Oryantal (Oriental) Resim
oryantal didem resimleri oryantal didem saç rengi didemin saç rengi didemin dansöz
Osman Hamdi Bey
Kaplumbağa Terbiyecisi
Fausto Zonaro
Yakup Cem
Çeşme
Yakup Cem
Kur'an
Batı resim sanatında ortaya çıkan akımlar arasında en çok Türk resmini ilgilendireni şüphesiz Oryantalizm akımıdır. Oryantalist akımın başlangıcı, 18, yüzyıl siyasi konjonktürü ile doğrudan ilgilidir. Osmanlı bünyesindeki bozulmanın en ileri düzeye ulaştığı bu dönem, aynı zamanda bu bozulma ve geri kalmışlığa çarelerin de arandığı bir dönemdir. Bu çarelerin en başında şüphesiz dışa açılma ve modernleşme çabaları gelmektedir.
Bu çabalar doğrultusunda Osmanlının Avrupa ülkeleri ile daha sıcak ilişkiler kurmaya yönelmesi, özellikle Fransa ile karşılıklı bir yeniden tanıma sürecini, kısıtlı da olsa beraberinde getirir. İşte bu dönemdir ki, Osmanlı aristokrasisinde derin bir Fransız kültürü etkisi oluşmuştur. Roko ve Barok akımlarının da sanat hayatına bıraktığı derin izler bu dönemde en üst düzeydedir.
Ancak bu etkileşim tek yönlü değildir. Osmanlıda olduğu gibi, batı sosyetesinde de bir Osmanlı ve doğu motifleri kullanma merakı gelişmiştir. Romantizm etkileri ile bu merak ve ilgi, maceracı gezginlerin ve derin Doğu sırları peşinde koşan bohem sanatçıların Osmanlı topraklarına akınına yol açmıştır. Bu dönemde kurulan Osmanlı – Fransız ittifakının, bu portreye sıcak bir katkı sağlamış olduğu düşünülebilir.
Bu süreç sarayda batılı ressamların boy göstermesiyle devam eder. Aynı şekilde Türk ressamlarının da Avrupa’da, özellikle Paris’te sanat hayatına katılımlarıyla Türk resminin de gelişiminde önemli bir pay sahibidir. Saraya davet edilerek veya kendini davet ettirerek çalışmalar yapan ressamların çokluğu iki sonuç verir. Birincisi Avrupa’da Oryantalizm modasının sürmesi, ikincisi ise bu modanın teşviki ile daha fazla sanatçının oryantalist resim pazarından pay almak amacıyla Doğu’ya yönelmesi.
Abdülmecid ve Abdülaziz, gelecek vadeden Türk ressamları kuşağına verdikleri desteğin yanı sıra, yabancı ressamlara da büyük ilgi göstermişlerdir. Bu yabancı ressamların Türk resminin gelişimine sağladıkları katkı üslup olarak değilse bile resme olan ilginin gelişimi kapsamında dikkate değerdir. III: Selim döneminde gelen Melling, Hilair, Allom, Bartlett, Antoine de Favray, van Mour gibi ressamlar, İstanbul manzaraları resmetmişler ve Boğaziçi Ressamları olarak anılmışlardır. Ancak gelen ressamlar arasında bazıları İstanbul'a olan tutkuları veya Türk resmine sağladıkları katkılarla diğerlerinden ayrılırlar. Amedeo Preziosi (1816- 1882) ve Leonardo de Mango (1843- 1930) İstanbul'a yerleşip hayatlarının sonuna kadar bu kentte yaşamışlardır. Aivazovsky (1817- 1900), resimlerinde büyük bir tutkuyla sevdiği İstanbul'u defalarca kez ele almış, şehre bir çok kez gelmiştir. Guillemet (1827- 1878), 1874 yılında İstanbul'da bir özel desen ve resim akademisi kurması ile önem kazanır. İtalyan ressam Zonaro (1854- 1929), İstanbul'da çok sayıda resim üretmiştir.
Oryantalim akımının Türk resmine üslup anlamında kattığı çok fazla değer olmadığı kanaati yaygındır. Ancak, Osmanlı topraklarında eser veren bu büyük ustaların teknikleri ve oluşturdukları sanat talebi, çağdaş Türk resminin ilk kuşağının da yolunu açmakta etkili olmuştur. Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyyid, Halil Paşa ve Hoca Ali Rıza; ortaya koydukları büyük performansa fırsat tanıyan saray desteğini, kısmen de olsa bu sanatçıların çalışmalarına borçludurlar.
Özellikle Osman Hamdi Bey, büyük bir oryantalist ressam olarak sayılabilir. Yabancı oryantalistlerin, doğu kültürlerine karşı yetersiz izlenimleriyle ortaya koydukları eserler, bir anlamda kültürel bir hatalar zinciri de içermekteydiler. Hamam sahneleri ve cariyelerle dolu bir çok oryantal resim tuvali, aslında gerçeklerden oldukça uzak kompozisyonlar sunmaktaydı. Böyle bir akımın dış dünyadaki etkilerini hesaba katarak, bunun bir fırsat olarak değerlendirilebileceği aşikardır. Osman Hamdi, tuvallerinde resmettiği kompozisyonlarında derin bir Doğu gerçeği ortaya koymuştur. Yüzyıllarca dünyaya hükmetmiş olan ve günün batı medeniyetinin kaynağını teşkil eden bütün değerlerin oryantalist olduğu gerçeğini dünyanın yüzüne vurmuştur bir anlamda. Çünkü onun tuvallerinde sürekli düşünce ve üretim sahneleri yer alır. Çalışan insanlar, düşünen insanlar, iletişim halinde olan sıcak figürler. Bu figüratif canlılık ve gerçeklik, Batı dünyasına adeta şu mesajı vermektedir: Bu coğrafyanın içkin değerleri bildiğiniz ve resmettiğiniz gibi değildir. Buraya gelerek İstanbul’un mesire yerlerinde gönül eğlendirirken yaptığınız tablolar, bizim ağaçlarımız ve göllerimizdir. Benzerleri İsviçre’de de görülebilir. Oysa ki bizde kaplumbağa terbiyecileri var, ve işte bu da onun resmidir. Bilgi, bilgelik ve sabır... İşte Doğu.
Bu bir anlamda Batı ile Doğu’nun birbirini daha iyi anlamak üzere çaba sarfetmeye davet edilmesidir. Bir sentez önerisidir. Bugün bile ihtiyacı, belki de o dönemden kat be kat daha fazla hissedilen bir sentez...
Oryantal resim akımı, empresyonizm, kübizm gibi akımların ezici gücü ile Avrupa’da sönmüş, soyut resmin dünyadaki büyük patlamasıyla ise neredeyse unutulmuştur. Ancak 20. yüzyılda sanat koleksiyonerlerinin ilgisini tekrar kazanmış ve bu tarzda eser vermeyi tercih eden sanatçılar ortaya çıkmaya başlamıştır. Günümüzde oryantal resim halen büyük ilgi görmektedir.
Neden Oryantal Resim?
Cumhuriyetle birlikte başlayan çağcıllaşma hareketinde , ülkemizde batı resmi ön plana çıkmış ve oryantal resim uzun yıllar unutulmuştur. Oryantal resmin büyük ustası Osman Hamdi'den bir yüzyıl sonra , bu akımın günümüzdeki en yetkin ressamı Kamil Aslanger'dir . Oryantalizme gönül vermiş batılı sanatçılar Osmanlı yaşamını resimlerine yansıtırken çoğunlukla abartı ve zorlamaya başvurmakla birlikte pek çok ayrıntıyı gözden kaçırmışlar ve İstanbul'u anlatırken çoğu kez Arap etkisinde kalmışlardır . Oysa Aslanger'in eserlerinde mimari eserler ve iç mekan görünümleri , kişiler , giysiler , eşyalar bir araştırmacı titizliğiyle belgelenir ve onun ayrıntıcı duyarlığından süzülerek işlenirler. Onun esas ilgisini çeken Osmanlı çağı , batılılaşma akımlarının henüz başlamadığı XIX uncu yüzyıla kadar olan dönemdir.
Aslanger'in oryantal resim tutkusu , onun İstanbul sevgisinden kaynaklanır. Ama onun istediği , ilgilendiği , hayran olduğu , sevdalandığı İstanbul , bugünkü İstanbul değildir. Bir kent , mahalleleri , meydanları , anıtları , caddeleri , parkları ve yapılarıyla değil , hepsinden önce insanlarıyla kent olur.
İstanbul'a özgü terbiye , İstanbul'a özgü gelenek-görenek , İstanbul'a özgü giyim-kuşam ve İstanbul'a özgü dil ... Eski İstanbul'un üst kültürü taşralıyı , köylüyü , kasabalıyı içinde eritir ve zamanla kendinden yapardı.
Oysa bugünkü İstanbul'un kendi kültürü yoktur. Bugün dangıldungulluk , yabanıllık ve ilkellik içinde on milyon nüfuslu bir kasabaya dönüşmüş bulunan İstanbul , kent dokusuyla da , insanlarıyla da Aslanger'in dünyasına yabancıdır. O da bu nedenle bugünkü İstanbul'da göremediği güzellikleri , incelikleri , gelenekleri , yitirilmiş değerleri , geçmiş zaman güzellerini , dönemin eşyalarıyla eserlerinde canlandırır ve eski İstanbul , hiç olmazsa tablolarında yaşasın ister.Yeniden yaşattığı , anlattığı ve anımsattığı geçmiş kültürümüzle ve eski yaşamımızdaki güzelliklerle , bizleri düşünmeye zorlar .
Aslanger'in düşsel kompozisyonları salt o dönemin yaşamını , güzelliklerini , duygularını yansıtmakla kalmaz ; Osmanlı sanatının özenle seçilmiş örneklerini de sergiler : Yeşil , lâcivert , firuze , mavi , beyaz , mercan kırmızısı renkli ve şakayık , nar çiçeği , gül , karanfil , lâle , sümbül desenli çiniler , kimileyin çinilerin üzerinde ya da duvardaki bir levhada görülen hatlar ; İznik , Kütahya ya da Yıldız'da üretilmiş seramik tabaklar , vazolar , sürahiler , kandiller , bardaklar ; saydam , opal , kristal ya da renkli camdan yapılmış çeşmibülbüller , şerbetlikler , kupalar , kâseler , lâledanlar , gülabdanlar , lâmbalar , şişeler , ibrikler ; yün ya da ipekten dokunmuş halı ve seccadeler ; bakır , pirinç ya da tombak tepsiler , siniler , ibrikler , şamdanlar , mangallar , fenerler , buhurdanlar , taslar , sahanlar , bakraçlar ; gümüş ya da altından yapılmış ( kimileyin elmas , yakut , zümrüt , firuze v.b. değerli taşlarla işlenmiş ) aynalar , kolyeler , bilezikler , kama kını ya da sapları , kemer tokaları , yüzükler , küpeler , saç tokaları ; Osmanlı dekoratif taş işçiliğinden örnekler sunan sütun başlıkları , mermer ve döküm şebekeler , pencere parmaklıkları , çeşmeler , sebil ve selsebiller , şadırvan ve oymalı fıskiyeler ; sedef , bağa, fildişi gibi malzemelerle kakma veya yapıştırma tekniğiyle süslenmiş İstanbul , Şam ya da Edirne işi rahleler , sehpalar , çekmeceler , kavukluklar ve benzeri eşya , Aslanger'in resimlerinde değişik merakları tahrik ederek zihinlerde tatlı heyecanlar uyandırırlar.
Aslanger'in resimlerinde ağırlıklı olarak yer alan saray geleneğine göre yetiştirilmiş edalı , zarif ve onurlu güzeller ( acemiler , cariyeler , şakirtler , ustalar , gedikliler ) , "gözde"ler , "ikbâl"ler , "kadın"lar , odalıklar , haseki sultanlar , valide sultanlar , kâhya kadınlar , çengiler , döneminin ( kadife , aba , bürümcük , canfes , çuha , çatma , gezi , yollu , atlas , diba , hatayi , tafta , selimiye , kemha , sof v.b. ) kumaşlarından özgün ve gerçek ev ve sokak giysileriyle bizleri bir başka dünyaya , gizemli harem yaşama götürür ; kalplerimizde değişik duygular uyandırırlar. Onun ustalık , sabır , özen ve hüner dolu tablolarında , kimi zaman bir hamam aleminin düşlerine dalar ; kimi zaman sazende ve hanendelerle bir musiki meclisine katılır ; kimi zaman bir esir kadının pazarlığına biraz da üzülerek kulak misafiri olur ; kimi zaman bir çenginin kıvrak raksıyla kendimizden geçer ; kimi zaman bir dost meclisindeki söyleşiye kulak kabartır ; kimi zaman bir cariyenin önünde kalbimizin bir başka türlü çarptığını ya da bir valide sultanın huzurunda gizli gizli heyecanlandığımızı duyumsarız...
ORYANTAL RESİM
Osman Hamdi Bey
Kaplumbağa Terbiyecisi
Fausto Zonaro
Yakup Cem
Çeşme
Yakup Cem
Kur'an
Batı resim sanatında ortaya çıkan akımlar arasında en çok Türk resmini ilgilendireni şüphesiz Oryantalizm akımıdır. Oryantalist akımın başlangıcı, 18, yüzyıl siyasi konjonktürü ile doğrudan ilgilidir. Osmanlı bünyesindeki bozulmanın en ileri düzeye ulaştığı bu dönem, aynı zamanda bu bozulma ve geri kalmışlığa çarelerin de arandığı bir dönemdir. Bu çarelerin en başında şüphesiz dışa açılma ve modernleşme çabaları gelmektedir.
Bu çabalar doğrultusunda Osmanlının Avrupa ülkeleri ile daha sıcak ilişkiler kurmaya yönelmesi, özellikle Fransa ile karşılıklı bir yeniden tanıma sürecini, kısıtlı da olsa beraberinde getirir. İşte bu dönemdir ki, Osmanlı aristokrasisinde derin bir Fransız kültürü etkisi oluşmuştur. Roko ve Barok akımlarının da sanat hayatına bıraktığı derin izler bu dönemde en üst düzeydedir.
Ancak bu etkileşim tek yönlü değildir. Osmanlıda olduğu gibi, batı sosyetesinde de bir Osmanlı ve doğu motifleri kullanma merakı gelişmiştir. Romantizm etkileri ile bu merak ve ilgi, maceracı gezginlerin ve derin Doğu sırları peşinde koşan bohem sanatçıların Osmanlı topraklarına akınına yol açmıştır. Bu dönemde kurulan Osmanlı – Fransız ittifakının, bu portreye sıcak bir katkı sağlamış olduğu düşünülebilir.
Bu süreç sarayda batılı ressamların boy göstermesiyle devam eder. Aynı şekilde Türk ressamlarının da Avrupa’da, özellikle Paris’te sanat hayatına katılımlarıyla Türk resminin de gelişiminde önemli bir pay sahibidir. Saraya davet edilerek veya kendini davet ettirerek çalışmalar yapan ressamların çokluğu iki sonuç verir. Birincisi Avrupa’da Oryantalizm modasının sürmesi, ikincisi ise bu modanın teşviki ile daha fazla sanatçının oryantalist resim pazarından pay almak amacıyla Doğu’ya yönelmesi.
Abdülmecid ve Abdülaziz, gelecek vadeden Türk ressamları kuşağına verdikleri desteğin yanı sıra, yabancı ressamlara da büyük ilgi göstermişlerdir. Bu yabancı ressamların Türk resminin gelişimine sağladıkları katkı üslup olarak değilse bile resme olan ilginin gelişimi kapsamında dikkate değerdir. III: Selim döneminde gelen Melling, Hilair, Allom, Bartlett, Antoine de Favray, van Mour gibi ressamlar, İstanbul manzaraları resmetmişler ve Boğaziçi Ressamları olarak anılmışlardır. Ancak gelen ressamlar arasında bazıları İstanbul'a olan tutkuları veya Türk resmine sağladıkları katkılarla diğerlerinden ayrılırlar. Amedeo Preziosi (1816- 1882) ve Leonardo de Mango (1843- 1930) İstanbul'a yerleşip hayatlarının sonuna kadar bu kentte yaşamışlardır. Aivazovsky (1817- 1900), resimlerinde büyük bir tutkuyla sevdiği İstanbul'u defalarca kez ele almış, şehre bir çok kez gelmiştir. Guillemet (1827- 1878), 1874 yılında İstanbul'da bir özel desen ve resim akademisi kurması ile önem kazanır. İtalyan ressam Zonaro (1854- 1929), İstanbul'da çok sayıda resim üretmiştir.
Oryantalim akımının Türk resmine üslup anlamında kattığı çok fazla değer olmadığı kanaati yaygındır. Ancak, Osmanlı topraklarında eser veren bu büyük ustaların teknikleri ve oluşturdukları sanat talebi, çağdaş Türk resminin ilk kuşağının da yolunu açmakta etkili olmuştur. Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyyid, Halil Paşa ve Hoca Ali Rıza; ortaya koydukları büyük performansa fırsat tanıyan saray desteğini, kısmen de olsa bu sanatçıların çalışmalarına borçludurlar.
Özellikle Osman Hamdi Bey, büyük bir oryantalist ressam olarak sayılabilir. Yabancı oryantalistlerin, doğu kültürlerine karşı yetersiz izlenimleriyle ortaya koydukları eserler, bir anlamda kültürel bir hatalar zinciri de içermekteydiler. Hamam sahneleri ve cariyelerle dolu bir çok oryantal resim tuvali, aslında gerçeklerden oldukça uzak kompozisyonlar sunmaktaydı. Böyle bir akımın dış dünyadaki etkilerini hesaba katarak, bunun bir fırsat olarak değerlendirilebileceği aşikardır. Osman Hamdi, tuvallerinde resmettiği kompozisyonlarında derin bir Doğu gerçeği ortaya koymuştur. Yüzyıllarca dünyaya hükmetmiş olan ve günün batı medeniyetinin kaynağını teşkil eden bütün değerlerin oryantalist olduğu gerçeğini dünyanın yüzüne vurmuştur bir anlamda. Çünkü onun tuvallerinde sürekli düşünce ve üretim sahneleri yer alır. Çalışan insanlar, düşünen insanlar, iletişim halinde olan sıcak figürler. Bu figüratif canlılık ve gerçeklik, Batı dünyasına adeta şu mesajı vermektedir: Bu coğrafyanın içkin değerleri bildiğiniz ve resmettiğiniz gibi değildir. Buraya gelerek İstanbul’un mesire yerlerinde gönül eğlendirirken yaptığınız tablolar, bizim ağaçlarımız ve göllerimizdir. Benzerleri İsviçre’de de görülebilir. Oysa ki bizde kaplumbağa terbiyecileri var, ve işte bu da onun resmidir. Bilgi, bilgelik ve sabır... İşte Doğu.
Bu bir anlamda Batı ile Doğu’nun birbirini daha iyi anlamak üzere çaba sarfetmeye davet edilmesidir. Bir sentez önerisidir. Bugün bile ihtiyacı, belki de o dönemden kat be kat daha fazla hissedilen bir sentez...
Oryantal resim akımı, empresyonizm, kübizm gibi akımların ezici gücü ile Avrupa’da sönmüş, soyut resmin dünyadaki büyük patlamasıyla ise neredeyse unutulmuştur. Ancak 20. yüzyılda sanat koleksiyonerlerinin ilgisini tekrar kazanmış ve bu tarzda eser vermeyi tercih eden sanatçılar ortaya çıkmaya başlamıştır. Günümüzde oryantal resim halen büyük ilgi görmektedir.
Neden Oryantal Resim?
Cumhuriyetle birlikte başlayan çağcıllaşma hareketinde , ülkemizde batı resmi ön plana çıkmış ve oryantal resim uzun yıllar unutulmuştur. Oryantal resmin büyük ustası Osman Hamdi'den bir yüzyıl sonra , bu akımın günümüzdeki en yetkin ressamı Kamil Aslanger'dir . Oryantalizme gönül vermiş batılı sanatçılar Osmanlı yaşamını resimlerine yansıtırken çoğunlukla abartı ve zorlamaya başvurmakla birlikte pek çok ayrıntıyı gözden kaçırmışlar ve İstanbul'u anlatırken çoğu kez Arap etkisinde kalmışlardır . Oysa Aslanger'in eserlerinde mimari eserler ve iç mekan görünümleri , kişiler , giysiler , eşyalar bir araştırmacı titizliğiyle belgelenir ve onun ayrıntıcı duyarlığından süzülerek işlenirler. Onun esas ilgisini çeken Osmanlı çağı , batılılaşma akımlarının henüz başlamadığı XIX uncu yüzyıla kadar olan dönemdir.
Aslanger'in oryantal resim tutkusu , onun İstanbul sevgisinden kaynaklanır. Ama onun istediği , ilgilendiği , hayran olduğu , sevdalandığı İstanbul , bugünkü İstanbul değildir. Bir kent , mahalleleri , meydanları , anıtları , caddeleri , parkları ve yapılarıyla değil , hepsinden önce insanlarıyla kent olur.
İstanbul'a özgü terbiye , İstanbul'a özgü gelenek-görenek , İstanbul'a özgü giyim-kuşam ve İstanbul'a özgü dil ... Eski İstanbul'un üst kültürü taşralıyı , köylüyü , kasabalıyı içinde eritir ve zamanla kendinden yapardı.
Oysa bugünkü İstanbul'un kendi kültürü yoktur. Bugün dangıldungulluk , yabanıllık ve ilkellik içinde on milyon nüfuslu bir kasabaya dönüşmüş bulunan İstanbul , kent dokusuyla da , insanlarıyla da Aslanger'in dünyasına yabancıdır. O da bu nedenle bugünkü İstanbul'da göremediği güzellikleri , incelikleri , gelenekleri , yitirilmiş değerleri , geçmiş zaman güzellerini , dönemin eşyalarıyla eserlerinde canlandırır ve eski İstanbul , hiç olmazsa tablolarında yaşasın ister.Yeniden yaşattığı , anlattığı ve anımsattığı geçmiş kültürümüzle ve eski yaşamımızdaki güzelliklerle , bizleri düşünmeye zorlar .
Aslanger'in düşsel kompozisyonları salt o dönemin yaşamını , güzelliklerini , duygularını yansıtmakla kalmaz ; Osmanlı sanatının özenle seçilmiş örneklerini de sergiler : Yeşil , lâcivert , firuze , mavi , beyaz , mercan kırmızısı renkli ve şakayık , nar çiçeği , gül , karanfil , lâle , sümbül desenli çiniler , kimileyin çinilerin üzerinde ya da duvardaki bir levhada görülen hatlar ; İznik , Kütahya ya da Yıldız'da üretilmiş seramik tabaklar , vazolar , sürahiler , kandiller , bardaklar ; saydam , opal , kristal ya da renkli camdan yapılmış çeşmibülbüller , şerbetlikler , kupalar , kâseler , lâledanlar , gülabdanlar , lâmbalar , şişeler , ibrikler ; yün ya da ipekten dokunmuş halı ve seccadeler ; bakır , pirinç ya da tombak tepsiler , siniler , ibrikler , şamdanlar , mangallar , fenerler , buhurdanlar , taslar , sahanlar , bakraçlar ; gümüş ya da altından yapılmış ( kimileyin elmas , yakut , zümrüt , firuze v.b. değerli taşlarla işlenmiş ) aynalar , kolyeler , bilezikler , kama kını ya da sapları , kemer tokaları , yüzükler , küpeler , saç tokaları ; Osmanlı dekoratif taş işçiliğinden örnekler sunan sütun başlıkları , mermer ve döküm şebekeler , pencere parmaklıkları , çeşmeler , sebil ve selsebiller , şadırvan ve oymalı fıskiyeler ; sedef , bağa, fildişi gibi malzemelerle kakma veya yapıştırma tekniğiyle süslenmiş İstanbul , Şam ya da Edirne işi rahleler , sehpalar , çekmeceler , kavukluklar ve benzeri eşya , Aslanger'in resimlerinde değişik merakları tahrik ederek zihinlerde tatlı heyecanlar uyandırırlar.
Aslanger'in resimlerinde ağırlıklı olarak yer alan saray geleneğine göre yetiştirilmiş edalı , zarif ve onurlu güzeller ( acemiler , cariyeler , şakirtler , ustalar , gedikliler ) , "gözde"ler , "ikbâl"ler , "kadın"lar , odalıklar , haseki sultanlar , valide sultanlar , kâhya kadınlar , çengiler , döneminin ( kadife , aba , bürümcük , canfes , çuha , çatma , gezi , yollu , atlas , diba , hatayi , tafta , selimiye , kemha , sof v.b. ) kumaşlarından özgün ve gerçek ev ve sokak giysileriyle bizleri bir başka dünyaya , gizemli harem yaşama götürür ; kalplerimizde değişik duygular uyandırırlar. Onun ustalık , sabır , özen ve hüner dolu tablolarında , kimi zaman bir hamam aleminin düşlerine dalar ; kimi zaman sazende ve hanendelerle bir musiki meclisine katılır ; kimi zaman bir esir kadının pazarlığına biraz da üzülerek kulak misafiri olur ; kimi zaman bir çenginin kıvrak raksıyla kendimizden geçer ; kimi zaman bir dost meclisindeki söyleşiye kulak kabartır ; kimi zaman bir cariyenin önünde kalbimizin bir başka türlü çarptığını ya da bir valide sultanın huzurunda gizli gizli heyecanlandığımızı duyumsarız...