karadenizin incisi SİNOP

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Misafir
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
M

Misafir

Forum Okuru
karadenizin incisi SİNOP
sinopoyunhavaları sinop yöresi oyun havaları sinop yöresine ait maniler manileri
Sinop ilinin yerlesme tarihi ilk Tunç Çagiyla baslamistir. MÖ. 7. yüzyilda bir Helen Kolonisi olarak kurulan Sinop, Antik Çag'da Karadeniz'in en önemli kentiydi. Helenistik dönemde Anadolu'nun yerli kültürleriyle, Helen ve Pers kültürlerini birlestirmek isteyen Pontus Devletinin baskentlerinden biri de Sinop'tu. Bizans döneminde yöre Ortodoks Hiristiyanliginin etkisiyle dilde ve kültürde Helenlesmistir.
Sinop, MÖ. 70 yilinda Romalilarin, MS. 395 yilinda Bizanslilarin, 3 Ekim 1214 tarihinde Selçuklularin, 1461 yilinda Osmanlilarin hakimiyetine girmistir.
Sinop 1972 yilinda kalkinmada ikinci derece öncelikli iller kapsamina alinmistir. Ilk büyük ölçekli sanayi kurulusu, Ayancik Kereste Fabrikasidir. Diger önemli sanayi kuruluslari Sise Cam Fabrikasi, Un Sanayi, Söksa, Iç Çamasiri Örme Ve Konfeksiyon AS. ile toprak sanayinde tugla ve kiremit fabrikalaridir. Ayancik keteni, Boyabat çember dokumaciligi, ahsap kotra maketi yapimi ve tahta el islemeciligi Sinop'taki en köklü el sanatlaridir.
Ilk kütüphane 1924 yilinda Dr. Riza Nur'un öncülügünde kurulmustur.
TARIH ÖNCESI SINOP : Sinop ilk çagda "Paflagonya" adi verilen bölge içindedir. Anadolu'nun kuzey sahilleri ile Kirim yarimadasi arasinda deniz ticaretinde önemli bir rol oynamistir. Önemli bir dogal liman konumundadir. 1953 yilinda Kocagöz höyükte (kazilinca çogu kez altinda eski yapi kalintilari ve eski eserler çikan, yayvanca - alani genis ve derinligi az bir sekilde toprak tepe.) yapilan kazi ile 1987 ve 1988 yillarinda Müze Müdürlügünce yapilan yüzey arastirmacilari sonucunda tarih öncesi devreler biraz olsun aydinliga kavusmustur. Karagöz höyükte yapilan kazilarda, Ilk Tunç Çagi 1. dönemine ait (MÖ.? 3000-2700) buluntular ortaya çikarilmistir. Bulunan malzeme Sinop, Balkanlar ve Iç Anadolu arasindaki iliskiyi göstermektedir. Yapilan yüzey arastirmasi sonucunda çevrede çok sayida tarih öncesi yerlesim yerlerine rastlanmistir. Bu yerlesim yerleri sahil boyunca, nehir agizlarinda ve nehir vadileri boyunca iç kesimlere dogru yayilmaktadir. Ele geçen malzeme genel olarak ilk Tunç Çagi 1 ve Ilk Tunç Çagi 2'ye tarihlenmektedir. Ancak Kabali çayi vadisinde Erken kalkolitik (MÖ. 4500) yillarina tarihlenen iki yerlesim yeri saptanmistir. Bugün Sinop çevresinde en eski yerlesim alani Kabali çayi vadisi olarak belirlenmistir. Sahil kesiminde Ilk Tunç Çagi 2'nin basinda korkunç bir yanginla höyükler terkedilmistir. Bundan sonra höyüklerde bir yerlesmeye rastlanmamaktadir.
HITIT DEVRINDE SINOP : 1952-1954 yillari arasinda yapilan kazilarda Sinop'ta Hitit dönemini belgeleyecek hiçbir esere rastlanmamistir. Hitit metinlerinde Karadeniz'de Gaska kavimlerinin varligindan söz edilmekte ise de, ancak simdiye kadar Sinop yöresinde hiçbir buluntu ele geçmemistir. Yapilan yüzey arastirmasinda sahil bandinda bir tek Gerze ilçesi Köskhöyük'te Er Hitit (MÖ. 1800) malzemesine rastlanmistir. Ancak Hitit Imparatorlugu dönemine ait hiçbir malzeme bulunmamistir. Bundan sonra 756 yilina ait malzemeler bulunabilmektedir. (MÖ. 2700-1800), (MÖ. 1800-756) yillari arasinda Sinop sahil seridiyle ilgili bir bilgi yoktur.
MÖ. 1000 BASLARINDA SINOP : MÖ. 756 yilinda Milet'ten ayrilan ve kendilerine yeni bir sehir kurmak isteyen göçmenler buraya gelerek bugünkü Sinop'un ilk temelini atmislar ve bu sehre Sinope adini vermislerdir. "Efsaneye göre tanriça Sinope irmak tanrisinin kizidir. Zeus Sinope'ye asik olur. Her diledigini yerine getirecegine söz verir. Sinope kizligina dokunmamasini ister. Tanri yemine bagli kalarak onu kiz birakir. Bugünkü Sinop'un oldugu yere gelir." Daha sonra MÖ. 630 yilinda ikinci bir koloni (sömürge, göçmen toplulugu ya da bu toplulugun yerlestigi yer) grubu Sinop'a yerlesmistir. Sehrin surlarinin büyük bir olasilikla kolonize (koloniler halinde yasanan) devirlerde yapildigi tahmin edilmektedir. 7. yy baslarinda Sinop, Anadolu'ya kuzeyden gelen Kimmerlerin, 6. yy ortalarinda Iran'dan gelen Perslerin istilasina ugramistir.
HELENISTIK DEVIRDE SINOP : MÖ. 4. yüzyilin birinci yarisinda Paflagonya'lilar bagimsizliklarini ilan etmislerdir. MÖ. 332 yilinda Büyük Iskender'in Anadolu'ya girisini firsat bilen 1. Ariarathes Kapadokya'da bagimsizligini ilan ederek, Sinop'u da hakimiyetine almis. MÖ. 302 yilinda Mitridat Ktistes Paflagonya'da daginik halde bulunan prenslikleri bir araya getirerek kuvvetli bir devlet (bagimsiz bir ülke ile onun yönetiminden olusan varlik) kurmustur. Daha sonra ll. Mitridat ve onun oglu Farnak Sinop'a hakim olmus. MÖ. 169 yilinda devletin basina Mitridat Flapeton geçmistir. Mitridat Flapaton Sinop'u bayindir (gelisip güzellesmesi için üzerinde çalisilmis, alt yapiya sahip) hale sokmus, baskentini Amasya'dan Sinop'a getirmistir. Sinop'un parlak dönemi Mitridat Fatpator zamaninda olmustur. Bütün Karadeniz'i hakimiyeti altina alan Mitirdat Romalilari'da Anadolu'dan atarak büyük bir imparatorluk kurmus, ancak Baskenti Sinop'tan Bergama'ya tasimistir. Helenistik dönem Sinop'un en parlak zamani olup, bu dönemde kültüre büyük önem verilmistir.
ROMALILAR DEVRINDE SINOP : MÖ. 70 yilinda Roma Imparatorlugu isgal ettigi bu topraklari yeniden tanzim etmis. Pontus Kralligini Kizilirmak'tan itibaren ikiye bölerek, dogu parçasinin idaresini yerli sülalelere vermis, bati parçasini ise dogrudan dogruya devletin eyaleti haline getirmistir. Sinop'un Roma idaresine geçmesi tarihte önemli bir dönüm noktasidir. Bilhassa (her seyden önce, basta) Cesar zamaninda sehre maddi yardimlardan baska, yeni Roma kolonileri gönderilmis ve genisleyip büyümesi saglanmistir.
BIZANS DEVRINDE SINOP : Roma Imparatorlugu'nun ikiye bölünmesiyle Dogu Roma topraklarinda kalan Sinop yavas yavas küçülmeye baslamistir. Hiristiyanligin gelistigi bu dönemde sehirde ticaret ve kültür, dini birtakim olaylar yüzünden gerilemistir. Sinop'ta bu dönemde yapilan en önemli Bizans yapiti Balatlar Kilisesidir.
SINOP'UN FETHI VE SELÇUKLU DÖNEMI : 1204 yilinda 4. Haçli Seferinde Istanbul zapt edilip (zorla alinip), Bizans Imparatorlugu dagilinca Sinop Trabzon Devleti'nin elinde kalmistir. Iç Anadolu'ya yerlesen Selçuklulara vergi veren Trabzon Devleti, Selçuklularin bir iç ayaklanmasindan yararlanarak vergiyi kesmis ve Sinop halkina da baski ve tecavüzlerde bulunmaya baslamistir. Sinop halkinin Konya'ya sikayeti üzerine Sultan Izzettin Keykavus dirlik sahibi bütün Vilayet Beylerine emir göndererek savasa katilmalarini bildirmistir. Büyük bir kuvvetle yola çikan ordunun gerek hazirligindan, gerek gidis yolundan haberdar olmayan düsman Sinop yakinlarinda 500 atli ile avlanmakta olan Tekfur'u baskin yaparak yakalamis, yakalanan Tekfur 3 gün sonra kale önüne getirilerek Sinop'un teslim olmasi istenmistir. Önceleri teslim olmak istemeyen halk Tekfur'un öldürülmemesi, kimsenin canina kiyilmamasi ve herkesin istedigi yere gidebilmesi sartiyla 3 Ekim 1214 tarihinde kalenin anahtarlarini Selçuklulara teslim etmistir.
TÜRK IDARESINDE SINOP : Selçuklu idaresine geçtikten sonra bastan basa yeniden imar edilen Sinop'ta, önce Pervaneogullari daha sonra Candarogullari Türk egemenligini sürdürmüstür. 15. yüzyilda gelismeye ve büyümeye baslayan Osmanli Imparatorluguna Anadolu beylikleri katilmaya baslayinca Candaroglu Ismail Bey'de Osmanlilara bagliligini ilan etmis ve böylece Sinop Osmanli Imparatorlugu'nun idaresi altina girmistir. Bir liman sehri olarak kullanilan Sinop'ta tersanede gemi yapimi bu dönemde de devam etmistir. 1853 Osmanli-Rus savaslarinda sehir top atislarina tutularak yakilmis ve bu tarihten sonra, sehir iyice küçülerek kale içine çekilmistir. Bandirma vapuru ile Samsun'a gitmek üzere yola çikan Mustafa Kemal Atatürk 18 Mayis 1919 günü Anadolu'ya karadan geçmek için Sinop Limanina ugramis, ancak o tarihte Sinop-Samsun arasinda karayolu olmamasi sebebiyle yolculuguna gemiyle devam etmistir. Sinop idari teskilat olarak merkezi Samsun olan, Canik Livasina baglanmis, Tanzimat'in ilanindan sonra Kastamonu'ya sancak olmus, 1924 yilinda Kastamonu'dan ayrilarak il haline getirilmistir.

Sinop'lu unluler

Sinoplu Diogenes (MÖ. 413-324)
Büyük İskender'e söylediği "Gölge etme, başka ihsan istemem" sözü hala dillerde dolaşmaktadır. Daha ayrıntılı bilgi için Diogenes için hazırlanmış bölümü ziyaret edebilirsiniz.
Gazi Çelebi ( ? - Hicri (H) 1322)
İbrahim Bey
Şeyh Mahmud Kefevi (926-989)
Mahmud Bin Pir Ali (- 990)
Sarı Saltuk (1210-1290)
Yesari Baba (1804-1880)
Kötürüm (Celalüddin Beyazıt) (?-1385)
Sinoplu Mümin (Hekim)
İbrahim Bin İsfendiyar Bey ll (?-1443)
İst-fendiyar Bin Beyazıt Bey (?-1440)
Kızıl Ahmet (Cemaleddin) Bey (15. yüzyıl)
Seyid Ali Reis (Katibi-Galatalı) (?-1562)
Elmas Mehmet Paşa (1661-1697)
Ömer Şifai Dede (?-1159)
Mehmet (Mütercim) Rüştü Paşa (1811-1882)
Tayyareci Nuri Bey
Salih Zeki (1864-1921)
Mehmet Şerif Bey (1845-1920)
Hasan Fehmi (1867-1933)
Yusuf Kemal Tenkırşenk (1878-1969)
Şevker (Peker) Bey (1884-1934)
Dr. Rıza Nur (1878-1942)
Cevdet Kerim İncedayı
Ferit Dikmen (1900-1973)
Ahmet Muhip Tümerkan (1908-1977)
Arifi
Beyani
Durri
Katibi
Melihi
Safayi
Seyfi
Şakiri
Şukri
Türabi
Ahmet Muhip Dranas (1909-1980)
Necmettin Erbakan
Kameroglu Kerim

Sinop'a ozgu degerler

HALK OYUNLARI
Sinop, folklor (halkiyat) yönünden oldukça zengindir. Bugüne kadar bu konuda bilimsel bir çalışma yapılmaması çok büyük bir eksikliktir.
Türkiye'nin en kıvrak oyunlarının Karadeniz'de bulunmasının yanı sıra, Sinop'ta ağır bir tempo hakimdir. Konular, genellikle güzellik unsurları ve gönül oyunudur. Halk oyunları karşılama türündendir.
Bunun dışında Kafkasya'dan gelerek buraya yerleşen halkın kendi yöre ve oyunları ve Batum göçmenlerinin Artvin Horonlarını andıran oyun havaları da yaygındır.
Sahile yakın kısımlardaki oyunlar, ritim ve figürleri yönüyle Kafkas oyunlarına benzer. İç kısımları ise İç Anadolu ve Kastamonu yöresi oyunlarının özelliğini taşır. Bu oyunlara davul, zurna, def, saz, mızıka, tulum gibi çalgılar eşlik eder. Ezgili oyunlar çoğunluktadır.
Yörenin giysileri, hem Karadeniz, hem de Kastamonu yöresinden farklıdır. Genellikle el tezgahlarında dokunan keten kumaşlardan ve el işlemelerinden meydana gelmiştir.
En çok oynanan oyunlar şunlardır: Çiftetelli, Horon, Karşılama, Geldi geldi, Kadın oyunu, Halay Ayancık Eymeleri, Karasuda Pazar Var.

EL SANATLARI
Sinop'un en yaygın el sanatlarından biri kotracılıktır. (kotra : çoğu bir direkli, randalı-, ince biçimli spor yelkenlisi) Çok uzun bir geçmişe dayanan kotracılık, bugün genellikle yelkenli üzerine yapılmaktadır. Geleneksel gemiciliğe alt oymacılığın yalnızca Sinop'ta yapıldığı bilinmektedir. Yelkenlinin yanı sıra birçok balıkçı tekneleri, gırgırlar, yatlar sipariş verildiği takdirde her türlü ağaç işleri, tavlalar, abajurlar vs. yapılmaktadır.
Kotracılığın yanında az da olsa av malzemeleri yapımı ve köylerimizde halı dokumacılığı vardır.

YÖRE MUTFAĞI
Sinop'ta her çeşit sebze yetiştiğinden ve her türlü balıkçılık yapıldığından, yemeklerin çoğunu sebzeler ve balık çeşitleri oluşturmaktadır.
Ancak geleneksel olarak yapılan ve sevilen yemekler de vardır. Çoğu hamur işidir. Bazıları şunlardır :
NOKUL : Bir börek çeşididir. Kıymalı, üzümlü, yoğurtlu, cevizli olarak yapılır.
PİLAKİ : Hıdrellez yemeğidir.
KEŞKEK YEMEĞİ
KATLAMA
SAÇ BÖREĞİ
KULAK HAMURU
HAMSİ DOLMASI

SİNOP'TA DÜĞÜN
Çeşitli geleneklerle günümüze kadar gelen düğün adeti Sinop'ta oğlan evinin kız evine birkaç yakını ile birlikte akşam veya yatsı namazından sonra gitmesiyle başlar.
Oğlanevi Allah'ın emri peygamberin kavli ile kızı babasından ister. Daha önceden kızı isteme konusunda aileler arasında görüşmeler yapıldığından kız tarafının rızası ile bu toplantıda kız isteme olayı kesinleşir. İyi temennilerle söz kesilir, şerbet içilir.
Söz kesmeden kısa bir süre sonra nişan töreni yapılır. Nişanında birtakım adetleri vardır. Nişanlanacak çifte yüzük takılır. Ailelerin akrabaları, yakınları, eş ve dostları bir araya gelerek eğlence düzenlenir.
Düğün tarihi belli olunca düğünden bir hafta önce oğlan evi kız evine aldığı veya yaptığı hediyeleri gönderir. Bu hediyelerle kız evinin yaptığı eşyalar, yakın dost, komşu ve akrabalara gösterilir. Gösterilen bu eşyaya "Çeyiz", bu olaya da "Çeyiz Serme" denir.
Çeyiz eşyaları düğün günü oğlan evi kız almaya gelince at, araba veya düğün sahiplerinin yakınlarıyla oğlan evine taşınır. Düğüne çağrılacaklara haber iletilir. Genelde düğünden bir gün önce kına gecesi yapılmaktadır. Kız evindeki kına gecesi, oğlan evinde düğünün başlangıcı sayılır. Kına gecesine kadınlar davet edilir. Kına, oğlan evinden şarkı ve türkülerle gelir. Kız evinde oynanır, kına türküleri söylenir. Kıza eş, dost ve akrabaların getirdikleri hediyeler verilir. Eline kına yakılır.
Oğlan evindeki düğün daha kalabalıktır. Hem erkek, hem de kadınlar davetlidir. Düğünü genellikle hatırı sayılır sözü geçen biri idare eder, misafirleri oyuna kaldırır, düğünün eğlenceli bir şekilde geçmesini sağlar.
Gelin almaya perşembe günü gidilir. Gelin süslü bir ata veya arabaya bindirilir. Gelinin başına oğlan tarafı şeker, bozuk para serper, bunlar uğur olarak kabul edildiğinden herkes tarafından kapışılır. Düğün alayı davul zurna ile oğlan evine doğru yola çıkar. Yolda bahşiş almak isteyenler düğün alayının yolunu keser.
Aynı gün akşamı akşam yemeğinde toplanan yaşlı erkeklerle kız babasının gönderdiği vekille birlikte imam nikahı kıyılır. Yatsı namazına yakın en yaşla konuk ve hoca damatla sağdıcı çağırıp, damada gerekli öğütler verir. Arkadaşları damadı odanın kapısına kadar getirir, sırtına yumruklayarak içeri iterler. O gece evde yenge kadından başka kimse kalmaz. Gerdek odasında damat iki rekat namaz kılar. Gelin büyük bir hediye olmadan duvağı açtırmaz. Ertesi gün (cuma) konu komşu hısım akraba gelin görmeye gelirler. Buna "ANA HAKKI", "GELİN CUMASI", "Gelin kızın gelin halini görmeye gelme" tabirleri de denilir. Bu toplantı çalgılı, türkülü, oyunlu bir eğlence ile yapılır. Bütün düğün müddetince davetlilere yemek verilir.
Gelin çeyizleri bir hafta sergilenir. Sonra indirilerek sandıklara konur. Gelinle damat evlilere karışır giderler.
Düğün töreni ailelerin durumuna göre evlerde, salonlarda kadın-erkek bir arada yapıldığı gibi bazı hallerde nişan-nikah bir arada da yapılabilir.
GERZE İLÇESİNDEN DÜĞÜN SIRASINDA SÖYLENEN MANİLER
*************************
Hamamın üç türlü kurnası
Üçünde mumlar yanası
Üç kızın biri benim olası
A benim esmer güzelim
Yarimle kol kola gezelim ...
*************************
Gelin ağlar coşkun coşkun
Var mı bunun gibi şaşkın
Benim Allah'ınan aşkım
Ararım bulamam seni ...
*************************
...
A kıymetli anam
A biricik anam
Suyun bitmesin anam
Kabında tuzun bitmesin anam
Yiyenin ben idim, içenin ben idim
Artık bitmesin anam
*************************
Altın tas içinde kınam ezilir
Ellerin yanında başım bozulur
Anam babam evin şen olsun
Ana ben gidiyorum haberin olsun
*************************
Babamın bacası eğrice tüter
El kadar ekmeği olsa o bana yeter
Anam babam evin şen olsun
Ana ben gidiyorum haberin olsun
*************************
Açım demedim açığım demedim
Her işlerin başına gittim anam
Babam beni bu köylere sığdıramadı
Aldı başlık parasını bana acımadı.
*************************
Oduna gitsem odun yolunda kalırım
Suya gitsem su yolunda kalırım
Beni sokakta bıraktın yavrum
Elimi kolumu bağladın yavrum
*************************
Suya gittin gelecek diye mi bakayım
Tarlaya gittin dönecek diye mi bakayım
Yemedim yedirdim giymedim giydirdim
Sizi ben eller için mi büyüttüm yavrum
*************************
Buğdayları ektin yavrum
Kabakları diktin yavrum
Mısırları kazdın yavrum
İçinden birini yemedin yavrum ...

DIOGENES

HAYATI

Sinop'ta dünyaya gelmiştir. Babası Sinop'tan sürüldüğü için babasıyla birlikte Atina'ya yerleşmek zorunda kalmıştır. Tarihte Sinoplu Diogenes (Diyojen diye okunur) diye ün yapan bu Kinik filozofun MÖ. 411 ya da 412 yılında doğduğu söylenmektedir. Kalpazan olarak sürülen babasının asıl mesleği kuyumculuktur. Ancak parayı çok sevdiğinden kalpazanlıkla uğraşmaktaymış.

Diogen, Atina'da umduğunu bulamamış, babası ile çok sıkıntı çekmiş, sefalet içinde yaşamıştır. Hantishene'i tanımadan önceki hayatı sefalettir, açlık, rezillik ve korkunç sıkıntılarla ilgili günlerin anıları içindedir; dostsuz, arkadaşsız ve himayesiz kalan bu kişi farelere imrenecek kadar yokluklar içinde kalmış, bir gün yiyecek bulmak için koşturan bir fareyi görünce: " hele bak bu hayvan Atinalıların mutfağına girmeyi biliyor da ben onların sofralarına oturamamak talihsizliğindeyim" diye bağırmıştır. Ve o andan itibaren hayvanların yaşamını doğaya daha uygun bularak onların yaşamına özenmiş. Bu arada Antishene'in doğaya uygun yaşama çağrısını işitmiş ve ona kolmuştur.

Diogen bir sürgündü, kötü bir suçla suçlanmış bir adamın oğlu idi, her yerde ve herkes tarafından itilmiş, terzil edilmiş, hakaret ve istihkarla karşılaşmış; sefaletin her çeşidini tatmıştır. Onda güçlü bir irade, kararlılık ve cesaret vardı. Üstelik çok iyi konuşuyordu, üstün ve pırıl pırıl bir zekaya sahipti. Bütün bunlar Antishene'in bu öğrencisine kendi felsefe ve öğretisini telkin, onu eğitmek için yeterlidir.

Özel hayatında fakirlikten başka bir şey yoktu. Çok zaman kirli ve pis elbisesi ile ayrıca köpek derisine benzeyen mantosu ile dolaşır, geceleri heykel diplerinde ve sokak köşelerinde yatardı. Bir keşkülü, bir fıçısı ve bir sopası vardı. Fıçının içinde yaşaması herkesi şaşırtıyor, kendisine sual soranlara da köpek olduğunu söylüyordu. Fıçısından başka bir de çanağı vardı, başka eşya kullanmıyordu. Fakat bir gün bir çeşme başında avucu ile su içen bir çocuğu görünce, elindeki maşraba çanağı kırıp attı ve bu çocuk bana fazladan eşyam olduğunu öğretti diye söylene söylene uzaklaştı.

Diogen aşırı gururlu bir insandı ve herkesi küçümserdi. (!) Sıradan insanlardan nefret eder ve hepsini o derece küçük görürdü ki, bir öğle vakti elinde fener "bir adam arıyorum" diye bağırarak Atina sokaklarında dolaşmış, böylece Atina'da adam görmediğini anlatmak istemiş. Her şeye rağmen Atina'da sayılan bir insandı, krallar bile onun ilmine, zekasına ve kişiliğine hürmet ederlerdi. Corinth'e gelen Büyük İskender, Diogen'i ziyaret etti ve bir dileği olup olmadığını sordu. O ise bu soruya "evet var, gölge etme başka ihsan istemem" yanıtını verdi.

Kış günleri çıplak ayaklarla karlar üzerinde dolaşır, donmuş heykelleri kucaklar, vücuduna zulüm ederdi. Eflatun (Plato), ona Çılgın Sokrat (Socrates) derdi. Servet ve varlık düşmanı idi ve bunların erdeme (ahlakın övdüğü iyilikçilik, acıma, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk gibi niteliklerin adı, fazilet - virtue) ters düştüğünü iddia ederdi. Zamanın felsefe (madde ve yaşamayı ve bunların dünya, toplum, ruh gibi türlü belirtilerini neden, ilke, amaç bakımından inceleyen zihin çalışması ve bu çalışmanın verimi. 2. Görüş, düşünce sistemi - philosophy) okullarına da dokunmaktan çekinmeyen çekinmeyen bir tabiata sahipti. Günün hatiplerine "zamanın uşakları" tabirini uygun görür, Eflatun'un öğretimine "zaman kaybettirme" derdi.

Çok güzel konuşan, üstün zekası ile herkesi etkileyebilen bu ünlü Kinik filozof bütün gariplik ve anormal hal ve tavırlarına rağmen saygı görmüş ve ölümünden sonra Korintoslular adına bir sütun, Sinoplular da bir heykelini dikmişler, onun adını ve anısını yaşatmışlardır.

Diogene, MÖ. 324 yılında Korintkos'ta ölmüş.

DIOGENE'IN FELSEFESI :

İnsan için iki disiplin kabul ediyordu:

Ruh disiplini,

Beden disiplini.

Ona göre beden disiplini jimnastikle elde edilebilirdi. Ruh ise ancak erdem ile gelişebilirdi. Erdemin ne olduğunu araştırmış onun doğaya uygun yaşamak olduğunu bulmuştu. Yani bir insanın erdemli olabilmesi için doğaya uygun yaşaması gerekmekte idi. Bu ise olabildiğince arzu ve ihtiyaçları azaltmak, hatta kaldırmaktan ibarettir. Bu nedenle refah, nezaket, güzel sanatlar ve bilim cezalanmaları gereken fazlalıklardır; zenginlik, asalet, onur iğrenilecek şeylerdir. Din ve kanunlar politikanın icatlarıdır. Evlenme, mülkiyet kaldırılması gereken fazlalıklardır. Zira doğa hükümetinde her şey ortaklaşadır. Servet, kadınlar, çocuklar, hepside öyleliktir.

DIOGENE'DEN SÖZLER :

Gök aleminden söz eden bir adama:
- Gökten ne zaman geldin?
diye sorarak ancak görülebilen ve mevcut şeylerden söz edilebileceğini, bunun dışında hiçbir hakikatten bahsedilemeyeceğini kanıtlamak ister.

Kendisinin vaktiyle kalpazanlıkla uğraştığını hatırlatanlara:
- Evet, bir zamanlar sizlere benzemem lazım gelmişti. Fakat şimdi, siz benim olduğum hale asla gelemezsiniz.
diye cevap vermiştir.

Atina'da bir okula girdiği zaman, orada öğrencilerden başka birçok heykellerde gördüğünde, öğretmene dönerek:
- Ooo, tanrıları da sayarsak epey öğrenciniz var.
der.

Fakirliğine dokundurmak isteyen birine:
- Zengin olunursa istenildiği zaman, fakirlikte ise güç yettiği zaman.
yanıtını verir.

Kendisini iyi döşenmiş bir eve götüren bir adam "bir daha yerlere tükürmemesini" tembihlemeye kalkınca Diogene derhal adamın yüzüne tükürmüş ve
- buradan daha kirli bir yer bulamadım
yanıtını vermiştir.
 
Geri
Üst