Kadın Haberleri 2002

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Misafir
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
M

Misafir

Forum Okuru
Kadın Haberleri 2002
Basında Kadın İlköğretim okulunda "ped soruşturması"

Pülümür'de, tuvalette bulduğu kirli pedin sahibini arayan okul müdiresi tuhaf yöntemlere başvurunca olay Tunceli Valiliği'ne yansıdı


Tunceli'nin Pülümür İlçesi'nde, Dede Korkut İlköğretim Okulu'nun kızlar tuvaletinde bulunan "kanlı ped"in hangi öğrenciye ait olduğunu öğrenmek isteyen okul müdiresinin başvurduğu yöntemlerden velilerin şikâyetçi olması üzerine Kaymakamlık soruşturma başlattı. Dede Korkut İlköğretim Okulu Müdiresi Nevrin Güneş'in geçen hafta içinde kızlar tuvaletinde kanlı ped bulunması üzerine okul içinde soruşturma başlattığını belirten öğrenci velileri, 7'nci ve 8'inci sınıflara giderek pedin kime ait olduğunu soran Güneş'in, bundan sonuç alamayınca, sınıflardaki erkek öğrencileri dışarı çıkartıp kızlara, iç çamaşırlarını kontrol etme, petteki kanı tahlil ettirme gibi tehditlerde bulunarak, psikolojik baskı uyguladığını öne sürdüler. Kanlı ped soruşturmasından vazgeçmeyen Güneş'in, ertesi gün kız öğrencileri bir sınıfa toplayarak, okula çağırdığı 3 polis memurunun pedin kime ait olduğunu bulacaklarını belirterek tehditlerine devam ettiğini savunan veliler, kanlı pedi polislere veren müdirenin daha sonra, okulda bulunan 4 bayan tuvaletinden 3'ünün kapısına kilit vurarak, tuvalete giren kız öğrencileri takibe aldığını anlattılar.


SORUŞTURMA BAŞLATILDI
Olayı doğrulayan kız öğrenciler, konuşmaktan çekinirken, okul müdiresi Güneş de, "Devlet memuruyum konuşamam" diyor ve ekliyor "Kızlar pedleri rastgele yerlere atıyorlardı. Ben de kızdım" diye konuştu. Öğrencilerin yaşadığı baskılar sonrası bazı velileri, okul müdiresini İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne şikâyet etti. Pülümür Kaymakamı Şevket Atlı, olayla ilgili soruşturma başlatıldığını belirterek, "İddialarda gerçek payı var ise gerekli herşey yapılacak" diye konuştu. Tunceli Valisi Mustafa Erkal da uygulamayı "Kabullenilemez" olarak nitelendirdi ve "Gerçekleşmiş olması halinde sorumlular hakkında gereken yapılacaktır" dedi.

19.04.2002 Sabah Gazetesınden alıntıdır.
 
Cevap: Kadın Haberleri 2002

Hamile kuzenine kurşun yağdırdı

Gaziantep'te yasak aşkından hamile kaldığı iddia edilen evli DA
amcasının oğlu RG tarafından kurşun yağmuruna tutuldu.


ANAYASA Md 20 - Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
 
Cevap: Kadın Haberleri 2002

Döv-let mensupları.. sayın hykayar,

Duyarlı yaklaşımınıza katılıyorum. Ancak, sizin değindiğiniz emredici anayasal kurallar Devlet mensuplarını(vatndaşları) bağlar.. Bizimkisi '' Döv-let'' abicim Dövlet...*



* Bekir Coşkun' un Dövlet isimli kitabını tavsiye ederim..
 
Cevap: Kadın Haberleri 2002

Sivil haklar annesi”
Rosa Parks


Zenciydi, ama ayağa kalkıp da bir beyaza yerini
vermedi. Onun oturuşu, bir sivil dayanışma ve direnişi
başlattı. Sonunda yasalar değişti ve zenciler
haklarına kavuştu.

1 Aralık 1955 günü, Rosa için sıradan bir gündü. Terzi
olarak çalıştığı butikteki işlerini bitirmiş, evine
dönüyordu. Otobüse ön kapıdan bindi, parasını ödedi,
indi, arka kapıdan tekrar bindi. Rosa zenciydi ve ön
kapıdan binmesi yasaktı.

Olayın geçtiği yıllarda Montgomery genelinde bir
uygulama vardı. Otobüslerin ön sıraları beyazlar için
ayrılmıştı. Siyahlar ancak arka kısımda kendilerine
ayrılmış olan sıralara oturabiliyorlardı. Orta kısımda
oturabilmeleri, ancak ayakta beyaz yolcu olmadığı
sürece mümkündü. Otobüse binen herhangi bir siyah
yolcu önce ön kapıdan binip parasını ödüyor, sonra
inerek arka kapıdan tekrar biniyordu—ama yeteri kadar
şanslı ise! Kimi zaman şoförler, siyah yolcunun arka
kapıdan binmesini beklemeden gazlayıp gidiyor,
parasını ödemiş olan yolcu da öylece ortada kalıyordu.
Rosa böyle bir olayla 12 yıl önce, 1943 yılında da
karşılaşmıştı. O zaman Rosa’yı otobüse almadan giden
şoför, şimdi tekrar Rosa’nın karşısındaydı: James F.
Blake.

Rosa’nın deyimiyle, 1 Aralık günü Blake’in yine hain
bir görünümü vardı. Ama Rosa yine de otobüse bindi.
Neyse ki, bu sefer Blake Rosa’nın para ödedikten sonra
arka kapıdan tekrar binmesine fırsat verdi. Rosa
otobüste orta sıralardan birinde, bir adamın yanına
oturdu. Ancak üç durak geçtikten sonra otobüse binen
beyaz yolculardan biri ayakta kalmıştı. Montgomery
kanunlarına göre otobüste orta sıralarda oturan siyah
yolcuların kalkıp ayaktaki beyaza yer vermeleri
gerekiyordu. Blake de bu kanunlara dayanarak Rosa’nın
ve aynı sırada oturan diğer üç siyahın ayağa
kalkmasını istedi. Hepsi itiraz etmeden kalkarak yer
verdi, ama yorgun olan Rosa oturmaya devam etti. Gerçi
yorgun olmasa da yer vermeyecekti; çünkü hergün
tekrarlanan bu sahneyi oynamaktan bıkmıştı. Blake,
Rosa’nın göstermiş olduğu bu “küstah” tavır karşısında
çok sinirlendi, el frenini çekip hızla Rosa’nın yanına
gitti. Ona yerinden kalkmasını söyledi. Aksi takdirde
kendisini tutuklatacağını hatırlattı. Rosa ise çok
sakin bir şekilde cevap verdi: “Nasıl isterseniz…”

Blake, hızla otobüsten indi ve az sonra iki polisle
geri geldi. Polisler Rosa’ya neden yerinden
kalkmadığını sorduklarında o, açık ve net bir şekilde
cevap verdi: “Ayağa kalkmam gerektiğini sanmıyorum.”
Polislere neden bunu yaptıklarını sorduğunda
“Bilmiyorum. Ama kanun kanundur ve siz tutuklusunuz”
cevabını aldı. Rosa hiç sorun çıkarmadı. Polislerden
birisi çantasını, diğeri alışveriş torbasını aldı.
Birlikte polis aracına bindiler.

Bu tarihten sonra Montgomery’de hiçbir şey eskisi gibi
olmayacaktı.

Bir dayanışma örneği Rosa’nın tutuklanma haberi,
siyahlar arasında yıldırım hızıyla yayıldı. Rosa’nın
dostları hemen devreye girip kefaleti ödediler ve Rosa
aynı gün serbest kaldı. Hemen ardından annesi ve eşi
Raymond’la yaptığı görüşme, sadece kendisinin değil,
Montgomery’de yaşayan bütün siyahların kaderini
belirleyecek olan bir görüşmeydi. Rosa, siyah Don
Kişot olacak, Montgomery’nin ayrımcı yasalarıyla
mücadele edecekti.

Aynı gece Kadınlar Siyasal Konseyi toplandı.
Toplantıda siyah çocukların gittiği okullarda
dağıtılması için el ilânlarının hazırlanmasına karar
verildi. İlân metni, kısa ve netti: “Sizden, bütün
siyahlardan, tutuklama ve yargılama hadisesini
protesto etmeniz için, gelecek Pazartesi otobüslere
binmemenizi istiyoruz. Bir günlüğüne okula
gitmeyebilirsiniz. Eğer çalışıyorsanız işyerinize
taksiyle veya yürüyerek gidebilirsiniz. Ama lütfen,
çocuklar ve yetişkinler, Pazartesi günü otobüse
binmeyin.”

Ertesi gün 35 bin ilân basıldı ve bütün şehirde
dağıtılmaya başladı. Aynı gün, otobüslerdeki bu
ayrımcılığa karşı nasıl mücadele edileceğini konuşmak
üzere siyah liderler toplantıya çağrıldı. Toplantı
sonunda, Rosa’nın duruşmasının yapılacağı 5 Aralık
günü otobüslere binmeme kararı alındı. Boykotun öncüsü
olarak, daha sonra efsaneleşecek bir isim, Martin
Luther King seçildi. Cuma günü geldiğindeyse, bütün
şehir artık boykottan haberdardı.

5 Aralık 1955 Pazartesi günü geldiğinde King ve diğer
liderler gergin bir şekilde güne başladılar.
Yaptıkları ilk iş, siyahların boykota katılıp
katılmadıklarını tespit etmek oldu. Duraklara gidip
beklemeye başladıklarında büyük bir sürprizle
karşılaştılar. Yağmurlu havaya rağmen geçen
otobüslerde tek bir siyah yolcu bile yoktu! Siyahlar
gidecekleri yerlere yürüyerek, taksi tutarak,
bisikletle, hattâ katırla gidiyorlardı. Bazı siyahlar
bir araya gelerek taksi tutuyorlardı. Bazı siyah taksi
şoförleri ise taksilerini o gün dolmuş gibi
işletiyorlardı; her siyahtan otobüs parası kadar—10
cent—ücret alıyorlar, her otobüs durağında durarak
gidiyorlardı. Böylece her siyah yolcu okuluna, işine
vaktinde yetişebiliyordu.

Bu sırada Rosa’nın duruşması başlayıp bitti. Yarım
saat süren duruşmada Rosa, eyalet yasalarına karşı
gelmekten dolayı suçlu bulundu ve 14 Amerikan doları
para cezasına mahkûm edildi. Artık Temyize gitmekten
başka çare yoktu.

Aynı gün öğleden sonra, Montgomery İyileştirme Birliği
kuruldu. Başkan olarak, Martin Luther King seçildi.
Henüz 26 yaşında olan King’in burada yaptığı
konuşma—aynı zamanda yıldızının parlamasını sağlayan
konuşma—hafızalara bir daha hiç silinmeyecek bir
şekilde kazındı. King, şunları söylüyordu:

“Bir zaman gelir, insanlar artık usanır. Bize uzun
zamandır kötü muamele edenlere ayrı tutulmaktan, küçük
görülmekten usandığımızı, baskının acımasız ayakları
tarafından tekmelenmekten bıktığımızı söylemek için bu
akşam burada bulunuyoruz.”

King konuşurken, sözleri alkışlarla sürekli
kesiliyordu. Bu konuşmayı böylesine unutulmaz yapan,
önemle üzerinde durduğu şeydi: her ne olursa olsun,
asla şiddete başvurmamak. “Bu problemimizi şiddete
başvurarak çözemeyiz. Şiddete karşı şiddetle cevap
vermemeliyiz.”

Konuşmanın sonunda, bilmeden boykotun başlamasına
sebep olan Rosa, bütün seyircilerin kendisini
görebileceği bir yere çıktı, ama hiçbir şey söylemedi.
Söylemesine gerek de yoktu. Ayrımcılığına karşı orada
dimdik duruyordu—yakın bir gelecekte “sivil haklar
annesi” olarak anılmaya başlanacağını bilmiyor olsa
da.

Şiddetten uzak bir boykot kilisede yapılan toplantıda
bütün zenciler ortak bir karara vardılar: Boykota,
haklarını alıncaya kadar devam edeceklerdi. Önceleri
bu karar, ırk ayrımcılarını hiç rahatsız etmedi. Çünkü
onlar siyahların gitmeleri gereken yerlere, özellikle
de işyerlerine geç kalmayı daha fazla göze
alamayacaklarını, boykota en fazla birkaç gün devam
edebileceklerini düşünüyorlardı. Oysa hiçbir şey
sandıkları gibi olmadı. Zenciler örnek bir dayanışma
gösterdiler. Yine şehir içi otobüslerine binmediler,
yine bir araya gelerek taksi tuttular, yine yürüyerek
veya bisikletle işlerine gittiler...

Montgomery’de otobüslerle yolculuk yapanların yüzde
75’i siyahtı ve boykota siyahların hepsi katılıyordu.
Bu yüzden şehir içi otobüsleri işleten firma kısa
zamanda zarar etmeye başladı. Ama firmanın tutumu da,
eyalet kanunları da katıydı. İdareciler, boykota
katılanların tamamının fakir ve kalabalık ailelere
mensup olduğuna, bu yüzden boykotun fazla
süremeyeceğine ikna edildiler. Günler haftalara,
haftalar aylara döndü, ama değişen hiçbir şey olmadı.
Zenciler aynı kararlılıkla boykotu sürdürdüler. Firma
ise çareyi önce otobüs sayılarını azaltmakta, ardından
da 10 cent olan bilet ücretini 15 cent’e çıkarmakta
buldu.

Siyahlar, otobüsleri kullanarak uzak yerlere
gitmedikleri için, alışverişlerini de evlerinin
çevresindeki dükkânlardan yapmaya başlamışlardı. Bu da
şehirdeki mağaza sahibi beyazları zarara uğratıyordu.
Sinirleri iyice gerilen beyazlar, çareyi zencileri
tehdit ederek boykottan vazgeçirmeye çalışmakta
buldular. Ama zenciler, aldıkları öğüdü asla
akıllarından çıkarmıyorlardı: “Bu problemimizi şiddete
başvurarak çözemeyiz. Şiddete karşı şiddetle cevap
vermemeliyiz.”

Bazı ırkçı beyazlar, sabırları taştıkça şiddet
olaylarını arttırdılar ve işi bu sözlerin sahibi
Martin Luther King’in evini bombalamaya kadar
vardırdılar. Olay sırasında evde King’in eşi ve iki
aylık çocuğu da bulunuyordu. Neyse ki, onlara hiçbir
şey olmamıştı. King, olayı duyar duymaz evine
koştuğunda dışarıda zencilerden oluşan öfkeli bir
grupla karşılaştı. Ama King, burada da aynı öğüdü
tekrarladı ve onları yatıştırdı. Zenciler yine aynı
sakinlikle, aynı ağırbaşlılıkla eylemlerini
sürdürdüler ve şiddete asla başvurmadılar. Öncesine
göre tek bir fark vardı: Birbirlerine daha çok
kenetlenmişler, birbirlerine daha çok destek olmaya
başlamışlardı.

Bu arada Montgomery İyileştirme Kurumu da boş
durmamış, şehir içi ulaşımı sağlayan otobüs firmasını
ayrımcılık yaptığı gerekçesiyle mahkemeye vermişti.
Nihayet 2 Haziran 1956’da mahkeme sonuçlandı ve
federal mahkeme, otobüslerdeki ırk ayrımcılığını
yasadışı buldu. Irkçılar davayı aynı yıl 13 Kasım’da
Temyize götürdüler, ama umduklarını bulamadılar ve
Yüksek Mahkeme de 20 Aralık’ta ırk ayrımcılığının
yasadışı bir uygulama olduğuna karar verdi.

Yüksek Mahkemenin verdiği kararın ertesi günü, 21
Aralık’ta Rosa Parks ve Martin Luther King aynı
otobüse bindi. Rosa bu sefer arka sıralara değil,
otobüsün en ön sırasında oturuyordu.

Sabrın mükâfatı alınıyor Rosa’nın tutuklanmasının
üzerinden tam 381 gün geçmişti. Tek bir kişinin bir
otobüs koltuğuna oturmasıyla başlayan mücadele on
binleri birbirine kenetlemiş, Montgomery’de 17 bin
siyahın yaptığı boykot zaferle sonuçlanmıştı. Yakın
arkadaşı ve aynı zamanda sivil hareket liderlerinden
biri olan Johnnie Carr’ın dediği gibi, “Rosa oturmuş,
dünya da onun etrafında dönmüştü.” O artık sivil
haklar hareketinin annesiydi

Tuba Şimşek
(Özgür ve Bilge'nin Ağustos sayısından)
 
Cevap: Kadın Haberleri 2002

Kadınlardan ültimatom

Kadın Koalisyonu Girişimi, 3 Kasım'da yapılacak milletvekili genel seçiminde siyasi partilere, kadınların parlamentoda temsil edilmeleri için kota uygulamaları çağrısında bulundu. Girişim üyeleri, ilk üç sıradan birinde kadın aday göstermeyen partilere oy vermeyeceklerini açıkladı.
Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği'nin (KADER) öncülüğünde çeşitli kadın dernekleri ve kuruluşlarından temsilcilerin katılımıyla oluşturulan Kadın Koalisyonu Girişimi, dün Kurtuluş Savaşı Müzesi'nde toplantı düzenledi. Girişimin sözcülüğünü yapan Sema Kendirci, amaçlarının kadınların aday listelerinde seçilebilir yerlere konulması olduğunu belirterek, "Kadın yoksa demokrasinin bir ayağı sakattır" dedi. Kendirci, karar mekanizmalarında kadının da yer almasının zorunlu olduğunu söyledi.
'En az 184 sandalye eder'KADER Genel Başkanı Ayşe Bilge Dicleli de, girişimin 33 kuruluş tarafından oluşturulduğunu kaydederek, Türkiye'de 20 milyon kadın seçmenin olduğunu anımsattı. Dicleli, "Bu durumda 184 kadın milletvekilinin Meclis'e girmesi gerekmektedir" dedi.
Girişim temsilcileri, yayımladıkları ortak bildiride, gerçek demokrasinin yerleşmesi için 'katılımda eşitlik-temsilde adalet' ilkesini benimsediklerini vurguladı.

Radikal 23 Ağustos 2002
 
Cevap: Kadın Haberleri 2002

Kadınlar adına bu talebi yapanlardan kaç kadın seçmenin haberi var acaba..?Ya da kadınların "Lütfedilerek" siyasette yer almaları parti vitrinlerini süslemekten öte ne işe yarayacak?
Sorun galiba yalnızca kadınların dışlanması da değil.Halkın tüm katmanlarıyla siyasette söz sahibi olması sorunu..Bugün sokağa atılabilecek kadar çok milyarları olmayanların siyasette söz sahibi olmaları mümkün değil.Kadınlar başta olmak üzere işçinin,emeklinin,köylünün siyasete katılabilmesi yepyeni bir anlayış ve ülkemizin idari yapılanmasıyla yani gerçek çağdaş demokrasinin oluşturulmasıyla mümkün olabilir.Ama görüyoruz ki TELEVOLE, siyaset anlayışımızda bile egemenliğini sürdürüyor.
Yine de sesini yükselten hanımları yürekten kutluyorum..

Ulaş DEMİRAY
 
Cevap: Kadın Haberleri 2002

Siyasi Partilere Son Dakika Uyarısı:

BENİ UNUTANI
BEN DE UNUTURUM

Seçim zamanı geldi.
Siyasi liderlere,unuttukları önemli bir gerçeği son kez hatırlatıyoruz:

Bu ülkenin nüfusunun yarısı kadın.
Bu ülkede seçmenlerin yarısı kadın.
Bu ülkede erkeklerle yan yana çalışan,üreten vergi ödeyen,doğuran,yükün yarısını omuzlayanlar: kadın.

Millet Meclisi'nde temsil edilemeyenler de kadın.

Annesini,eşini,kız kardeşini,kızını hiçe sayanlar,bu ülkenin geleceğini biçimlendirmeye söz veren erkekler: Siyasi partiler...liderleri...teşkilat yöneticileri.

20 milyon kadından oy isteyenleri,demokrasinin eşitlik ve adalet ilkekerinin gereğini yerine getirmeleri için son kez uyarıyoruz!

Son dakika uyarısı bu ! Tekrarı yok!

Bu seçimlerde kadınları aday listelerinde ilk 3 sıraya yazmayan partilere oy vermeyeceğiz !

Bu ülke,ya eski,köhne siyasi yapının esiri olmaya devam edecek ya da kadınlarla birlikte demokratik ve çağdaş bir siyasi yapıya ve yaşama kavuşacak.

Bu seçim ,bizim! Oy hakkımız,tercihimiz bizim!

BU UYARININ TEKRARI YOK



Kadın Koalisyonu Girişimi
KA-DER
Türk Kadınlar Birliği
Cumhuriyet Kadınları Derneği
Çağdaş Kadın ve Gençlik Vakfı
Mülkiyeliler Birliği
Kadının Sosyal Hayatını Araştırma ve İnceleme Derneği
Kadın Dayanışma Vakfı
KAMER
KADAV
Kadın Haklarını Koruma Dernegi(İzmir)
Türk Hemşireler Derneği
Eveksenli Kadınlar
Bağımsız Siyasi Kadın Gazetesi
Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Vakfı
Marmara Vakfı İnsan Hakları Platformu
Uçan Süpürge
Bir Grup Kadın Girişimci
Bornovalı Kadınlar Sosyal Kültürel Dayanışma Derneği
Antalya Kadın Danışma ve Dayanışma Merkezi
Yerel Gündem 21 Antalya Kadın Meclisi
Ege Kadın Dayanışma Vakfı
Dicle Kadın Kültür Merkezi
İstanbul Barosu Kadın Hakları Uygulama Merkezi
SS Kadın,Çevre ,Kültür İsletme Kooperatifi(Van)
 
Cevap: Kadın Haberleri 2002

Emine Laval öldürülmesin


Gayrimeşru çocuk doğurduğu gerekçesiyle recm (taşlanarak öldürülme) cezasına çarptırılan Nijeryalı Emine Laval için Türkiye'de bir kadın yollara düştü. CHP'li Nazmiye Halvaşi, Laval'ın öldürülmesini engelleyebilmek için dün Ankara'dan İstanbul'a yürümeye başladı. Halvaşi, dünya liderlerini Emine Laval'ı kurtarmaya çağırdı. Yürüyüşünü Ulus'taki
1. Meclis önünden başlatan Nazmiye Halvaşi şunları söyledi:
"Dünya bu vahşeti izleyemez, izlememeli. Ben izlemeyeceğim. Ben, bir sabah kahvaltıda sıcak çayımı yudumlarken, gazetenin bir köşesinde 'Emine Laval taşlanarak öldürüldü' haberini okumak istemiyorum. Uyanın ey Avrupa'nın gelişmiş ülkeleri, sivil önderleri, sanatçıları, yazarları, kadınları. Susmak onaylamaktır, katılmaktır."

Radikal 19 Eylül 2002
 
Cevap: Kadın Haberleri 2002

Kadının 'gizli' yarası: Tecavüz
Gözaltında taciz ve tecavüze uğrayan kadınların çoğu utandıkları için bu durumu saklama eğiliminde

HATİCE YAŞAR
İSTANBUL - Türkiye'de 1997-2002 yıllarında 163 kadın, gözaltında taciz ve tecavüze maruz kaldı. Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Projesi'nin beş yılı kapsayan çalışmasına göre, taciz ve tecavüze uğrayan kadınların yaş aralığı 11-67. Türkiye gözaltında tecavüz iddiasıyla bir davadan mahkûm olurken, AİHM'de konuyla ilgili 30 dava görülüyor.


Mağdurlar açıklamıyor
Taciz veya tecavüze uğrayan kadın, namus, töreler, toplumun bakışı, utanma gibi nedenlerle genellikle bunu açıklamama eğiliminde. Suç duyurusu sonucu açılan davalar ise genellikle takipsizlikle sonuçlanıyor. Hukuki yardım projesinin çalışmasına göre, söz konusu 163 kadından tecavüze uğrayanların sayısı 56. Bu kadınlardan ikisi, tecavüz sonrası intihar etti. Bir kadın işkence sonucu öldü.
Aralarında, 14 yaşında tecavüze uğradıktan sonra akrabalarınca 'namus temizleme' gerekçesiyle öldürülen bir genç kız da var.


158 görevli yargılanıyor
İşkence yüzünden bir kadın 1999'da öldü. Dört kadın işkencede bebeğini düşürdü. Beş kadın 3.5-10 yaşlarındaki çocuklarıyla birlikte işkenceye maruz kaldı. Üç kadın tecavüze uğradıktan sonra hamile kaldı. Bunlardan bir çocuk yaşıyor, biri ölü doğdu, diğeri aldırıldı. Tecavüze uğrayan kadınlardan en genci 11, en yaşlısı 67 yaşında. Reşit olmayanların sayısı ise 29. Hakkında şikâyet bulunanlardan 122'si polis, 34'ü jandarma veya asker, ikisi ise özel tim. Şu anda AİHM'de tecavüze uğrayan 30 kadının dosyası bulunurken Türkiye bir davada da mahkûm edildi.


Radikal 26/11/2002
 
Cevap: Kadın Haberleri 2002

'Namus cinayetleri' ve BM

Mardin'de yaşanan son 'namus cinayeti', Radikal tarafından 22 Kasım 2002'de sürmanşetten kamuoyuna duyurulmuştu.

Türkiye, 'namus cinayetleri' konusunda BM Genel Sekreterliği'yle işbirliğinde takındığı dürüst, açık ve yapıcı tutumuyla beğeni kazandı. Ülke içindeki kimi düzenlemelerse bu tavrıyla çelişkili



LEYLA PERVİZAT
BM'nin New York'taki merkezi, ekimde 'namus cinayetleri' konusunda çok önemli bir gelişmeye sahne oldu. Hollanda hükümetinin 'Namus Adına İşlenen Suçların Önlenmesine Yönelik Çalışma' başlıklı kararı BM Genel Kurulu'nun 3. Komitesi'nde oylanmadan kabul edildi.
İlk kez 2000'de yine Hollanda tarafından masaya yatırılan karar, bir dizi stratejik hatadan sonra oylamaya gitmek zorunda kaldı. 2000'deki oturumda Ürdün'deki 'namus cinayetlerini' anlatan film, ezan sesiyle başlıyordu ve dağıtılan broşürlerin üzerinde çarşaflı kadın resimleri vardı. Bunlara tepki veren İslam Konferansı Örgütü ülkeleri, karara karşı çıktı. Karar 125 Evet ve 26 çekimser oyla yürürlüğe girdi. İlk defa masaya yatırılan kararın oylamaya gitmesi intihar olarak kabul edilen BM'de şimdi 'namus konusu' en hassas konulardan biri haline geldi.


Genel Sekreter raporu
'Namus cinayetleri'nin ortadan kaldırılmasına ilişkin bu kararın mimarları aynı zamanda Genel Sekreter'den konuya dair rapor yazmasını istedi. Rapor (A/57/169) bu yılki oturumda sunuldu. Sadece devletlerden gelen bilgileri içermesi, konunun geniş açıdan disiplinlerarası değerlendirmeden yoksun olması bu raporun eksiklerinden bazıları.
Ne yazık ki rapor hem analitik açıdan hem de güvenirliliği yönünden bu yılki karara destek çıkması bir yana, zarar verdi. Rapordaki maddi hatalar ve yetersizlikler, 3. Komite'de herkesi hayal kırıklığına uğrattı.
Öte yandan raporda 'namus cinayetleri'yle ilgili devletlerce verilen bilgilere bakılınca ortaya ilginç bir resim çıkmakta.
Örneğin, Yemen'de kadın cinayetleri 'kaza' sayıldığından olay yerine polis çağrılmıyor. Çağrılsa da gelmiyor. Yemen hükümetinin raporundaki açıklamasıysa çok ilginç: Bizde 'namus cinayetleri' yok.
Rapordaki 'dürüst ve açık' bilgi veren ülkeler sadece kararı masaya yatıran Hollanda, son beş yılda uluslararası medyada bu konuda ismi çok sık geçen Ürdün ve Türkiye. Türk hükümetinin hem Genel Sekreter'in raporuna verdiği detaylı bilgiler hem de bu kararın 2000'den beri sponsorlarından biri olması son derece önemli.
Türkiye, BM Genel Sekreterliği'ne verdiği bilgilerde açık ve dürüst tutum izlemekle kalmadı, kararın 'pazarlığının' yapıldığı gayriresmi tartışmalarda (informal discussion) izlediği yapıcı tutum tüm ülkeler tarafından büyük bir beğeni ile karşılandı.
Türkiye bu kararın tartışıldığı dönemde ki tek Müslüman sponsor; kararın kabul edildiği gün Azerbaycan hükümeti de karara katıldığını açıkladı.
Kararın BM'nin 3. Oturum'unda kabulünden yaklaşık bir ay sonra, Radikal'in 22 Kasım 2002 günkü sayısının baş haberi Mardin'deki bir 'namus cinayeti'ne aitti. 55 yaşındaki evli ve dört çocuk babası Halil
Açil ile ilişkiye giren ve hamile kalan 35 yaşındaki Şemsiye Allak aile meclisinin kararıyla 'recm'e çarptırıldı. Halil taşlanma sonucu olay yerinde öldü. Şemsiye öldü sanılarak terk edildi. Beş aylık hamile olan Şemsiye, şu anda Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin Cerrahisi Yoğun Bakım ünitesinde yatıyor. Doktorların hayatından ümit kestiği Şemsiye'nin bu kadar yaşaması bile mucize. Mardin Emniyet Müdürü olayın faillerinden beş kişinin yakalandığını diğer ikisinin arandığını belirtti.


Bir idari hata
Bu haberin yayımlandığı gün, 3 Kasım 2002' de iktidara gelen 58. hükümet, 25 Ekim 1990'da kurulan Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nü (KSSGM) Başbakanlık bünyesinden alarak Çalışma Bakanlığı'na bağladı.
Yeni hükümetin bu davranışı, ülkemizin 1985'te imzaladığı Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ve hiçbir çekince koymadan kabul etmiş olduğu Pekin Eylem Platformu ile AB'ye sunulan Ulusal Program'a aykırı.
Bu antlaşmalar taraf ülkeleri en üst düzeyinde yeterli kaynaklarla donatılmış, kadın erkek eşitliğini sağlama konusunda etkin ulusal mekanizmalar kurmakla veya kurulmuşsa güçlendirmekle yükümlendirir.
AB'nin Müktesebat Programı'na göreyse KSSGM'nin teşkilat yasa tasarısının yasalaşması hususu 'siyasi kriterler' bölümünde kısa vadeli hedefler içinde yer almasına rağmen bu konuda hiçbir ilerleme yok.


Şemsiye'yi unutmayalım!
Bu verilere bakınca Türkiye'nin kadının insan hakları konusunda ne kadar çelişkili davrandığı ortaya çıkar: Bir yandan BM'de önde gelen pek çok mekanizmaya taraftar oluyor; 'namus cinayetlerine' yönelik 3. Komite kararına tek Müslüman ülke olarak imza atıyor. Öte yandan, bir avuç insanın özveriyle büyük işler yapmaya çalıştığı bir mekanizmayı, KSSGM'yi, Çalışma Bakanlığı'na alarak statüsünü zayıflatıyor.
Şemsiye'nin Diyarbakır'da komada olması, bu çelişkileri özetliyor: Türkiye bununla uğraşamayacak kadar ciddi işlerle meşgul! Hepimiz AB ve Irak konularına kilitlenmiş durumdayız. Acaba biraz da Şemsiye'ye, karnındaki bebeğe ve davanın gidişatına odaklanamaz mıyız?
Leyla Pervizat: Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Siyasal Bilimler doktora programı öğrencisi

31/12/2002 Radikal Gazetesi