Meleklerimize Kurban Bayramının Anlam Ve Önemi

narçiçeğimm

Daimi Üye
Üye
Meleklerimize Kurban Bayramının Anlam Ve Önemi
Bu konu; Kurban bayramının anlam ve önemi hakkında bilgi vermektedir.


Melekler Kurban Bayramı İslam Dini açısından çok önemli yer tutmaktadır. Toplum olarakta bizlere Kurban bayramının aslında paylaşmak demek olduğu mesajını vermektedir. Durumu elverişli her Müslümanın Kurban Bayramında Kurban kesmesi FARZ’dır.. Kurban bayramı Hz. İbrahim ve İsmailden günümüze kadar gelmiştir.Bu makalemizde sizlerle içinde bulunduğumuz kurban bayramının anlam ve önemini paylaştık.



400180_10151118393654142_882579679_n-3d5.jpg







Bizleri bayram günlerine kavuşturan ve bayram sevincini yaşama fırsatı veren Yüce Rabbimize hamdü sena, Resul-i Ekrem Efendimize salatü selam olsun.


Bayram sevinç ve toplanma günü anlamına gelir.Milli ve dini birliği sağladığı için hemen her toplum var olan bayramlarına büyük önem vermişler ve bir takım yeni bayramlar ihdas etmişlerdir. İslam dini de müslümanlara iki bayram armağan etmiştir. Bildiğiniz gibi bunlar Ramazan ve Kurban bayramlarıdır.


Kurban Allah için maddi fedakarlık yapmak ve bu vesile ile de Allah’a yaklaşmak gayesini taşıyan bir ibadettir.Kurban Hz İbrahim’in bir sünneti olarak gelenekselleşmiştir.


KURBAN NEDİR?
Kurban, kelime anlamı ile yakınlaşma demektir.Kurban kesmek; Allah'a yakınlaşma gayesiyle, O'nun verdiği hayvanlardan, kurban edilmesi mümkün olan birini, yine O'nun rızası için kesmek demektir.


KURBAN NİÇİN KESİLİR?
Kurban; Cenâb-ı Hakk’ın “Rabbin için namaz kıl, kurban kes” emrine uyarak,rızası kazanılmak için kesilir.Ayrıca Kurban; kendisine kurban kesmek vâcip olanların vücuduna bedel olarak kesilir.


Kesilen kurbanın akan kanı ile birlikte sahibinin günahlarının da bağışlanacağı Peygamberimiz (s.a.v) tarafından müjdelenmiştir.


KURBAN KESMEK KİMLERE VÂCİP OLUR?
Akıllı, hür ve mukim olan, aslî ihtiyaçlarından fazla nisap miktarı mal veya paraya sahip (yani Kurban Bayramı günlerinde bir kurban alıp kesebilecek durumda olan) kadın-erkek her müslümana kurban kesmesi vâciptir.


KURBAN HANGİ HAYVANLARDAN OLUR?
Kurban şu dört cins hayvanlardan olur:
1- Koyun (Bir yaşını doldurmuş olması lâzımdır. Ancak anası kadar gelişmiş ve 6 ayını doldurmuş bir kuzu da kesilebilir)
2- Keçi (Bir yaşını doldurmuş olması lâzımdır)
3- Sığır-manda (İki yaşını doldurmuş olması lâzımdır)
4- Deve (Beş yaşını doldurmuş olması lâzımdır) Bunlardan başka (Tavuk, Ördek, Kaz vb.) hayvanlardan kurbanın hiçbir nev’i (yâni vâcip, adak, akîka) câiz olmaz.


PEKİ KURBAN KESİLMEZSE NE OLUR?
Cenab-ı Hakkın üzerimize vacip kıldığı kurban kesilmez ise kurban kesmek vecibesi terk edilmiş olur ve günah yazılır.
Kurban kesmek o sene içindeki musibetlerden belalardan koruyucu bir vazifedir. Kesilmediğinde kişinin başına olmadık musibetler gelebilir ,kesilmeyen kurbandan çıkacak kan kendisinden çıkabilir.


İnsanoğlunun kurban bayramında kurban kesmesinden daha sevap bir iş yoktur.


Bir hadiste şöyle buyurulmuştur:


“Kurban kıyamet günü boynuzu, tırnağı ve postuyla gelir. Kesilen kurbanın kanı toprağa düşmeden evvel Allah'ın katına ulaşır,şu halde gönül hoşluğuyla kurban kesiniz.”(Tirmizi, Edahi,1)


Başka bir hadis-i şerifde:


"Eli geniş iken kurban kesmeyen ma'bedimize yaklaşmasın." (İbn Mace, İbn Hanbel, Şevkani, V, 116)


"Para, kurban bayramı günü kurbana harcandığından daha iyi bir yere harcanmaz." (Darekutni, Şevkani, V, 166)


Hz. İbrahim'e oğlunu kurban etmesi rüyada emredilmişti. Bunun üzerine Hz. İbrahim oğlu İsmail'i alıp tenha bir yerde kurban etmek istemişti, durumu oğluna söyler, O da Allah'tan gelen emre uyarak kendisini boğazlamasını, bu hususta teslimiyet göstereceğini babasına ifade eder, ama baba bıçağı oğlunun boğazına çalacağı zaman Hak Teala büyük bir koç göndererek oğlu yerine bunu kesmesini Hz. İbrahim'e emretmiştir.Böylece baba-oğul ideal bir itaat, teslimiyet ve fedakârlık örneği vermişlerdir. (bk. Saffat, 37/107). Bu olay Mekke'de şimdi hacıların kurban (hedy) kestikleri yerde vuku bulmuştur.

Kurban kesmek Hanefilere göre vacip, diğer mezhep imamlarına göre sünnettir.


Kurban kesmekten esas amaç Allah Teala'nın rızasını kazanıp O'na yaklaşmak ve sevap kazanmaktır. Ancak bu ibadetin topluma yönelik bir takım faydaları vardır ve bunlar son derece önemlidir.


Yüce Allah Hac suresinde kurbandan bahsederken hayvanların insan için bir nimet olduğuna dikkati çeker. Kurban kesmenin İslam’ın bir şiarı (simgesi) olduğunu açıklar ve şöyle buyurur:


"Kurbanın etleri ve kanları değil, sadece takvanız Allah'ın katına ulaşır..." (Hac, 22/21-28).


Kurbanda esas olan kan akıtmak veya et değildir, asl olan takva, yani iyi niyet,ihlastır,samimiyettir.


Gerçi kurbandan maksat: "Kan akıtmaktır" denir, bu doğrudur ama kan akıtmanın maksadı nedir acaba? Kur'an bu amacı tek kelime ile açıklıyor: Takva!


Hz. Peygamber kurban etlerinin kavrularak saklandığını ve ihtiyaç sahiplerine verilmediğini görmüş ve: "Hiç bir kimse kestiği kurbanın etini üç günden fazla evinde ve elinde tutmasın" buyurmuştu.


"Allah için kurban, küp için kıyma" anlayışı yanlıştır.


Hz. Peygamber’in koyduğu yasağın amacı etin ihtiyaç sahiplerine intikalini sağlamaktı.


Bundan dolayı aileler komşularına, dostlarına, yoksullara paylarını verdikten sonra geriye kalan etleri daha sonra tüketmek üzere bekletebilirler.


Kurban keserken çevrenin kirletilmemesi komşuların rahatsız edilmemesi ve kamuya ait yerlerin temiz tutulması önem taşır. Bir sevap işlenirken bir günaha girmekten sakınmalıdır.


Kurban bir takım manevi değerlerin ve üstün hasletlerin remizleri ve işaretleridir.Müslümanın kurban kesmesi, içindeki kötü duygularını ve onu alçaltan nefsin fena arzularını öldürmesi ve kökünü kazıması, yani bu tür aşağı ve bayağı isteklerini dizginlemesi ve etkisizleştirmesi anlamına gelir.


Bu anlamda olmak üzere bir mü'min kurban keserken nefsini boğazladığını, ölmeden evvel öldüğünü düşünür. Fakat bu işin bir yönüdür ve esas amaç da bu değildir.


İnsan nefsânî arzulardan niçin ayrılmak ve uzaklaşmak ister? Allah Teala'nın emirlerine uymak ve dinin hükümlerine göre davranmak için.


Bunun için bazı veliler tasavvufu:"Nefsin arzularıyla zıtlaşmak, dinin emir ve tavsiyeleriyle kucaklaşmak" şeklinde tanımlamışlardır.İslâm'da: "Canım istiyor, canım istemiyor" gibi ifadeler değil, "Dinin istek ve tavsiyelerine kulak vermek esastır.


Cüneyd Bağdadi: "Mina'da kurban kesen bir mü'min eğer nefsinin bütün arzularını boğazlamazsa kurban kesmiş olmaz" (Hucvuri, Keşfu'l-Mahcub, Tahran, 1338, 5.425) diyor.


İbn Arabi'ye göre en büyük kurban nefstir, esas mesele onu boğazlamaktır.


Evet Allah kurban istiyor ama zorunlu olarak değil, gönüllü olarak.


"Önce can, sonra canan" değil, "Önce canan sonra can" esastır. Fedakâr olmanın anlamı budur.

Medyada yapılan tartışmalarda, kurbanın gereksizliğinden, hayvan katliamına; kümes hayvanlarının kurban edilip edilemeyeceğinden, kurban kesme veya hacca gitme yerine fakirlere yardım edilip edilmeyeceğine; kadınların kurban kesip kesemeyeceğinden, sokaklarda ve çocukların önünde kurban kesmenin caiz olup olmayacağından, kurban bayramı diye bir bayramın olup olmadığından, kurban derilerinin irticayı körükleyip körüklemediğine kadar pek çok konu, kimin ne dediği anlaşılmadan konuşuluyor.


Bu pogramlarda, yanlış doğru, çok şey tartışılıyor da kurbanın ve bayramın sosyal ve ekonomik boyutundan, ülke ekonomisine katkısından, sosyal birlikteliği ve dayanışmayı pekiştirdiğinden,ve en önemlisi de bireylerin kendisi ve çevresiyle barışık olmasının bu ve benzeri günler sayesinde gerçekleştirdiğinden söz edilmiyor veya kimseye söz ettiririlmiyor. Ancak ipe sapa gelmez bir çok konuda gevezelik yapılarak sapla saman birbirine karıştırılıyor. Herhalde amaçlanan da buydu.


Halkın sesi, mazlumların dili olduğu varsayılan bazı medya,zalimleri ve zenginleri alkışlayarak ekranları magazin programlarıyla dolduruyor.


Maalesef bağzı medyamız asıl işlevini toplumun kutsallarını alay ve tartışma konusu yapmakla yerine getiriyor.


Bir taraftan toplumun kutsallarına saldırarak, saldırtarak kafaları karıştırıyor, bir taraftan da hem halk dalkavukluğu yapıyor, hem de en uçuk ve hurafa düşüncelerin pazarlamasına soyunuyor.


Her Ramazan ayında ve Kurban Bayramı arefesinde hep aynı şeyleri yaşıyoruz. Aynı programlar yeniden yayına hazırlanıyor.


Bu nedenle mevcut medya, içinde bulunduğu konum gereği elini attığı her şeyi kirleterek tüketmeye çalışıyor. Varlık nedeni toplumu bilgilendirmek olarak kabul edilen medya, bunu yapmak yerine toplumun kutsallarını tartışma ve alay konusu yaparak hem haksızlıkların örtülmesine, yoksullukların artmasına neden oluyor, hem de bulandırdığı denizdeki balıkları toplamaya çalışıyor. Ama bu arada olan topluma ve kutsallarına oluyor.


Binlerce yıllık dini değerlerini de (doğru yanlış ayırımı yapmadan) işlevsiz hale getiriyor. En azından sulandırıp aşındırıyor.


Kurbanın ne olup, ne olmadığı, kurban kesmekle neyin ve nelerin amaçlandığı ortaya konmadan, bu konunun televizyonların birinci gündem maddesini oluşturması, ilmi derinliği bulunmayan üç beş medya vaizinin ipe sapa gelmez, ilmi hiçbir değeri olmayan iddialarının televizyonlarda, günlerce hatta haftalarca, ısıtılıp ısıtılıp sunulmasının özel bir amacı yoksa, insanoğlunun merak duygusunu depreştirme ve özgüvenini kaybedip içe kapanma ötesinde bir işe yaramamaktadır.


Keşke bireyler bu tartışmalara bakarak medyayı, din adamlarını ve sahip oldukları dini anlayışı sorgulamayı akıl etseler.


Biz bu tartışmaların sadece reyting kaygısıyla yapılmadığını özel bir amaca yönelik olduğunu sanıyoruz. Bu amaçlardan birisinin zihinleri bulandırıp, toplumsal dayanışmayı baltalayarak, bireylerdeki güven duygusunu zedelemek olduğunu düşünüyoruz.


Kurbanın tarihi süreçteki yeri, anlamı, amacı, ne olduğu, yerel mi evrensel mi olduğu, yani nerede ve nerelerde kimler tarafından kesilebileceği, kimlerin kesebileceği ve kurban çeşitleri gibi birçok soruyu da göz önünde bulundurarak konuyu Kur’an bütünlüğü ve Peygamberin uygulamalarını da göz önünde bulundurarak,kurbanı tarihi geleneği içerisinde bütün detaylarıyla,genel hatlarıyla ortaya koymak lazımdır.


Belki, Türkiye için konuşacak olursak çevre kirliliği ve hijyenik koşullar öne sürülerek günümüzdeki kurban kesme biçimi ve şartları eleştirilebilir. Ancak bunun çözümü de çok basittir. Çözümü:vatandaşlara yeterli, steril kurban kesim alanlarının hazırlanmasıdır. Vatandaşın geleneği ile savaşmak yerine, vatandaşa hizmet esas alınsa bu sorunların büyük çoğunluğu yaşanmaz.Herkes kurbanını bağında bahçesinde steril ortamda keserse sağlık açısından bir sorun yaşanmaz.


Konu sıradan bir kan akıtma ve öldürme karşıtlığının ötesinde bir anlama sahiptir. Çünkü bu kişilerin dünyanın çeşitli bölgelerinde her gün onlarca insan katledilirken seslerini çıkarmamaları, bu konuda tepki gösteren sivil toplum örgütlerine destek vermemeleri de ilgi çekicidir. Ancak her gün kırmızı veya beyaz et tüketen birisinin Kurban kesilmesi konusundaki tepkisini ve hassasiyetini anlamak mümkün değildir.


Batı için bir de şu söylenebilir. İnsan ve doğa katliamını yaşam biçimi haline getirmiş ve bugünkü zenginliklerini bu katliamlara borçlu olan sömürgeci güçlerin çocukları olarak bugün kan akıtılmasına ve kan görmeye karşı olan batı toplumlarının bu tavırları, ilkeli bir duruştan çok, kendi vicdanlarını rahatlatmaya, kendi kanlı geçmişlerini ve uyguladıkları politikaların, ürettikleri silahların sonucu kendi coğrafyaları dışında her gün yüzlerce, belki de binlerce masum insanın katledilmesini örtmeye çalışmaları ve günah çıkarmanın farklı bir versiyonu olarak anlaşılabilir. İçlerindeki korku ve ezikliği atmak için çığlık atmanın, bir başkasına bağırmanın anlamı kendinden kaçma ve gerçekten korkma psikolojisidir.


Kurbanın önemi nedir?
Kurban kesmek bir ibâdettir. Neden kurban kestiğimiz veya neden ibâdet yaptığımız sorusuna verilecek en makbul cevap hiç şüphesiz Allah (c.c.)’ın emrine uyma gereği ve zorunluluğu olacaktır. Kurban kesiyoruz; çünkü emir vardır. İşin hikmet ve maslahat yönü ise saymakla bitmez.Allah (c.c.)'ın emirlerini yerine getirdikçe farklı duygular, farklı heyecanlar, farklı haller, farklı tavırlar bizi kuşatıyor.


Her bir emir bizi bir farklı mânâ ile yüklüyor. Her bir ibâdet bizi farklı faydalı prensipler ile dizayn ediyor. Her bir teklif bizi insaniyet-i kübrâ makamına bir adım daha yaklaştırıyor.


Her bir vecîbe bizi alâ-yı illiyyîne, Allah (c.c.) katında makamların en yükseğine doğru kuvvetle sevk ediyor. Meselâ, namazla Allah (c.c.)’a secde ederiz, Allah (c.c.)’a duâ ve niyazda bulunuruz. Allah (c.c.)’a kendimizi doğrudan muhatap addederiz. Bir secde şoku ile Allah (c.c.)’a kulluğumuzu idrâk ederiz ve kavrarız.


Oruçla Allah (c.c.)’ın her vakit verdiği nimetlerden kendimizi mahrum bırakırız; bu nimetlere, yani Allah (c.c.)’ın rahmet ve merhamet eserlerine, yani Allah (c.c.)’ın sevgiyle bizi yedirip içirmesine, bize ikrâm ve ihsânına ne kadar muhtaç olduğumuzu tam hissederiz. Bir mahrûmiyet şoku ile Allah (c.c.)’ın “vermesinin” kıymetini anlarız. Fakir ve fukaranın hâlini tam yaşarız. Onların halleriyle halleşiriz.


Zekât ile elimiz canımızın yongası olan kendi paramıza, kendi malımıza, kendi kazancımıza başkası lehine, başkasına yardım etmek üzere uzanır. Bir para verme şoku ile Rabbimize yaklaşırız. Zekât ile, kazandıklarımızın gerçekte bizim olmadığını, Allah (c.c.)’ın birer ihsânı ve elimizde birer emâneti olduğunu, bu ihsânın şükrünü ancak başkasına yardım etmekle ödeyebileceğimizi kavrarız.


Hac ile milyonlar müslümanlarla bir araya gelir, doyulmaz bir kardeşlik şoku yaşarız. Arafat’ta vakfe esnasında Allah (c.c.)’ın huzurunda dimdik duruş ve duâ ile tevâzûu birleştirmiş oluruz. Duruşumuzla Kayyûm ismini kavrarız. Kâbe’yi tavaf ederken, Kâbe’nin etrafında dönerken zerrelerden güneş sistemlerine ve yıldızlara kadar kâinatın baş döndürücü ritmine Allah (c.c.)’ın adını zikrede ede ayak uydurmuş oluruz. Her şey Allah (c.c.) diye diye dönüyor... dönüyor ya... Biz de “Allah (c.c.)ümme Lebbeyk!” (=Allah (c.c.)’ım emrindeyim! Allah (c.c.)’ım emret! Sana kurban olayım!) diye diye döneriz.


Kurbana gelince... Kurban bize bir kan şoku yaşatır. Bayrağımız da şehitlerin kanıyla boyanmış değil mi? Şehitlerimiz de vatan yolunda Allah (c.c.) için kurban olmuş kimseler değil mi? Yeri geldiğinde biz de şehit olmaktan, Allah (c.c.) için kurban olmaktan şeref duymaz mıyız? Öyleyse kanı unutmamalıyız. Kanı yaşamalıyız. Allah (c.c.)’a kan ile ulaşabilmeliyiz. Kanın ne esrârengiz bilgi, rahmet ve hayat deposu olduğunu, kandaki Allah (c.c.)’ın eşsiz san’atını ve benzersiz kudret mu’cizesini görerek Allah (c.c.)’ın büyüklüğünü ve azametini; kurban ibâdetinde tecellîsini görürüz.


Demek, Allah (c.c.)’ın emrine teslim olarak amel eden, Allah (c.c.)’ın izniyle, ne dünyada, ne âhirette zâyi etmemiştir, zâyi olmamıştır, ziyâna ve hüsrâna uğramayacaktır, kaybetmemiştir, kaybetmeyecektir.


KURBAN NASIL KESİLİR?
Kurban kesecek müslüman, kurbanlık hayvanı incitmeden kıbleye karşı yatırır. Ayakta olarak : “Bismillahirrahmanirrahim” dedikten sonra biliyorsa “İnne salâtî ve nüsükî ve mahyâye ve memâtî lillahi rabbil âlemîn” Âyet-i Celîlesini okur ve şöyle niyet eder: “Yâ Rabbî, şu vücudum sana karşı o kadar isyan etti ki, affedilmem için bu vücudumu sana kurban etmem icabediyor. Fakat sen Kitab’ınla insanın kurban edilmesini haram kıldığından, vücuduma bedel olarak bu hayvanı senin rızan için kesiyorum. Kabul buyur yâ Rabbî” dedikten sonra üç defa “Allahü ekber, Allahü ekber, lâilâhe illâllahü vallâhü ekber, Allahü ekber velillâhil hamd” diye tekbir alır ve “Bismillâhi Allâhü ekber“ der ve kurbanı keser.


KURBAN KESİLDİKTEN SONRA NE YAPILIR?
Kurban kesen müslüman, kurban kesilip yüzüldükten sonra Allah rızası için iki rek’at namaz kılar. Namazın birinci rek’atında Fatiha’dan sonra Kevser sûresini (İnnâ a’taynâ kel kevser), ikinci rek’atta Fatiha’dan sonra İhlâs sûresini (Kul hüvallâhü ehad) okur. Bu namaz Allah’a şükür secdesi makamında menduptur.


Nice bayramlara...
Bayrama erişmek, Cennete erişmek kadar güzeldir. Çünkü Allah’ın ikrâmıdır. Yeter ki biz, bayramın kadr ü kıymetini bilelim. Ve benlikten kurtulup, biz oluşun farkına varalım, biz oluşu sevelim.


Bugün ulaşabildiğimiz kadar çok dostumuza ve yakınımıza ulaşalım, akrabalarımızla gönül bağımızı tazeleyelim, mü’minlerle tebrikleşelim, musafaha yapalım;Birbirimize “Ğaferallahu lenâ ve leküm= Allah sizi de bizi de bağışlasın!” veya “Tekabbelallahu minnâ ve minküm= Allah Teâlâ bizden ve sizden kabul buyursun!” diye duâ edelim, komşularımızla kaynaşalım, toplumumuzla bütünleşelim.


Büyüklerimize gidelim, yaşlılarımızı ziyaret edelim, annemizin, babamızın ve büyüklerimizin ellerini öpelim, gönüllerini alalım.


Küçüklerimize gönlümüzün en nadide şefkatiyle gülücükler dağıtalım. Onları sevelim, sevindirelim.


Dostlarımıza gidelim, hal ve hatırlarını soralım; dostlarımızı kabul edelim, onlara ikrâmlarda bulunalım.


Ne kadar uzak olurlarsa olsunlar; ne de olsa modern iletişim çağındayız; sevenlerimizi, sevdiklerimizi, annemizi, babamızı, yakınlarımızı telefonla arıyarak Bayramlarını tebrik edelim. Mutluluklarını paylaşalım.Komşularımıza gidelim. Bayramlarını tebrik edelim. Misâfirlerimize ikrâm edelim.


Allah Resûlü’nün (asm): “Allah’a ve Âhiret Gününe îman eden komşusuna iyilik etsin. Allah’a ve Âhiret Gününe îman eden misâfirine ikrâm etsin! Allah’a ve Âhiret Gününe îmân eden hısımlarına, akrabalarına, yakınlarına, dostlarına, komşularına ve arkadaşlarına muhakkak ulaşsın, kendisine ulaşanlara müşfik davransın. Allah’a ve Âhiret Gününe îmân eden ya hayır söylesin, veyahut sussun!” hadisini bugün doya doya yaşayalım.


Bugün dargınlıklar, kırgınlıklar, küskünlükler sırf Allah rızası için, sırf Resûlullah sevgisi için son bulsun.


Haklı haksız aramadan, barışmanın ve barış içinde yaşamanın, hayatımızda sürekli uygulamamız gereken bir Sünnet-i Seniyye olduğunu ne bu gün, ne yarın, ne de hiçbir zaman unutmayalım.Bugün öfkemizi yutalım; onurumuzu, gururumuzu düşünmeyelim; Haklılığımızı aramayalım. Allah rızası için!.. Kucaklaşalım bugün. Hastalarımıza gidelim, kalbimizin en sıcak ilgisini götürelim onlara.Fakirleri, yoksulları, kimsesizleri, öksüzleri, yetimleri unutmayalım bugün. Onların da sevilmeye, sevindirilmeye, şefkate lâyık bir kalbi, bir gönlü bulunduğunu; bu imtihan dünyasında onlara kucak açtığımız derecede, en muhtaç olduğumuz bir gün, Allah’ın şefkat ve merhametinin de bizimle beraber olacağını unutmayalım.


Teşrik tekbirlerini bayram süresince her farz namazın ardında getireceğiz. Teşrik tekbirlerini getirirken, büyük Allah’ın nezdinde hepimizin eşit olduğunu; aramızdaki izâfî farklılıkların geçici ve imtihana dönük bulunduğunu; bugün bizden aşağıda bulunanların yerinde pekâlâ bizim de bulunabileceğimizi; binaenaleyh Allah katında üstünlük vasfının ancak “takvâ” ile sağlanabileceğini; başka türlü bir üstünlüğün söz konusu olmadığını; takvânın da insanlara tevazû ile yaklaşmaktan başladığını aklımızın köşesinden çıkarmayalım.


Bu mübârek günlerde, müslümanların üzerinde yoğunlaşan fitnelerin, fesatların ve oyunların bozulması ve bertaraf edilmesi için Allah’a duâ edelim.


Allah, müslüman katliâmından zenginlik, servet, ikbal, makam, mevkî, şöhret, mülk ve itibar umanların tuzaklarını, hîlelerini, güçlerini ve kuvvetlerini başlarına geçirsin.
 
Son düzenleme:
Geri
Üst