*MeleK*
♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
Hz. Peygamberin İbret Veren Mektupları
ibret veren görüntüler ibret veren dini hikayeler hikayeler dini videolar videolar
Hz. Muhammed’in ibret veren mektupları.
Peygamber Efendimizin (sav), Gassanlı kral Haris b. Ebi Şemir’e gönderdiği tebliğ mektubunda şu cümlelere rastlamaktayız
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla;
Allah’ın Resulü Muhammed’den, Haris b. Ebi Şemir’e;
Allah’ın selamı, hidayet yoluna girmiş bulunan, Allah’a inanan ve bunu ikrar edenin üzerine olsun. Buna göre senin mülkünün (yani ülken ve krallığının) senin elinde kalması için, hiçbir şeriki ve ortağı olmayan, bir ve teklik sıfatında olan Allah’a inanmaya seniz davet ederim” (el-Vesaiku’s-Siyasiyye, no: 37). Resulullah’ın Arap Yarımadası’nda hüküm süren meliklere gönderdiği elçiler ve onları İslam adına kazanma gayesi, Onun hayatını adadığı tebliğ ve irşad davasının bir tezahürüdür. O, hayatının her devresinde İslam’ı yaymayı ve yaşatmayı kendine dava edinmişti. Her zaman, her devirde ve her şart altında Peygamberimizin davası bu olmuştur. Biz müslümanlar da bu peygamberî metodu kendimize örnek alarak; şartlar ne olursa olsun, en büyük vazifemizin İslam’ı tebliğ etmek olduğunu unutmamalıyız...
Gönderilen mektuplarda, önce iman konusunun işlendiğini ve muhatabın, ilk olarak Allah’ın birliğine inanmaya davet edildiğini görüyoruz. Kişi, Allah’a iman etmeye davet edildikten sonradır ki, ona namaz, oruç gibi mükellefiyetlerden ve diğer şer’î hükümlerden bahsedilebilir. Böyle olması tabiîdir. Zira, henüz iman konusunda tereddüt noktasında bulunan bir insana, İslam’ın kendisine yüklediği hat ve görevlerden bahsedilmesi mantığa aykırıdır.
Demek ki, tebliğde ilk adım, kişiyi Allah’a inanmaya ve itaate davet etmektir. Bu temel inancın oturmasından sonra diğer mevzulara geçilir.
Peygamber Efendimizin (sav), Gassanlı kral Haris b. Ebi Şemir’e gönderdiği tebliğ mektubunda şu cümlelere rastlamaktayız
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla;
Allah’ın Resulü Muhammed’den, Haris b. Ebi Şemir’e;
Allah’ın selamı, hidayet yoluna girmiş bulunan, Allah’a inanan ve bunu ikrar edenin üzerine olsun. Buna göre senin mülkünün (yani ülken ve krallığının) senin elinde kalması için, hiçbir şeriki ve ortağı olmayan, bir ve teklik sıfatında olan Allah’a inanmaya seniz davet ederim” (el-Vesaiku’s-Siyasiyye, no: 37). Resulullah’ın Arap Yarımadası’nda hüküm süren meliklere gönderdiği elçiler ve onları İslam adına kazanma gayesi, Onun hayatını adadığı tebliğ ve irşad davasının bir tezahürüdür. O, hayatının her devresinde İslam’ı yaymayı ve yaşatmayı kendine dava edinmişti. Her zaman, her devirde ve her şart altında Peygamberimizin davası bu olmuştur. Biz müslümanlar da bu peygamberî metodu kendimize örnek alarak; şartlar ne olursa olsun, en büyük vazifemizin İslam’ı tebliğ etmek olduğunu unutmamalıyız...
Gönderilen mektuplarda, önce iman konusunun işlendiğini ve muhatabın, ilk olarak Allah’ın birliğine inanmaya davet edildiğini görüyoruz. Kişi, Allah’a iman etmeye davet edildikten sonradır ki, ona namaz, oruç gibi mükellefiyetlerden ve diğer şer’î hükümlerden bahsedilebilir. Böyle olması tabiîdir. Zira, henüz iman konusunda tereddüt noktasında bulunan bir insana, İslam’ın kendisine yüklediği hat ve görevlerden bahsedilmesi mantığa aykırıdır.
Demek ki, tebliğde ilk adım, kişiyi Allah’a inanmaya ve itaate davet etmektir. Bu temel inancın oturmasından sonra diğer mevzulara geçilir.