Konuya cevap cer

v) Bilimsel Devrim Çağı ve İatrokimya

 

Zürih kenti yakınında Maria-Einseideln kasabasında doğan ve bir hekimin oğlu olan Theophrastus Bombastus von Hohenheim (1493-1541), yaklaşık 1500 yıl egemenliğini sürdüren simyacılık akımına karşı çıkarak ilaç kimyası (iatrokimya) çığırını açan bir bilgindir. Yirmi yaşında Tirol madenlerinde çalışmaya başlamış ve burada ünlü simyacı Sigismund Fugger ile tanışarak simya bilgilerini geliştirmiştir. Viyana üniversitesinde tıp eğitimini tamamladıktan sonra gittiği Ferrara üniversitesinde, eski ustaların eleştirildiği bir ortamla karşılaşması, tıp ve simyaya ilişkin görüşlerinin belirlenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Burada adını değiştirerek, Roma'lı ünlü tıp otoritesi Celsus'dan daha üstün anlamına gelen Paracelsus takma adını almış ve bu adla ünlenmiştir. Çağının geleneklerine uyarak pek çok ülkeyi-ve İstanbul'u- gezen bilgin, sonraları yerleştiği Basel ve Strasbourg'da kent hekimliğine atanmıştır.

 

Kitaplarını geleneksel olarak Latince değil, Almanca ve Fransızca yazan Paracelsus'un, döneminde büyük yankılar oluşturan görüşleri içinde başta geleni, İatrokimya (ilaç kimyası) akımını öne çıkarmasıdır. Bir yandan simyacıların görevlerinin adi metalleri Altına dönüştürmek olmayıp, tıbba hizmet için ilaçlar hazırlamak olduğunu öne sürmüş; bir yandan da çağındaki hekimleri eski ustaların yazdıklarını gözü kapalı uygulayan bilgisizler olarak nitelendirmiştir.

 

Paracelsus, Archidoxa adlı kitabında, dirimselci görüşlerin etkisiyle, canlıların bedenlerinde "Üç Birincil İlke" (Tria Prima) bulunduğunu öngörmüştür:

1) Cıva: Ağır, akışkan ve uçucu olup, Ruh'u temsil eder. Aşırısı paralize yolaçar. 2) Kükürt: Yanıcıdır. Ateş öğesi olarak Can'ı temsil eder. Aşırısı sıcaklığı arttırır. 3) Tuz: Çözünürlük öğesidir. Beden'i temsil eder. Aşırısı diyareye neden olur.

 

Sağaltımda kullanılacak ilaçların metaller, ametaller ve bunların bileşikleri gibi arı maddeler olması gerektiği düşüncesiyle, farmakopiye Bakır, Kurşun, Cıva, Arsenik, Antimon ve tuzlarını sokmuştur. Döneminde, çok yaygın olan, en tehlikeli hastalıklardan frenginin sağaltımında Cıva kullanılmasını ilk öneren kişilerdendir. İçme sularında bulunan minerallerden Kurşunun guatr hastalığına yolaçtığını, madenci hastalığı olarak bilinen silikosise ocakların tozlu havasını solumanın neden olduğunu bulmuş, vebaya karşı hastaların dışkılarından çok küçük örnekler alarak bunlardan hazırladığı haplarla Avrupa'da ilk aşı uygulamalarını gerçekleştirmiştir. Paracelsus'un üç yüzden fazla olan öbür kitap yazdığı bilinmektedir.

 

Madencilik, metalürji ve kimya teknolojilerinin öncüsü sayılan Georgius Agricola - ya da asıl adıyla Georg Bauer - 1494 de Almanya'nın Saksonya eyaletinde doğmuştur. Leipzig ve Zwickau'da klasik yazın eğitimi gördükten sonra, Bologna ve Padua'da bir yandan matbaacılık yaparken bir yandan da kent üniversitelerinde tıp eğitimini tamamlamıştır. Ancak; ülkesine döndükten sonra, tümüyle maden arama ve metal elde etmeyle ilgilenmiştir. Agricola, 1546 da ilk sistematik mineraloji kitabı olan De Natura Fosillium (Fosillerin Doğası)'nı yayımlamıştır. Bu kitapta, maden cevheri bulunan kanalların, kayaların içindeki suların aşındırma etkisiyle oluştuklarını öne sürer.

 

Gerek yeraltı buharları ile yeraltı ateşinin etkileşmesinden gerekse yeryüzünden sızan sulardan oluşan "özsuyu" sıvıları, kanallarda dolaşarak cevherleri ortaya çıkarırlar.

 

Cevherleri mineralojik olarak sınıflandırmıştır:

Buharlar ve Akışkanlar

Cansız Topraklar

nesneler Basitler: Katı özsuyu

Taşlar

Tektürel: Metaller

Mineraller Bileşikler:Basitlerin tektürel

karışımı

Karışık:Basitlerin çoktürel karışımı

 

Sınıflandırmadaki kategorileri şöyle açıklamıştır:

1) Topraklar : Suyla bulamaç veren kil, tebeşir vb. 2) Katı özsuyu : Suyla sıvılaşan tuz, vitriyol, orpimen, alum ve salpeter. 3) Taşlar : Değerli ve yarı değerli taşlar. 4) Metaller : Altın, Gümüş, Cıva, Bakır, Kurşun, Demir, Arsenik, Antimon ve alaşımları. 5) Bileşikler : Galen ve Pirit.

 

Agricola'nın en büyük çalışması, 1555 yılında yayımlanan 12 ciltlik De Re Metallica (Madencilik Üzerine) adlı yapıtıdır. Madencilik ve metalürjinin hem teknik hem de ekonomik açılardan bütün yönlerinin kapsamlı ve ayrıntılı olarak incelendiği yapıt, gerçekçi biçemde çizilmiş gravürlerle zenginleştirilmiştir. Madencilikte damarların bulunması, maden cevherlerinin ocak ve galerilerden çıkarılması, kavurma, kırma, öğütme, kupellasyon gibi fiziksel ve kimyasal işlemlerin ayrıntılı betimlemeleri, kitabı uzun süre bir başvuru kaynağı konumunda tutmuştur. Bilgin, 1555 de ölmüştür.

 

1540/50-1616 yılları arasında yaşadığı sanılan Andreas Libavius, XVI. ve XVII. yüzyıllar arasındaki en önemli iatrokimyacılardan biridir. Libavius, 1597 de yayımladığı ve ilk gerçek kimya ders kitabı olarak nitelendirilen Alchemia Collecta (Toplu Alşimi)de, zamanının tüm kimya kuramlarını oldukça yansız bir tutumla açıklamıştır. Yeni görüşleri, henüz yeterince denenmemiş oldukları için ne yadsımış ne de gözü kapalı benimsemiştir. Kitabında; Antik çağda Aristoteles ve öncüllerinin dört öğe (Toprak - Hava - Su - Ateş) kuramını, Cabir'in metallerin bileşimine ilişkin (Kükürt - Cıva) kuramını, Paracelsus'un üç öğe (Kükürt - Cıva - Tuz) kuramını aynı yansızlıkla sergilemiştir. Paracelsus'un öğretisine, - örneğin kimyanın tek amacının hastalıkların sağaltılması için ilaç üretmek gibi - bazı noktalarda karşı çıkan Libavius'un kimyaya yaklaşımı, çözümleme yöntemlerinin öne çıkarılmasına dayanır. Kimyagerin birincil amacı, bileşik maddeleri bileşenlerine ayırmak ve bunların pratikte kullanım yollarını bulmaktır.

 

Kimyaya deneysel katkıları da bulunan bilginin ilk kez bireşimini yaptığı Kalay IV klorür (SnCl4), oda sıcaklığında ve nemli ortamda tüten bir sıvı olduğu için, uzun bir süre "Spiritus Fumans Libavii" (Libavius'un Dumanlı Ruhu) adıyla anılmıştır. Yakılan kükürt buharlarını, sudan geçirerek elde ettiği çözelti de, "Kükürdün Asit Ruhu" olarak adlandırılmıştır. Bireşimini yaptığı başka bileşiklerden Antimon sülfür, Amonyum sülfat ve Süksinik asit sayılabilir. Maden suyu örneklerinin suyunu uçurarak, kalan artık maddelerin tartımı ile çözümleme yöntemini önermiş; camları çeşitli metal oksitlerle renklendirerek yapay değerli taşlar elde etmiştir. Özellikle yakut renkli cam yapımı için, hammaddeye çok az Altın tozu katmanın iyi sonuçlar verdiğini bulmuştur. Mineral Testleri, Maden Suyu Çözümlemesi adlı kitapları da bulunan Libavius, kimyanın bilimselleşme sürecinde hem yazdığı ders kitapları hem de yaptığı buluşlarla çok önemli katkıları olan bir bilgindir.

 

?.I.1579 da Brüksel'de doğan, Merode kontu Johann Baptist van Helmont, iatrokimyanın kurucusu Paracelsus'un en önemli izleyicisidir. 1609 da tıpta yüksek lisans derecesini kazanarak Brüksel'de hekim ve doğa bilimci olarak çalışmaya başlamıştır. van Helmont, doğayı deneylerle inceleyen, dikkatli ve aklı başında bir bilim adamı olmasına karşın, kimi gizemci inançların etkisinden de tümüyle kurtulamamıştır. Örneğin; simyacıların metalleri dönüştüren "filozof taşı" ve evrensel çözücü "alkahest" kavramlarına inanmaktadır. Gene kökeni eskilere dayanan "kendiliğinden oluşum" görüşünün etkisiyle, kapalı bir kap içine konan un ve kirli çamaşırlardan bir süre sonra farelerin oluşacağını düşünmektedir!

 

Maddenin korunum yasalarını deneysel yollarla araştıran bilgine göre, maddesel her varlığın iki temel nedeni vardır:

1) Materia: Tüm nesnelerin tözüdür. Herşey için "ondan başlanan". 2) Causa efficiens: Gerçek birincil maya. Etker neden. Herşey için "tohum olarak başlanan".

 

Birincil öğeler olarak, su ve havayı kabul etmiştir. Paracelsus'un Cıva, Kükürt ve Tuz öğeleri ikincil önemdedir. Ateş havadan, toprak sudan oluşur. Tüm tuzlar, killer ve elle tutulur cisimler suyun ürünüdür ve çeşitli kimyasal işlemlerle gene suya dönüştürülebilirler. 1620 de yayımladığı bir kitabında sindirimin kimyasını inceleyerek, bu sürecin bir mayalanma olayı olduğunu; sindirilen besinin asit niteliğinin, bazik özellik taşıyan safrayla nötürleştirilmesiyle oluştuğunu öngörmüştür. Paracelsus'un etkisiyle, tüm canlılık süreçlerini "Archeus" adı verilen sindirim ruhunun yönettiğini de kabul etmiştir. Bu süreçle ilgili araştırmaları arasında idrarın ayrıntılı olarak özelliklerinin belirlenmesi de sayılabilir.

 

van Helmont'un kimyaya en büyük katkısı, ilk kez gazların özelliklerini ortaya koymasıdır. Böylece, XVIII.yy. da gelişecek olan hava kimyası araştırmalarının yolunu açmıştır. "Gaz" sözcüğünü, Yunanca "kaos"dan türeterek ilk kullanan Paracelsus'dur; ama "Bir kap içinde tutulamayan ya da tohumları önceden ortadan kaldırılmadıkça gözle görünür bir cisme indirgenemeyen, şimdiye kadar bilinmeyen ruha gaz adını verdim." diyerek kimya diline sokan van Helmont'dur. Gazlarla buharlar arasındaki ayrımı - soğukta sıvı hale geçenleri buhar adıyla ayırarak - ortaya çıkaran bilgin; çok farklı gazlar olduğunu öne sürerek, havanın tek türden bir cisim olduğu düşüncesine de ilk kez karşı çıkmıştır. Döneminde farklı gazları karışımlarından ayırarak toplamak için elverişli deneysel düzenekler bulunmadığından; onları ancak gözlenebilir fiziksel özelliklerine dayanarak sınıflandırmıştır. Bu bağlamda çeşitli gazlara şu adları vermiştir: Yabanıl (ya da zaptedilmez) gaz; Rüzgarlı gaz (hava); Yağlı gaz; Kuru (ya da süblümleşen) gaz; Dumanlı (ya da bölgesel) gaz. Yabanıl adının verilmesine, bu gazı topladığı kabın bir süre sonra patlaması neden olmuştur.

 

Diğer yandan; kömürün yanmasıyla ortaya çıkan, mermer üzerine sirke gibi asitlerin etkisinden kaynaklanan, kimi maden suyu kaynakları ve maden ocaklarında raslanan ve Napoli yakınlarındaki "köpek mağarası" içinde topraktan çıkan gazların aynı madde olduğunu da bulmuştur. "Gas carbonum" adını verdiği bu madde, bugünki adıyla Karbon dioksittir. Ancak; Gümüş üzerine aqua fortis (HNO3) etkisiyle açığa çıkan Azot dioksit ile Kükürdün yanmasından oluşan Kükürt dioksit gazlarını da bu sınıfa sokması, bir yanılgı olmuştur. Çinko ya da Demirin asitlerde çözünmesinden oluşan, bataklıklarda çıkan, organik maddelerin kuru damıtılmasından elde edilen ve yiyeceklerin vücutta bozunmasından doğanları; Yanıcı gaz ya da "Gas ventosum" adıyla ayırt etmiştir. Yanma sürecinde su, duman ve ateşin kaybolup geriye külün yani toprağın kaldığını, havaya karışanların ise "Gas Sylvestre" adlı bir ruh olduğunu öne sürmüş; ancak bu süreçte havanın tümünün değil, ancak bir kısmının harcandığını da saptayabilmiştir.

 

Simya bilgilerinin XIV. ve XV. yüzyıllardaki birikimleri ile Paracelsus'un ilaç kimyası üzerine getirdiği yeni görüşlerin etkileri, XVI.yy. sonunda yaşadığı ve bir Benediktin rahibi olduğu sanılan, Basilius Valentinus'un yazdığı kitaplarda görülür. Yazdığı yaklaşık yirmi kadar kitaptan ilki, En Eski Atalarımızın Büyük Taşı adlı yapıttır. Alşimi sanatına ilişkin resimlerle donatılmıştır. Tüm Tuz Minerallerinin Doğru ve Kesin Betimlemesi ile Antimonun Zafer Arabası adlı kitaplar, sonraları Latinceye de çevrilmişlerdir. Bu son kitapta özellikle Antimon ve bileşiklerinin iatro kimyadaki önemi vurgulanmakta, merhem kıvamında bir madde olduğu için "Antimon tereyağı" olarak adlandırılan Antimon triklorürün (SbCl3) elde edilişi verilmekte, kusturucu şaraptaşı adındaki Potasyum antimonil tartaratın sağaltıcı etkisi açıklanmaktadır. Yapıtlarında; Aqua fortis ("Kuvvetli su" derişik nitrik asit), Spiritus salis ("Tuzruhu" derişik hidroklorik asit), Aqua Regis ("Kral suyu" derişik nitrik asit ve hidroklorik asitler karışımı), Aqua Vitae ("Yaşam suyu" etanol) gibi sıvıları ayrı simgelerle göstermiştir. Bizmut ve Çinko metalleri ve bileşiklerinden de söz etmekte, Kükürt trioksite (SO3) "Filozof tuzu" demektedir.

 

Önde gelen iatrokimyacıların sonuncusu olan Johann Rudolph Glauber, Karlstad kentinde 1604 tarihinde doğmuştur. Paracelsus'un iatrokimyası ile ilgilenmesi bir raslantı sonucudur. 1625 de tutulduğu tifüs hastalığından, Neustadt içmelerinin maden sularını içerek kurtulunca bu suyu incelemiş, içinde bulunan bazı kristallerin; vitriol (FeSO4), alum [Al2(SO4)3] ve kayatuzunun (NaCl) birlikte damıtılıp tuzruhu (HCl) elde edilmesinde, imbiğin içinde kalan kristallere çok benzediğini farketmiştir. Böylece, "Harika tuz" olarak adlandırdığı ve sonraları kendi adıyla tanınan "Glauber tuzu"nu (Na2SO4.10H2O) bulmuş ve bunu ilaçlarda kullanmıştır. Bu madde suda çözündüğünde çevreden ısıalan endotermik etki gösterdiğinden, ateşli hastaların içten (!) soğutulmasında kullanılmış olabilir?

 

Uzman bir metallürjist ve usta bir deneyci olan Glauber, çok sayıda kimyasal bileşik elde etmiştir. Örneğin, tuz ve salpeter (NaNO3) karışımını vitriol yağı (H2SO4) ile damıtınca, Altını çözebilen Kral suyuna (üç kısım derişik hidroklorik asitle bir kısım derişik nitrik asitten oluşan karışım) benzer bir sıvı bulmuş; yalnız salpeteri vitriol yağı ile damıtınca, aqua fortis (HNO3) elde etmiştir. Camların renklendirilmesiyle ilgili çalışmalarında, Kral suyu içinde çözünen Altını, camsuyu (K2SiO4) ile çöktürerek saydam kırmızı cam yapımında kullanmıştır. Ayrıca, kapalı kaplarda damıtılan odundan, asit ve ruhlar oluştuğunu, süblime (HgCl2) ve Stibnit (Sb2S3) mineralinden çifte bozunma ile "Antimon tereyağı" (SbCl3) elde edileceğini göstermiştir.

 

Amonyak çözeltisi ve vitriol yağından hazırladığı Amonyum sülfatı; Altın, Gümüş ve Cıvanın kral suyundaki çözeltilerini; Antimon oksit (Sb2O3) ile Tartarı (potasyum hidrojen tartarat) ısıtarak elde ettiği maddeyi tıbbi preparatlar olarak hazırlayıp, gizlice satarak geçimini sağlamıştır. Kuramsal kurgulamalarında, Paracelsus ile van Helmont arasında yer alır. Üç öğeyi kabul ederse de, Cıva yerine suyu koyar. Glauber 1670 de Amsterdam'da ölmüştür.


Geri
Üst