*MeleK*
♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
okul öncesi çocuğa okuma yazma öğretilmelimi
( 06 Aralık 2007 - Psikolog Acar PİJİ (Acıbadem-Zürafa Yuva) )
Anne-babaların pek çoğu, çocuğuna okuma-yazmayı öğretmenin onu yaşıtlarına üstün kılacağı ve bu nedenle de okulda çok başarılı olabileceği düşüncesiyle kendilerince bildiklerini sandıkları türlü yöntemleri uygulayarak ve çocuğun çabucak gelişmesi(!) için yuva öğretmenini/ yöneticilerini zorladıklarına tanık olunur.
Anne-babaların pek çoğu, çocuğuna okuma-yazmayı öğretmenin onu yaşıtlarına üstün kılacağı ve bu nedenle de okulda çok başarılı olabileceği düşüncesiyle kendilerince bildiklerini sandıkları türlü yöntemleri uygulayarak ve çocuğun çabucak gelişmesi(!) için yuva öğretmenini/ yöneticilerini zorladıklarına tanık olunur. Oysa çocuğun hızlı geliştirilmeye çalışılması ile üniversitelerdeki en iyi yerleri elde edebileceğinden söz etmek mümkün olabilir mi? Çocuklarında beliren yeni gelişmelere göre, anne-babalar yaşıtları ile kıyaslayınca farklı düşünceler üretebilirler. Örneğin; çocuk, Mc. Donald’s, Toys’r us, Carrefour logolarını çeşitli reklam kuşaklarında izleye izleye, broşürlerde ya da gazete sayfalarında görür görmez tanır ve adını söyler. Bu durum karşısında çevresindekiler, bir takım şeyleri kimsenin katkısı olmadan kendiliğinden okuduğu ve bu gidişle çok kısa zaman sonrasında her şeyi okumaya başlayacağı düşüncesine kapılabilirler. Aslında ilginç olmaları bakımından marka ya da logoları bellekte tutmak zor değildir. Bu yoldan giderek türlü yazılı sözcükleri belleklerine yerleştiren çocuklar az değildir. Bir şekil ya da resim anımsanarak bunların görünüşüne göre sözcüğün öğrenilmesi, genellikle bak-söyle yöntemi olarak adlandırılır. Genellikle kız çocuklarına göre erkek çocuklar buna daha meraklıdırlar. Fakat şu gerçek unutulmamalıdır ki, kitaplardaki sözcükleri okumak, tabelaları okumaktan daha zordur. Çünkü kitap sözcükleri karmaşık görsel çözümler gerektirir. Aslında çocuk, ona bir şey okunduğunda ilgi göstermiyorsa yani “ne demek istiyor” diye sormuyorsa okumaya hazır değildir. Çünkü onun, bir sözcüğü diğerinden henüz ayırt edememe durumu vardır. Bu durumda tek şey düşünülmelidir; çocuğu zorlamamak.
Çocuğun tam anlamıyla okuyabilmesi için sözcüklerin şifrelerini çözmesi yeterli olmaz. Görme ve duyma algısının kanallarının, kitabı yazan kişiden okuyana taşınan mesajların alınması ve bunların düşünce sistemi ile bağdaştırılması sonucu okuma olgusu gerçekleşmiş olur ki, bu da dünya ile ilgili kişide öz deneyimlerin kazanılmasına bağlıdır. Daha okumaya hazır olmadığı süreçte okumaya alıştırılan çocuk, sözcükleri kusursuz okuyabilir. Ancak bu okuma türü mekanikleşmiş olarak nitelenebilir. Fonetik kurallarına az da olsa egemen olan çocuk, sözcüklerin seslerine ağırlık vermek ister. Çocuğun görüntü, ses ve anlam bağlantısını kurmada çektiği zorluklar pek anlaşılamaz. Böylece, okumaları yavaş, anlamaları yetersiz olabilir. Bu durumda yapılacakların önceliklisi, anlamlara odaklandırma olmalıdır. İyi okuduğunu söyleyebilmemiz için, çocuğun yavaş yavaş çeşitli stratejileri bir araya getirmeyi öğrenmesi, çoğunlukla, görüntüyle okuması, tanıdık olmayan bir sözcüğü çözmesi gerekene kadar, anlamları da işin içine katarak tıkır tıkır işleyen bir sistemde çalışır duruma gelebilmesi yıllar süren bir alıştırmayı gerektirir. En iyi okuma programları sözcük dağarcığının gelişimi ve konuşulan dilin tüm yönlerini vurgulamayı öğreten yöntemlerdir.
Okul öncesi eğitimi çağında olan çocuğun öğrenmesi etki-tepki tipindeki öğretimle yapılan eğitimle gerçekleşir. Yapılacak iş yeterince basitleştirildiğinde çocuk, eğer gerekli zaman ve enerjiyi bu işe adamaya istekli ise yapamayacağı hemen hemen hiçbir şey olamaz denebilir. Fakat böyle de olsa, gerçek zekanın temelinden beyin gücü çalınmış olur. Okuma düşük düzeyli bir beceri haline gelir ve öğrenip uygulandığı düzeyde takılıp kalma tehlikesi vardır.
İşte bu nedenledir ki, okul öncesi dönemde çocuklara okuma öğretilmesi doğal zihinsel gelişmeye yapılan bir tecavüz niteliğindedir. Bu anlatılanların dışında kalan pek az bir çocuk kesimi ise kendi meraklarıyla okumaya motive olup kendi kendine okumayı öğrenebilir. Bu çocuklarda anlamı çözme merakı da görülür. Gerçek erken okuyucular işte bu çocuklardır.
Ayrıca anne-babaların, bir baskı kurmadan, çocuğun okuma gelişimine katkıda bulunması çok önemlidir. Çocuğun bu sistemi harekete geçirmesini sağlayacak olanlar onlardır. Okumanın eğlenceli bir uğraş olduğunu göstermek için kitap, dergi ve gazetelerin el altında bulunduğu, yetişkinlerin türlü olgun fikirler üzerinde tartıştığı, konuştuğu ve okuduğu ev ortamları en iyi okuyucuların yetiştiği ortamlardır. Çocuğun okumaya hazır olması için önemli bir alt yapı kurmuş olması gerekir. Bunları incelersek; uygun uzaklıktan yazıya odaklanmak, harf ve sözcükleri birbirinden ayırt etmek, soldan sağa yönde izlemek ve yerini kaybetmemek için, çocuğun görsel gelişiminin yeterli düzeye ulaşması gereklidir. Ayrıca çocuk; düşünme becerileri bakımından sözcüklerin fiziksel görünümlerinin ötesine geçecek, soyut anlamları olduğunu anlayacak ve bu anlamların fikirlerle bağlantısını kurmaya yetecek kadar gelişmiş olmalıdır.
Okuma yaşının en uygun olduğu dönem 7 yaş olduğu gibi, 5 yaşında da bazı ülkelerde okuma yaşının uygun olduğu düşüncesi yaygındır. Oysa 7 yaş grubunun öğrenmesinin çok çabuk olduğu ve bu çocuklarda okumaya başlangıç çalışmaları, severek yaptıkları bir uğraş olduğu halde, 5 yaşında öğrenenlerde okuma güçlüğü gelişmesinin olasılığı yapılan araştırmalar sonucu elde edilmiştir.
Okuma aktif bir anlam arayışı gerektirir. Hazır olunmayan bir süreçte, bir şeylerin kendisine yüklendiği düşüncesine kapılan bir çocuk, edilgin okuyucu olarak programlanmış demektir. Böyle koşullanan çocuklar hiçbir zaman okumaktan zevk almayacakları gibi, verimli bir anlam arayışına da giremeyeceklerdir. Erken okumayı sökenler her zaman yarışı kazanamazlar. Geniş bir deneyim ve problem çözme temeli olup, işe yavaş yavaş başlayanlarda, genellikle dördüncü sınıfta iken, düşünme becerileri ve uygulama, daha önemli hale geldiğinden, erken okuyuculara göre, daha öne çıkacaklardır.
alıntı
Anne-babaların pek çoğu, çocuğuna okuma-yazmayı öğretmenin onu yaşıtlarına üstün kılacağı ve bu nedenle de okulda çok başarılı olabileceği düşüncesiyle kendilerince bildiklerini sandıkları türlü yöntemleri uygulayarak ve çocuğun çabucak gelişmesi(!) için yuva öğretmenini/ yöneticilerini zorladıklarına tanık olunur.
Anne-babaların pek çoğu, çocuğuna okuma-yazmayı öğretmenin onu yaşıtlarına üstün kılacağı ve bu nedenle de okulda çok başarılı olabileceği düşüncesiyle kendilerince bildiklerini sandıkları türlü yöntemleri uygulayarak ve çocuğun çabucak gelişmesi(!) için yuva öğretmenini/ yöneticilerini zorladıklarına tanık olunur. Oysa çocuğun hızlı geliştirilmeye çalışılması ile üniversitelerdeki en iyi yerleri elde edebileceğinden söz etmek mümkün olabilir mi? Çocuklarında beliren yeni gelişmelere göre, anne-babalar yaşıtları ile kıyaslayınca farklı düşünceler üretebilirler. Örneğin; çocuk, Mc. Donald’s, Toys’r us, Carrefour logolarını çeşitli reklam kuşaklarında izleye izleye, broşürlerde ya da gazete sayfalarında görür görmez tanır ve adını söyler. Bu durum karşısında çevresindekiler, bir takım şeyleri kimsenin katkısı olmadan kendiliğinden okuduğu ve bu gidişle çok kısa zaman sonrasında her şeyi okumaya başlayacağı düşüncesine kapılabilirler. Aslında ilginç olmaları bakımından marka ya da logoları bellekte tutmak zor değildir. Bu yoldan giderek türlü yazılı sözcükleri belleklerine yerleştiren çocuklar az değildir. Bir şekil ya da resim anımsanarak bunların görünüşüne göre sözcüğün öğrenilmesi, genellikle bak-söyle yöntemi olarak adlandırılır. Genellikle kız çocuklarına göre erkek çocuklar buna daha meraklıdırlar. Fakat şu gerçek unutulmamalıdır ki, kitaplardaki sözcükleri okumak, tabelaları okumaktan daha zordur. Çünkü kitap sözcükleri karmaşık görsel çözümler gerektirir. Aslında çocuk, ona bir şey okunduğunda ilgi göstermiyorsa yani “ne demek istiyor” diye sormuyorsa okumaya hazır değildir. Çünkü onun, bir sözcüğü diğerinden henüz ayırt edememe durumu vardır. Bu durumda tek şey düşünülmelidir; çocuğu zorlamamak.
Çocuğun tam anlamıyla okuyabilmesi için sözcüklerin şifrelerini çözmesi yeterli olmaz. Görme ve duyma algısının kanallarının, kitabı yazan kişiden okuyana taşınan mesajların alınması ve bunların düşünce sistemi ile bağdaştırılması sonucu okuma olgusu gerçekleşmiş olur ki, bu da dünya ile ilgili kişide öz deneyimlerin kazanılmasına bağlıdır. Daha okumaya hazır olmadığı süreçte okumaya alıştırılan çocuk, sözcükleri kusursuz okuyabilir. Ancak bu okuma türü mekanikleşmiş olarak nitelenebilir. Fonetik kurallarına az da olsa egemen olan çocuk, sözcüklerin seslerine ağırlık vermek ister. Çocuğun görüntü, ses ve anlam bağlantısını kurmada çektiği zorluklar pek anlaşılamaz. Böylece, okumaları yavaş, anlamaları yetersiz olabilir. Bu durumda yapılacakların önceliklisi, anlamlara odaklandırma olmalıdır. İyi okuduğunu söyleyebilmemiz için, çocuğun yavaş yavaş çeşitli stratejileri bir araya getirmeyi öğrenmesi, çoğunlukla, görüntüyle okuması, tanıdık olmayan bir sözcüğü çözmesi gerekene kadar, anlamları da işin içine katarak tıkır tıkır işleyen bir sistemde çalışır duruma gelebilmesi yıllar süren bir alıştırmayı gerektirir. En iyi okuma programları sözcük dağarcığının gelişimi ve konuşulan dilin tüm yönlerini vurgulamayı öğreten yöntemlerdir.
Okul öncesi eğitimi çağında olan çocuğun öğrenmesi etki-tepki tipindeki öğretimle yapılan eğitimle gerçekleşir. Yapılacak iş yeterince basitleştirildiğinde çocuk, eğer gerekli zaman ve enerjiyi bu işe adamaya istekli ise yapamayacağı hemen hemen hiçbir şey olamaz denebilir. Fakat böyle de olsa, gerçek zekanın temelinden beyin gücü çalınmış olur. Okuma düşük düzeyli bir beceri haline gelir ve öğrenip uygulandığı düzeyde takılıp kalma tehlikesi vardır.
İşte bu nedenledir ki, okul öncesi dönemde çocuklara okuma öğretilmesi doğal zihinsel gelişmeye yapılan bir tecavüz niteliğindedir. Bu anlatılanların dışında kalan pek az bir çocuk kesimi ise kendi meraklarıyla okumaya motive olup kendi kendine okumayı öğrenebilir. Bu çocuklarda anlamı çözme merakı da görülür. Gerçek erken okuyucular işte bu çocuklardır.
Ayrıca anne-babaların, bir baskı kurmadan, çocuğun okuma gelişimine katkıda bulunması çok önemlidir. Çocuğun bu sistemi harekete geçirmesini sağlayacak olanlar onlardır. Okumanın eğlenceli bir uğraş olduğunu göstermek için kitap, dergi ve gazetelerin el altında bulunduğu, yetişkinlerin türlü olgun fikirler üzerinde tartıştığı, konuştuğu ve okuduğu ev ortamları en iyi okuyucuların yetiştiği ortamlardır. Çocuğun okumaya hazır olması için önemli bir alt yapı kurmuş olması gerekir. Bunları incelersek; uygun uzaklıktan yazıya odaklanmak, harf ve sözcükleri birbirinden ayırt etmek, soldan sağa yönde izlemek ve yerini kaybetmemek için, çocuğun görsel gelişiminin yeterli düzeye ulaşması gereklidir. Ayrıca çocuk; düşünme becerileri bakımından sözcüklerin fiziksel görünümlerinin ötesine geçecek, soyut anlamları olduğunu anlayacak ve bu anlamların fikirlerle bağlantısını kurmaya yetecek kadar gelişmiş olmalıdır.
Okuma yaşının en uygun olduğu dönem 7 yaş olduğu gibi, 5 yaşında da bazı ülkelerde okuma yaşının uygun olduğu düşüncesi yaygındır. Oysa 7 yaş grubunun öğrenmesinin çok çabuk olduğu ve bu çocuklarda okumaya başlangıç çalışmaları, severek yaptıkları bir uğraş olduğu halde, 5 yaşında öğrenenlerde okuma güçlüğü gelişmesinin olasılığı yapılan araştırmalar sonucu elde edilmiştir.
Okuma aktif bir anlam arayışı gerektirir. Hazır olunmayan bir süreçte, bir şeylerin kendisine yüklendiği düşüncesine kapılan bir çocuk, edilgin okuyucu olarak programlanmış demektir. Böyle koşullanan çocuklar hiçbir zaman okumaktan zevk almayacakları gibi, verimli bir anlam arayışına da giremeyeceklerdir. Erken okumayı sökenler her zaman yarışı kazanamazlar. Geniş bir deneyim ve problem çözme temeli olup, işe yavaş yavaş başlayanlarda, genellikle dördüncü sınıfta iken, düşünme becerileri ve uygulama, daha önemli hale geldiğinden, erken okuyuculara göre, daha öne çıkacaklardır.
alıntı