubat,48) “ vücudunda fena olmayan kimsenin rabıtasının, salik için fena halini tem’in etmez. Hatta çoğu sefer onu tehlikelere sokar.”demişlerdir.


Mevlana Halidi Bağdadi ( k.s); “yazılı ve sözlü olarak onun kemaline ve vicdani heyete arız olanlar, ''fenay-ı etemm ''ve ''bekay-ı ekmel''derecelerine ulaşmış olduğuna şahadet edip, bütün müritlerin tek şahıs etrafında toplanmalarını işaret edince ve bu emri yerine getirmelerinde üsteleyince bu emre uyarak, kendilerinden başka hiç kimseye rabıtayı münasip görmediler. Hatta halifelerini ve bağlılarını bu hususta daima uyardılar ve onlara kendi nefislerine rabıta ettirmeyi yasakladılar.


Tarif edilen şekilde fena ve beka mertebelerine ulaştıkları şahadetle sabit olmayan kişiler her ne kadar zikir talimine memur ve mezun olsalar da, kendilerine rabıta ettiremezler. Bu kesin yasağı çiğneyenler sonunda hüsrana uğrayanlardır...


Mevlana Halidi Bağdadi ks 'nın mektuba tını okuduğumuzda görüyoruz ki yetiştirmiş olduğu 116 halifesi vardı ve onları irşat vazifesi ile dünyanın dört bir köşesine gönderdi. Onlara kendinize rabıta yaptırmayın diye sıkı sıkı tembih etti... Bunun nedenlerinden biri rabıta yapılan insanın belli özelliklerinin olması gerektiğidir.


Rabıta Allah-u Teâlâ’dan gelen feyizlerin insanlara aktarılmasıdır.


İnsan eğer o dereceye ulaşmamışsa insanlara fayda yerine zararına sebep olabilir.


Mevlana Halid ks ilk zamanlarda kendine rabıta yaptırmamış Abdullah Dehlevi ks hz.nin izniyle ve emirleriyle, şeyhinden icazet aldıktan sonra müritlerine rabıtaya izin vermiştir. Halifeliğinin ilk zamanlarında Kendi şeyhine rabıta yaptırmış... Ne zamanki Abdullah Dehlevi ks ona artık sana rabıta yapılabilir demiş ve bunu emretmiş, sonra kendisine rabıtaya izin vermiştir.


Sadıklarla beraber olun ayeti kerimesinin şerhinde; sadıklarla beraber olmayı âlimler ikiye ayırmışlardır.


1. cismani beraberlik; sadıkların meclislerine devam ederek onlardan ilim ve fazilet tahsil etmektir. İlimsiz bir şey olmaz. İnsan istikamet üzere olmayı ilim öğrenerek kazanır. İlim ehlinin ibadet ve taati, cahilinkinden kat kat faziletlidir. Bundan dolayıdır ki Ashabı kiram Resul-u Ekrem sav etrafında pervane olurlar sürekli onunla birlikte olmaya gayret ederlerdi. Uzak yerlerde olanlar fırsat buldukça, yol emniyeti temin edildikçe, Peygamber Efendimizi sav ziyarete gelirlerdi. Hz Ömer r.a.h arkadaşıyla nöbetleşip sırayla Peygamber Efendimizin sav yanına gelirler ve o gün cereyan eden hadiseleri akşamları birbirlerine anlatırlardı.


2. ruhani beraberlik; sadıkların gıyabında onların suret ve siretlerini hayalde tutmak fikren ve ruhen onlar ile beraber olmak onları düşünmek ve güzel halleri ile hâllenmektir.


Kim ki güzel insanlarla beraber olur, sohbetlerinde bulunursa, kendileri ne kadar günahkâr olursa olsun, sohbet ve duaların etkisiyle değişip tövbekâr olurlar. Günahkâr ve bidat ehli insanlarla olanlar ise kendileri iyi bile olsalar onlardan etkilenip bozulabilirler...


Bir hadisi şerifte ''iyi arkadaş yalnızlıktan, yalnızlıkta kötü arkadaştan hayırlıdır.iyilerle dost olan misk satanla beraber olan gibidir;onun güzel kokusu diğerine bulaşır,kötülerle beraber olan da demirci çırağı gibidir,onun isi ve pis kokusu da diğerine bulaşır..





Sadıklarla beraber olan insan onlardan pek şey alır.


Beraberlik çok önemlidir. Beraber olunan insanlarda zat olarak sıfat olarak hal olarak fikir olarak ortaklık gerekiyor.


Bunların hepsinde bir ortaklık olmazsa 0 insandan faydalanmak mümkün olmaz.İnsan öyle bir halde olacak ki mürşidiyle her halinde bir ortaklık meydana gelecek..Bunun da en iyi yolu muhabbettir.


Peygamber efendimiz sav kişi sevdiği ile beraberdir diyor...


Eğer bir insan birini seviyorsa onun yapmış olduğu her hareket hoşuna gidecek ve zamanla onun yaptığı şeyleri yapmaya başlayacaktır: böylelikle bir ortaklık doğacaktır. O insanda onun sıfatına bürünecek onun halini telakki etmeye başlayacaktır.


Mesela rabıta yaparken insan kendi haline bakacak, eğer rabıta halindeyken kendinde bir gelişme görmüyorsa ya da kötü halleri gözünün önüne geliyorsa o insan, “benim halim gelişmekten uzaktır “diye düşünmeli ve halini düzeltme ye, günahlardan uzaklaşmaya gayret göstermelidir.


Rabıtanın en büyük faydası sünnetleri yerine getirip günahlardan kaçmaktır. Rabıtada insana güzel şeyler tezahür ediyorsa bu hali kendisinden bilmeyecek “bu benim şeyhimin lütfudur ben daha iyi olayım diye bana güzel haller gösteriyor” demelidir ve bu halleri artırmaya gayret etmelidir. Eğer bu haller insana şeyhinin huzurunda oluyorsa (yani rabıtanın pek çok şekilleri vardır, Şeyhinin uzağında yapılan rabıta vardır)


Zaten o zaman direk karşısındadır. Şeyhinin kapısında bir dilenci gibi olmalıdır. Nasıl ki bir dilenci kapıya gider torbasını açar ve bekler, torbasına ne konulduysa razı olur; insan da böyle olmalıdır, şeyhinden ona gelecek feyzi beklemelidir.


Eğer insan uzaktaysa şeyhine rabıta yapmaya devam etmelidir. Çünkü Resulü Ekrem sav zamanında sahabe-i kiram efendilerimiz ona yakın ve uzaktayken de rabıta kurmaya devam ederlerdi.


Hz Ebubekir Sıddık' a (ra) gelmiş ''ya Resulullah sav her yerde gözümün önündesin.sen yakındayken de uzaktayken de sen gözümün önündesin.Hatta defi hacet yaparken de hayalin gözümün önüne geliyor..''diyor.Resulü Ekrem sav defi hacet yaparken düşünmemek gerekir diyor.her an aklında olma hali iyidir ,deyip tavsiye ediyor.Bu bize şeyhimiz uzaktayken de rabıta yapmamız konusunda bir kaynaktır.


İnsan şeyhinden uzaktayken onu düşünmeyle, hatırlamayla ve onunla ilgili hadiseleri hatırlamasıyla, her an şeyhiyle birlikte olmaya gayret etmelidir. Bu şekilde rabıtasını geliştirmeye gayret etmelidir ki tarikatta ilerlemesi mümkün olsun.


Rabıta kurulan şeye göre değişiklik arz eder; farklı olur. Bu da 3 türlüdür.


1. tabii düşünme(rabıta); kişinin ailesini çoluk çocuğunu ve yakınlarını düşünmesi gibidir. İnsanın fıtratından gelen kaçınılması mümkün olmayan düşünce.


2. süfli düşünce (rabıta); kişinin kalbini kötü şeylere bağlaması ve düşünmesidir.


3. ulvi düşünce(rabıta); kişinin kalbinde Allah (c.c), Resulullah sav ve Allah’ın seçkin kullarını sevgisi ve muhabbeti gibi güzel şeyleri düşünmesidir.


Ulvi değerlere yönelik rabıta müride zamanla hakla beraberlik duygusunu getiri. Bu durum Hz. Peygamber sav karşı ashabından, tabiin, tebe-i tabiin den bazılarında olduğu gibi kişinin kendi arzu etmese de vazgeçemeyeceği bir kalp bağına dönüşür.


Zamanla toplum bozulduğu ve kişilerin kalpleri gereksiz şeylerle meşgul olduğu için tarikat ehli bunun yerine müritlerin kalplerine cenabı hakka bağlamak maksadıyla kamil şeylere rabıtayı benimsemişlerdir..


Kuranı kerimde ''yemin olsun ki derinliklere dalıp şiddetle çıkanlara, kolaycacık çekenlere, ilahi emre imtisal için yüzüp gidenlere, hak yolunda koşup yarışanlara ve kendisine verilen işi güzelce yerine getirenlere (melek ve benzerleri)ki ey insanlar! Muhakkak öldükten sonra rabbinizin huzuruna çıkarılacak ve hesap vereceksiniz '' buyrulmuştur.


Bu ayeti kerimede Allahütealâ melekler ve insanlar üzerine yemin ediyor.


Bazı işler için görevlendirdiği yaratıklarına, buradaki kendileriyle yemin edilen varlıkların, cenabı hak katında kıymet ve şerefine, kullar üzerindeki etki ve menfaatine işaret içindir.


Derinliklere dalıp şiddetle çıkanlara yemin ediliyor;


Burada anlatılan insanın manevi halidir. Allahütealâ’nın yolunda insanların yaptığı taatlara göre halleri vardır.


Hak yolunda yarışanlar Allahütealâ’ya gitme yolunda yarışanlardır..


Kendisine verilen işi güzelce yapanlar: Allahütealâ her işi yapmaya kadirdir ama bazı işlerin yapılması için sebeplere ihtiyaç vardır. Her şeyin bir sebebi vardır.


Yağmurun yağması, rüzgârın esmesi gibi olaylara Allahütealâ sebepler koymuştur; bunları yapan melekler ve bunlara yardımcı olan insanlar vardır. Bu insanlar ölmüş de olabilirler, hayatta da olabilirler.


Ölmüş insanların insanlara faydası güneş gibidir. Güneşin önüne bulut geldiği zaman güneşin sıcaklığı azalır. Bulut olmadığında etkisi daha fazladır.


Ruh bedenden ayrıldığı zaman kızgın güneş gibidir insanlara daha çok faydası vardır..


Allahütealâ bazı seçilmiş kişilere ve meleklere manevi yetkiler verir.


Melek kuvvet demektir. Her bir yağmur damlasını yeryüzüne indiren bir melek vardır. Yerçekimine göre yağmurun yere hızlanarak inmesi gerekir. Bununla ilgili bir hesaplama vardır; bir damla yere düşerken yeri delecek bir güce sahip olur. Fakat yağmur taneleri çok yumuşak olarak yere iniyor, bunun sebebi her yağmur ve kar tanesini bir meleğin indirmesidir. Pek çok vasıfları olan melekler vardır. Aynı şekilde böyle insanlar da vardır. Ve tabiat olaylarının olmasına vesile olurlar. Allahütealâ onlar üzerine yemin ediyor. Bu insanlar Allahütealâ'nın sadık dediği kullardır.


Manevi olarak yardımda bulunurlar.


Müfessir Allame Abidin ra tefsirinde derki; buradaki yeminler;


“ Her şeyi yaratan Allahütealâ’dır. Allah’ı sever gibi sevmek ayrıdır, Allah için sevmek ayrıdır.”


Rabıtada insanların şirk korkusuna düşmeleri; neden Allahütealâ’yı değil de, bir insana rabıta kuruyoruz demeleri, bu sebeptendir. İnsan Allahütealâ’nın rızasını kazanmak için pek çok şey yapabilir, rabıta da bunlardan biridir.


Peygamber efendimize( sav) Cebrail (as) bir bedevi kılığında geliyor ve ya Resulullah (as) İslam nedir? Diye soruyor. Resulü Ekrem de (sav)


- İslam; namaz kılmak hacca gitmek, zekât vermek, oruç tutmak, kelime-i şahadet getirmektir, diyor. Cebrail as


- Doğru söyledin ya Resulullah (sav), iman nedir? Diye soruyor. Resulü Ekrem (sav)


- Allaha inanmak, peygamberlere inanmak, kitaplara inanmak, meleklere inanmak, ahiret gününe inanmak, hayır ve şerrin Allahtan geldiğine inanmak, ahiret gününe inanmak kaza ve kadere inanmaktır, diyor. Cebrail as yine


- Doğru söyledin ya Resulullah (sav) diyor.


- Peki, ihsan nedir? Diye soruyor. Resulullah (sav)


- Sen Allahütealâ’yı görmesen de görüyormuş gibi ibadet etmendir (davranmandır).


Bu hadisi şerif ruhani beraberliği anlatıyor. Bu murakabenin en üst halidir. İnsanın ulaşabileceği en üst makamdır, en alt makam da insanın şeyhini düşünmesidir.


İnsan günlük yaptığı her şeyde yemek yerken, gezerken, otururken sanki şeyhi yanındaymış gibi hareket etmelidir. Yanındayken (şeyhinizin) nasıl hareket ediyorsanız, o yokken de o şekilde hareket etmelisiniz. İnsan bu hali kendinde meleke haline getirirse, sen Allahütealâ’yı görmesen de görüyormuş gibi ibadet etme hali gelişir.


Tarikatta yapılan her şey bir basamaktır. İlk önce şeyhini sonra Resulullah’ı (sav) sonra da Allahütealâ murakabe edilir. Bunların hepsi kademe, kademedir. Direk üst kademeden başlamak mümkün değildir.


Hepimiz, Allahütealâ’nın bizi her an gördüğünü biliyoruz ama buna rağmen, haram işlemeye devam ediyoruz. Bunun nedeni bildiğimizi aklımızın ve kalbimizin tam kabul edememesidir. Gerçek manada buna güç yetiremediğimizdendir.


İnsan bir yerde otururken kendi değil de şeyhi oturuyor diye düşünmeli; şeyhi yanındaymış gibi davranmalıdır. Böyle davranırsa pek çok günahtan hatadan korunmuş olur...


Görünür ya da görünmez günahlar vardır.Kalbimizden geçirdiğimiz kötü düşünceler görünmeyen günahlardır.İnsan sürekli şeyhini düşünürse bunlardan uzaklaşmış olur..


Gazneli Mahmut Ebu Hasan-ı Harkani (ks) hazretlerinin yanına geliyor ve soruyor... Beyazıt-i Bistami (ks) nasıl bir zattır diyor. Beyazıd-i Bistami Ebu Hasan harka ninin şeyhidir. Ebu Hasanı Harkani Hz. 25 yıl onu kabrine gitmiş ve ondan feyiz almaya uğraşmıştır.25 yılın sonunda feyiz alabilmiş.


Kabrinden nasıl faydalandın? dediklerinde, onu gören imana gelirdi diyor..


Gazneli Mahmut bu nasıl bir sözdür? Peygamber Efendimiz (SAV)zamanında yaşayıp ta onu görüp imana gelmeyenler oldu da Beyazıt Bistami (ks) görenler mi imana gelecekler? Dedi. onlar Muhammed Mustafa ya (sav) bakarken Abdullah’ın oğlu gözü ile baktılar o yüzden imana gelmediler ama Allahın peygamberi Muhammed Mustafa(sav) gözüyle baksalardı hepsi imana gelirdi, diyor.


Beyazıd-ı bestami'ye (ks) bakmakta böyledir.Bakan göz önemlidir diyor..Siz de karşınızdakine ne gözle bakıyorsanız o gözle görürüsünüz.


İnsan mürşide bakarken kalbindeki muhabbet önemlidir. Eğer insan şeyhine kalbi mutmain olarak, kalbinde kötü hiç bir şey olmadan bağlanıyorsa şeyhinden çok büyük bir feyiz alır. Eğer insanın kalbinde şeyhine karşı hoş olmayan bir takım düşünceler varsa tövbesini sıkça tekrarlamalıdır.


Onun ihvanına bakmalıdır; çünkü bir şeyhin müridi şeyhi gibidir. Birbirinize iyilikle muamele edeceksiniz ki şeyhinizle olan muhabbetiniz iyi olsun.


Şahı Nakşibendî (ks) ile Abdulhalık Gücdevani Hz. arasında beş kuşak vardır fakat maneviyatta ondan feyiz almış, onun sayesinde o makama ulaşmıştır.


Şah-ı Nakşibendî 'nın(ks) şeyhi Emir Külal(ks) olmasına rağmen asıl onu maneviyatta yükselten Abdullahçık Gücdevani (ks) dir. Ruhani beraberlik cismani beraberlikten önemlidir.


İslam âlimlerinden İmam-ı Azam Ravzay-ı mutahara'yı ziyaret ederken “duyduğum zaman ancak senden hoş sözleri duyuyorum baktığım zaman da ancak seni görüyorum.”demiştir.


Bir başka hadis-i şerifte ''Muhammed’in nefsini elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki; gerçekten kullar içinde Allaha en sevgili olanlar;Allah'ı kullarına sevdiren,yeryüzünde hayır ve nasihatle dolaşanlardır.(hindi Kenzu Ummal).buyrulmuştur,.


Diğer bir hadis-i şerifte İbni Abbas (r.a)şunu anlatmıştır. Bir adam Hz Peygambere (s.a.v) gelerek ''Ey Allah'ın Resulü a.s!Allahın velileri kimlerdir?


diye sordu..Efendimiz (s.a.v) ''Görüldükleri zaman Allah-u Teala'nın hatırlanıp zikrolunmasına sebep olan zatlardır''buyurdu (İbni kesir tefsiri)


Yukarıda zikrettiğimiz görüşler sadece mutasavvıfların görüşü değil, pek çok müfessir, fakih, muhaddisin açıklamalarda bulunup, onun dindeki yerine, kalpteki tesirine ve terbiyedeki yerine işaret etmişlerdir.


*******




RABITA 2


Rabıta kelime manası; Bağ, ilişki, müridin ruhaniyetinden feyiz alacağına inanarak kâmil şeyhinin suretini zihninde tasavvur etmesidir. Müridin şeyhini severek yâd etmesi ve suretini zihninde canlandırmasıdır. Kulun kendi sıfat ve vasıflarından sıyrılıp çıkması fena, Allahın sıfat ve vasıflarıyla süslenmesi, insanın kendisini etrafındaki halkı eşyayı görememesi bekadır.


Fena; kalıcı ve geçici olma, tasavvufta, kötü huyların davranışların yok olması fena, yerlerini güzel huyların ve davranışların alması bekadır.


Ey iman edenler Allahtan çekinin özü sözü doğru kimselerle olun. Özü sözü doğru olmak işi, hem surette, hem de manada onlarla olmaktır. Daha sonra Olun! Emrindeki oluşu, Hace Ubeydullah Ahrar bu rabıtadır şeklinde tefsir etti.


Şafi imamlarından İmam Gazali şöyle diyor: kalbinde Resulullah’ın güzel şahsını hazır et. Allah ona salât ve selam eylesin. Ona şöyle selam ver: Ey peygamber sana salât ve selam olsun. Şunu da doğru ümit et. Senden ona selam ulaşacaktır. Senin selamından daha yeterli selam sana gelecektir.


Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enna muhammeden abduhu ve resuluhu. Allahtan başka ilah yoktur, Muhammed onun kulu ve resulüdür. Burada peygambere seslenirken öyle bir işaret vardır ki, Resulullah’ın ümmetinden herkes yüce hakkı açıkça görebilir. Ve peygamber efendimiz onlarla hazır olur, en güzel amelinde onların şahidi olur. Onun bu şekilde hazır olduğunu anlamak namaz kılanların huşu ve hayâsının artmasına sebep olur.


İbni Abbas rüyasında, Peygamber Efendimizi gördü. Hz. Ayşe onu evine davet etti. Peygamberimizin aynasını çıkardılar ve aynada Peygamber Efendimizi gördü, kendisini göremedi. Anlatılan bu hadise, rabıta işinde tam bir yok olma hadisesidir. Bu sözden sonra hiç kimse çıkıp ta Resulullah sureti için söz yok, Allah ona salât ve selam eyle diyemez. Ve bu şekilde görülmek sadece peygamberlerin işi değildir. Peygamberlerle evliya arasında ortak yanlar vardır. Evet, kim namazda Peygamber Efendimiz dışında başkasına hitap ederse namazı boş olur.


Bir hadisi şerifte ”Onlar görüldükleri zaman yüce Allah’ı andırırlar. Onlar yüce Allahın huzurunda olan kimselerdir.” Sana düşen odur ki şeyhin suretini hayalinde tutasın. Kalbini ona çeviresin. Böyle yapmalı ki insan kendinden geçme haline yok olma haline ulaşsın.


Abdulkadir Geylani buyurmuştur ki “Hak yoluna salik, tasavvuf yoluna girince, ona düşen kalben evliyaya rabıta ede. Bu rabıta sebebi ile içten onlardan faydalanmaya baka. Rabıta eden kişinin dışta pek keremli kimse olup olmamasının pek ehemmiyeti yoktur.”


Peygamber Efendimiz cennetin bütün kapılarından o kapılara ait amelleri işlemiş kimselerin ayrı ayrı çağrılacağını beyan ettiği esnada, Hz Ebu Bekir sordu Ya Resulullah, her kapıya ait amellere sahip olan bir kişi hepsinden içeri girebilecek midir? Resulullah buyurdu: Evet onlardan biride sen olacaksın. Bütün olarak ruh dünya evinde değişik suretle görülebilir. Berzah âleminde değişik suretlerde görülmesi daha uygun daha güçlüdür.


Efendimiz buyurmuştur ki “benim ümmetimin âlimleri, İsrail oğullarının nebileri gibidir. Âlimler peygamberlerin varisleridir. Nefsimi yed-i kudret elinde tutan Allah yemin ederim ki, Allahın kullarından ona sevimli olan o kimselerdir ki, Allah ı kullara sevdirip, kulları da Allaha sevdirirler.”


Sahabenin izlediği yol peygamberimizi taklitti. Peygamberimiz oturduğu zaman otururlar, ayakkabısını ve yüzüğünü çıkardığı zaman onlarda çıkarırlardı. Hadis kitaplarında rivayet edildiği gibi Peygamberimiz bir kuyu üzerinde diz üstü oturduğu için, Hz Ebu Bekir ve Hz Ömer aynı şekilde yapmışlardır. Hudeybiye anlaşmasında Peygamberimiz saçını tıraş ettiği zaman, mübarek saçından bir kıl almak için o kadar izdiham oldu ki hiçbir kıl yere düşmedi.


İbni Ömer bir yere geldiği zaman devesini olduğu yerde çevirdi. Neden böyle yaptığı sorulunca Peygamberimiz böyle yapmıştı, dedi.


İstimdadı inkâr 2 çeşittir:


1. ruhlar için yardım ve tasarruf kudretini inkâr etmek


2. dirilerin seslerini ölülerin işitmesini inkâr etmek





Ruhlar için tasarruf sahih hadislerle sabittir. İsra ve miraç hadisesidir. Zira bu hadisede Hz Musa kabrinde namaz kılarken gördüğünden, bütün peygamberler Mescidi-i Aksa’da toplanıp Resulullah’ın arkasında namaz kıldıklarından, bazılarının Peygamberimizden önce göklere çıkmış olduklarından ve Hz. Musa’nın Peygamberimize namaz hakkında kısaltma için Rabbine münacat etmesinden bahsetmektedir. Dolayısıyla Peygamber ruhlarının serbest olduğuna diri iken verilmeyen tasarrufların vefatlarından sonra verildiğine apaçık delalet ettiği görülür. Şayet Hz. Musa’nın imdadı ve yardımı olmasaydı günde 50 vakit namaz kılacaktık. Peygamberlerde mucize olan şeylerin velilere keramet olması caizdir.


Ruhlar sesi işitebilir. Bedir savaşında peygamberimiz s.a.v. kuyuya atılan müşriklerin başında “siz onlardan daha fazla işitici değilsiniz” buyurdu.


Yine Peygamberimiz s.a.v. “Ölü kabre konunca soru sormak için 2 melek gelmeden, arkadaşları oradan ayrılırken onların ayak seslerini işitir” diye buyurmuştur.


Peygamberimiz s.a.v. “Yine kabirlere girildiği zaman selam verilmesi, kabirdekilerle konuşulması ruhların sesleri işittiğine, delildir.


Rabıta peygamberimizin devamlı müşahede edilmesine götüren bir vesiledir. Rabıta ile şeyhte fani olmak, efendimizde fani olmaya ve netice itibarıyla fenafillâha götürür.


Rabıta kim olduğun değil kiminle olduğundur. Gözlerini kapa kendine bir bak ne görüyorsun. KARANLIKLAR İÇİNDEYSEN SENİ AYDINLIĞA ULAŞTIRICAK BİR DOSTA BİR IŞIGA İHTİYACIN VAR DEMEKTİR.


Eğer uğraşırsan çabalarsan bir tecelli yakalayıp ne demek istendiğini hal olarak yaşayabilirsin. Rabıtanın gerçeğini hepimizin görebilmesi duası ile Allaha emanet olun.
 
Rabıta, Rabıta Nedir, Rabıta Hak mıdır, Rabıta Nasıl yapılır
1
Rabıta bağ demektir. İki şeyi birbirine bağlamak. Tasavvufta müridin şeyhi hayal etmesi ondaki feyze, nura, nisbete müşteri olmasıdır. Rabıtanın pek çok şekli vardır. En güçlüsü telebbüsü rabıtadır. Bu rabıtada mürid kendisini şeyh farz eder, onun şeklini vücuduna sokar. Artık kendisi değil, şeyh vardır. Ama sofiler rabıtada genellikle şeyhlerini karşılarında yüksek bir tahta oturmuş surette canlandırırlar.

Gerçekten rabıta için açık bir nas (Kuran-ı Kerim ayeti) olmadığı gibi peygamber döneminde böyle bir uygulama da yoktu. Zaten ehli tasavvuf da rabıtanın bir ibadet biçimi olmadığını, bir sevgi tezahürü ve manevi ilerlemede bir teknik olduğunu belirtmektedirler. Tevillerle yeni bir ibadet tesis etmek dine bidat koymaktır. Zaten ehli tasavvuf, özellikle Nakşibendîler bu konuda çok hassastırlar.

Peki, rabıta bir ibadet biçimi değilse ve bir sevgi ve maneviyatta gelişme tekniği ise tasavvufta buna niçin ihtiyaç duyulmuştur? Rabıtanın temel işlevi nedir? Öncelikle şunu belirteyim, din demek tasavvuf demek değildir. Bir Müslüman dinin emir ve yasaklarını yerine getirerek de cennete girebilir. Tasavvufun gayesi Cibril hadisinde iman, İslam sorularından sonra gelen ‘ihsan’ sorusuna cevap teşkil etmektedir. Vakıa suresinde de 'ileri geçenler' olarak adlandırılan taifeye şümuldür. Ne yazık ki bu surede bu taife, ümmet-i Muhammed’de geçmiş ümmetlere göre daha az olacağı da vurgulanmaktadır. Allah'ın tasavvufun sırrının akıl ve şeriata uymadığını da Kehf suresinde Hz. Hızır ve Hz. Musa kıssaları ile bu ümmete ders verdiğini de unutmayalım. Gerçi mürşitler şeriatı da her zaman birinci plana aldıklarını, şeriatsız tarikat olmayacağını da vurgulamışlardır.

Ben peygambere sahabeler kadar muhabbet duyabilir miyim? Kesinlikle duyamam. Muhabbet görmekle olur. Bir tebessüm, bir bakış muhabbeti gerçekleştirir. Bir nurlu yüz insanı candan vurur. Bir güzel sohbet yüreklere işler. Maalesef bizler bundan mahrumuz. Sahabeler ise bunu yaşıyorlardı. Yani onların her saniyesi o zatla rabıtalı geçiyordu. Hatta hadisi şeriften peygamberimizden (s.a.s) ve peygamberlerden (a.s.) sonra ümmetin en hayırlısı olan Hz Ebubekir (r.a.) kaza-i hacetinde (tuvalette) bile Rasullah’ı düşündüğünü ve bundan bizar olarak Rasullah’a geldiğini onun da bunu doğal karşıladığını anlıyoruz. Sevgi hayal doğurur. İşte rabıta bu hayaldir. Mürşidini hayal etmektir. Peki, mürşidini hayal etmek ne doğurur? Sevgi doğurur. Mürşit silsilesi ile Hz Rasullah’ın (s.a.s) vekilidir. Silsilesi sağlamsa tabii. Her şeyde olduğu gibi bunların da sahteleri olduğunu unutmayalım. Peki, gerçek bir mürşid-i kâmili hayal etmek sofiye ne kazandırır. Fenafişşeyh makamını verir. Bu uzun yılları alabilir. Ama fanafişşeyhlik de onu fenafillâha götürür. Rabıtasız hiç bir kimse fenafillâh olamaz. Üyevsiler bile Allahın rahmeti ile Hz. Hızır Aleyhisselamın veya ahrete teşrif etmiş bir velinin şeyhliğinde fenafillâha ulaşabilmişlerdir. Çünkü şeytanlar nefsin mülhime sınırında beklerler. Oradan yukarıya ancak rabıta nurları ile çıkılabilir. Başka bir yol mümkün değildir. Allah'ta fenaya ve bekaya ulaşmış bir mürşidi rabıta yaptığımız zaman elde ettiğimiz kazanç çok büyüktür. İlim, hikmet ve bilhassa nur mürşitten rabıta yapanın üzerine adeta sağnak sağnak yağar. Kalp gözü açık olanlar bunu görebilirler. Mürşit sağlam silsilesi ile bunu sadatlardan, Rasulullahtan (s.a.s) ve Allahtan (c.c.) alır. Yani bir hiyerarşi var. Rabıta olmasa mülhime nefs sıfatına ulaşmış kişi şeytanların oyuncağı olur, delirir. Tövbe etmiş tarikata yeni girmiş kişi rabıtayı bilemez, kıymetini de anlamaz. Zamanı boşa geçirmek olarak telakki eder. Çünkü bir yarar gördüğüne kani olmaz. Ama durum böyle değildir. Biz de bu basamaklardan geçtik. Tasavvuf kitaplarından rabıtanın zikirden daha eftal olduğunu okuyunca taaccüp etmiştik. Hatta karşı geldik. İnanmadık. Ama zamanla kalp gözümüz açılınca işin hakikatine bizzat şahit olduk. Meğer sadatlar doğru söylemiş, rabıtasız zikir maksada ulaştırmaz, ama zikirsiz rabıta maksada ulaştırırmış. Tasavvufu bir kelime ile tanımlamak gerekirse rabıtadır. Rabıta nefse çok ağır gelir. Nefis rabıtayı ölmekle eş görür. Gerçekte de öyledir. Rabıta ile nefis daha doğrusu emmare, levvema, mulhime nefisler ölür. Nefis mutmainne makamına ancak bir Allah dostunun gölgesi ile yani rabıta ile çıkabilir. Zor, çok zor nefsin rabıtayı kabul etmesi. Ben bile bu yolda pek çok sorunla karşılaşıyorum. Ama ilaç acı da olsa çok yararlı. Bunu anladım. İnşallah bu yazımız insanların gönüllerinde rabıtaya teşvik olur. Namazda dünyevi şeyleri hayal edeceğimize kalbimizi şöyle bir rabıtaya bağlarsak ihsan makamına doğru yol alabiliriz. Namazı kılan ben değilim mürşidimdir. O Kâbe-yi şerifede namaz kılıyor. Bakın bakalım namaz ne kadar tatlı olacak. Aksi halde namaz dünyevi, şeytani hayallerle geçmektedir. Namazda kalbe nefse sahip çıkmak çok zordur.

2
Geçmişime baktığımda bir zamanlar benim de rabıtayı inkâr ettiğimi hatırladım. O zamanlar Seyyid Kutup, Mevdudi, Ali Şeriati gibi İslam büyüklerinin eserlerini okuyordum. Daha sonra Risale-i Nurları okudum. O zamanlar tasavvuf, hususiyle rabıta beni çok itiyordu. Şeriatın ayaklar altında olduğu bir ortamda bir kenara çekilip şeyhin suretiyle meşgul olma bana çok komik ve acınacak bir durum olarak görünüyordu.

Ama yıllar geçti. Bazı acayip garaip olaylar oldu. Kendisini ve mekânını daha önce görmediğim bir şeyhi mekânıyla birlikte rüyada çok açık bir şekilde gördüm. Bir yıl kadar sonra da bir tesadüfle o şeyhi ve mekânını tanıdım. Tövbe ve zikir aldım. Rabıta dersleri ise bana zor geldiği için pek önem vermedim. Önceleri istemeye istemeye yapmaya başladım. Hem çok kısa tutuyordum hem de pek sevmiyordum. Ama okuduğum kitaplardan rabıtanın önemini bildiğim için istemeden de olsa yapmaya çalışıyordum.

Belki nefsimin bir kusuru, ama bazı işlerde çok işime yaradı. Biraz inatçıyımdır. Rabıtada da öyle oldu. Sebat ettim. Bunda bir sır vardır, diyordum. Nefsime ağır geldiğine göre şeytanlar da bu rabıtadan pek hoşlanmıyordur, diye düşünürdüm. Hâlbuki zikir derslerimi hiç kaçırmıyordum. Her gün yapıyordum. Zikirden müthiş zevk alıyordum. Ama rabıta bana zamanı boşa geçirmek olarak görünüyordu. Vesveseye giriyordum. Rabıtaya çok kısa bir zaman ayırıyordum. Ama onu hiç terk etmedim. Mutlaka her gün kısa da olsa yapmaya çalıştım. Sonra kalp gözümüz sadatların himmetiyle açıldı. Gözlerimizi kapattığımızda nurları müşahade etmeye başladık. Nurlar değişik renktedirler. Kırmızı, sarı, yeşil, siyah, beyaz ve bu renklerin karışımı değişik tonlar da vardır. Bu nurlar insanın kalp, ruh, sır, hafi, ahfa gibi letaif noktalarında çıkar. Letaifler çalışmaya başladığında neyin nereden çıktığını anlamazsınız bile. Nurlar birbirine girer, akıl almaz bir hızla dönmeye başlarlar. Manzara gerçekten harikadır. Hayranlıkla seyredersiniz. Tabii konumuz rabıta. Zikirde bu nurlar sanki insandan neş'et eder gibidir. Yani bildiğimiz de odur. Letaifler çalışır ve nur üretirler. Zikrin feyzi olarak. Ama rabıtada başka türlü olmakta. Gene letaifler çalışır, ama asıl nur, feyz, nisbet yani nur dışında başka şeyler adeta hayal edilen mürşidden sana gelmeye başlar. Sonra bu nurların ortasında çok parlak beyaz, şeffaf bir nur oluşur ve orada bazı sırlı görüntüler olduğu gibi konuşmalar da cereyan edebilir. Bir de nispet kokusu. Bu öyle bir kokudur ki, dünyada böyle bir kokunun eşi benzeri yoktur. Aklınız başınızdan gider. O koku için hayatınızı bile feda edebilirsiniz. Rabıta bazen bu koku da nasip olabilir. Rabıtanızın gücüne göre koku artar veya eksilir ama bazen burnunuzun direğini kırarcasına gelir. Allah’ım al canımı, yeter bu dünya çöplüğünde bunaldığım, diye düşünürsünüz. Yani bu koku için canınızı vermek istersiniz. Rabıta sırasında mürşitten gelen feyz, nisbet ve nur ise sanki bir nisan yağmurunda güneşin altında serinlemek için ıslanmak gibi çok hoştur. Yani rabıtanın başı nefse çok ağır gelir ama sonundaki nimetleri çok büyüktür. Tabii bunlara takılmak tasavvufta hoş görülmez, şeyh de daima önemli olanın Allah (c.c.) rızası olduğunu, bu tür hediyelere aldanmamayı nasihat eder.

Allah’ın üzerine yemin ediyorum ki, bu söylediğim nimetleri kafamdan atmadım, hepsi de bize nasip oldu. Ama şunu da itiraf edeyim ki, eğer şeyhi ve mekânını onu tanımadan önce rüyamda görmeseydim ben ne tasavvuf yoluna girerdim ne de bir şeyhe rabıta yapardım. Çünkü herkes gibi ben de nefsimi seven bir insanım. Daha önce okuduğum ve etkisi altında kaldığım İslam büyüklerinin adlarını söyledim. Rabıta nefsi şeyhin nefsinde yok etmedir. Buna tabii ki insan fıtri olarak karşı koyar. Ben de senelerce buna karşı koydum. Hem de nasıl. Anlatsam ayrı bir konu olur. Hala nefsimde belli bir derecede de var. Ama rabıtanın yararlarını gördükçe bu günden güne azalıyor. Rabıta nefisle savaşmaktır. Emmare, levvame, mülhime nefisleri öldürüp yerine mutmainne nefsi ikame etmedir.

Nefsin mülhime sıfatında Allah ezeli düşmanımız şeytanla bizi karşı karşıya getirmektedir. Özellikle cinni dişi şeytanların cinsel tacizleriyle. Biliyor musunuz sizi bu sırada sadece telebbüsü rabıta ve vahdaniyet murakabesi şeytandan kurtarıyor. Onları yakıyor. Sizden uzaklaşmasını sağlıyor. Sureler, ayetler şeytana biraz zarar veriyor, ama onları uzaklaştıramıyor.

Hz. Yusuf’a da görünen burhan Hz. Yakup’tur. Ben buna aynel yakin inanıyorum. Hz. Yusuf rabıta ile kurtuldu. Yoksa az da olsa meylettiği kadından onu hiç bir şey kurtaramazdı. Ama tabii şeriat yine ölçümüz. Çünkü zina insanı manevi terakkiden alıkor. Zaten şeytanlar zinanın bu özelliğini bildiği için ümmet-i Muhammedi bununla esiri etmiş. TABİİ ZİNANIN ÇEŞİTLERİ İLE. Özellikle göz, hayal zinası… Ne var hayalinde canlandırdığın kadınlar kadar da Allah dostlarını canlandırsan…. Bak buna rabıta derler. Rabıta şirktir. İşte bak nefis nasıl şeytanla işbirliğinde.

Tasavvufta bunların anlatılması hoş karşılanmaz. Çünkü sırdırlar. Hiç bir kitapta açıkça bu anlattıklarım, ben bunları yaşadım ağzıyla, söylenmez. Çünkü söyleyeni mesuliyet altına sokar. Onu gurura, kibre götürebileceği gibi insanların da aleyhlerinde dedikodu yapmalarına, ondan çekinmelerine neden olabilir. Onun için bu tür sohbetleri duyamazsınız. Biz internet sayesinde nick ismimizle bu tehlikelerden korunduğumuz için yazdık. Allah (c.c.) bir kusurumuz varsa affetsin. Âmin.

Şeyhler şeytanlarla, nefisle savaşarak o makama seçilmişlerdir. Silsileye Rasulullahın (s.a.s) onayıyla alınmışlardır. Zincirin halkaları gibidirler. İşte rabıta yapan kişi de böyle bir halkaya girmeye namzettir.

Rabıtayı akılla mantıkla kabul edemezsiniz. Çünkü akıl nefse bağlıdır. Nefis ise başka bir insanı veli de şeyh de olsa kendisinden üstün olarak kabul etmez. Ama Allahtan (c.c.) yardım isterseniz ve nasuh tövbe ile tövbe edip bir kâmil şeyhi size nasip etmesi konusunda dua ederseniz ve bu duanızda ısrarcı olursanız -ki bazı duaların kabulü seneler sonra olur- tarikat nasip olduktan sonra rabıta insana nasip olabilir. Yoksa bu inci, katır boncuğu değildir. Kolay kolay ele geçmez. Ağla, ağla, ağla…. çok ağla belki o zaman nasip olur. Biz de günahlarımıza çok ağladık da Allah o rüyayı ve tarikatı nasip etti. Yoksa kimse kimsenin sözüyle gerçek manada bir yola giremez. Belki etkilenip girer, ama nefsi şeytanın igvasıyla etkilenip hep şüphe içinde kalır. Tarikattan nasibi o kadar çok olmaz. Şeyhte, tasavvufta kusur görmeye başlar. Layıkıyla şeyhe teslim olamaz. Hz. Hızır Aleyhisselam karşısında nefsi Hz. Musa Aleyhisselam gibi homurdanır durur.

Allah dostları da seni Rasulullaha’a (s.a.s) götürür. Rüyada değil, uyanık vaziyette. Öldür bakalım rabıtayla nefsini neler olacak neler. Sen Allah için, Allah dostları için nefsini öldürürsen Allah da fazlı ikramıyla seni diriltir. Burası yiğitlik meydanıdır. Şeyh o yiğit kişidir işte. Tabii silsilesi varsa ve sağlamsa. O da nefsini şeyhinde öldürmüş, sonra Rasulullah’ta (s.a.s) daha sonra da Allah’ta.

Sahte şeyhler Türkiyede çok, dikkat edin. Onlar gerçi sizleri yanlış yola götürmezler ama tarikat yolunda onlardan bir nur, feyz, nisbet alamazsınız. Ama çok çok sevap kazanırsınız. Ben o tür şeyhleri rabıta yaptığımda aynı çürük ceviz gibi içlerini boş gördüm. Nur, nisbet, feyzin gramı yoktur. Onlara da hep hayret ediyorum. Tasavvuf hakkında çok şey biliyorlar ama kendilerinin hakiki şeyh olduklarını nasıl anlamıyorlar. Bir de sitelerine girdim ki rabıtanın faziletinden bahsediyorlar. Asıl buna şaşıyorum. Rabıta onlar için zindan olsa gerek. Bütün müritlerini de karanlıkta bırakıyorlar.

Kolay mı, ucuz mu rabıta nimeti? Doğru şeyhi bulmak bir mesele. Bir de nefsi şeyhte fani kılma. Nefsini şeyhin nefsinde yok etme. Bunlar dağ gibi problemler. Aşana aşk olsun. Bu herkese nasip olan bir nimet değildir. Allah rabıta nimetini herkese nasip etsin. Ümmeti Muhammedi şeytanlardan, nefsin şerrinden kurtarsın. Âmin.

3
Şimdi de rabıtanın nasıl yapıldığına, sofinin bu konuda karşılaştığı problemlere ve sıkıntılara biraz değinmek istiyorum.

Bilin ki, fakir bir kimse ile kimse uğraşmaz. Evini kilitlemese de içeriye hırsız girmez. Hırsızın gözü zenginin evindedir. Zengin evini kırk kilitle muhafaza etse de hırsızlar yine de girecek bir delik bulmaktalar. Bunun gibi rabıta da zenginin evindeki değerli eşyalar gibidir. Şeytanın tüm derdi bu evdeki rabıta nimetini çalmaktır. Rabıta onu adeta çıldırdır. Öyle bir vesvese fırtınası estirir ki, gönül kulağı açık olanlar bile buna çok şaşırırlar.

İnsanın gönül kulağı açık olsa bile şeytanlar nefis damarıyla da çaktırmadan vesveselerine devam ederler. Hiçbir zaman umutlarını yitirmezler. Çünkü bir insan ömrünün her saniyesi ile Allah’ı zikretse bile fenafişşeyh ve onun tabi neticesi fenafillâh (yani veli) olamaz, ama zikre o kadar yüklenmeden rabıta yolu ile bu makamlara ulaşabilir. Bunu ben değil sadatlar, başta Gavs-ı Hizani olmak üzere tüm sadatlar dile getirmiştir. Şeytanlar bunu bildiği için rabıtada müthiş vesvese verirler.

Aslında rabıtasını doğru dürüst yapan kişi Allah’ın izni ile vesveseye de düşmez. Şeytanın bizimle uğraşması hep rabıtadaki ihmallerimiz neticesidir. Mübarekler diyor ki, zikrin nuru aysa rabıtanın nuru güneş gibidir.

Rabıta ile nefis dize gelmektedir. Zulumatları uçup manevi âlemdeki şeyhin nefsine benzemeye başlamaktadır. Manevi âlemdeki şeyhin nefsi ise en az mutmainne makamındadır. Çünkü velilik bu makamla başlar. Tabii her veli şeyh olamaz. Şeyh kişi ise mutlaka velidir, şeyh olabilmesi için ayrıca sadatlardan (silsiledeki veliler) ve Hz Rasulluh’tan (s.a.s) silsile ile icazet alırlar. İşte böyle bir şeyh bulunmaz bir incidir. Rabıtası ile müritleri nura, feyze, nisbete gark ederler. Nasıl güneş baharda ekilen tarlaları, bahçedeki ağaçları sıcaklığı, enerjisi, aydınlığı ile ürün verecek bir biçimde olgunlaştırırsa gerçek bir mürşit de böyledir. Müridin nefsini emmare, levvame, mülhime basamaklarından yukarı doğru çeker, mutmainne basamağına ulaştırıp Allahın (c.c.) dostu kılar. Ama bu işlem sabır ister, hepsinden önemlisi nefis ve şeytanla mücadele ister.

Şeytanın yardımcısı nefistir. Nefis hiç rabıtayı sevmez. Çünkü nefsin temel arzusu baş olma sevdasıdır. Rabıta bunu kırdığı için insanların büyük çoğunluğu tasavvufa değil ama rabıtaya karşıdırlar.

Rabıta yaparken nefis ve şeytan şu vesveseleri çokça verirler: Bak sen şeyhini gözünde canlandıramıyorsun. Kaşı olmadı, gözü böyle değildi, simasını değiştirdin, sakalını dedene benzettin, sen bu rabıtayı yapamayacaksın, bırak bari, rabıta zamanı boşa harcamaktır, ne nur ne feyz ne nisbet üzerine geliyor, rabıta yapacağına şu önemli işlerine bak, rabıta ile şeyh kendisini insanlardan büyük görmekte, rabıta Allah ile arana kul sokmaktır… vb. Bütün bunlar rabıta karşısında kuduran, çılgına dönen şeytanların ve nefsin hezeyanlarıdır.

Öncelikle şunu söyleyeyim ki, rabıta için şeyhinizi gözünüzün önünde canlandırmanıza gerek yoktur. Sadece şeyhinizin karşınızda veya yanınızda olduğunu varsayın. Yani siz şeyhin huzurundasınız. Bu yeter de artar bile. Ama muhabbetin aşırılığında istemeseniz bile şeyh gözünüzün önünde canlanır. Tabii insanın her günü aynı olmaz. Bazen muhabbet düşebilir, böyle zamanda onun varlığının karşınızda ve yanınızda olduğunu varsaymanız da rabıtanın nimetlerine ulaşmada yeter. Şeyhin bir kaşı, bir burnu, bir sakalı bile rabıta için yeterlidir. Hatta size ilginç gelecek, değil şeyhin fiziki portresi mekânında olduğunu düşünmeniz bile rabıtadaki nimetleri oluk oluk üzerinize yağdıracaktır. Bunları biz deneyimlerimizle bildiğimiz gibi sadatlar da böyle söylemişlerdir.

Rabıtanın nimetlerine kavuşmak istiyorsak sadece akşam namazından sonra yapılan suri rabıta ile yetinmemeliyiz. Bu konuda hırslı olmalıyız. Akşam namazından sonraki rabıta derstir. Yapılmazsa olmaz. Adabına uygun olarak yapmaya çalışalım. Çok bereketlidir.

Bir de manevi rabıta vardır. Buna maiyyet rabıtası da denir. Bu her yaptığımız işte, her an rabıtalı olmaktır. Bu rabıtada şeyhini sakın sureten canlandırmaya çalışma, zira nefis bıkar, sen de yorulursun, terk edersin, bir daha da dönüp manevi rabıtaya bakmazsın. Zorlanırsın. Hem şeyhi sureten canlandırmakla onun senin yanında olduğunu varsayma ile yapılan rabıtaların kazançları arasında o kadar büyük bir fark yoktur. Peygamberimiz (s.a.s) amellerin az da olsa devamlı olanının daha hayırlı olduğunu söylemiştir. Nefsin de dilini anlamak gerekir. Onun da bazı işlerde hakkı vardır. Manevi rabıtada şeyhi gözünün önünde canlandırmayacaksın ama şeyhin daima senin yanında olduğunu farz edeceksin. Bu nefis için fazla enerjiye mal olmayacağı için sana zamanla bir meleke kazandıracaktır. Tabii nefis sahibini dinlemeyen eşekler gibi bazen bu işten kaçacaktır. Ama sen aklına gelir gelmez manevi rabıtaya devam edeceksin. Bir de göreceksin ki, zamanla bu iş sana meleke olmuş, artık istemesen de manevi rabıtaya geçmektesin. Şunu söyleyeyim ki, manevi rabıtayı alışkanlık haline getiren aynı silahlı bir kişidir. Ona yanlış yapanlar sadatlardan tokat yemeye, güzellik yapanlar da yardım almaya başlarlar. Allah hepimize manevi rabıtayı nasip eylesin. Âmin.

İşte tasavvufta makam kazanmak isteyenler bu manevi rabıtayı ihmal etmemelidir. Hem işini yapıyorsun, hem dinleniyorsun, hem sohbet ediyorsun, hem yürüyorsun, hem yemek yapıyorsun, hem dinleniyorsun… hem de şeyhim benim yanındadır düşüncesi ile zamanın manevi anlamda kazanca dönüşüyor. Tek sorun bunu yaşamına sokup alışkanlık ve meleke haline getirmek. Biraz üzerinde durursan nefsin de buna alışır. Sigara gibi zararlı bir alışkanlığı nasıl bırakmada nefis zorlanıyorsa bu manevi rabıtaya da nefis bir alıştı mı, hele ilerleyen zamanda bir de tadını almaya başladı mı istese de bırakamaz. Çünkü nefis alışkanlıkların tutsağıdır. Bu konuda iradesi zayıftır. Başlangıçta onu ikna ettikten sonra biraz zorlamak gerekir.

Bu rabıta hayatının içine girdi mi şeytanlar da sana pek bulaşamaz, yani vesveseye pek düşmezsin. Biz bunu ihmal ettiğimiz için bu konuda çok sıkıntılar yaşadık. Kel olduktan sonra ilaç az fayda eder. Yani bilgisayar virüs kaptı mı temizlemek zaman alıyor, ama koruyucu oldu mu anında müdahale ediyor. Bu manevi rabıta vesveseye düşmekten Allahın izni ile müridi korur. Şeytanlar pek yaklaşamazlar böyle bir kişiye.

Şeyhin simasını bir vesikalık fotoğraf gibi kalbinin üzerinde veya iki kaşın arasında taşıma da sadatlarca övülmüş bir manevi rabıta türüdür. Ama bunda da şeyhi zihnen canlandırma yerine simasının suretini orada, yani kalbin üzerinde veya iki kaşın arasında varsayma düşüncesi hâkim olmalıdır. Şeyhi kalbin üzerinde canlandırarak rabıta yapmak suretiyle nefsi bu konuda çok zorlamamak gerekir. Zira manevi rabıtanın bereketi olan her yerde sürekli olmasının nedeni şeyhi zihnen canlandırmama kolaylığındandır. Allah hepimize nasip etsin. Âmin.

Üçüncü önemli rabıta çeşidi telebbüsü rabıtadır. Bu rabıta kendini yok farz edip şeyhi üzerine giydirmektir. Telebbüsü demek zaten elbise demektir. Yani şeyhi bir elbise gibi üzerine giymektir. Bu rabıtayı uyurken yaparsanız şeytanlardan ve bütün afetlerden emin olusunuz. Yemek yerken yaparsanız yediğiniz yemeğin hafifliğini hissedersiniz. Bütün o yedikleriniz adeta nura, feyze dönüşür. Ben yemek yerken şöyle bir düşünceyle bunu alışkanlık haline getirdim. Dedim ki nefsime, öğünde kaç lokma yiyorsun, ne var ki telebbüsü rabıta ile yiyip de her lokmada Allah’a şükür ve hamd kılsan. Beş dakika dişini sık. Sayılı lokmalar var. Nefsim bu konuda halen benimle oyun oynamakta, ama bazen on ikiden vurduğum oluyor, ama bu az oluyor. Zira nefis yemek yerken aynı köpekler gibi davranıyor. Nasıl bir kemiği ağzına alan köpek yanına yaklaşana hırlarsa nefis de telebbüsü rabıtada böyle huysuzlanıyor, onu ihmal etmek istiyor. Allah (c.c.) her birimize yemeklerde telebbüsü rabıtayı nasip etsin. Âmin.

Tabii ibadetleri yaparken, özellikle zikri çekerken hayalinde hem kendini şeyhin mekânına atmalısın hem de telebbüsü rabıta yaparak çift rabıtayla malı götürmelisin. Zikir de ayrı bir kazanç olacak tabii.

Halid-i Bağdadi Hazretleri müritlerine namazlarını telebbüsü rabıta ile kılmalarını emir buyurmuşlardır. Zira bu çeşit rabıta namazda huzuru, yani Allah (c.c.) karşısında olma duygusunu daha güzel gerçekleştirir, ama sadatlar diğer rabıta türlerini namazda hoş görmemişler, hatta bundan müritlerini sakındırmışlardır. Namazda şirke düşecekleri konusunda uyarmışlardır. Diğer rabıta türleri derken yani özellikle suri rabıta kastediliyor bundan, yani mürşidini karşına alıp canlandırma, namazda kendiliğinden olursa tabii bunda müridin bir kusuru yoktur. Ama elinden geldiğince engellemeye çalışmalıdır mürit bu durumu. Bazı şeyhler, mürşidin arakasında namaz kılıyorum, imamın mürşidimdir, manevi rabıtası ile namaz kılmayı tavsiye etmişlerdir.

Haa aklıma gelmişken rabıta şirktir diyenler, cemaatle namazda neden Allah (c.c.) ile kendi aralarına imamı koyuyorlar, cemaatle namazda imam bizim adımıza kıyamda iken sureleri okur, Allaha arz eder, biz Allah karşısında huzur duygusuyla bekleriz, bu namazdan da ferdi kılınan namaza göre 27 derece yani çarpma işlemi ile sevap alırız. Allah akıl fikir versin, ömrünün yarısını belki de tamamını Allah’a (c.c.) adamış bu insanlara insan laf atma cüretini nereden buluyor? Başka değil nefsin baş olma, gurur, kibir damarı Allahın evliya kullarına bağlanmayı, onlara gönülden sevmeyi engelliyor. Tabii bu damarı tahrik eden şeytanları da unutmamak lazım. Peygamberlere de insanlar aynı nefis damarı ile karşı çıkmışlardır. Tabii biz de aynı nefis damarı ile zamanında mübarekleri inkâr etmiştik. Öyle sohbetler yaptık ki kalbimizin mühürlenmemesine Allah’a sonsuz şükr, hamd u sena ediyoruz. Allah (c.c.) affetsin. Âmin.

Kitaplara baktığınızda sadatlar o kadar çok değişik rabıta türleri anlatmışlar ki… Bunlara ben hayali rabıta diyorum. Mesela şeyhini deniz farz edeceksin, kendini de o deryaya karışmış bir damla. Başka bir tanesinde şeyhini çadır olarak düşüneceksin, kendini de o çadırın içinde göreceksin. Şeyhini başındaki kavuk olarak hayal edeceksin… Bütün bu rabıta türlerinin ortak paydasında şeyhin vücudu ortadan kalkıyor, yerine başka nesneler konuluyor, bu nesnelerle mürit kendisini ilişkilendirerek nur, feyz ve nisbete gark oluyor. Bu rabıta türleri zor gibi görünse de aslında çok kolaydır, biraz da bereketlidir. Nefsin de az da olsa hoşuna gider. Fantezi gibi. Ara sıra yapmakta fayda vardır. Nefse aynı yemeği verirseniz bıkar ve homurdanır. Biraz değişiklik onun iştahını artırır.

Mürit günlük hayatında bu rabıtaları arabanın vitesleri gibi kullanmalıdır. Birinden nefsi bıkınca diğerine geçmelidir. Daha doğrusu günlük yaşamın şartlarına göre, kolaylık ve zorluk açısından birini bıraktığında diğerine yönelmelidir. Hayatı, günlük yaşamı baştan sona rabıtalı olmalıdır. Dediğim gibi bu bir incidir katır boncuğu değildir. Allah (c.c.) rabıtanın kıymetini bilmeyi nasip etsin. Âmin.

Muhsin İyi
 
Rabıta ile ilgili aldığım bazı sorular ve onlara verdiğim yanıtlar şunlardır:

‘Rabıtanın hak olduğuna inanıyoruz. Ama rabıtadan zevk alamıyoruz. Bunun için ne yapmalıyız?’ ‘Rabıtadan yeteri derecede yararlanmak nasıl olur?’ ‘Rabıtanın yarar sağlaması için ne yapmalıyız?’ ‘Rabıtayı sevmek için neler yapmalıyız? ‘Şeyhe muhabbeti nasıl duyabiliriz, artırabiliriz?’
Bu sorular, benzer mahiyettedir. Yanıtları aynı caddeye çıkar.

Tasavvuf ve tarikat yolunun amacı nefsi fenaya (yokluğa) ulaştırmaktır. Nefsi yok kılıp Allah’a vasıl olmaktır. Fenafillâhın bir şartı vardır. Bu da önce fenafişşeyhe ulaşmaktır. Fenafişşeyh, müridin nefsini şeyhinde yok kılmasıdır. Yani mürit kendisini o kadar yok kılar ki, hayal dünyasında kendisini arasa ancak şeyhini bulur. Şeyhinin karşısında erimiştir. Nefsi ortadan kalkıp şeyhi var olmuştur. İşte fenafişşeyh makamı budur. Fenafişşeyh makamına insan durup durduğu yerde veya sanıldığı gibi sadece zikirle ulaşamaz. Rabıta ile ancak fenafişşeyh makamına varılabilir.

Rabıta karşısında nefis önce isyan eder. Ben bu cümle ile rabıtayı kabul etmeyenleri kastetmedim. Hayır, rabıtasını düzenli olarak yapan kişilerden söz ediyorum. İnsanoğlu işte böyle garip bir yaratıktır. Düşünce boyutunda rabıtanın hak olduğunu bilir, rabıta ile ilgili pek çok keramete de tanık olur, ayrıca düzenli olarak rabıtasını da yapar ama nefsi rabıtaya karşı çıkar. Çünkü nefis özgürlüğüne çok tutkundur. Başka birisinin boyunduruğuna girmek istemez. Hele başka bir insan, bu bir veli için de olsa, yok olmayı hiç istemez. Şeytanla işbirliğine de çok yatkındır. Rabıta ile günden güne özgürlüğünün elinden alındığını, eridiğini bilir, şeyhin nurundan rahatsız olur. Çünkü bu nurlar onun varlığını gün be gün yok etmektedir. Rabıta fenafişşeyh yolunda müridi gün geçtikçe olgunlaştırmaktadır. Bu yüzden nefis de ilkbaharın yaklaşması ile yerlerdeki karların yavaş yavaş erimesi gibi bir durum yaşamaktadır. Bundan büyük bir hoşnutsuzluk duymaya başlamaktadır. Çünkü nefsin kar kadar Allah’a (c.c.) soğuk olan bir tabiatı bulunmaktadır. Nefsin bu hoşnutsuzluğu ile insan rabıtadan zevk almamaya başlar. Rabıta ona çok sıkıcı bir iş olarak gözükür. Vesveseye girer. Kabz (depresyon) hali etkisi altına alır. Hatta rabıtada zamanını boşa harcadığı, kandırıldığı vehimlerini yaşamaya başlar. Oysa sadatların bildirdiği üzere rabıta tek başına insanı maksadına (fenafillâha) ulaştırmaya yeter. Zikir ise böyle değildir. Çünkü rabıta ile nefis katı yağın ısıda erimesi misali bir hal yaşar. Zikir ise genellikle nefsi katılaştırır. Çünkü zikreden insan genellikle farkına varmadan nefsanî bir kendini beğenmişlik çukuruna ister istemez düşebilir. Bu da onun manevi terakkisini durdurur. Ama rabıtanın nefsi hor hakir kılan, yok eden özelliği ile bu kişi böyle bir çukura düşmekten kurtulur. Elbette bu yolda zikir de gereklidir. Önemini küçümsemiyoruz. Rabıta yemekse, zikir su gibidir. Birbirinden ayrı düşünmek doğru değildir. Ama tasavvuf ve tarikat yolunun olmazsa olmaz koşulu rabıtadır. Rabıta olmadan fenafişşeyh gerçekleşmez, fenafişşeyh olmadan da fenafillâh olmaz. Bunlar birbirine bağlı çarklardır. Bunların işlemesi rabıtanın edebine ve usulüne uygun olarak yapılmasına bağlıdır.

Rabıtadan azami derecede yararlanmak, zevk almak, rabıtayı sevmek istiyorsak rabıta sırasında kendimizi daha doğrusu nefsimizi şeyhin karşısında yok bilmek gerekir. Tabii bunu yapmak başlangıçta biraz zor olabilir. Ama zamanla bu meleke gelişecektir. Şeyhin suretini canlandırırken veya şeyhin karşısında var olduğumuzu düşünürken kendimizin anasır-ı erbasını (toprak, su, hava, ateş) dağıtmalı; toprağını toprağa, suyunu suya, havasını havaya, ateşini ateşe katıp tamamen yok etmeliyiz. Bunu yaparken nefsimizi küçük görmeli, onun şeyhin karşısında bir varlığa sahip olmasını bile düşünmemeliyiz. Peygamberimizin (s.a.s) şu hadis-i şerifini de daima tefekkür etmeliyiz: ‘Varlığın (nefsin) öyle büyük bir günah ki, onunla başka bir günah mukayese bile edilemez.’ Rabıta sırasında insan bu şekilde hareket ederse, yani nefsini hor ve hakir kılarak yok farz ederse hemen rabıtadan yararlanmaya, şeyhin nurundan ve feyzinden istifade etmeye başlar.

Rabıta sırasında nefsi ezmek, hor hakir kılmak, yok farz etmek yanında başka bir şeye de dikkat etmek gerekir: Şeyhi gönüller sultanı olarak telakki etmek. Onu Allah dostu olduğu için yüceltmek. Bunun için onun görkemli bir tahta oturduğunu düşünmek ve kabul etmek güzel bir sonuç verir.

Siz bunları tatbik ettiğinizde nefis ve şeytanların hemen bu oldubittiyi kabul edip teslim olacaklarını mı sanıyorsunuz? Böylece rabıtada karşılaştığınız problemler bu şekildeki bir uygulama ile son mu bulacaktır? İnsanoğlu nefis ve şeytanları tanımadığı için böyle safça şeyler düşünebilir. Gerçekte nefis de şeytanlar da çok inatçılardır. Davalarından öyle kolay kolay pes etmezler. Aldığınız bu kararları uygulama yolunda daima size sinsice yaklaşırlar, çaktırmadan çeşitli engelleme girişimlerinde bulunurlar. Öyle ki bir bakmışsınız birkaç ay sonra rabıta olgusu ‘eski tas, eski hamam’ deyiminde olduğu gibi bir hal almış olabilir. Aldığınız kararları da unutmuş olursunuz. Sanki içinizden silinmiş gibi. Nefis kendisini yokluğa (fenafişşeyhe, fenafillâha) götüren bu rabıtanın en azılı düşmanıdır. Ondan kurtulmak tamamen mümkün olmadığı zaman ‘bari öylesine yapılsın’ diye bir politikaya başvurur: Rabıta sırasında benlik davası ile şeyhi kafasında canlandırır veya şeyhin karşısında durur. Tabii o zaman da rabıta feyizsiz, nursuz geçeceğinden bin çeşit vesveseye de kapı açacaktır. Onun için rabıtada bir gevşeklik olduğu, rabıta verimli geçmediği zaman hemen onu masaya yatırmalı, değerlendirmeli; nefsin rabıta sırasındaki benliğini ezmeli, onu yok kılma yoluna gidilmelidir. Nasıl okullarda derslerdeki konular belli bir periyotla sınavlarla yoklanıyorsa biz de rabıtalarımızı ara sıra ölçüp değerlendirmeli, onların nefis ve şeytanların etkileri ile yavaş yavaş nereye doğru kaydırıldıklarını görmeli, hemen gerekli önlemleri almalıyız. Hatta bu ölçüp değerlendirmeyi her rabıtadan sonra alışkanlık yapmak, nefse ve şeytanlara bu hususta göz açtırmamak anlamına gelecektir.

Rabıtada kendimizi şeyhin karşında yok farz edersek bu durum insana büyük bir zevk verir dedik ama nefis neden bu zevkten hoşlanmıyor? Kendimizi şeyhin karşısında ezmek, küçük görmek, yok kılmak sırasında duyulan zevk ruhanidir. Nefsanî değildir. Nefs bundan sıkılır. Ruh Allah’tan geldiği için bir Allah dostunun huzurunda bu şekilde oluştan dolayı büyük bir zevk alır. Bu zevk günden güne de artar. Ruh rabıtayı sever. Nefis ise günden güne bunalımlara (kabz haline) girer. Kişi, rabıtada biraz ilerleyince bu maceranın söylediğimiz gibi olduğunu, geliştiğini anlayabilir. Hem sıkıntıyı hem de hazzı algılar. Sıkıntının nefisten, hazzın da ruhtan kaynaklandığını bilir.

İnsan rabıtada kendisini yok kıldığı zaman boş bir şişenin suya konulduğunda içerisinin dolması gibi bir hal yaşamaktadır. Nur ve feyz ile temasa geçtiğini hissetmektedir. Bu his zamanla da güçlenmektedir. Aynelyakin, hakkalyakin düzeye gelmektedir. Benliği ile rabıta yaptığı zaman ise, hiçbir manevi hal yaşamamaktadır. Rabıta ona çok sıkıcı gelmektedir. Hem nefsi hem ruhu rabıtadan zevk alamamaktadır.

Rabıtanın mahiyetini anlamayanlar genellikle ruh hakkında hiçbir şey bilmeyenlerdir. Ruhu haksızca, cahilce bu evrenin kanunları ile sıkı sıkıya bağlayanlardır. Ruh için zaman, mekân gibi kayıtları kabul edenlerdir. Ruhun özellikleri, bağlı olduğu kanunlar, elbette bu evrenin ve içerisindekilerin kanunlarından farklı olacaktır. Çünkü evren ve içerisindekiler, Allah’ın (c.c.) ‘Ol!’ ilahi emriyle yoktan yaratılmıştır. Ruhun kaynağı yokluk değil, yüce Allah’tır. Hâşâ ruh Allah’tan bir parça değildir. Çünkü Allah (c.c.) bölünemez ve parçalanamaz. Kuran-ı Kerim’in ifadesiyle ruh insana Allah’tan (c.c.) gelmiş bir ilahi soluktur (bk. Hicr suresi 29). Onun için ruh, hak olan rüyalarda kayıtlardan kurtulunca her yere gidebilmekte, önceden bilmediği yerleri ve kişileri görebilmektedir. Rabıta sırasında insan şeyhini hayal edince veya kendisini şeyhin karşısında düşününce gerçekten ruhu şeyhini algılamaktadır. Ama bunu o kişi bilmemektedir. Bunun farkına varamamaktadır. Bu algılama ruhsal düzeyde (bilinçdışında) gerçekleşmektedir. Şayet sofi edebine ve usulüne uygun olarak rabıtaya devam ederse şeyhin manevi hallerinden yararlanmaya başlayacaktır. Şeyh, ruhunun manevi organlarını (letaiflerini) yüksek makamlara ulaştırmış birisidir. Kişi rabıta sırasında sanki iki kablonun birleşmesi gibi bir durum yaşamakta, şeyhinin yüksek hallerini kendi üzerine almaktadır. Letaiflerini onun letaiflerine bağlamaktadır. İşte rabıtanın Allah’a (c.c.) ulaştırıcı yollardan en kısa ve ne çabuk olmasının sırrı budur.

İleri hallere ulaşan kişiler, rabıta sırasında şeyhlerini görebiliyorlar mı ve onlarla konuşabiliyorlar mı?
Evet, bu da çokça karşılaştığımız bir soru. Nedense cevaplamak da hoşuma gitmiyor. Çünkü bu sefer de insanlar rabıtada şeyhlerini görmeyi, onunla konuşmayı istemek gibi bir amaç güdüyorlar ve bunu takıntı yapıyorlar. Tabii o zaman da rabıtaları verimsiz geçmektedir. Çünkü rabıtada nefsi yok kılmadıkça, şeyhin karşısında hiç olmadıkça istenilen derecede yararlanmak mümkün değildir. İnsanların meraklarını gidermek için söylüyorum ki, bunlar doğrudur. Yani ileri hallerde nurlar görüldükten epey bir zaman sonra rabıta sırasında şeyh ve onun maiyetindekiler (sadatlar) görülebildiği gibi onunla konuşmak da mümkündür. Ama şunu da belirteyim ki, bu maksatlarla rabıta yapılırsa rabıtadan da zerre kadar yararlanılamaz. Yani sofi rabıtada şeyhini görmek, onunla konuşmak gibi bir amaç gütmemeli; nefsini ezmeye, yok kılmaya çalışmalıdır. Üstüne vazife olmayan işlere karışmamalı, ‘Her şeyin bir vakti vardır.’ diyerek işine gücüne bakmalıdır. Kaldı ki bu nimetler (yani şeyhi rabıtada görme ve onunla konuşma) bir ömürde bile insana nasip olamazsa da rabıtanın amacı bunlar değildir. Tasavvuf ve tarikat yolunun amacı ‘Allah rızasına’ ulaşmaktır. Bu tür nimetlerin nasip olması, Allah rızasına işaret değildir. Allah’ın mekrine (hilesine) akıllar sırlar ermez. Kaldı ki İmam-ı Rabbani Hazretlerinin (k.s.) dediği gibi yüce Allah (c.c.) bizleri ahrette tasavvufi hal ve makamlarla değil ilahi kurallara (şeriate) uyup uymamakla sorguya çekecektir. Onun için bu konularda vesveseye girmemek gerekir.

Rabıta sırasında görülenler şeytanlar olamaz mı?
Zaten bu yoldaki kişiler önce şeytanları görürler. Bu yolda iyice bir pişerler. Onların her türlü marifetlerine de tanık olurlar. Ondan çok sonra rabıta ile şeyhini ve sadatları görme şerefine nail olurlar.

Kaldı ki sofi her halini mutlaka mürşidine söylemelidir. Şeyhler daha önce bu yollardan yürüdükleri için tecrübelerinden hallerin, görülen şeylerin şeytani mi yoksa Rahmani mi olduklarını hemen anlarlar. Ama bazen sofiler, nefsin ve şeytanların etkisi ile hallerini ve gördükleri şeyleri şeyhlerinden gizlerler. Yalancı bir âlemde yaşayarak kendilerini kandırırlar. Şeytanlar kendilerini alaya alıp dalga geçtikleri halde yüksek halleri ve gördükleri ile (!) kendilerinin veli, kutup, mehdi vs. olduklarını düşünürler, sanırlar. Bundan ayılıp kendilerine gelmeleri uzun sürebilir. Bazıları benlik davasından bu bataklıktan bir türlü kutulamazlar.

Ben bu soruyu, yani ‘Rabıta sırasında görülen şeyler şeytanlar olamaz mı?’ sorusunu soran kişiye dedim ki, sen babanı bir keçiyle karıştırır mısın? Elbette hayır. Ama uzaktan babanı başka bir insanla karıştırabilirsin. Çünkü ataların da dediği gibi ‘Adam adama benzer’. Ama babasını keçiyle karıştıran olabilir mi? Olamaz, çünkü keçi ile adam ayrı varlıklardır. Türleri farklı. İşte bunun gibi her ne kadar şeytanlar aynı formlarla, ayırt edilemeyecek nitelikte insanların kılığına girseler de ilahi nurlar karşısında dayanma güçlerine göre hemen kendilerini belli ederler ve keçi ile adamın karışmaması gibi birbirlerinden ayrılırlar. Şeytanlar ayrı birer varlıktır, şeyhin ve sadatların ruhları ise bambaşkadır. Nurlar şeyhin ve sadatların bembeyaz sarıklarına vurunca onlar ışıldarlar, ama aynı nurların ucuna bucağına şeytanlar yaklaşamaz bile. Şeytanlar ancak kalbin (ve ruhun) letaif nurlarına zar zor dayanırlar ve bu nurlar sayesinde insan suretinde görünürler. Medyumlar asla şeytanları bu halleri ile göremezler. Kalp gözüm açık diyenleri bile ancak şeytanları insan görünümüne girmeye çalışan bir duman, sis yığını olarak görebilirler. Tabii kendi vücutları üzerinde tesirlerini algılarlar ve onlarla konuşabilirler.

Rabıta olmadan fenafillâha ulaşamaz mıyız?
Rabıta olmadan fenafillâha ulaşmak mümkün değildir. Sadece üveysiler buna nail olmuşlarsa da onlar da genellikle ölmüş olan bir velinin ruhundan veya Hz. Hızır’dan (a.s.) yararlanmışlardır. Yine bunlardan yararlanma yolları da onlara rabıtayla olmuştur. Ölmüş bir kişiye -eğer sureti bilinmiyorsa- rabıta yapmak, bu rabıtanın da verimli olması ise çok zordur.

Ölmüş şeyhe rabıta fayda sağlar mı?
Şeyh öldüğü zaman ruhu kınından çıkmış kılıç gibidir. Yani şeyh yaşarken nefsi o kılıca engeldi, bir kındı. Öldüğü zaman daha bir ruhu güçlenmiş olacaktır. Bu ileriki zamanlarda daha yüksek derecelere varacaktır. Çünkü veli öldüğü zaman manevi seyri durmamakta, devam etmektedir. Ölüm olayı bu manevi seyri kat be kat artırmaktadır. Çünkü velinin ayağına artık nefis, dünya ve şeytanlar dolanmamaktadır. Ama ölmüş şeyh ancak olgun müride, yani rabıtada az çok feyzin, nurun varlığını hissedebilen sofiye yarar sağlar. Yeni müritlere canlı şeyh kadar iyi gelmez. Fayda sağlamaz. Bunun en başlıca sebebi nefsin ölmüş şeyhe fazla muhabbet duyamamasıdır. Hâlbuki rabıtada nefsi ezmek, yok kılmak yanında şeyhe muhabbet duymak da çok önemlidir. Çünkü nefis ölmüş şeyh ile daima ölümü hatırlar, ölüm de nefse hoş gelmez. Bu yüzden ölmüş bir şeyh ne kadar yüce bir makamda olsa da canlı şeyh kadar müride yararlı olmaz. Tabii bir de sofinin yaşadığı hallerini anlatması ve sıkıntılarında ona yardımcı olması, yol göstermesi açısından canlı bir şeyh mutlaka gereklidir.
Allah cümlemize gereği şekilde rabıta nimetinden yararlanmayı nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi
 
Geri
Üst