(iii) Ortaçağ İslam-Doğu Kimyası
Helenistik dönem uygarlığının sonlanmasından sonra doğu Akdeniz ve güneydoğu Anadolu'ya dağılan bilginlerin çalışmaları Yunancadan Süryaniceye çevrilmişti. İslam imparatorluğunu sınırları içine katılan bölgelerdeki bilgiler, özellikle Abbasi halifelerinin kurdukları Beyt-ül Hikme adlı çeviri okulunda Arapçaya kazandırılmıştır. Ünlü bilginlerin bir kaçı özetlenebilir:
İslam-Doğu uygarlığının kimya alanındaki en ünlü adı, oldukça önemli buluşları olan Ebu Musa Cabir ibn-i Hayyan dır. 721-815 yılları arasında yaşayan Cabir, Kufe'de doğmuş, Harun-ür Reşid döneminde Bağdat'ta yaşamış ve bu kentte ölmüştür. Avrupa'da Geber adıyla bilinir. Batıda, XIV. yüzyıla kadar Geber'e atfedilen kimya bilgilerinin pek çoğu Cabir'e ait değildir. Cabir'in alşimisi felsefel karakterlidir. Monist ve metafizik düşüncelerle kurulmuştur. Alşimide Hermes geleneğini sürdürmekle birlikte, Zosimos'un simgelerini kullanmamıştır. Cabir, metal ve mineralleri canlı sayarak, zaman içinde olgunlaşıp kıvama geleceklerini öne sürer. Bu görüşe göre; tuzlar, vitriyoller, şap ve kükürt bir yılda, tüm metaller birkaç yılda, değerli taşlar ise bir yüzyılda olgunlaşırlar.
Cabir'in kimyaya katkılarından belli başlıları şöyle sıralanabilir: Nişadır (NH4Cl), Üstübeç [2PbCO3.Pb(OH)2], Cehennem taşı (AgNO3), Kezzap (HNO3), Zaç yağı (H2SO4), Güherçile(Hint) (KNO3), Sirke asidi (CH3COOH), Süblime (HgCl2) ve Kurşun şekeri [Pb(CH3COO)2] gibi kimyasal maddelerin elde edilmesi; çeşitli metaller ve çelik üretim yöntemlerinin belirlenmesi; deri ve bez boyalarının hazırlanması; sülfürlerinden arsenik ve antimonun elde edilmesi; bitkilerden yağ özütlenmesi. Gerek Doğu gerekse Batı bilimini önemli ölçüde etkileyen ve Roger Bacon tarafından "ustaların ustası" olarak anılan Cabir'in kitapları, sonraki kuşakların eklemeleriyle oldukça şişirilmiştir.
Cabir geleneği izleyicilerinin en ünlülerinden biri, 864-923 arasında yaşayan Ebubekir Muhammed bin Zekeriya el Razi dir. İran'ın Rey kentinde doğmuş, uzun süre Bağdat'ta yaşadıktan sonra, yaşlılığında yoksul ve kör olarak döndüğü Rey'de ölmüştür. Latinlerde Albubator , Avrupa biliminde Rhases adlarıyla tanınmıştır. el Razi, maddeci ve akılcı düşüncelere dayanarak, Cabir'in gizemci alşimisine karşı çıkmıştır. Doğa olaylarını birtakım karmaşık simgelerle ve içrek anlamlarla açıklamanın yanlış olacağını, bilginin tek kaynağının duyumlar olduğunu, insan aklının herşeyi bilebileceğini savunmuştur. Maddenin atomlar ve boşluktan oluştuğu görüşüne dayanarak, uzayda atomlar ne kadar sıkışık kümelenirlerse, oluşturdukları maddenin de o kadar yoğun olacağını, hava, su ve toprak örnekleriyle ortaya koymuştur. Aristoteles'in görüşleriyle Demokritos'unkileri birleştirmeye çalışmıştır.
Simyada kullanılan maddeleri; Kitab-ül Esrar (Gizler Kitabı) adlı yapıtında altı sınıfta toplamıştır:
1) Bedenler: Metaller 2) Ruhlar: Kükürt, Arsenik, Cıva, Nişadır 3) Taşlar: Pirit (FeS), Mağnezya (MgO) 4) Vitrioller: Çeşitli metal sülfatları 5) Borakslar: Boraks (Na2BO3), Soda (Na2CO3)
6) Tuzlar: Kayatuzu (NaCl), Potasa (K2CO3), Güherçile (NaNO3)
Ebu Ali Hüseyin bin Abdullah ibn-i Sina (980-1032); Buhara yakınlarındaki Afşana kasabasında doğmuştur. Bilim tarihçileri, ibn-i Sina'yı bütün çağların en etkin ve üretken bilginlerinden biri olarak nitelendirirler. İlgi alanlarının genişliği, incelemelerinin derinliği, araştırma yöntemlerinin sağlamlığı ve yüksek eğiticilik yeteneği; ibn-i Sina'yı ortaçağ bilim ve düşünce aleminin doruğuna çıkarmıştır. Çok küçük yaşta sistemli eğitimine başladığı; matematik, astronomi, fizik, kimya, biyoloji, tıp, jeoloji, psikoloji, mantık, felsefe, müzik ve şiir alanlarında olağanüstü yeteneği ve birikimiyle inanılmaz ürünler vermiştir. Araştırmalarında etkin olan düşünce, bilimsel akılcılıktır. Her zaman gözlem ve deneylere dayanarak, doğa olaylarını doğal nedenlerle açıklamış, metafizik gizemcilik ürünü olan ruh, cin, peri gibi varlıkları ya da kutsallık ve lanetleme gibi dinsel kökenli duygu kavramlarını neden - sonuç ilişkilerinde asla kullanmamıştır. Simyacıların türlü gizemci yaklaşımlarına karşı, önyargılardan arındırılmış aklı ve mantığı bilimsel bilginin temeli olarak saymıştır.
Hemedan hükümdarının vezirliğini yaparken yazdığı 18 ciltlik Kitab-üş Şifa adlı kitabında bilgi'nin gözlemler ve duyumlarla başladığını; ancak bu verilerin mantıkla işlendikten sonra gerçek bilginin oluşabileceğini öne sürmektedir. Akılcı ve Aristoteles'ci yaklaşımları yanında, bazı konularda Platon'cu eğilimleri de gözlenmektedir. Şifa'nın mineralojiyle ilgili bölümünde, mineralleri sınıflandırarak, Ateşte eriyenler - Taşlar - Kükürtler - Tuzlar olarak dört öbeğe ayırmıştır. Bilginin doğa bilimleri ve özellikle kimyaya ilişkin düşünceleri Resail fi'l Hikmet ve'l Tabiiyat (Fizik ve Doğal Varlıklar Kitapçıkları) adlı yapıtlarında toplanmıştır. Bu kitaplarında, Altın ve Gümüşün, güneşle ayın adi metalleri yetkinleştirmesiyle oluştuklarını öne sürmüştür. Simyacıların değerli metalleri elde etme uğraşılarına karşı çıkarak, çeşitli yollarla sarartılan ya da beyazlatılan maddelerin Altın ve Gümüş olamayacaklarını, yani boyamayla hiçbir maddenin özünün değişmeyeceğini ortaya koymuştur.
Abdurrahman el Hazeni (İ.S.?-1130). Matematik, fizik, astronomi, kimya ve tıp alanlarında çalışmaları vardır. Altın ve Gümüş alaşımında iki metalin kütleleri için yoğunluğa dayanan bir denklem vermiştir. Kaldıraç yasaları, çeşitli cisimlerin özgül kütleleri yanında, bir yerçekimi kuramını da geliştirmiştir. Kimya çalışmalarında; güherçile ve kömürden barut; kömür ve çakıltaşından Potasyum silikat (K2SiO4); Kurşun ve metal oksitlerden emaye; Cıva, kayatuzu (NaCl) ve vitriyol (FeSO4) den kalomel (HgCl) ve süblime (HgCl2) elde etmiştir.
İslam-Doğu uygarlığının bilimsel gelişmelerinin ürünleri, Avrupa'ya yalnız yordam ve yöntemleriyle değil, kullanılan ad ve kavramlarla da aktarılmıştır. Örneğin, kimyada sık kullanılan; alcohol (el-kuül), alembic (el-imbik), alkali (el-kali), aniline (en-Nile), arsenic (el-zırnık), benzoar (panzehir), bor (burak), camphor (kafuru), elixir (el-iksir), kalium (potasyum), lacquer (lak) natron (natrun=soda), realgar (rehc el-gar=arsenik sülfür), talc (talk),..vb. birçok ad ve terim, batı dillerine Arapça ve Farsçadan geçmiştir.