M
Monera
Forum Okuru
Hz. Peygamber'in Katıldığı Savaşlarda Sivillerin Korunması
peygamberimizin katıldığı savaşlar hz peygamberin katıldığı savaşlar peygamberimizin savaşları savaşları ve tarihleri peygamber efendimizin
İslâm'da esas olan sulhtur, yani barıştır. Savaş istisnaî bir durumdur. Çünkü İslâm kelimesi sulh ve selâmet manasına gelmektedir. Ama ne var ki, bir devletin tek taraflı olarak harp istememesi bir mana ifade etmez. Karşıdaki düşman size saldırmak için hazırlanıyor ve bu uğurda fırsat kolluyorsa sizin de her zaman buna hazır olmanız gerekir. Bu konuda yüce Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır:
"Ey cemaat, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah'tan afiyet isteyin, onlarla karşılaştığınız zaman da sabredin. Biliniz ki cennet kılıçların gölgesi altındadır."
Bu hadîs-i şerîf ile Hz. Peygamber, müminleri savaştan uzak tutmakta; ama savaş kaçınılmaz olduğu zaman da onu en güzel şekilde başarmayı emretmektedir.
İslâm'da savaş, kan dökmek, toprak kazanmak, ganimet elde etmek için yapılmaz. Bu gayelerin hepsi merduttur. Savaş büyük ve kutsal bir hareket olan cihâdın bir parçasıdır. Ama kaynaklarda cihâd bazen savaş yerine de kullanılır. Yani cihâd, savaşı da içine alan bir harekettir. Ama harb ve savaş kelimeleri, cihâdın ihtiva ettiği manayı tamamen kapsayamaz. Cihâd Allah'ın arzında Allah'ın kanunlarını hâkim kılma davasıdır. Kıyamete kadar devam edecek olan bir harekettir; kesintisizdir. Bu harekete mani olan İslâm düşmanları ile yapılan mücadele ise savaştır.
Hz. Peygamber, ordu kumandanlarına verdiği emirlerde mealen şöyle buyurmaktadır:
"Müşriklerden olan düşmanlarınızla karşılaştığınız zaman onları İslâm'a davet edin, kabul ederlerse onlar sizin kardeşlerinizdir. Kabul etmezlerse, İslâm devletine itaat etmeye davet edin; onu da kabul etmezlerse Allah'tan yardım dileyerek onlarla harp edin.”
Bu hadîs-i şeriften anlaşılıyor ki, asıl maksat insanları savaşla imha etmek değil onları İslâm'a kazandırmaktır; ihya etmektir. İslâm'ın asıl hedefi bütün insanların dünya ve âhiretlerini mamur bir hâle getirmektir.
Dinimiz İslâm, hiçbir dine ve sisteme benzemediği gibi o dinin peygamberi olan Hz. Muhammed (sav)’in savaş komutanlığı da dünya tarihindeki diğer komutanlarla mukayese edilemez. Çünkü O, rahmet peygamberidir. Savaştaki komutanlığında bile rahmet peygamberi olduğunu göstermiş, düşman tarafının ölmesi ve imha edilmesi için değil, onların hem kendilerinin hem de kıyamete kadar gelen nesillerinin ihyası için gayret göstermiş ve bu uğurda üstün bir savaş sanatı ortaya koymuştur.
Hz. Peygamberin, savaşlarda asıl hedefi, düşman birliklerini imha etmek olmadığı için toplu imha girişimlerinde bulunmamıştır. Her zaman barışa önem vermiştir. Hudeybiye barışı, onun hayatında büyük bir zaferdir. O yüce peygamber Mekke'yi bile kan dökmeden fethetmiştir. İsteseydi Mekkelilerin hepsini kılıçtan geçirebilirdi. Ama bunu yapmadı. Çünkü O, rahmet peygamberidir. Mekkeliler bir yanlışlık yapıp İslâm ordusuna saldırmasınlar ve kan dökülmesin diye onlara mağlubiyeti peşinen kabul ettirdi ve şöyle haber gönderdi:
"Kim Kâbe'ye sığınırsa emindir,
Bugünkü modern dünyada cereyan eden savaşlarda büyük bir problem halini alan "Savaş esnasında sivillerin ve çevrenin korunması" prensibi, Hz.Peygamberin komutanlığı döneminde çok güzel halledilmişti. O, Bedir ve Uhud gazalarını şehir dışında yaparak, Hendek savaşında da şehrin etrafını hendeklerle çevreleyerek sivil halkı koruma altına almıştır. Yukarıda zikrettiğimiz gibi Mekke fethinde de ayrı bir taktik uygulayarak düşman tarafındaki sivillerin korunmasını göz önünde bulundurmuş ve bunu başarmıştır.
İslâm'da esas olan sulhtur, yani barıştır. Savaş istisnaî bir durumdur. Çünkü İslâm kelimesi sulh ve selâmet manasına gelmektedir. Ama ne var ki, bir devletin tek taraflı olarak harp istememesi bir mana ifade etmez. Karşıdaki düşman size saldırmak için hazırlanıyor ve bu uğurda fırsat kolluyorsa sizin de her zaman buna hazır olmanız gerekir. Bu konuda yüce Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır:
"Ey cemaat, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah'tan afiyet isteyin, onlarla karşılaştığınız zaman da sabredin. Biliniz ki cennet kılıçların gölgesi altındadır."
Bu hadîs-i şerîf ile Hz. Peygamber, müminleri savaştan uzak tutmakta; ama savaş kaçınılmaz olduğu zaman da onu en güzel şekilde başarmayı emretmektedir.
İslâm'da savaş, kan dökmek, toprak kazanmak, ganimet elde etmek için yapılmaz. Bu gayelerin hepsi merduttur. Savaş büyük ve kutsal bir hareket olan cihâdın bir parçasıdır. Ama kaynaklarda cihâd bazen savaş yerine de kullanılır. Yani cihâd, savaşı da içine alan bir harekettir. Ama harb ve savaş kelimeleri, cihâdın ihtiva ettiği manayı tamamen kapsayamaz. Cihâd Allah'ın arzında Allah'ın kanunlarını hâkim kılma davasıdır. Kıyamete kadar devam edecek olan bir harekettir; kesintisizdir. Bu harekete mani olan İslâm düşmanları ile yapılan mücadele ise savaştır.
Hz. Peygamber, ordu kumandanlarına verdiği emirlerde mealen şöyle buyurmaktadır:
"Müşriklerden olan düşmanlarınızla karşılaştığınız zaman onları İslâm'a davet edin, kabul ederlerse onlar sizin kardeşlerinizdir. Kabul etmezlerse, İslâm devletine itaat etmeye davet edin; onu da kabul etmezlerse Allah'tan yardım dileyerek onlarla harp edin.”
Bu hadîs-i şeriften anlaşılıyor ki, asıl maksat insanları savaşla imha etmek değil onları İslâm'a kazandırmaktır; ihya etmektir. İslâm'ın asıl hedefi bütün insanların dünya ve âhiretlerini mamur bir hâle getirmektir.
Dinimiz İslâm, hiçbir dine ve sisteme benzemediği gibi o dinin peygamberi olan Hz. Muhammed (sav)’in savaş komutanlığı da dünya tarihindeki diğer komutanlarla mukayese edilemez. Çünkü O, rahmet peygamberidir. Savaştaki komutanlığında bile rahmet peygamberi olduğunu göstermiş, düşman tarafının ölmesi ve imha edilmesi için değil, onların hem kendilerinin hem de kıyamete kadar gelen nesillerinin ihyası için gayret göstermiş ve bu uğurda üstün bir savaş sanatı ortaya koymuştur.
Hz. Peygamberin, savaşlarda asıl hedefi, düşman birliklerini imha etmek olmadığı için toplu imha girişimlerinde bulunmamıştır. Her zaman barışa önem vermiştir. Hudeybiye barışı, onun hayatında büyük bir zaferdir. O yüce peygamber Mekke'yi bile kan dökmeden fethetmiştir. İsteseydi Mekkelilerin hepsini kılıçtan geçirebilirdi. Ama bunu yapmadı. Çünkü O, rahmet peygamberidir. Mekkeliler bir yanlışlık yapıp İslâm ordusuna saldırmasınlar ve kan dökülmesin diye onlara mağlubiyeti peşinen kabul ettirdi ve şöyle haber gönderdi:
"Kim Kâbe'ye sığınırsa emindir,
- Kim Ebû Süfyân'ın evine sığınırsa emindir,
- Kim evinin kapısını kilitler ve kendi evinde oturursa ona dokunulmayacaktır, o da emindir.”
Bugünkü modern dünyada cereyan eden savaşlarda büyük bir problem halini alan "Savaş esnasında sivillerin ve çevrenin korunması" prensibi, Hz.Peygamberin komutanlığı döneminde çok güzel halledilmişti. O, Bedir ve Uhud gazalarını şehir dışında yaparak, Hendek savaşında da şehrin etrafını hendeklerle çevreleyerek sivil halkı koruma altına almıştır. Yukarıda zikrettiğimiz gibi Mekke fethinde de ayrı bir taktik uygulayarak düşman tarafındaki sivillerin korunmasını göz önünde bulundurmuş ve bunu başarmıştır.