Nasıl Ana Baba sınız

SadmiN

♥ Evli Mutlu Çocuklu ♥
Yönetici
Nasıl Ana Baba sınız
Biz de Hata Yaptık Ama..! Eğer ebeveynseniz bu cümleyi çok iyi biliyorsunuzdur; üstelik sonundaki üç noktayla birlikte. Yıllardır herhangi bir sorunla gelen ergen ve/veya gençlerin anne- babalarıyla görüşmem gerektiğinde duyduğum ilk cümle çoğunlukla budur.

Hata olarak gördükleri şeylerin neler olduğunu sorduğumda da, toplum nezlinde eleştirilse de aslında kabul gören, “masum” yanlışlar sıralanır: “Çok sabrımı taşırdığında vurduğum oldu tabii!”

“E her istediğini yapmadık, yapamadık doğrusu!”
“Sınavlara hazırlanırken biraz fazla zorladım galiba ama onun iyiliği için…”
“Annesi/ babası çok şımarttı, ben de mecburen dengelemek için…”
“Bunu böyle görünce elalem ne der! Yani bize yakışmaz!..”
“Daha ilkokula başlamadan bilgisayar aldık, her istediğini aldık; gene de yaranamadık!”
“Onun yüzünden boşanmadık ama…”
“Boşandık ama ona bunun sıkıntısını yaşatmamaya çalıştık; gene de…”
“Özel okullarda okutmak için gece gündüz çalıştık ama…”

Bu listenin sonu gelmez biliyorsunuz. Her ailede olan “ufak tefek!” kavgalar, “sus, sen anlamazsın”lar, başdan savmak için sarf edilen sözler, çocuk bir şey anlattığında dinlermiş gibi görünüp, asla dinlememeler ve paylaştığı küçük kabahatini üç gün sonra başına kakmalar…
Şimdi, “canım bunlarsız aile mi olur?” diyeceksiniz. Doğru, olmaz. “Mükemmel” diye bir şey yoktur; olsa bile o da sağlıklı olmazdı zaten. Hatasız ne insan ne de ana- baba yoktur. Dolayısıyla hatasız çocuk da yoktur. Ancak ana- babalar, çocukta bir sorun olduğu somut bir biçimde (yani onlara batacak bir sorun!) ortaya çıkmadığı sürece, kendi hatalarının asla farkına varmazlar. Kendilerini sorgulamazlar. Sorgulamadıkları sürece de davranışlarını değiştirmezler. Arada bir bunu yapsalar bile ertesi gün çark aynı şekilde dönmeye devam eder. Hatalı olan hep çocuktur/gençtir. Dersine çalışmıyordur, bilgisayarın başından kalkmıyordur, saatlerce telefonla konuşuyordur, odasından çıkmıyor, sizinle oturmuyordur, pearsing takmak filan istiyordur, bilmem ne marka bilmem ne diye tutturuyordur vs. vs. Ebeveyn her fırsatta konu komşuya bundan şikâyet eder, çocuğun böyle oluşundan ötürü birbirini suçlar ve sürekli çocuğa söylenir. Bu kimi zaman bağırıp çağırma, kimi zaman işe yaramaz nitelikte bir cezalandırma, kimi zaman da “biz senin için…”le başlayan sonu gelmez duygu sömürüleri şeklinde olur. Ve çoğunlukla da şu cümleyle sonuçlanır: “Yok kardeşim, ne yaptıysam işe yaramıyor… vallahi usandım artık. Benden bu kadar, ne hali varsa görsün!” Ama tabii ana/ baba yüreği bu; dayanmaz. Ertesi gün gene aynı şeyler…
Ne zaman ki okuldan çok ciddi şikâyet gelir, çocuk önemli sayılabilecek bir suç işler, uyuşturucudan kuşkulanılır ya da belirgin bir psikolojik problem ortaya çıkar (tik, fobi, anoreksiya, sinir krizi, intihar girişimi, kendine ya da başkasına yönelik şiddet vb.), işte o vakit işler karışır. Psikologlar, psikiyatrlar araştırılır; benzer sorunlar yaşayan eş-dost enflasyonu yaşanır; her kafadan ayrı ses çıkar, internette dolaşılır, hatta o güne kadar hiç kurcalanmamış “çocuk psikolojisi” kitapları okunur altı çizile çizile. “Ah ah, işte bak, aynı biz! Yaaa, işte çok hata yaptık göz göre göre..” lerle uykular kaçar.
Ancak hatalar bitmez, üstelik katlanarak devan eder. Ani ve anlaşılmaz bir tavır değişikliğiyle çocuk neye uğradığını şaşırır! Dizilerden bile vazgeçilmiştir ve çocuğa, belki de yıllardır ilk kez gözlerinin içine bakarak, “eee, günün nasıl geçti?” diye sorulmaktadır. Yorgun ve asık suratlara da bir haller olmuştur; tuhaf bir gülümsemeyle, “ekmeği uzatır mısın Canım… tabii karıcım” filan demektedir anneyle baba birbirlerine. Anne ciyaklamıyor ya da söylenmiyor, baba da kesif suskunluğuna kaçmıyordur. Eğer ayrılmışlarsa, o güne kadar birbirlerine –en iyi ihtimalle- burun kıvırmak için fırsat kollayan ebeveynler, “biz aslında birbirimizi çok sevmiştik… sen bize en güzel hediyesin” filan demeye başlarlar. Bunların yanı sıra sabah çocuk evden çıkar çıkmaz derhal odasına girilir ve muammalı bir arama tarama faaliyeti başlar. Çekmecelerden yatak altlarına, dolap arkalarından günlüklere kadar her yerde suç delili aranır. Genellikle pek bir şey bulunamaz (benden söylemesi)! Belki defterlerde yazılanlardan yakalanan ipuçları… Şimdi size bu ipuçlarını bir annenin (genellikle bu iş ona düşer), en klasik yöntemle nasıl “değerlendireceğini” anlatacağım:

“Hoş geldin Tatlım, nasılsın?.. Ya, biliyor musun, bugün bizim şirketteki Zehra yeğeniyle ilgili bir şeyler anlattı; kız perişan olmuş. Çocuk ex mi neyse bi hap kullanıyormuş galiba. Çocuk da kurtulmak istiyormuş ama işte… Sen biliyor musun, yani okulda filan var mı böyle çocuklar? Nasıl hap bu? Ne hapı?… Yani sen yapmazsın tabii de hani arkadaşlarından filan…”
BİTTİ! Şansını kaybetti çocuğunu aptal sanan bu annecik.
Bir de “rüyacı anne” türü vardır ki bunlar ne hikmetse, çocuklarının defterlerinde yazan her şeyi rüyalarında görme kabiliyetine sahiptirler!

“Ay Melis’cim inanmazsın, dün gece rüyamda şu senin eski serseriyi gördüm. Adı Mertcan mıydı neydi hani (yani hani ben unuttum bile de!..)? Gene takılmış peşine, sen istemiyorsun ama o boyuna seni rahatsız ediyor. Hatta bir de o meğer mafya filanmış!.. Aman neyse, rüyanın tersi çıkarmış!”
OFFF! Bu annecik de şansını kaybetti tahmin edeceğiniz üzere. Kızımız derhal odasına gidip defterini çantasına koyacak ve ertesi gün bir şekilde imha edecektir. Çünkü zaten büyük bir hata(!) yapıp annesiyle paylaştığı sorunlar yüzünden anne Mertcan’ı canavar ilan etmiş, kız da bu durumdan kurtulmak için “ayrıldık” demiştir. Oysa defterde o aşkın devam ettiği, şifreli de olsa yazılmış, iç dökülmüştür. Annenin “eziyet”lerinden kurtulmanın yolu artık yazmamak ve defteri yok etmektir. Tabii eğer “yeme beni anne, sen benim özelime girmeye (bunu söyleyen çocuğu unutmayın ki siz yetiştirdiniz!) utanmıyor musun!” demezse.
Biliyorum, evlat candır. İnsanın kendi canından kıymetli tek şey de evlattır. Zaten bu yazıyı da bu nedenle yazıyorum. İşte bu yüzden, bu işin içinden “biz de hata yaptık ama…” diyerek çıkamazsınız. Ama’sı filan yoktur. Hata yapmış olabilirsiniz şüphesiz; ancak bu hataları her Allahın günü düşünmekle ve düzeltmekle yükümlü ve sorumlusunuz. Çünkü onlara siz can verdiniz. Hataların çoğu EZBERlerinizden kaynaklanıyor. Hiçbir çocuk kullanma klavuzuyla doğmuyor. Biz psikologların da böyle bir klavuzumuz yok. Bizler ortalama ve genel-geçer doğru/ yanlışları ortaya koyarız, o kadar. Oysa her çocuk faklı, özel ve özgündür. Kendi çocuğunuzu tanımazsanız, bizim yazdığımız kitapların da hiçbir ehemmiyeti yoktur. Hele de bizim toplumsal yapımızla uzaktan yakından ilgisi olmayan o Amerikan el kitaplarından lütfen uzak durun. Bünye diye bir şey vardır ve bir Türk çocuğuna, “hey evlat, bilirsin ha, sorun ne ha, konuşmak ister misin?” diye sorarsanız, çocuktan da “bilirsin işte… beni yalnız bırak” cevabını almaya hazır olmalısınız! Bizim ne kolektif bilincimizde ne de toplumsal yaşam gerçekliğimizde, “odana git!” diye bir ceza yoktur, olamaz. Odanın olmasının bile ödül olduğu bir toplumda bu ne saçmalıktır! Zaten biriniz televizyon seyrediyorsunuzdur, diğeriniz diz üstü bilgisayarınızdasınızdır; neden çıksın ki çocuk odasından!? Arkadaşımın 3 yaşındaki oğlu, oda cezası aldı. Annesi cezasının bittiğini söylediğinde velet şöyle seslendi içeriden: “Tamam soyun yok ama aytık lambayı açabiliy misin anne, boyum yetişmiyoy da.”

İşte o zaman da bir süre sonra çocuğu odadan çıkaramazsınız. “HATA” nasıl bir şey, bilmem anlatabiliyor muyum?
Bu makaleyi okuyanlardan bir ricam olacak. Lütfen bana, “iyi tespitler de, çözümü yazmamışsın Psikolog Hanım; çözüm ne?” diye sormayın. DÜŞÜNÜN. Gerekirse bir hafta, bir ay, bir yıl düşünün. Ama “DÜŞÜNÜN”; Ben de hata yaptım ama…” diye değil, “Bu çocuk kim? Nasıl biri? Ben Ondan neler bekliyorum? Peki ya o benden…?Beklentilerim ona uygun mu? Yetenekleri neler? Onlar için nasıl imkan yaratırım? Ailede ne gördü/ görmekte? Biz nasılız? Biz memnun muyuz? O nasıl bir ülkede/ dünyada yaşamakta… ya biz? Aşk nasıl bir şeydi? Gençliğimde ben nasıldım? Ne zaman ve ne için yalan söylerdim? Peki ya şimdi yalan söylemiyor muyum?! Unuttuklarım..? Şimdiki zamanda anlamadıklarım (bunu onlara içtenlikle sorduğunuzda çok eğleniyorlar ve öğretmeye de çok hazırlar)? Bir gence bir şey nasıl öğretilir (cevap veriyorum: gözüne sokmadığınızda!)?……………………………………….
Evet, birine, hele genç birine DÜŞÜNCESİZ olduğunu söylerken biraz imtina etmemiz gerekiyor sanırım. Zira biz yetişkinlerin ve ebeveynlerin de ne derece DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ epeyce tartışılır. Tanrı her türe üreme organı vermiş ama ana-baba olma ayrıcalığını kendinde gören insansoyunun daha fazlasına ihtiyacı olduğu kanaatindeyim.
Sağlıklı evlatlar yetiştirebilmeniz dileğiyle…
Yeşim Akbulut, Psikolog
17 Kasım 2008
dryesim.akbulut@mynet.com

ivilage
 
Cevap: Nasıl Ana Baba sınız

anne baba olarak hatalarımız oluyor muhakkak keşke mükemmel anne baba olabilsek...
saol adminim emeğine sağlık
 
Geri
Üst