karaman gelenek ve görenekleri
karaman gelenek ve görenekleri karamanın gelenek ve görenekleri karaman gelenekleri karamanın gelenekleri adetleri
ÖRF-ADET-GELENEK-GÖRENEKLERİ
El öpme töreni bittikten sonra damat ve sağdıç,kapının önünde yan yana durarak,aile büyüklerinden dışarı çıkmak için izin isterler.Toplantıda bulunanlar izin vermek istemezler,bunun üzerine damat tarafının en yakın akrabası topluluğun bütün isteklerine kefil olduğunu bildirerek damada ve sağdıca dışarıya çıkmaları için izin alır. Topluluğun istekleri kimi zaman bir hayır kurumuna veya mahalle camiine hayır mahiyetinde, kimi zamanda toplulukta bulunanlara ziyafet şeklindedir.Gelin kıza kına yakma işlemi ise; kendi avluları veya kendilerinin büyük avluları yoksa münasip bir komşunun avlusunda kına için hazırlık yapılır. Mevsim kış ise tabiatiyle kına için büyük salon ve sofalar hazırlanır.
O akşam en fazla kalabalığın bulunduğu ve akşamların en heyecanlısıdır.Damat tarafından kına yakmaya gelecek olan yenge hanımlar ve diğer davetliler,yine mübarekeye gidildiği gibi,gelin taraftarlarından tefciler ile karşılanarak tören mahalline alınırlar.İki tarafın köçekleri,tefcileri ile eğlenceler yapılırken gelen damat tarafı hanımlarına kahve ikram edilir.Biraz istirahatten sonra,"haydin koşmaya,haydin koşmaya" denilerek eğlenceye telaş ve heyecan karıştırılmış olur.Tefcilerin eşliğinde genç kızlar koşma okuma yarışmasına girerler,bu arada büyük hanımların,daha doğrusu damat evi tarafının bulunduğu yerde gelin hanımın sandalyeye oturacağı ve bir petrol lambasının konulacağı ufak bir iskemlenin sığacağı kadar bir boşluk oluşturulur,sandalyenin ön tarafına da yengelerin oturacağı iki duvar dayama yastığı konulur; koşmalar söylenirken,gelinlik kızın başına üzeri her taraftan klaptanlı işlemeli,motiflerle bezeli,kenarları da yine klabdan mekikle örülme fistolarla çevrili büyük bir Al krep örtülerek(bu örtünün adına serpme denilir),teyzesi,ablası veya yengesi tarafından kolundan tutularak sandalyenin yanına getirilip oturtulurdu.Bu esnada,daha ziyade acıklı türküler,bilhassa"Ey gaziler yol göründü yine garip serime" türküsü ve ağıtlar söylenirdi. Kız tarafıda adet olduğu üzre ağlaşır dururlardı.
Göğsü ve omuzlarına kadar başı örtülü, kına yakılmak üzre sandalyeye oturtulan gelinlik kızın elleri,göğsü üzerine kenetlenmiş vaziyettedir.Kızın sağ eline kına yakacak olan yenge bu kenetlenmiş elleri zor açar,ama bu defada avuçlar sımsıkı kapalıdır,kendisinin kına yakacağı avucu da zorla açan büyük yenge,kınayı gelin kızın avucuna koyar,kına ekseriya parmaklar dahil olmak üzere avucun tamamına yakılır.Kınanın üzerini bir kağıtla kapattıktan sonra bu kağıdın üzerine getirdiği altın hediyesini de koyup beraberce sarar.Sarma işi beyaz tülbentle yapılır,bunun üzerine de al kreple tamamen sarılmak suretiyle kapatılır.Sol ele kınayı yakacak olan küçük yenge de yukarıdaki şekilde kınayı yaktıktan sonra,gelin kızın başı üzeride,yüzünü örten örtüyü kaldırıp,kızın başı üzerine koyar,yüzü açılan gelin ağlamaklı bir vaziyette kalkıp yengelerinin elini öper. Bu anlar en kritik ve en heyecanlı anlardır. Bir yandan tefcilerin türkü ve manileri, bir tarafta kız evinin ağıtları ortalığı ana baba gününe çevirirdi.Aynı zamanda davetlilerin genç kızları kına yakılma esnasında gelinin etrafında toplanarak,gelinin kına yakılma esnasında takınacağı tarı ,ellerini kolay açıp açmayacağını,yengelerin koydukları bahşişleri büyük bir merakla seyrederler.Zira ertesi gün bu olayın dedikodusun bütün mahalleyi saracaktır ve bu dedi kodu furyası içinde herkese birşeyler anlatma işi düşecektir.
Bu kaynaşmalar sona erdikten sonra,kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başlar,yalnız gelinlik kızın arkadaşları yatıya kalırlardı. Kalabalık dağıldıktan sonra, bir odaya çekilip çeşitli eğlenceler, şakalar yaparlar, arasıra da evin avlusuna çıkarak el şıkırdata şıkırdata, türküler, maniler söyliyerek mahalleyi çınlatırlar, hemen hemen sabaha kadar bu ahenk içinde eğlenirlerdi. Kına yakılacağında, yapılan eğlenceler arasında, genç kızların hazırladıkları mumları yakıp, ellerinde bu mumlarla hem dolaşıp hem de koşma getirmeleri vardır. Son zamanlarda bazı tehlikeler göz önüne alınarak, bu mumlar bir tepsi içine dikilip, tepsi ile ortaya getirilir olmuştur. Kına yakıldıktan sonra da kına tasında artık kalan kınayı genç kızlar, kendilerinin de bahtı çabuk açılsın diye kapışarak avuçlarına sürerlerdi.
Karaman yemekleri, tarımla uğraşan toplumların yemeklerinin özelliklerini yansıtır. Karaman'da yiyeceğin bol olduğuna dair şu tekerlemeler söylenir.
1- Karaman okkası, Çelebi lokması. 2. Karnım aç,Karaman'a kaç.
ÇORBALAR: Arabaşı Çorbası, İşkembe Çorbası, Domates Çorbası, Yayla Çorbası, Mantar Çorbası, şehriye Çorbası, Tarhana Çorbası, Ezogelin Çorbası, Toyga Çorbası, Sulu Pilav, Sakala Sünen (Mercimekli-Erişte Çorbası), Mercimek Çorbası, Pirinç Çorbası, Tavuk Çorbası ,Bezelye Çorbası, Yoğurtlu Erişte Çorbası
YEMEKLER: Batırık, Et Kabağı Yemeği, Susuz Kebap, Eğey Dolması, Topalak, Mıkla, Pırasa Mıhlaması, Keşkek, Cibe Dolması, İlisıra dolması, Patlıcan Kebap, Bulamaç, Pırasa Dolması, Kabak Çiçeği Dolması, Yaprak Sarması, Sulaç, Etli Kuru Fasulye, Tavuklu Patates, Patlıcan Musakka, Zeytinyağlı Taze Fasulye, Yumurtalı Ispanak, Izgara Köfte, Izgara Pirzola, Etli Nohut Yemeği, Şiş Köfte, Patlıcan Kebap, Şiş Kebap, Tas Kebap (Pilavlı), Orman Kebabı, Ciğer Tava (Ciğer Kavurma), Çerkez Tavuğu, Mantı, Mülükü, Calla (Güveç) Kabak Mücver, Menemen, Zeytinyağlı Barbunya, Mercimekli Köfte, Kısır, Cılbır, Kıymalı Yumurta, Ispanaklı yumurta, Sucuklu yumurta, Omlet, Tavada Alabalık, Balık Tavası, Balık Izgara, Haşlama, Bahçıvan Kebabı, Kavurma, Çoban Kavurma, Saç Kavurma, Piliç Dolması, Salçalı Köfte, Biber Dolması, Domates Dolması, Ciğer Izgara, Böbrek Izgara, Paça Haşlama, Piliç Izgara, Kabak Kavurması (Kabak Musakka), Patlıcan Musakka, Karnabahar Musakkası, Karnabahar Tavası, Yerelması Yemeği, Kış Türlüsü, Patates Köftesi, Mantı, Sulu Köfte, Etli Bezelye, Tarhanabaşı, Patates Oturtması, Soğanlama, Kabak Dolması, Karnıyarık, Karışık dolma, Etli Bamya, Töğmeken (Semizotu) yemeği, Türlü, Kapama, Tirit, Kabak Çullama, Humus, Zeyve Kebabı, Domalan Yemeği.
PİLAVLAR: İç Pilav, Şepit Pilav, Sütlü Pilav, Erişte Pilavı, Etli Pilav, Yufkalı Pilav, Mercimekli Bulgur Pilavı, Bulgur Pilavı, Pirinç Pilavı, Sebzeli Çoban Pilavı, Mısır Pilavı.
BÖREK-PASTA-TATLILAR: Etli Ekmek, Peynirli Börek, Höşmerim, Saray Böreği, Su Böreği, Bidik, Tahin Helvası, Aşure, Zerde, Palize, Gaygana, Sütlü Köftü, Sütlü kabak, Köpük Helva, Küncülü Helva, Guymak, Elma Tatlısı, Elma-Ayva Kompostosu, Hoşaf, Kayısı tatlısı, Puf Böreği, Sigara Böreği, Kabak Tatlısı, İrmik Helvası, Keşkül, Fırında Sütlaç, Revani, Tulumba tatlısı, Şekerpare, Lokma Tatlısı, Baklava, Sade Kek, Havuçlu Kek, Kurabiye, Elmalı Poğaça, Peynirli Poğaça, Kalburabastı, Cevizli Kurabiye, Üzümlü Kek, Sade Kurabiye, Kadayıf, Sütlaç, Tatar Böreği, Sigara Böreği, Kayısı Musakka, Ermenek Helvası, Bandırma, Paraköfte,Uyutma.
PİYAZ-SALATA-TURŞU-SOĞUK MEZELER: Salata Turşusu, Fasulye Piyazı, Patates Salatası, Patlıcan Salatası, Yoğurtlu Havuç Salatası, Cacık, Garnitür Salatası, Yoğurtlu Patlıcan Salatası, Ezme Salata, Domates Salatası.
YÖRESEL GİYİM:
Karaman İli ve çevresinde giyim kuşam normalde Orta Anadolu giyim kuşam özellikleri gösterir. 10-15 seneye kadar yaşlılarda ve gençlerde giyim kuşamda büyük fark yokken bu gün bu fark daha belirgin durumdadır. Yaşlı kadın ve erkekler daha çok örf ve adetlerine bağlı, atalarından gördükleri kılık kıyafetleri muhafaza etmektedirler. Gençler ise Avrupai bir yaşantı içerisindedir. Bilhassa ilimiz dâhilinde Avrupa'da çalışan İşçilerimizin çokluğu bu durumu etkilemektedir.
İl dâhilindeki köyler arasında giyim ve kuşamda ufak tefek farklar olmasına rağmen genelde büyük özellikleri birbirine uymaktadır. Yaşlı kadınlar başlarına fes giyer, başlarını örter, bellerine ipekten dokunmuş kırmızı renkli kuşak kuşanır, Şayak denen kumaştan bolca dikilmiş şalvar giyerler. Orta yaştaki kadınlar kirlik tutar, entari giyerler. İhtiyar kadınlar penez denen gümüş para dizilmiş olan fes takar ve zıbın giyerler. Bütün bunların yanında, ilimiz ve çevresinde kadınların büyük çoğunluğunun giydikleri giysiler şalvardır. Şalvarın üstüne poşu denen büyükçe bir örtü örterler. Normalde günlük yaşantılarında başlarına yaşmak denen, kenarı işlemeli başörtü veya beyaz çember örterler. Takı olarak kadınlar altın bilezik, kolye, küpe ve sarı lira takarlar.
Erkeklerde ise; ihtiyarlar ve gençler arasında fark vardır. Yaşlılar bellerine kuşak bağlar, şalvar denen bol pantolon giyerler, başlarına genelde takke giyerler. Yaşlıların giydiği pantolonlar, elde dokuma yünden yapılmış şalvar veya şayak denen giysilerdir. Kışın giydikleri arasında yünden dokunmuş yün çoraplar vardır. Gençler ise normal giysilerden ceket pantolon ile bazı yörelerde eskiden potin - çarık denen bir tür ayakkabı giyerken şimdi artık normal ayakkabı giyilmektedir.
Kadınlar bazı bölgelerde üç etek denen bir tür giysi giyerler. Bazı yörelerde manto - pardesü yerine peşli zıbın giyer, şal örtü örterler ve uzun göynek giyerler. İl genelinde 40 yaşın üzerindeki erkekler kaput bezinden dikilmiş uzun göynek ve uzun don giymekteyken yeni yetişen gen gerek ilimiz dâhilinde Avrupalı işçilerin çok olması ve gerekse halkımızın modern yaşantıya uyma çabaları bilhassa şehir merkezinde günün modasına uygun giyinmeye doğru gitmektedir.
Kadınlarımız özel günlerinde, düğünlerde, bayramlarda, hacı karşılama merasimlerinde "çakma" denen üzeri sırma işlemeli giysiler giyerler. Sudurağı kasabasında kadınlar eşarpların üzerine beyaz bir çember bağlarlar ki bu da evliliklerinin işareti, belirtisidir. Boyalı köyünde kadınlar bellerine kuşak bağlarlar, eskiden ayaklarına ayakkabı olarak giydikleri çarık şimdi ortadan kalkmıştır. Sarıveliler ilçemizde yaşlı kadınlar üç etek, fes ve entari giyerler ve çenelik takarlar. Bazı yörelerde çarşaf denilen kuşak kuşanılır. Ermenek Üzümlü köyünde kadınlar başlarını ve yüzlerini örtmek için "Mahrama" denen bir örtü örterler.
İlimiz dâhilindeki en farklı giyim kuşam merkeze bağlı Taşkale kasabası kadınlarının giyim ve kuşam şeklidir. Kendilerine mahsus özel bir şalvar giyerler ki; siyah kumaştan yapılmaktadır. Başlarına fes takarlar. Fesin çevresi madeni paralarla süslenmiştir. Fesin üstüne ayrı bir örtü örterler, bu tür giysi nerede görülürse hemen Taşkale kasabasının giyim şekli olduğu belli olur. Ancak bu kıyafet bu gün sadece yaşlılara mahsustur. Yeni yetişen gençlik bu giysilerini yavaş yavaş terk etmektedir.
HALK OYUNLARI VE FOLKLOR:
Ülke gerçeklerini öğrenmede halk biliminin önemi büyüktür. Karaman folklorunu incelerken Anadolu folklorunu hazırlayan etkenleri bilmekte yarar vardır. Orta Asya'dan gelen göçebe Türk kültürü, İranlı öğelerle zenginleşmiş ve bazı dinlerin etkisinde kalmıştır. Osmanlı imparatorluğunun parlak dönemlerinde çevre ülkelerinin fetihleri nedeniyle kültür alışverişi zorunlu olarak ortaya çıkmıştır. Etnolojik açıdan Konya, Karaman, Ermenek, Bozkır, Hadim bir bağ sıralarlar. Temeli Karaman olan eski gelenekler buralarda çok az faklılıklarla kendini göstermektedir. Güneyde Mut, Silifke, Kuzey'de Çumra, Akşehir'de bu bağ görülmez. Burada uzaklık ve yakınlığın önemi yoktur. Ticari ve tarihi akış içindeki nedenler önem taşır.
Selçuklular döneminde Türkmenler sarp Toros dağlarına yerleşmişlerdi. Daha sonraki tarihlerde (1228)'de Selçuklu sultanı Alaaddin bey Türkmen boylarını İçil yani İçel bölgesine yerleştirmiştir. Bu boylar şimdi Anamur, Gülnar, Mut, Erdemli, Ermenek, Silifke ilçeleri arasında geleneklerini sürdürmektedir. Bu yöreler Selçukluların yıkılışından sonra Türkmen boylarının kaynaştığı yerler olmuş, Silifke yöresinde boy ve oymak adları ile köyler kurup yerleşmişlerdir. Bu boyların kökeninde Karaman'lı Türkmenlerin Orta Asya kaynaklı gelenekleri yaşar. "Salur ve Beydilli" köyleri buna örnek verilebilir. Buradan anlaşılıyor ki Karaman kaynaklı Silifke, Mut oyunları değişikliklere uğrayarak kendini kabul ettirmiştir. Karaman folkloru ve oyunları ise çeşitli nedenlerle köy düğünlerinden öteye gidememiştir. Karaman folkloru, bölgenin ova oluşu nedeni ile genel olarak tarımsal çıkışlı öğeleri taşır. Halkın oynadığı oyunlara ve alışkanlıklara dayalı olarak düşünülmüştür. Köy düğünlerinde, sıralarda, kış geceleri odalarda oynanan oyunlar, Türklerin eski geleneklerinden günümüze izler aktarmaktadır.
12. yüzyılda Maveraünnehir bölgesinden Anadolu'ya gelip yerleşen Salur boyuna mensup Karamanlı Türkmenler Anadolu'da milli kültürün kurulmasında ve yaşatılmasında en büyük faktör olmuşlardır. Karamanoğlu Mehmet Bey dönem en parlak dönemini yaşayan Kararnanoğullan bir manada Anadolu'da ilk kurtuluş savaşını vermiştir. Karamanoğlu Mehmet Bey Acem ve Arap kültürünün karşısına çıkarak ünlü fermanını söylemiş Türk dilini ve kültürünü koruma savaşını başlatmıştır Karamanoğlu Mehmet Bey, Yunus Emre, Bekir Sıtkı Erdoğan ve daha pek çok şair, ozan ve düşünürün yaşadığı Karaman kültürünü yaşatmak, folklorunu ortaya çıkarmak ve Karaman dışında duyurma çalışmaları sürdürülmektedir.
KARAMAN'IN FOLKLORİK OYUNLARI
Karaman folklor ekibi kurulurken önce müze arşivinden Karaman giysileri araştırılmış, Karaman folklorik giysileri, çıkrık, tufan, tarım aletleri, seyirlik oyun araçlarına kadar zengin folklorik koleksiyonlar olduğu görülmüştür. Karaman'da çeşitli birimlerin kurmuş olduğu folklor ekiplerinin giysileri müzeden örnek alınmış, bu kıyafetlerde ayakkabısından takılarına kadar eskiye bağlı kalınmıştır.
Karaman köy düğünlerinde, kına gecelerinde söylenen türküleri, davul, zurna, tef eşliğinde oynanan, kaşıklı oyunlar, incelenerek Karaman folklorunun özellikleri ortaya çıkarılmıştır. Bu oyunlar aşağıdaki türküler eşliğinde oynanmaktadır.
İmaret'in Taşları: Geniş bir bahçe ortasında Türk sanatının şaheseri olan İmaret külliyesinin tabii ve sanat dekorlarından ilham ozanın söylediği Karaman'a has türküden esinlenerek düzenlenmiştir.
Goşeveş Oyunu: Çerkezlerin oynadığı bir oyundur. Mızıka eşliğinde erkekli kadınlı oyuncular el çırparak oynarlar. Oyuncular özel giysiler üzerine erkekler gümüş kama, kadınlarda gümüş süslemeli kuşak takarlar. Karşılıklı olarak ta el çırparak ve dönerek oynanır.
ERKEK KIYAFETİ:
Çarık, pantolan üzerine renkli yün örme çorap, (Püsküllü) şalvar (pantolan-tepme tezgahlarda yünden yapılmıştır), gömlek, cepken (yelek) ve püsküllü bereden ibarettir. Bu kıyafet çeşitli aksesuarlarla süslenmektedir.
KIZ KIYAFETİ:
Patik, yün çorap, şalvar, üç etek, kuşak, yelek gömlek, fes ve eşarp'tan (tülbent-yazma) oluşur. Kız kıyafetleri de çeşitli aksesuarlarla süslenmektedir.Kız ve erkek kıyafetlerinin en önemli tamamlayıcısı oyunların özelliği gereği kaşıktır.Halk oyunlarımızda hakim olan çalgı aletleri Davul ve Klarnettir. Bununla birlikte bazı yörelerimizde, saz, darbuka, cümbüş, davul ve klarnetin birlikte çalındığı da görülmektedir.
Nişan, düğün ve sünnet düğünleri ile özel günler ve anma törenlerinde Halk Oyunları ve folklor gösterileri yapılmaktadır.
NELERİ İLE ÜNLÜ:
Hatuniye Medresesi, Yerköprü Şelalesi, Karaman Koyunu, Türkiyenin Bisküvi Üretim Merkezi, Karaman ElmasıİL İSMİ NEREDEN GELİYOR?
İlk ismi Laranda'dır. Selçuklu ve Osmanlılarda ki ismi Larende idi. Karamanoğullarının başkenti olduğundan buraya daha sonra Karaman adı verildi.
ÖRF-ADET-GELENEK-GÖRENEKLERİ
DÜĞÜN
20. yüzyıl başlarına kadarki zamanlarda, Karaman'daki düğünlerin, bir çok yere nisbetle, çok üstünlüğü, debdebesi ve şatafatı vardı. Karaman düğünleri; evlenecek olan delikanlının ailesinin, ekonomik durumu ve sosyal hayatı ve mensub olduğu sınıfa göre değişirdi. Bir bilim adamı ve hoca sınıfına mensup bir ailenin oğlunun düğünü ile, bir tarikat ehli, şeyh veya dervişin, bir şehir zengininin, esnaf tabakasından olan bir ailenin oğlunun düğünü için yapılan törenler hep ayrı ayrı idi. Genel olarak, oğlunun mürüvvetini görecek olan, baba ve anaların cömertlik damarı şahlanmış olurdu. Her baba, oğlun mürüvveti için bir düzen kurup, bir tören hazırlamak özentisindedir.
Varlıklı aile düğünü 😀üğün on gün öncesinden, ahçılar, işçiler angaje edilmiş olurdu. Koyunlar kesilmiş, baklavalar hazırlanırdı. Kazanlarda çeşitli yemekler pişirilmeye başlanırdı. Eş, dost sırası ile akşam yemeğine davet edilirdi. Her akşam dört-beş sofralık misafir ağırlamak suretiyle, dört-beş akşam ziyafet devam ederdi. Bu ziyafete, gelin kız tarafının erkekleri ve yakın akrabaları da davet olunurdu.
Gelin alma günü, genel olarak Perşembe günüdür. Çarşambayı perşembeye bağlayan gece dahil, her akşam, damat evinin hariciye dairesinde, hariciye dairesi yoksa, bir komşu evinde tebrikler kabul olunur. Bunun adına mubareke denilir. Misafirlere, bol sigara ve kahve ikram olunur, kahve pişirmek için de bir kahveci tutularak, sahanlıkta hazırlanan mangal başına oturtulurdu.
Bu evin sokak kapısı önünde, meşale denilen çıralık, petrol ile yoğrulmuş mangal külü, çamur toprakları ya da çam odunları yakılmak suretiyle, sokak aydınlatılırdı. Aynı zamanda, davulcu da her akşam, düğün evinin kapısı önünde davul çalardı. Misafir kabul olunan evde, iki oda ayrılmıştır; birisi yaşlılar, birisi de gençler alınırlardı. Çok kere gençler için bir komşu evi hazırlanırdı.
DAMAT EVİ TARAFINDAN GECE EĞLENCELERİ:
Gelin alma günü, genel olarak Perşembe günüdür. Çarşambayı perşembeye bağlayan gece dahil, her akşam, damat evinin hariciye dairesinde, hariciye dairesi yoksa, bir komşu evinde tebrikler kabul olunur. Bunun adına mubareke denilir. Misafirlere, bol sigara ve kahve ikram olunur, kahve pişirmek için de bir kahveci tutularak, sahanlıkta hazırlanan mangal başına oturtulurdu.
Bu evin sokak kapısı önünde, meşale denilen çıralık, petrol ile yoğrulmuş mangal külü, çamur toprakları ya da çam odunları yakılmak suretiyle, sokak aydınlatılırdı. Aynı zamanda, davulcu da her akşam, düğün evinin kapısı önünde davul çalardı. Misafir kabul olunan evde, iki oda ayrılmıştır; birisi yaşlılar, birisi de gençler alınırlardı. Çok kere gençler için bir komşu evi hazırlanırdı.
DAMAT EVİ TARAFINDAN GECE EĞLENCELERİ:
Damat tarafı ailesinin sosyal hayatı ve mali durumuna göre, mesela, zengin bir tüccar veya ziraatçi olan bir ailenin oğlunun düğününde, akşamları mubarekeye gelen yaşlılar, ayrı bir evde sohbet ederlerken, gençlerde ayrı bir evde, sazlı, içkili ve aşufte kadınların oynatılması yoluyla eğlenirlerdi. Bu eğlenceler sabaha kadar sürerdi.
Düğün sahibi, hocadan, müderristen, tarikat ehli bir şeyh ya da derviş ise, bunların düğünlerinde, içki, saz ve çengi eğlenceleri bulunmazdı. Dervişler, Yunus'tan, Eşrefoğlun'dan, Kuddusi'den ve Bektaşi babalarından ilahiler ve na'tler söylemek suretiyle düğün akşamlarını ihya ederlerdi.
Bununla beraber, düğün sahibi hoca ise, bir medresenin bahçesinde, dervişlerden ise, bir tekkenin bahçesinde, bir bahçenin değişik yerlerine meşaleler yakılmak suretiyle, medrese talebelerinin, her gece, Türk'ün zengin folkloründen çeşitli oyunlar ve eğlenceler yaparlardı.
KIZ TARAFI EĞLENCELERİ
Düğün sahibi, hocadan, müderristen, tarikat ehli bir şeyh ya da derviş ise, bunların düğünlerinde, içki, saz ve çengi eğlenceleri bulunmazdı. Dervişler, Yunus'tan, Eşrefoğlun'dan, Kuddusi'den ve Bektaşi babalarından ilahiler ve na'tler söylemek suretiyle düğün akşamlarını ihya ederlerdi.
Bununla beraber, düğün sahibi hoca ise, bir medresenin bahçesinde, dervişlerden ise, bir tekkenin bahçesinde, bir bahçenin değişik yerlerine meşaleler yakılmak suretiyle, medrese talebelerinin, her gece, Türk'ün zengin folkloründen çeşitli oyunlar ve eğlenceler yaparlardı.
KIZ TARAFI EĞLENCELERİ
Kız evi tarafından da, kız babası bir komşu evinde hazırlık kurarak oturur, burada tebrikleri kabul ederken; esas gelin evinde, iki tefci kadın, kadınlar arasında tef çalar, türkü söyler, gecenin karşısında türkünün ritmine göre oynardı. Bu oyuncu kadınlar, ekseriya, güveyi eğlencelerinde rakı dağıtıp, göbek atan kadınlardır.
Bu arada, genç kızlar, taze kadınlar isteyerek veya istemiyerek ortaya kaldırılarak oynatılırdı. Gelin olacak kız da bir naz ile ortaya çekilerek oynamaktan nasibini alırdı. Oğlan evi kadınları da mübareke için kız evine geldiklerinde, damat anası oynadığı takdirde, o yılın bereketli olacağı inancıyla ortaya çekilerek kız anası ile birlikte karşılıklı olarak oynatılırdı. Karaman'da ki bu kadın eğlencelerinde başka yerde olduğu gibi, bahçe ya da büyücek bir avluda kadınlı erkeli toplanıp, hep bir arada çalıp oynamak suretiyle birbirine karışmak adeti de yoktur.
Bu arada, genç kızlar, taze kadınlar isteyerek veya istemiyerek ortaya kaldırılarak oynatılırdı. Gelin olacak kız da bir naz ile ortaya çekilerek oynamaktan nasibini alırdı. Oğlan evi kadınları da mübareke için kız evine geldiklerinde, damat anası oynadığı takdirde, o yılın bereketli olacağı inancıyla ortaya çekilerek kız anası ile birlikte karşılıklı olarak oynatılırdı. Karaman'da ki bu kadın eğlencelerinde başka yerde olduğu gibi, bahçe ya da büyücek bir avluda kadınlı erkeli toplanıp, hep bir arada çalıp oynamak suretiyle birbirine karışmak adeti de yoktur.
KARŞILIKLI MÜBAREKEYE GİDİŞ:
Salı akşamı, kız tarafının akraba erkek ve komşuları, erkek tarafına, önde bir fener taşıyan fenerci ile mübarekeye gelirler. Aynı şartlarda, erkek tarafı da ertesi akşam, yine önlerinde fenercileri ve davul çalan davulcuları ile kız tarafına mübarekeye gelirler, otururlar, tütünler, kahveler ikram edildikten sonra bir müddet sohbet edilir, daha sonra mübarekeye gelenler, kendi toplantı yerlerine eğlenmeye giderlerdi.
Kadınlar arasındaki bu tebrike gidiş gündüzleri yapılırdı. Kadınlar arasındaki bu tebrikleşmede, tebrike giden taraf, kendi tarafının tefçileri ve varsa oyuncu kadınları ile birlikte, süslü, püslü carları içinde veya yarım örtüleri ile, bir konvoy halinde, oğlan veya kız evine giderlerdi. Varılacak taraf, kız veya oğlan evi, hangi taraf ise, karşı tarafın kendi semtlerine yaklaşıldığı öğrenilince hemen, arı kovanından püskürür gibi, kadınlar, kızlar tefciler de teflerini çalarak sokağa çıkarlar, gelmekte olan tarafın tefcisi de tefini çalarak karşılaşırlar ve yürüyüşe başlarlardı. İki taraf konvoyunun karşılaştığı noktada şamata daha da fazlalaşır. Her iki tarafın tefcileri son gücleri ile teflerini çala çala eve gelinirdi. İşte, gelin kızın ve kaynanaların oynatılması, bu karşılıklı mübareke toplantılarında olurdu.
KINA GECESİÇarşambayı perşembeye bağlayan gece, oğlan evinde damada,kız evinde ise geline kına yakılırdı. Damada kına yakılması basittir. O akşam, kız evinin aşçısı olan kadın, içinde ayet veya hadis yazılı, Hicaz'dan getirilme madeni su tası içerisinde veya hamam tasında hazırlanmış kına ve bu kınanın üzerine sarılacak bez ve kırmızı krepi ve kınayı yakacak kişiye verilecek olan hediyeyi küçük bir bohça içerisinde getirir; erkek tarafının toplantı yerinde misafirler doludur.Bu odanın ortasına,kıbleye karşı, kadife çakmalı bir namaz seccadesi serilir. Damat bu seccadenin sağ tarafına,sağdıç sol tarafına oturtulur.Toplulukta hazır bulunan bir hoca Kur'an'dan bir Aşır okur.Kurulacak olan yuvanın uğurlu ve devamlı olması için dua eder.Toplulukta bulunanlardan biriside kalkıp gelerek kınanın içine şakacıktan tükürür.Sonra aynı kişi damat ve sağdıcın sağ avuçlarının ortasına bir miktar kına koyar, beyaz sargılarını sarar,sargının üzerine de klaptan işlemeli al krepi oldum olasıya sarıverir..Bundan sonra sağdıç önde damat arkada toplulukta bulunanların ellerini büyüklük sırasına göre öperler.Bu arada kınayı yakan kişi,kına tasını alarak,odada hazır bulunanların önüne götürür,bu tasın içine herkes bahşiş olarak bir miktar para koyarlar.Bu paralar tas ile birlikte,dışarıda bekleyen kınayı getiren kadına verilir. Kendisi için gelen,klaptan işlemeli beyaz patiska mendili de kına yakan cebine indirir.Kadınlar arasındaki bu tebrike gidiş gündüzleri yapılırdı. Kadınlar arasındaki bu tebrikleşmede, tebrike giden taraf, kendi tarafının tefçileri ve varsa oyuncu kadınları ile birlikte, süslü, püslü carları içinde veya yarım örtüleri ile, bir konvoy halinde, oğlan veya kız evine giderlerdi. Varılacak taraf, kız veya oğlan evi, hangi taraf ise, karşı tarafın kendi semtlerine yaklaşıldığı öğrenilince hemen, arı kovanından püskürür gibi, kadınlar, kızlar tefciler de teflerini çalarak sokağa çıkarlar, gelmekte olan tarafın tefcisi de tefini çalarak karşılaşırlar ve yürüyüşe başlarlardı. İki taraf konvoyunun karşılaştığı noktada şamata daha da fazlalaşır. Her iki tarafın tefcileri son gücleri ile teflerini çala çala eve gelinirdi. İşte, gelin kızın ve kaynanaların oynatılması, bu karşılıklı mübareke toplantılarında olurdu.
El öpme töreni bittikten sonra damat ve sağdıç,kapının önünde yan yana durarak,aile büyüklerinden dışarı çıkmak için izin isterler.Toplantıda bulunanlar izin vermek istemezler,bunun üzerine damat tarafının en yakın akrabası topluluğun bütün isteklerine kefil olduğunu bildirerek damada ve sağdıca dışarıya çıkmaları için izin alır. Topluluğun istekleri kimi zaman bir hayır kurumuna veya mahalle camiine hayır mahiyetinde, kimi zamanda toplulukta bulunanlara ziyafet şeklindedir.Gelin kıza kına yakma işlemi ise; kendi avluları veya kendilerinin büyük avluları yoksa münasip bir komşunun avlusunda kına için hazırlık yapılır. Mevsim kış ise tabiatiyle kına için büyük salon ve sofalar hazırlanır.
O akşam en fazla kalabalığın bulunduğu ve akşamların en heyecanlısıdır.Damat tarafından kına yakmaya gelecek olan yenge hanımlar ve diğer davetliler,yine mübarekeye gidildiği gibi,gelin taraftarlarından tefciler ile karşılanarak tören mahalline alınırlar.İki tarafın köçekleri,tefcileri ile eğlenceler yapılırken gelen damat tarafı hanımlarına kahve ikram edilir.Biraz istirahatten sonra,"haydin koşmaya,haydin koşmaya" denilerek eğlenceye telaş ve heyecan karıştırılmış olur.Tefcilerin eşliğinde genç kızlar koşma okuma yarışmasına girerler,bu arada büyük hanımların,daha doğrusu damat evi tarafının bulunduğu yerde gelin hanımın sandalyeye oturacağı ve bir petrol lambasının konulacağı ufak bir iskemlenin sığacağı kadar bir boşluk oluşturulur,sandalyenin ön tarafına da yengelerin oturacağı iki duvar dayama yastığı konulur; koşmalar söylenirken,gelinlik kızın başına üzeri her taraftan klaptanlı işlemeli,motiflerle bezeli,kenarları da yine klabdan mekikle örülme fistolarla çevrili büyük bir Al krep örtülerek(bu örtünün adına serpme denilir),teyzesi,ablası veya yengesi tarafından kolundan tutularak sandalyenin yanına getirilip oturtulurdu.Bu esnada,daha ziyade acıklı türküler,bilhassa"Ey gaziler yol göründü yine garip serime" türküsü ve ağıtlar söylenirdi. Kız tarafıda adet olduğu üzre ağlaşır dururlardı.
Göğsü ve omuzlarına kadar başı örtülü, kına yakılmak üzre sandalyeye oturtulan gelinlik kızın elleri,göğsü üzerine kenetlenmiş vaziyettedir.Kızın sağ eline kına yakacak olan yenge bu kenetlenmiş elleri zor açar,ama bu defada avuçlar sımsıkı kapalıdır,kendisinin kına yakacağı avucu da zorla açan büyük yenge,kınayı gelin kızın avucuna koyar,kına ekseriya parmaklar dahil olmak üzere avucun tamamına yakılır.Kınanın üzerini bir kağıtla kapattıktan sonra bu kağıdın üzerine getirdiği altın hediyesini de koyup beraberce sarar.Sarma işi beyaz tülbentle yapılır,bunun üzerine de al kreple tamamen sarılmak suretiyle kapatılır.Sol ele kınayı yakacak olan küçük yenge de yukarıdaki şekilde kınayı yaktıktan sonra,gelin kızın başı üzeride,yüzünü örten örtüyü kaldırıp,kızın başı üzerine koyar,yüzü açılan gelin ağlamaklı bir vaziyette kalkıp yengelerinin elini öper. Bu anlar en kritik ve en heyecanlı anlardır. Bir yandan tefcilerin türkü ve manileri, bir tarafta kız evinin ağıtları ortalığı ana baba gününe çevirirdi.Aynı zamanda davetlilerin genç kızları kına yakılma esnasında gelinin etrafında toplanarak,gelinin kına yakılma esnasında takınacağı tarı ,ellerini kolay açıp açmayacağını,yengelerin koydukları bahşişleri büyük bir merakla seyrederler.Zira ertesi gün bu olayın dedikodusun bütün mahalleyi saracaktır ve bu dedi kodu furyası içinde herkese birşeyler anlatma işi düşecektir.
Bu kaynaşmalar sona erdikten sonra,kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başlar,yalnız gelinlik kızın arkadaşları yatıya kalırlardı. Kalabalık dağıldıktan sonra, bir odaya çekilip çeşitli eğlenceler, şakalar yaparlar, arasıra da evin avlusuna çıkarak el şıkırdata şıkırdata, türküler, maniler söyliyerek mahalleyi çınlatırlar, hemen hemen sabaha kadar bu ahenk içinde eğlenirlerdi. Kına yakılacağında, yapılan eğlenceler arasında, genç kızların hazırladıkları mumları yakıp, ellerinde bu mumlarla hem dolaşıp hem de koşma getirmeleri vardır. Son zamanlarda bazı tehlikeler göz önüne alınarak, bu mumlar bir tepsi içine dikilip, tepsi ile ortaya getirilir olmuştur. Kına yakıldıktan sonra da kına tasında artık kalan kınayı genç kızlar, kendilerinin de bahtı çabuk açılsın diye kapışarak avuçlarına sürerlerdi.
GÜVEYİ TRAŞI VE GÜVEYİ HAMAMI:
Eski evlerin büyük avuları, bahçeleri olurdu. Ya damat evinin avlusunda veya damada yakın bir akraba, komşunun avlusunda, Salı veya Çarşamba günü, öğle sonu güveyi traşı yapılırdı. Bu avluya sandelyeler, kerevetler hazırlanmış ve münasip yerlere de çullar serilirdi. Güveyi traşı yapılacak olan bu evin, odaları sofaları ve damları, hatta bu avlunun görülebileceği komşu evlerinin damları kadınlar ve çocuklarla dolardı. Çalgıcılar da yerlerini alırlar, yavaş yavaş akorda ve perdeye geçerlerdi. Berber gelir, cura, saz kanun, ud, darbukadan ibaret olan çalgılar çalınmaya ve uygun sesi olanlar oynak ve kıvrak türküler söylemeye başlardı. Evvela damadın arkadaşları traş olurlar, bu arada çalgıcılara ve bazı münasip davetlilere rakı ikram edilirdi. Gençlerin akşam eğlencelerindeki oyuncu kadınlar da bu toplantıya getirilmiş olurdu. Onlar da, bu kalabalığın önünde, sazların ritmine göre, hünerlerini göstererek oynarlardı. En çoşkulu türküler ve oyunlar, damat traş edilirken söylenir ve oynanırdı. Damadın traşı yarıya geldiğinde, berber, adet olduğu üzre, usturanın kesmediğini söyler, berber bu söylediği sözle yüklü bir para istediğini belirtmektedir. Araya giren aracılar vasıtasıyla, düğün sahibi ve berber anlaştırılarak, berberin tıraşa devam etmesi sağlanır. Damadın traşı bittikten sonra, davetli misafirler, aile yakınları ve komşular dağılmıyarak, aynı evde veya bir komşu evinde hazırlanan akşam yemeği sofralarının başına toplanarak hazırlanan yemekleri yerler, kahveleri içerler, bir müddet istirahatten sonra, akşam sonu, güveyi hamamına gidilme hazırlıklarına başlardı.
Şehirdeki hamamlardan birisi o gün için özel olarak kiralanırdı. Hamam hazırlığı bittikten sonra, çalgıcılar çalgılarını çalarak, türkülerini söyliyerek, kafile halinde hamama doğru yürüyüşe geçilirdi. Zaten gündüzden çakırkeyf olan hamam alayında, 8-10 kişi bir halka teşkil ettirerek, böyle halka halinde hem yürürler, hem de türkü söylerlerdi. Damadın sağdıcı veya yakını birkaç kişi de rakıları, peynir, leblebi, turşu vs. içkiye elverişli mezeleri heybeler içinde hamama getirirlerdi. Artık o gece boyunca çalgılar çalınır, türküler söylenir. İçkiler içilir ve yıkanılarak damat hamamı yapılırdı. Sabah namazı vaktinden sonra kafile hamamdan, zil zurna sarhoş çıkar, yine koşmalar türküler söylenir, şarkılar çalınır, tabancalar patlatılarak bir hay huy alemi içinde akşamki eve gelinir, burada sabah yemeği yenilirdi.
Şehirdeki hamamlardan birisi o gün için özel olarak kiralanırdı. Hamam hazırlığı bittikten sonra, çalgıcılar çalgılarını çalarak, türkülerini söyliyerek, kafile halinde hamama doğru yürüyüşe geçilirdi. Zaten gündüzden çakırkeyf olan hamam alayında, 8-10 kişi bir halka teşkil ettirerek, böyle halka halinde hem yürürler, hem de türkü söylerlerdi. Damadın sağdıcı veya yakını birkaç kişi de rakıları, peynir, leblebi, turşu vs. içkiye elverişli mezeleri heybeler içinde hamama getirirlerdi. Artık o gece boyunca çalgılar çalınır, türküler söylenir. İçkiler içilir ve yıkanılarak damat hamamı yapılırdı. Sabah namazı vaktinden sonra kafile hamamdan, zil zurna sarhoş çıkar, yine koşmalar türküler söylenir, şarkılar çalınır, tabancalar patlatılarak bir hay huy alemi içinde akşamki eve gelinir, burada sabah yemeği yenilirdi.
GELİN HAMAMI:
Düğün haftası başlamadan evvel iki tarafta da telaş ve hazırlıkların başladığını daha evvel belirtmiştik. Bu arada, erkek tarafından, gelin hamamı için, ailenin maddi durumuna göre sabun, hamam harçlığı ve yaşlı hanımların saçlarına yakınmaları için kına gönderilirdi. Kız tarafı da düğün haftası başında, aşçı denilen yardımcı kadını, kız tarafı akrabalarına, ahbaplarına gelin hamamına davetçi gönderirlerdi.
Bu davet şöyledir: Pazartesi günü, filan hamamda, gelin hamamına, Salı günü mübarekeye, Çarşamba günü düğüne buyrun. Bu davette, gelin hamamı için bir özellik vardır. Davet olunan aile, kız tarafının pek yakınları ise, aile kadılarının tümü hamama davet olunur, biraz uzaktan akraba ve komşu iseler, hamama evin genç kızı ile gelini davet edilirlerdi. Hamama gidiş, topluca ve tefci kadınlar önde ve tef çalarak gidilir, hamama varıldığında hemen soyunulup yıkanılmaz, topluluğa yetişemeyip geç kalanların da gelmesi beklenirdi. Davetlilerin tümü geldikten sonra, soğukluk (hamamın soyunma salonu) taki havuza etrafında gelin kızı dolandırma töreni başlar, tefci tefi ile, tefciye yamak olmak isteyen komşular da, kiminin elinde hamam leğeni, kimisinde hamam tasını tef gibi çalarak, tefcinin tefinin ritmine uydurdurmaya çalışırlardı. Önde tefci ve teflekciler, arkada etrafındaki arkadaşlarının ortasında, gelinlik kız ve diğer kızlar gurubu, tefin oynak ritmi ile birlikte koşmalar ve türküler söylemek suretiyle havuzun etrafında dolanırlardı. Hamama davetli genç kız ve gelinlerin giyindikleri en güzel elbiseleri, ziynetleri, altınları ve süsleri ile bu gelin dolandırma töreni bir nevi defileyi andırırdı. Bu tören ahenkle orantılı olarak, üç veya yedi defa dolanmakla nihayet bulurdu. Tören tamamlandıktan sonra, misafirler getirdikleri hediyelerini hamam natırına, işçilerine, tefcilere hatta hamamcı kadına takdim ederlerdi.
Hamam günü, kız tarafından seçilmiş münasip yaşlı bir hanım (bu hanım aynı zamanda organizatör vazifesini de görür) daha evvelden damat tarafından gönderilen sabun, kına, hamam hakkı paraları da beraberinde hamamcı kadının yanına oturur ve hamama gelenlere yıkanmak için sabunlarını, başlarına yakmaları için bir miktar kınayı verir, böylece davetliler yıkanmak için hamam kurnalarına girerlerdi.
Gelin kız ise, başta kaynana olmak üzere, damat tarafının yaşlı hanımlarının soyunmalarına yardım eder, bunların soyunmaları bittikten sonra kendisi de soyunmak üzere kendisini bekleyen birkaç arkadaşının yanına giderek, beraberce soyunurlardı. Yine tefler, türküler ve koşmalarla iç hamama giren gelinlik kız, önce kaynana, teyzeler, halalar, elti ve görümcelerin yıkanmaların yardım ederdi. İşin enterasan tarafı şudur ki, gelinlik kız, içeride sarındığı ipekli peştamal ve omuz havlusundan başka, başı da dört bir tarafı boncuk ve ipekli motiflerle süslü beyaz tülbent başörtüsü ile bürünmüştür ve ancak gizleri meydandadır. O sıcak altında onlara hizmet eden kızcağız, buram buram ter dökerdi. Bunların yıkanmalarına hizmet eden kızcağız verilen izin üzerine kendisi de yıkanmak üzere göbek taşının yanına gelirdi. Gelin kızın göbek taşına yaklaşmasıyla içerde daha gürültülü bir kaynaşma başlardı. Göbek taşının etrafında evvelkinden daha çoşkulu bir gelin dolandırma töreni daha yapılır, daha sonra gelini yıkamak üzere iki kalıp sabunla birlikte seçilmiş usta bir natır gelir, gelinlik kız göbek taşının ortasına oturtulur, natır kadın da yıkama işlemine başlardı. Kızın yıkanması sırasında, bütün genç kızlar, kimisi hamam tasını, kimisi hamam leğenini, kimisi su kovalarını alarak, bütün kuvvetleriyle tefin havasına uyup, türküler koşmalar söyliyerek ve kovalarla sular taşıyarak gelin kızın yıkanmasına yardım ederlerdi. Natır gelini yıkadıktan sonra biraz kendisi için aldığı sabunla, biraz da gelini yıkadığı sabunla usulen yıkanır ve çıkar giderdi. Yıkanmış olan gelin kız, hamamdaki büyüklerinin ellerini öper, içerde yıkanmasını henüz bitirememiş oğlan taraflısı varsa yıkanmasına yardım ederdi? Gelin kızın yıkanmasından sonra davetliler yavaş yavaş giyinirler, gelin kız soyunmada olduğu gibi yine kaynana ve yakınlarının giyinmelerine yardım ederdi.Hamamdan çıktıktan bir saat sonra gelin kızın başına altın örülürdü. Eskiden saçlar, şimdiki gibi kesilmezdi. Hiç kesilmeyen saçlar bazen topukları bulurdu. Bu uzun saçlar beş ya da yedi bölüme ayrılır, her bölüme on kadar Osmanlı altınlarından yiğirmilik Gazi altını ve daha kıymetlisi olan sandıklı altını ki bu altınların kulpları mevcuttu, saçın belirli aralıklarına bu halkalarından geçilir ve örülürdü. Ekseriya gelin saçları klapdan denilen sin iplerle de sarılmak suretiyle güzel bir şekil verilerek örülürdü. Gelin başına takılan bu altınlar, damat tarafından vaat edilen ve gönderilen altınlardandı. Başı yapılan gelin hanım yavaş yavaş oğlan evine gitme hazırlıklarına başlamış olurdu.
Bu klaptan ile örgülü saçlara, sırma saç denilir, gelin hanım kırk gününü dolduruncaya kadar bu saç çözülmez, kırkıncı günü, kırk hamamı denilen ve yine bazı davetlilerle gidilen hamamda yıkanacağı gün, sırma saçlar çözülürdü.
Bu davet şöyledir: Pazartesi günü, filan hamamda, gelin hamamına, Salı günü mübarekeye, Çarşamba günü düğüne buyrun. Bu davette, gelin hamamı için bir özellik vardır. Davet olunan aile, kız tarafının pek yakınları ise, aile kadılarının tümü hamama davet olunur, biraz uzaktan akraba ve komşu iseler, hamama evin genç kızı ile gelini davet edilirlerdi. Hamama gidiş, topluca ve tefci kadınlar önde ve tef çalarak gidilir, hamama varıldığında hemen soyunulup yıkanılmaz, topluluğa yetişemeyip geç kalanların da gelmesi beklenirdi. Davetlilerin tümü geldikten sonra, soğukluk (hamamın soyunma salonu) taki havuza etrafında gelin kızı dolandırma töreni başlar, tefci tefi ile, tefciye yamak olmak isteyen komşular da, kiminin elinde hamam leğeni, kimisinde hamam tasını tef gibi çalarak, tefcinin tefinin ritmine uydurdurmaya çalışırlardı. Önde tefci ve teflekciler, arkada etrafındaki arkadaşlarının ortasında, gelinlik kız ve diğer kızlar gurubu, tefin oynak ritmi ile birlikte koşmalar ve türküler söylemek suretiyle havuzun etrafında dolanırlardı. Hamama davetli genç kız ve gelinlerin giyindikleri en güzel elbiseleri, ziynetleri, altınları ve süsleri ile bu gelin dolandırma töreni bir nevi defileyi andırırdı. Bu tören ahenkle orantılı olarak, üç veya yedi defa dolanmakla nihayet bulurdu. Tören tamamlandıktan sonra, misafirler getirdikleri hediyelerini hamam natırına, işçilerine, tefcilere hatta hamamcı kadına takdim ederlerdi.
Hamam günü, kız tarafından seçilmiş münasip yaşlı bir hanım (bu hanım aynı zamanda organizatör vazifesini de görür) daha evvelden damat tarafından gönderilen sabun, kına, hamam hakkı paraları da beraberinde hamamcı kadının yanına oturur ve hamama gelenlere yıkanmak için sabunlarını, başlarına yakmaları için bir miktar kınayı verir, böylece davetliler yıkanmak için hamam kurnalarına girerlerdi.
Gelin kız ise, başta kaynana olmak üzere, damat tarafının yaşlı hanımlarının soyunmalarına yardım eder, bunların soyunmaları bittikten sonra kendisi de soyunmak üzere kendisini bekleyen birkaç arkadaşının yanına giderek, beraberce soyunurlardı. Yine tefler, türküler ve koşmalarla iç hamama giren gelinlik kız, önce kaynana, teyzeler, halalar, elti ve görümcelerin yıkanmaların yardım ederdi. İşin enterasan tarafı şudur ki, gelinlik kız, içeride sarındığı ipekli peştamal ve omuz havlusundan başka, başı da dört bir tarafı boncuk ve ipekli motiflerle süslü beyaz tülbent başörtüsü ile bürünmüştür ve ancak gizleri meydandadır. O sıcak altında onlara hizmet eden kızcağız, buram buram ter dökerdi. Bunların yıkanmalarına hizmet eden kızcağız verilen izin üzerine kendisi de yıkanmak üzere göbek taşının yanına gelirdi. Gelin kızın göbek taşına yaklaşmasıyla içerde daha gürültülü bir kaynaşma başlardı. Göbek taşının etrafında evvelkinden daha çoşkulu bir gelin dolandırma töreni daha yapılır, daha sonra gelini yıkamak üzere iki kalıp sabunla birlikte seçilmiş usta bir natır gelir, gelinlik kız göbek taşının ortasına oturtulur, natır kadın da yıkama işlemine başlardı. Kızın yıkanması sırasında, bütün genç kızlar, kimisi hamam tasını, kimisi hamam leğenini, kimisi su kovalarını alarak, bütün kuvvetleriyle tefin havasına uyup, türküler koşmalar söyliyerek ve kovalarla sular taşıyarak gelin kızın yıkanmasına yardım ederlerdi. Natır gelini yıkadıktan sonra biraz kendisi için aldığı sabunla, biraz da gelini yıkadığı sabunla usulen yıkanır ve çıkar giderdi. Yıkanmış olan gelin kız, hamamdaki büyüklerinin ellerini öper, içerde yıkanmasını henüz bitirememiş oğlan taraflısı varsa yıkanmasına yardım ederdi? Gelin kızın yıkanmasından sonra davetliler yavaş yavaş giyinirler, gelin kız soyunmada olduğu gibi yine kaynana ve yakınlarının giyinmelerine yardım ederdi.Hamamdan çıktıktan bir saat sonra gelin kızın başına altın örülürdü. Eskiden saçlar, şimdiki gibi kesilmezdi. Hiç kesilmeyen saçlar bazen topukları bulurdu. Bu uzun saçlar beş ya da yedi bölüme ayrılır, her bölüme on kadar Osmanlı altınlarından yiğirmilik Gazi altını ve daha kıymetlisi olan sandıklı altını ki bu altınların kulpları mevcuttu, saçın belirli aralıklarına bu halkalarından geçilir ve örülürdü. Ekseriya gelin saçları klapdan denilen sin iplerle de sarılmak suretiyle güzel bir şekil verilerek örülürdü. Gelin başına takılan bu altınlar, damat tarafından vaat edilen ve gönderilen altınlardandı. Başı yapılan gelin hanım yavaş yavaş oğlan evine gitme hazırlıklarına başlamış olurdu.
Bu klaptan ile örgülü saçlara, sırma saç denilir, gelin hanım kırk gününü dolduruncaya kadar bu saç çözülmez, kırkıncı günü, kırk hamamı denilen ve yine bazı davetlilerle gidilen hamamda yıkanacağı gün, sırma saçlar çözülürdü.
GELİN KIZ EVİNE KINA GÖNDERME TÖRENİ:Çarşamba günü damat ailesi tarafından kız evine kına götürme töreni yapılırdı.Eğer Perşembe günü gelin hanımın çeyizi develerle götürülecekse,hazırlanan süslü develerden birisine,bir tarafına içinde kına ve bazı münasip yiyecek hediyeler konulmuş bulunan süslü bir sandık, diğer tarafına da sandığın ağırlığınca bir yatak yada dayama yastık yükletilerek, damadın sağdıcı ve birkaç yakını, yanlarında çalgıcılar olduğu halde devede yüklü kınayı gelin evine götürürlerdi. Şayet gelin alayı için deve katarı hazırlanmamışsa kına bir araba ile götürülürdü.
GELİN GETİRME ALAYI
GELİN GETİRME ALAYI
Akşamları yapılagelen toplantıların karekteristik durumu ve tutumuna göre gelin getirme alayı da çeşitli sınıflar arasında değişiklikler gösterirdi. Eğer düğün sahibi, yani damat tarafı, zengin bir tüccar veya ziraatçi ise, memleketin at binicileri cirit oynamak üzere, kılıç kalkan oynayanlar, kılıç kalkan oyunu yapmak üzere toplanırlardı. Bu arada Hacı Bakı Efendi'nin veya Sıdırvanlı Hacı Talip Ağa'nın deve katarları da hazırlattırılırdı. Bu develer gayet süslü havutlu ve her tarafları irili ufaklı çanlarla doldurulmuştur. Ayrıca Tabakhane esnafından bir veya iki kişi de kirli tabak iş kıyafetleri ile ve başlarına düğünler için özel olarak hazırlanmış, dudak ve göz yerleri delik keçe külahlarını ta boyunlarına kadar geçirerek ve bazı yerlerine çan takarak, irice bir keçi tulumunu şişirip, bu tulumla da ellerinde olduğu halde acaip kıyafet ve maskeleriyle düğün alayına katılırlardı.
Kafilenin önünde, cirit oynayacak atlılar, kılıç kalkan ekipleri, bir kaçında gelin almaya gidecek yengeler ve bazı davetliler binili gelin arabaları, faytonlar, körükler ve çocukların binmeleri için üstü açık at arabaları, önde kayınbabanın süslü ve gösterişli atı daha arkada da deve katarı yola düzülerek gelin evine gelirlerdi. O civardaki sokaklar tamamen dolmuş vaziyette olurdu. Gelin evinde ağlamaklı ve telaşlı bir hava hüküm sürerdi. Bir taraftan, hazırlanmış olan gelinin ipekli çarşafı giydirilirken, diğer taraftan da gelin tarafından hazırlanmış çeyizler ve damat tarafının daha önce gönderdiği eşyalar, sandıklar develere yüklemeye başlanırdı.
Develere bu eşyaların yüklemenin de bir adabı ve usulü olurdu. Komşular, yakın akraba erkekleri, devecinin rehberliği ile, süslü püslü eşyalar yükün dışında gösterişli olarak, yastık ve çeyiz sandıkları üzerine serilir, yine halı ve kilimlerde boydan boya serilirdi. Bir taraftan da gelin tarafından birkaç kişi, kucaklarında veya torbalar içerisinde çeşitli dokumalar ve kumaşlarla içerden çıkarak, develerin, atların ve çalgıcıların boyunlarına ikişer üçer metrelik bu parçaları dolarlardı. Bu kumaşlardan, cirit ve kalkan oyunu oynayanların boyunlarına da dolandırılırdı. Bu dokumalar gelin babasının mali durumuna göre, gazbahar şitarileri altıparmak veya emsali olan birer giysilik toplardandır ki yerine göre, kimilerine tam kimilerine de yarımşar top kumaş, ya da arşın işi kumaşlardan veya kumaş gibi baş bürgüleri bahşiş olarak sarılırdı.
Bu işler tamamlandıktan ve develer yüklendikten sonra, mahallenin çocuklarına da petrol lambası, fincan takımları, irili ufaklı aynalar, bakır yemek tabakları, siniler, seten telli ağır kumaşlardan hazırlanan köşe yastıkları gibi göz alıcı çeyizler verilerek gelin kızın eşyalarının gösterilmesi sağlanırdı.
Yengeler gelin kızı çeşitli ağıtlar ve sarılmalardan sonra alarak dışarı çıkarırlar ve kapalı faytona bindirirlerdi. O günlerde dadılık görevini yapan kadın da hemen mutfağa giderek, bir bakır kap alır, içine de evin hamur mayası kabından bir parça maya kor, bir de oklava alarak çarşafının arasına saklar ve gelin arabasına binerdi. Evvelce ufak bir tepsi içinde kırmızı krep veya kordela ile süslenmiş bir mum hazırlanmıştır. Dadı hanım bu hazırlanmış mumu araba içinde yakarak oturur, mum tepsisini de elinde tutar; gelini uğurlamak için toplanan erkeklerden bir hoca dua eder, Fatiha'dan sonra kayınbaba süslü ve haşmetli atına biner, yine süslü elbiseli bir seyis de atın başındaki yulurdan tutarak, çökertilmiş olan develer kaldırılmak suretiyle gelin alayı yavaş yavaş yürüyüşe geçerdi.
Önde cirit oynayacak olan suvariler ve kalkan oyuncuları, milli kıyafetleri ile yola düzülürlerdi. Gelin alayında saz ekibi var ise, önde davul ve diğer saz ekibi sıralanırdı. Bu araba yürüyen eş, dost, komşu erkekleri, bunların arkasında at üzerinde kayınbaba, arkasında gelin arabası, ve diğer yengelerin arabaları, daha arkada yüklenmiş deve katarları, en arkada da gelin ufak tefek eşyalarını taşıyan mahalle çocukları yola çıkarlardı. Ciritciler, şehrin uygun olan meydanlarında cirit oynaya oynaya, kılıç kalkan ekipleri de gösteriler yapa yapı, davulcuların gümbürtüleri, at kişnemeleri, develerin inceli kalınlı çan sesleri arasında, şehrin münasip caddelerinde dolaşılarak damat evine doğru gidilirdi.
Yukarıda niteliğini belirttiğimiz tulumcular ise, bu mahşeri kalabalığın içerisinde, maskara kıyafetleri ile ve şurasında burasında takılı çanların seslerini çıkartacak sallantılı hareketleri ile kalabalık halk arasındadırlar. Avare ve haylaz çocukların üzerine koşarak bir heyecan ve korku yaratırlar, aynı zamanda bu hareketleri ile konvoyun düzenini de sağlamış olurlardı. Bazı anlarda haylaz çocukların üzerlerine yürüyerek tulumu sırtlarına vurur, ama gözü pek çocuklardan biri de evvelden yanına aldığı bir çuvaldızı bir fırsatını bulup hemen tuluma batırmak suretiyle tulumun havasının boşalmasına sebep olur ki, bu hal tulumcu için bir utançtır, hemen ortadan kaybolur. Gelin alayının geçeceği yollar üzerindeki evlerin damları da hep semt kadın ve kızları ile doludur. Böylelikle münasip yerlerde durularak at oyunları, kılıç kalkan gösterileri ve başka eğlenceler yapıla yapıla öğlen namazından sonra başlayan gelin götürme yürüyüşü ikindi vaktine doğru damat evinin bulunduğu sokağa girer.
Gelin götürme sırasında, kayınbabanın cepleri ufak madeni paralarla doludur. Zaman zaman bu paralardan avuçlayıp etrafta dolaşan çocukların kümelendikleri yerlere serper, işte bu sırada tulumcular da hünerlerini göstererek çocukları dağıtmaya uğraşırlar. Gelin hanımı arabası yeni evinin kapısı önünde durmuştur. Hemen birkaç komşu erkek, kapı ile araba arasındaki boşluğa iki taraflı çuval veya kilim gererek gelinin geçeceği yolu kapalı hale getirirler. Gelin bu yoldan geçip, kapının eşiğine geldiğinde, evvelden hazırlanmış olan kurbanlık koç kesilir. Gelin hanım kesilen bu kurbanın üzerinden atlayarak içeriye geçer. Bu arada dadı kadın da el çabukluğu yaparak, hemen arabadan iner, mum tepsisi ile, gelinin anası evinden gizlice aldığı bakır kap içindeki maya ve oklavayı gerdek odasına bırakır. Yanan mum tepsisini de bir kenara yerleştirir. Bu mum tükenene kadar orada yanacaktır. Bunlar uğur sayılır. Bu arada, dam veya duvar üzerinden on-onbeş yaşlarında bir erkek çocuk, ufak madeni paralar, su ve buğday dolu testiyi gelin arabadan inip, kapıya doğru yengelerin kolunda ilerlerken uygun bir boşluğa fırlatır. Kırılan testinin içinden dökülen su ile beraber yerlere dağılan paraları da çocuklar kapışırlar. Bu paralar da uğur sayılır.
Düğün eğer hocalardan veya bir tarikat ehli şeyh veya devrişir düğünü ise; medrese talebeleri, bazı istekliler işlemeli zeybek elbiseleri, cepkenleri hazırlayarak, ellerinde ve bellerinde kılınçlar, palalar ve tabancalarla ikişer sıra ile büyük bir alay ve bu alayın önünde sancaktar ve beyaz giysili sırma cepkenli iki küçük erkek çocuk maskot olmak üzere gelin götürme konvoyuna katılırlardı.
Bir tarikat şeyhi veya derviş oğlunun gelin götürme alayında önde ilahi okuyan ve saz heyetini oluşturan dervişler takım ki, bu takımda kimisi ilahi söyliyerek, Rufai ve Kadiri tarikatından olan dervişlerden bir kaç tanesi tekke sazlarından, mazhar veya bender denilen deve derisinden yapılma kalbur büyüklüğündeki tefi döverek , kimi dervişler ellerinde birer tencere kap ağzına benzeyen pirinç madeninden yapılma zilhun denilen saz aletini birbirine vurarak, kimi dervişler de 50 -60 santim uzunluğundaki bir şişin ucunda, etrafında 10 -15 santim uzunluğunda zincirler yerleştirilmiş iri bir portakal büyüklüğündeki Şeşber adı verilen topuzu çeşitli yönlerde zıplatılarak, bu üç tür sazın kendilerine özgü sesleri ile ilahicilerin söylediği ilahilerin ritmine uydurularak oluşturulan dervişlerin ulvi ahengi göklere yükselirdi.
Bu arada, yine uzun saçlı Rufai ve Kadri dervişlerinden kimisi perişan kıyafetleri ile ellerindeki topuzlu şişi, sağ yanağından sokup, sol yanağından çıkartarak; belden yukarısı çıplak dervişler de ortası delik, nal biçimi demir levhaları göğüslerine ve kollarına yerleştirerek, bu levhaların ortasındaki büyükçe deliklerden derilerini dışarıya asılıp, bu çıkan kısımlara da şişler saplayarak gelin alayında gösteri yaparlardı. Bir veya iki derviş de, içinde ateş dolu büyük ekmek saçlarını başları üzerinde taşıyarak; bir kısmı da Rufai dervişlerinin adeti olan pirinç parçalarını ağızlarında soğutarak, düğün alayına korkunç ve esrarengiz hava verirlerdi.
YÖRESEL YEMEKLER:Kafilenin önünde, cirit oynayacak atlılar, kılıç kalkan ekipleri, bir kaçında gelin almaya gidecek yengeler ve bazı davetliler binili gelin arabaları, faytonlar, körükler ve çocukların binmeleri için üstü açık at arabaları, önde kayınbabanın süslü ve gösterişli atı daha arkada da deve katarı yola düzülerek gelin evine gelirlerdi. O civardaki sokaklar tamamen dolmuş vaziyette olurdu. Gelin evinde ağlamaklı ve telaşlı bir hava hüküm sürerdi. Bir taraftan, hazırlanmış olan gelinin ipekli çarşafı giydirilirken, diğer taraftan da gelin tarafından hazırlanmış çeyizler ve damat tarafının daha önce gönderdiği eşyalar, sandıklar develere yüklemeye başlanırdı.
Develere bu eşyaların yüklemenin de bir adabı ve usulü olurdu. Komşular, yakın akraba erkekleri, devecinin rehberliği ile, süslü püslü eşyalar yükün dışında gösterişli olarak, yastık ve çeyiz sandıkları üzerine serilir, yine halı ve kilimlerde boydan boya serilirdi. Bir taraftan da gelin tarafından birkaç kişi, kucaklarında veya torbalar içerisinde çeşitli dokumalar ve kumaşlarla içerden çıkarak, develerin, atların ve çalgıcıların boyunlarına ikişer üçer metrelik bu parçaları dolarlardı. Bu kumaşlardan, cirit ve kalkan oyunu oynayanların boyunlarına da dolandırılırdı. Bu dokumalar gelin babasının mali durumuna göre, gazbahar şitarileri altıparmak veya emsali olan birer giysilik toplardandır ki yerine göre, kimilerine tam kimilerine de yarımşar top kumaş, ya da arşın işi kumaşlardan veya kumaş gibi baş bürgüleri bahşiş olarak sarılırdı.
Bu işler tamamlandıktan ve develer yüklendikten sonra, mahallenin çocuklarına da petrol lambası, fincan takımları, irili ufaklı aynalar, bakır yemek tabakları, siniler, seten telli ağır kumaşlardan hazırlanan köşe yastıkları gibi göz alıcı çeyizler verilerek gelin kızın eşyalarının gösterilmesi sağlanırdı.
Yengeler gelin kızı çeşitli ağıtlar ve sarılmalardan sonra alarak dışarı çıkarırlar ve kapalı faytona bindirirlerdi. O günlerde dadılık görevini yapan kadın da hemen mutfağa giderek, bir bakır kap alır, içine de evin hamur mayası kabından bir parça maya kor, bir de oklava alarak çarşafının arasına saklar ve gelin arabasına binerdi. Evvelce ufak bir tepsi içinde kırmızı krep veya kordela ile süslenmiş bir mum hazırlanmıştır. Dadı hanım bu hazırlanmış mumu araba içinde yakarak oturur, mum tepsisini de elinde tutar; gelini uğurlamak için toplanan erkeklerden bir hoca dua eder, Fatiha'dan sonra kayınbaba süslü ve haşmetli atına biner, yine süslü elbiseli bir seyis de atın başındaki yulurdan tutarak, çökertilmiş olan develer kaldırılmak suretiyle gelin alayı yavaş yavaş yürüyüşe geçerdi.
Önde cirit oynayacak olan suvariler ve kalkan oyuncuları, milli kıyafetleri ile yola düzülürlerdi. Gelin alayında saz ekibi var ise, önde davul ve diğer saz ekibi sıralanırdı. Bu araba yürüyen eş, dost, komşu erkekleri, bunların arkasında at üzerinde kayınbaba, arkasında gelin arabası, ve diğer yengelerin arabaları, daha arkada yüklenmiş deve katarları, en arkada da gelin ufak tefek eşyalarını taşıyan mahalle çocukları yola çıkarlardı. Ciritciler, şehrin uygun olan meydanlarında cirit oynaya oynaya, kılıç kalkan ekipleri de gösteriler yapa yapı, davulcuların gümbürtüleri, at kişnemeleri, develerin inceli kalınlı çan sesleri arasında, şehrin münasip caddelerinde dolaşılarak damat evine doğru gidilirdi.
Yukarıda niteliğini belirttiğimiz tulumcular ise, bu mahşeri kalabalığın içerisinde, maskara kıyafetleri ile ve şurasında burasında takılı çanların seslerini çıkartacak sallantılı hareketleri ile kalabalık halk arasındadırlar. Avare ve haylaz çocukların üzerine koşarak bir heyecan ve korku yaratırlar, aynı zamanda bu hareketleri ile konvoyun düzenini de sağlamış olurlardı. Bazı anlarda haylaz çocukların üzerlerine yürüyerek tulumu sırtlarına vurur, ama gözü pek çocuklardan biri de evvelden yanına aldığı bir çuvaldızı bir fırsatını bulup hemen tuluma batırmak suretiyle tulumun havasının boşalmasına sebep olur ki, bu hal tulumcu için bir utançtır, hemen ortadan kaybolur. Gelin alayının geçeceği yollar üzerindeki evlerin damları da hep semt kadın ve kızları ile doludur. Böylelikle münasip yerlerde durularak at oyunları, kılıç kalkan gösterileri ve başka eğlenceler yapıla yapıla öğlen namazından sonra başlayan gelin götürme yürüyüşü ikindi vaktine doğru damat evinin bulunduğu sokağa girer.
Gelin götürme sırasında, kayınbabanın cepleri ufak madeni paralarla doludur. Zaman zaman bu paralardan avuçlayıp etrafta dolaşan çocukların kümelendikleri yerlere serper, işte bu sırada tulumcular da hünerlerini göstererek çocukları dağıtmaya uğraşırlar. Gelin hanımı arabası yeni evinin kapısı önünde durmuştur. Hemen birkaç komşu erkek, kapı ile araba arasındaki boşluğa iki taraflı çuval veya kilim gererek gelinin geçeceği yolu kapalı hale getirirler. Gelin bu yoldan geçip, kapının eşiğine geldiğinde, evvelden hazırlanmış olan kurbanlık koç kesilir. Gelin hanım kesilen bu kurbanın üzerinden atlayarak içeriye geçer. Bu arada dadı kadın da el çabukluğu yaparak, hemen arabadan iner, mum tepsisi ile, gelinin anası evinden gizlice aldığı bakır kap içindeki maya ve oklavayı gerdek odasına bırakır. Yanan mum tepsisini de bir kenara yerleştirir. Bu mum tükenene kadar orada yanacaktır. Bunlar uğur sayılır. Bu arada, dam veya duvar üzerinden on-onbeş yaşlarında bir erkek çocuk, ufak madeni paralar, su ve buğday dolu testiyi gelin arabadan inip, kapıya doğru yengelerin kolunda ilerlerken uygun bir boşluğa fırlatır. Kırılan testinin içinden dökülen su ile beraber yerlere dağılan paraları da çocuklar kapışırlar. Bu paralar da uğur sayılır.
Düğün eğer hocalardan veya bir tarikat ehli şeyh veya devrişir düğünü ise; medrese talebeleri, bazı istekliler işlemeli zeybek elbiseleri, cepkenleri hazırlayarak, ellerinde ve bellerinde kılınçlar, palalar ve tabancalarla ikişer sıra ile büyük bir alay ve bu alayın önünde sancaktar ve beyaz giysili sırma cepkenli iki küçük erkek çocuk maskot olmak üzere gelin götürme konvoyuna katılırlardı.
Bir tarikat şeyhi veya derviş oğlunun gelin götürme alayında önde ilahi okuyan ve saz heyetini oluşturan dervişler takım ki, bu takımda kimisi ilahi söyliyerek, Rufai ve Kadiri tarikatından olan dervişlerden bir kaç tanesi tekke sazlarından, mazhar veya bender denilen deve derisinden yapılma kalbur büyüklüğündeki tefi döverek , kimi dervişler ellerinde birer tencere kap ağzına benzeyen pirinç madeninden yapılma zilhun denilen saz aletini birbirine vurarak, kimi dervişler de 50 -60 santim uzunluğundaki bir şişin ucunda, etrafında 10 -15 santim uzunluğunda zincirler yerleştirilmiş iri bir portakal büyüklüğündeki Şeşber adı verilen topuzu çeşitli yönlerde zıplatılarak, bu üç tür sazın kendilerine özgü sesleri ile ilahicilerin söylediği ilahilerin ritmine uydurularak oluşturulan dervişlerin ulvi ahengi göklere yükselirdi.
Bu arada, yine uzun saçlı Rufai ve Kadri dervişlerinden kimisi perişan kıyafetleri ile ellerindeki topuzlu şişi, sağ yanağından sokup, sol yanağından çıkartarak; belden yukarısı çıplak dervişler de ortası delik, nal biçimi demir levhaları göğüslerine ve kollarına yerleştirerek, bu levhaların ortasındaki büyükçe deliklerden derilerini dışarıya asılıp, bu çıkan kısımlara da şişler saplayarak gelin alayında gösteri yaparlardı. Bir veya iki derviş de, içinde ateş dolu büyük ekmek saçlarını başları üzerinde taşıyarak; bir kısmı da Rufai dervişlerinin adeti olan pirinç parçalarını ağızlarında soğutarak, düğün alayına korkunç ve esrarengiz hava verirlerdi.
Karaman yemekleri, tarımla uğraşan toplumların yemeklerinin özelliklerini yansıtır. Karaman'da yiyeceğin bol olduğuna dair şu tekerlemeler söylenir.
1- Karaman okkası, Çelebi lokması. 2. Karnım aç,Karaman'a kaç.
ÇORBALAR: Arabaşı Çorbası, İşkembe Çorbası, Domates Çorbası, Yayla Çorbası, Mantar Çorbası, şehriye Çorbası, Tarhana Çorbası, Ezogelin Çorbası, Toyga Çorbası, Sulu Pilav, Sakala Sünen (Mercimekli-Erişte Çorbası), Mercimek Çorbası, Pirinç Çorbası, Tavuk Çorbası ,Bezelye Çorbası, Yoğurtlu Erişte Çorbası
YEMEKLER: Batırık, Et Kabağı Yemeği, Susuz Kebap, Eğey Dolması, Topalak, Mıkla, Pırasa Mıhlaması, Keşkek, Cibe Dolması, İlisıra dolması, Patlıcan Kebap, Bulamaç, Pırasa Dolması, Kabak Çiçeği Dolması, Yaprak Sarması, Sulaç, Etli Kuru Fasulye, Tavuklu Patates, Patlıcan Musakka, Zeytinyağlı Taze Fasulye, Yumurtalı Ispanak, Izgara Köfte, Izgara Pirzola, Etli Nohut Yemeği, Şiş Köfte, Patlıcan Kebap, Şiş Kebap, Tas Kebap (Pilavlı), Orman Kebabı, Ciğer Tava (Ciğer Kavurma), Çerkez Tavuğu, Mantı, Mülükü, Calla (Güveç) Kabak Mücver, Menemen, Zeytinyağlı Barbunya, Mercimekli Köfte, Kısır, Cılbır, Kıymalı Yumurta, Ispanaklı yumurta, Sucuklu yumurta, Omlet, Tavada Alabalık, Balık Tavası, Balık Izgara, Haşlama, Bahçıvan Kebabı, Kavurma, Çoban Kavurma, Saç Kavurma, Piliç Dolması, Salçalı Köfte, Biber Dolması, Domates Dolması, Ciğer Izgara, Böbrek Izgara, Paça Haşlama, Piliç Izgara, Kabak Kavurması (Kabak Musakka), Patlıcan Musakka, Karnabahar Musakkası, Karnabahar Tavası, Yerelması Yemeği, Kış Türlüsü, Patates Köftesi, Mantı, Sulu Köfte, Etli Bezelye, Tarhanabaşı, Patates Oturtması, Soğanlama, Kabak Dolması, Karnıyarık, Karışık dolma, Etli Bamya, Töğmeken (Semizotu) yemeği, Türlü, Kapama, Tirit, Kabak Çullama, Humus, Zeyve Kebabı, Domalan Yemeği.
PİLAVLAR: İç Pilav, Şepit Pilav, Sütlü Pilav, Erişte Pilavı, Etli Pilav, Yufkalı Pilav, Mercimekli Bulgur Pilavı, Bulgur Pilavı, Pirinç Pilavı, Sebzeli Çoban Pilavı, Mısır Pilavı.
BÖREK-PASTA-TATLILAR: Etli Ekmek, Peynirli Börek, Höşmerim, Saray Böreği, Su Böreği, Bidik, Tahin Helvası, Aşure, Zerde, Palize, Gaygana, Sütlü Köftü, Sütlü kabak, Köpük Helva, Küncülü Helva, Guymak, Elma Tatlısı, Elma-Ayva Kompostosu, Hoşaf, Kayısı tatlısı, Puf Böreği, Sigara Böreği, Kabak Tatlısı, İrmik Helvası, Keşkül, Fırında Sütlaç, Revani, Tulumba tatlısı, Şekerpare, Lokma Tatlısı, Baklava, Sade Kek, Havuçlu Kek, Kurabiye, Elmalı Poğaça, Peynirli Poğaça, Kalburabastı, Cevizli Kurabiye, Üzümlü Kek, Sade Kurabiye, Kadayıf, Sütlaç, Tatar Böreği, Sigara Böreği, Kayısı Musakka, Ermenek Helvası, Bandırma, Paraköfte,Uyutma.
PİYAZ-SALATA-TURŞU-SOĞUK MEZELER: Salata Turşusu, Fasulye Piyazı, Patates Salatası, Patlıcan Salatası, Yoğurtlu Havuç Salatası, Cacık, Garnitür Salatası, Yoğurtlu Patlıcan Salatası, Ezme Salata, Domates Salatası.
YÖRESEL GİYİM:
Karaman İli ve çevresinde giyim kuşam normalde Orta Anadolu giyim kuşam özellikleri gösterir. 10-15 seneye kadar yaşlılarda ve gençlerde giyim kuşamda büyük fark yokken bu gün bu fark daha belirgin durumdadır. Yaşlı kadın ve erkekler daha çok örf ve adetlerine bağlı, atalarından gördükleri kılık kıyafetleri muhafaza etmektedirler. Gençler ise Avrupai bir yaşantı içerisindedir. Bilhassa ilimiz dâhilinde Avrupa'da çalışan İşçilerimizin çokluğu bu durumu etkilemektedir.
İl dâhilindeki köyler arasında giyim ve kuşamda ufak tefek farklar olmasına rağmen genelde büyük özellikleri birbirine uymaktadır. Yaşlı kadınlar başlarına fes giyer, başlarını örter, bellerine ipekten dokunmuş kırmızı renkli kuşak kuşanır, Şayak denen kumaştan bolca dikilmiş şalvar giyerler. Orta yaştaki kadınlar kirlik tutar, entari giyerler. İhtiyar kadınlar penez denen gümüş para dizilmiş olan fes takar ve zıbın giyerler. Bütün bunların yanında, ilimiz ve çevresinde kadınların büyük çoğunluğunun giydikleri giysiler şalvardır. Şalvarın üstüne poşu denen büyükçe bir örtü örterler. Normalde günlük yaşantılarında başlarına yaşmak denen, kenarı işlemeli başörtü veya beyaz çember örterler. Takı olarak kadınlar altın bilezik, kolye, küpe ve sarı lira takarlar.
Erkeklerde ise; ihtiyarlar ve gençler arasında fark vardır. Yaşlılar bellerine kuşak bağlar, şalvar denen bol pantolon giyerler, başlarına genelde takke giyerler. Yaşlıların giydiği pantolonlar, elde dokuma yünden yapılmış şalvar veya şayak denen giysilerdir. Kışın giydikleri arasında yünden dokunmuş yün çoraplar vardır. Gençler ise normal giysilerden ceket pantolon ile bazı yörelerde eskiden potin - çarık denen bir tür ayakkabı giyerken şimdi artık normal ayakkabı giyilmektedir.
Kadınlar bazı bölgelerde üç etek denen bir tür giysi giyerler. Bazı yörelerde manto - pardesü yerine peşli zıbın giyer, şal örtü örterler ve uzun göynek giyerler. İl genelinde 40 yaşın üzerindeki erkekler kaput bezinden dikilmiş uzun göynek ve uzun don giymekteyken yeni yetişen gen gerek ilimiz dâhilinde Avrupalı işçilerin çok olması ve gerekse halkımızın modern yaşantıya uyma çabaları bilhassa şehir merkezinde günün modasına uygun giyinmeye doğru gitmektedir.
Kadınlarımız özel günlerinde, düğünlerde, bayramlarda, hacı karşılama merasimlerinde "çakma" denen üzeri sırma işlemeli giysiler giyerler. Sudurağı kasabasında kadınlar eşarpların üzerine beyaz bir çember bağlarlar ki bu da evliliklerinin işareti, belirtisidir. Boyalı köyünde kadınlar bellerine kuşak bağlarlar, eskiden ayaklarına ayakkabı olarak giydikleri çarık şimdi ortadan kalkmıştır. Sarıveliler ilçemizde yaşlı kadınlar üç etek, fes ve entari giyerler ve çenelik takarlar. Bazı yörelerde çarşaf denilen kuşak kuşanılır. Ermenek Üzümlü köyünde kadınlar başlarını ve yüzlerini örtmek için "Mahrama" denen bir örtü örterler.
İlimiz dâhilindeki en farklı giyim kuşam merkeze bağlı Taşkale kasabası kadınlarının giyim ve kuşam şeklidir. Kendilerine mahsus özel bir şalvar giyerler ki; siyah kumaştan yapılmaktadır. Başlarına fes takarlar. Fesin çevresi madeni paralarla süslenmiştir. Fesin üstüne ayrı bir örtü örterler, bu tür giysi nerede görülürse hemen Taşkale kasabasının giyim şekli olduğu belli olur. Ancak bu kıyafet bu gün sadece yaşlılara mahsustur. Yeni yetişen gençlik bu giysilerini yavaş yavaş terk etmektedir.
HALK OYUNLARI VE FOLKLOR:
Ülke gerçeklerini öğrenmede halk biliminin önemi büyüktür. Karaman folklorunu incelerken Anadolu folklorunu hazırlayan etkenleri bilmekte yarar vardır. Orta Asya'dan gelen göçebe Türk kültürü, İranlı öğelerle zenginleşmiş ve bazı dinlerin etkisinde kalmıştır. Osmanlı imparatorluğunun parlak dönemlerinde çevre ülkelerinin fetihleri nedeniyle kültür alışverişi zorunlu olarak ortaya çıkmıştır. Etnolojik açıdan Konya, Karaman, Ermenek, Bozkır, Hadim bir bağ sıralarlar. Temeli Karaman olan eski gelenekler buralarda çok az faklılıklarla kendini göstermektedir. Güneyde Mut, Silifke, Kuzey'de Çumra, Akşehir'de bu bağ görülmez. Burada uzaklık ve yakınlığın önemi yoktur. Ticari ve tarihi akış içindeki nedenler önem taşır.
Selçuklular döneminde Türkmenler sarp Toros dağlarına yerleşmişlerdi. Daha sonraki tarihlerde (1228)'de Selçuklu sultanı Alaaddin bey Türkmen boylarını İçil yani İçel bölgesine yerleştirmiştir. Bu boylar şimdi Anamur, Gülnar, Mut, Erdemli, Ermenek, Silifke ilçeleri arasında geleneklerini sürdürmektedir. Bu yöreler Selçukluların yıkılışından sonra Türkmen boylarının kaynaştığı yerler olmuş, Silifke yöresinde boy ve oymak adları ile köyler kurup yerleşmişlerdir. Bu boyların kökeninde Karaman'lı Türkmenlerin Orta Asya kaynaklı gelenekleri yaşar. "Salur ve Beydilli" köyleri buna örnek verilebilir. Buradan anlaşılıyor ki Karaman kaynaklı Silifke, Mut oyunları değişikliklere uğrayarak kendini kabul ettirmiştir. Karaman folkloru ve oyunları ise çeşitli nedenlerle köy düğünlerinden öteye gidememiştir. Karaman folkloru, bölgenin ova oluşu nedeni ile genel olarak tarımsal çıkışlı öğeleri taşır. Halkın oynadığı oyunlara ve alışkanlıklara dayalı olarak düşünülmüştür. Köy düğünlerinde, sıralarda, kış geceleri odalarda oynanan oyunlar, Türklerin eski geleneklerinden günümüze izler aktarmaktadır.
12. yüzyılda Maveraünnehir bölgesinden Anadolu'ya gelip yerleşen Salur boyuna mensup Karamanlı Türkmenler Anadolu'da milli kültürün kurulmasında ve yaşatılmasında en büyük faktör olmuşlardır. Karamanoğlu Mehmet Bey dönem en parlak dönemini yaşayan Kararnanoğullan bir manada Anadolu'da ilk kurtuluş savaşını vermiştir. Karamanoğlu Mehmet Bey Acem ve Arap kültürünün karşısına çıkarak ünlü fermanını söylemiş Türk dilini ve kültürünü koruma savaşını başlatmıştır Karamanoğlu Mehmet Bey, Yunus Emre, Bekir Sıtkı Erdoğan ve daha pek çok şair, ozan ve düşünürün yaşadığı Karaman kültürünü yaşatmak, folklorunu ortaya çıkarmak ve Karaman dışında duyurma çalışmaları sürdürülmektedir.
KARAMAN'IN FOLKLORİK OYUNLARI
Karaman folklor ekibi kurulurken önce müze arşivinden Karaman giysileri araştırılmış, Karaman folklorik giysileri, çıkrık, tufan, tarım aletleri, seyirlik oyun araçlarına kadar zengin folklorik koleksiyonlar olduğu görülmüştür. Karaman'da çeşitli birimlerin kurmuş olduğu folklor ekiplerinin giysileri müzeden örnek alınmış, bu kıyafetlerde ayakkabısından takılarına kadar eskiye bağlı kalınmıştır.
Karaman köy düğünlerinde, kına gecelerinde söylenen türküleri, davul, zurna, tef eşliğinde oynanan, kaşıklı oyunlar, incelenerek Karaman folklorunun özellikleri ortaya çıkarılmıştır. Bu oyunlar aşağıdaki türküler eşliğinde oynanmaktadır.
İmaret'in Taşları: Geniş bir bahçe ortasında Türk sanatının şaheseri olan İmaret külliyesinin tabii ve sanat dekorlarından ilham ozanın söylediği Karaman'a has türküden esinlenerek düzenlenmiştir.
Goşeveş Oyunu: Çerkezlerin oynadığı bir oyundur. Mızıka eşliğinde erkekli kadınlı oyuncular el çırparak oynarlar. Oyuncular özel giysiler üzerine erkekler gümüş kama, kadınlarda gümüş süslemeli kuşak takarlar. Karşılıklı olarak ta el çırparak ve dönerek oynanır.
ERKEK KIYAFETİ:
Çarık, pantolan üzerine renkli yün örme çorap, (Püsküllü) şalvar (pantolan-tepme tezgahlarda yünden yapılmıştır), gömlek, cepken (yelek) ve püsküllü bereden ibarettir. Bu kıyafet çeşitli aksesuarlarla süslenmektedir.
KIZ KIYAFETİ:
Patik, yün çorap, şalvar, üç etek, kuşak, yelek gömlek, fes ve eşarp'tan (tülbent-yazma) oluşur. Kız kıyafetleri de çeşitli aksesuarlarla süslenmektedir.Kız ve erkek kıyafetlerinin en önemli tamamlayıcısı oyunların özelliği gereği kaşıktır.Halk oyunlarımızda hakim olan çalgı aletleri Davul ve Klarnettir. Bununla birlikte bazı yörelerimizde, saz, darbuka, cümbüş, davul ve klarnetin birlikte çalındığı da görülmektedir.
Nişan, düğün ve sünnet düğünleri ile özel günler ve anma törenlerinde Halk Oyunları ve folklor gösterileri yapılmaktadır.
NELERİ İLE ÜNLÜ:
Hatuniye Medresesi, Yerköprü Şelalesi, Karaman Koyunu, Türkiyenin Bisküvi Üretim Merkezi, Karaman ElmasıİL İSMİ NEREDEN GELİYOR?
İlk ismi Laranda'dır. Selçuklu ve Osmanlılarda ki ismi Larende idi. Karamanoğullarının başkenti olduğundan buraya daha sonra Karaman adı verildi.