Ölünce ahirette hangi dili konuşacağız?
ahirette hangi dil konuşulacak
Öldükten sonra âhirette, inşaallah Cennette Arapça mı konuşacağız? Yoksa her Müslüman kendi dilini mi konuşacaktır?" Her ikisi de mümkün ve olabilir. Cenab- ı Hakkın kudreti açısından bakıldığında hiçbir engel ve zorluk söz konusu değildir.
Cennetin şartlı bütünüyle farklıdır, bu âleme benzemez. Bu âlemde sebepler ve hikmetler geçerlidir. Burada bir şeyin vücuda gelmesi için mutlaka bir sebebin olması gerekir. Mesela, karın yağması için kış mevsiminin gelmesi, havanın bulutlu olması, sıcaklığın belli ölçüde düşmesi gibi sebepler lazım. Ama diyelim ki, Cennette kar yağmasını isteyecek olsak, kışa da gerek yoktur, buluta ve soğuğa da gerek yoktur.
Çünkü âhiret âlemi ve Cennet dârü'l-kudrettir. Orada sebeplerin sözü ve etkisi geçerli değildir. Cennet hakkındaki bir âyet bir genel kuralı hatırlatıyor: "Orada canların çektiği ve gözlerin hoşlandığı her şey vardır."1 Buna göre mesela, bir Endonezya'lının canı kendi dilini konuşmak isterse, neden verilmesin veya İspanyol bir Müslüman Cennette İspanyolca konuşmayı aruz etse neden engellensin? Fakat bunlarla birlikte bu konudaki nakillere baktığımızda şu bilgilere de ulaşıyoruz.
Peygamberimiz bir hadislerinde, kendisinin Arap milleti içinden çıktığını, Kur'ân'ın Arap diliyle nâzil olduğunu ifade ederken, "Cennet ehlinin konuştukları dil Arapçadır" 2 diyor. Arapça, belâgat, edebiyat, fesahat ve zenginlik bakımından dünya dillerinin en güzelidir. Aynı zamanda ses, âhenk ve cümle yapısı bakımından da diğer diller arasında ayrı bir yeri vardır.
Cenâb-ı Hak da kendi kelâmını Arapça indirmiştir. Peygamberimiz de zaten bu dili konuşuyordu, kendi kavminin dilini... Bu hadisi bazı âyetler de destekliyor. "Uyarıcılardan olasın diye apaçık bir Arapça lisan ile Kur'ân'ı senin kalbine Cebrail indirdi."3 "Biz hiçbir peygamberi kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, emrolunduklarını onlara apaçık anlatsınlar"4 meâlindeki âyet-i kerime de Peygamberimizin (a.s.m.) kendi kavmi olan Araplara kendi dilleriyle hak dini anlattığını bildirir.
Evet, Kur'ân'ın dili ve Peygamberimizin konuştuğu dil Arapça olunca, Cennet dilinin de Arapça olacağı gerçeği ortaya çıkar. Hz. Adem'in de yeryüzüne indirilmeden önce Cennette bulunduğunda Arapça konuştuğu rivayet edilir.
Ayrıca bu dili Peygamberimizden (a.s.m.) başka diğer peygamberler de konuşurdu. Meselâ, Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. İsmail, Hz. Sâlih, Hz. Şuayb Arapça konuşuyorlardı. Ayrıca Kastalânî, Hz. ¬işe'den "Cennet ehli Muhammed Aleyhisselâmın diliyle konuşacaklar" rivayetini kaydeder.5 Bediüzzaman ise Mektubat'ta İmam-ı Âzam'ın bir fetvasının hikmetini açıklarken şöyle bir ifadeye yer verir:
"Bir rivayette lisan-ı ehl-i Cennetten sayılan Fârisî lisanı..."6 Bu açıklama ile yukarıdaki nakiller bir arada düşünülecek olsa şöyle bir neticeye varmak herhalde yanlış olmaz: Esas itibariyle Cennet lisanı Arapçadır; fakat Farsça da konuşulabilir. Cenab-ı Hak her iki dili de Cennet lisanı olarak yaratabilir.
1 Zuhruf Suresi, 71,
2 Feyzü'l-Kadir, Hadis no:225
3 Şuarâ Suresi, 195,
4 İbrahim Suresi, 4,
5 Mevâhib-i Ledünniye, 1:276, 6 Mektubat, s.406
Öldükten sonra âhirette, inşaallah Cennette Arapça mı konuşacağız? Yoksa her Müslüman kendi dilini mi konuşacaktır?" Her ikisi de mümkün ve olabilir. Cenab- ı Hakkın kudreti açısından bakıldığında hiçbir engel ve zorluk söz konusu değildir.
Cennetin şartlı bütünüyle farklıdır, bu âleme benzemez. Bu âlemde sebepler ve hikmetler geçerlidir. Burada bir şeyin vücuda gelmesi için mutlaka bir sebebin olması gerekir. Mesela, karın yağması için kış mevsiminin gelmesi, havanın bulutlu olması, sıcaklığın belli ölçüde düşmesi gibi sebepler lazım. Ama diyelim ki, Cennette kar yağmasını isteyecek olsak, kışa da gerek yoktur, buluta ve soğuğa da gerek yoktur.
Çünkü âhiret âlemi ve Cennet dârü'l-kudrettir. Orada sebeplerin sözü ve etkisi geçerli değildir. Cennet hakkındaki bir âyet bir genel kuralı hatırlatıyor: "Orada canların çektiği ve gözlerin hoşlandığı her şey vardır."1 Buna göre mesela, bir Endonezya'lının canı kendi dilini konuşmak isterse, neden verilmesin veya İspanyol bir Müslüman Cennette İspanyolca konuşmayı aruz etse neden engellensin? Fakat bunlarla birlikte bu konudaki nakillere baktığımızda şu bilgilere de ulaşıyoruz.
Peygamberimiz bir hadislerinde, kendisinin Arap milleti içinden çıktığını, Kur'ân'ın Arap diliyle nâzil olduğunu ifade ederken, "Cennet ehlinin konuştukları dil Arapçadır" 2 diyor. Arapça, belâgat, edebiyat, fesahat ve zenginlik bakımından dünya dillerinin en güzelidir. Aynı zamanda ses, âhenk ve cümle yapısı bakımından da diğer diller arasında ayrı bir yeri vardır.
Cenâb-ı Hak da kendi kelâmını Arapça indirmiştir. Peygamberimiz de zaten bu dili konuşuyordu, kendi kavminin dilini... Bu hadisi bazı âyetler de destekliyor. "Uyarıcılardan olasın diye apaçık bir Arapça lisan ile Kur'ân'ı senin kalbine Cebrail indirdi."3 "Biz hiçbir peygamberi kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, emrolunduklarını onlara apaçık anlatsınlar"4 meâlindeki âyet-i kerime de Peygamberimizin (a.s.m.) kendi kavmi olan Araplara kendi dilleriyle hak dini anlattığını bildirir.
Evet, Kur'ân'ın dili ve Peygamberimizin konuştuğu dil Arapça olunca, Cennet dilinin de Arapça olacağı gerçeği ortaya çıkar. Hz. Adem'in de yeryüzüne indirilmeden önce Cennette bulunduğunda Arapça konuştuğu rivayet edilir.
Ayrıca bu dili Peygamberimizden (a.s.m.) başka diğer peygamberler de konuşurdu. Meselâ, Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. İsmail, Hz. Sâlih, Hz. Şuayb Arapça konuşuyorlardı. Ayrıca Kastalânî, Hz. ¬işe'den "Cennet ehli Muhammed Aleyhisselâmın diliyle konuşacaklar" rivayetini kaydeder.5 Bediüzzaman ise Mektubat'ta İmam-ı Âzam'ın bir fetvasının hikmetini açıklarken şöyle bir ifadeye yer verir:
"Bir rivayette lisan-ı ehl-i Cennetten sayılan Fârisî lisanı..."6 Bu açıklama ile yukarıdaki nakiller bir arada düşünülecek olsa şöyle bir neticeye varmak herhalde yanlış olmaz: Esas itibariyle Cennet lisanı Arapçadır; fakat Farsça da konuşulabilir. Cenab-ı Hak her iki dili de Cennet lisanı olarak yaratabilir.
1 Zuhruf Suresi, 71,
2 Feyzü'l-Kadir, Hadis no:225
3 Şuarâ Suresi, 195,
4 İbrahim Suresi, 4,
5 Mevâhib-i Ledünniye, 1:276, 6 Mektubat, s.406