Hz. Mevlana'nın oğlu Sultan Velet Hazretleri

handanca

Daimi Üye
Yönetici
Hz. Mevlana'nın oğlu Sultan Velet Hazretleri
mevlananın kaç çocuğu var mevlananın çocukları oğulları mevlananin çocuklari sultan veled kimdir

Hz. Mevlâna buyurdular ki: “Benim bu aleme gelmemden maksat, senin zuhûrundur. Çünkü bütün sözler benim kavlim, sen ise fiilimsin.” Ve yine buyurdular ki: “Bana yaradılış ve huy bakımından en fazla benzeyen sensin.”
Cenâb-ı Pîr’in bunları söylediği zat, oğlu Sultan Veled Hazretleridir. O, fizikî yönden de, manevi bakımdan da babasına çok benzerdi.
Mevlevîliğin ikinci pîri sayılan Sultan Veled, 24 Nisan 1226’da Lârende (Karaman) da dünyaya geldi. Annesi, Mevlâna’nın lalası Semerkantlı Şerefeddin’in kızı Gevher Hatun’dur. Kendisine büyükbabasının ismi verildi. Küçük yaşta annesini kaybetti, kendisi ile dadısı Kiramana ve üvey annesi Kira Hatun’un annesi Büyük Kira Hatun meşgul oldular.
Küçükken daima babasının kucağında uyur, o namaza kalkınca uyanıp ağlardı, Hz. Mevlâna namazına ara verip onu avuturdu.


Hz. Mevlâna, oğlunun eğitim ve öğrenimine erken bir yaşta başladı. Daha sonra küçük kardeşi Alaaddin ile birlikte, dedesi Şeyh Şerefeddin’in idaresi altında Halep ve Şam’a giderek dinî ilimler tahsil etmiştir.
Mevlâna, sevgisiyle, teveccühüyle, daha kendi zamanında Sultan Veled’i yüceltmiş ve çevresindekilere tanışmıştı.

Tahsilini bitirdikten sonra Konya’ya dönmüş, babasının bulunduğu her toplantıya katılmış, bilgi ve görgüsünü arttırmıştır. Hatta Eflâkî’nin naklettiğine göre, bilmeyenler onları kardeş zannederlerdi.
Sultan Veled, her hususta babasına uymuş, onun sözünden hiç dışarı çıkmamış, onun sevdiklerine sevgi ve hürmetle bağlanmış, onun yolunda yürümüştür. Babasının tavsiyesi ile önce Şems-i Tebrizî’ye, onun şehâdetinden sonra Selâhaddin-i Zerkûbî’ye samimiyetle tâbi olmuştur.
Bir gün geldi, Konya sustu, Konya karardı. Gülleri açtıran, bülbülleri dile getiren, gönülleri ürperten, sema’ı ile döne döne mânâ yüceliklerine yükselip, rahmet olup halkın gönlüne damla damla dökülen, kutb-ül âşıkîn Mevlânamız, Sevgilisine kavuştu.

“Yürü, başını yastığa koy, yat. Bırak beni; vazgeç geceleri dönüp dolaşan, yanmış yakılmış şu dertliden. Biz geceleri tâ sabahlara dek yapayalnız, sevda dalgaları arasında bocalar dururuz. Kuvvetli biri var, bizi çekip götürmede; mermerden, granitten bir gönül var onda. Adamı öldürür de kimsecikler, bari kanının pahasını ver, diyemez ona. Bir dert var ki, ölümden başka devası yok. Artık ben nasıl olur da bu derde çare bul diyebilirim?”

Ağır hasta bir halde yatarken, oğluna hitaben bu son şiirini söylemişti Hz. Mevlâna. O’nun Hakk’a vasıl olmasından kırk gün kadar sonra Çelebi Hüsameddin, Sultan Veled’e: “Babandan sonra uyulacak adam s ensin. Çünkü senden daha arif, yol-iz bilen yok” dedi. Fakat o: “Hayır, babam ölmedi ki, o diri. Ölen onun cesedi, maddi varlığı. Onun zamanında halifemizdin. Değişen bir şey yok” diyerek, kendisi Çelebi Hüsameddin’e tâbi oldu. Onun vefatından sonra ise, zamanın kutbu olduğuna inandığı Bektemuroğlu Şeyh Kerîmüddin’in manevi terbiyesi altına girdiği anlaşılmaktadır.

Çelebi Hüsameddin’in vefatıyla, Mevlâna yolunun yolcuları, Sultan Veled’in etrafında toplanıp yalvararak onu, babasının makamına geçmeye mecbur ettiler.

“Babasının verdiği bilgiden ve velilikten başka Veled’in ne bilgisi var, ne veliliği” diyen Sultan Veled’in en bariz hususiyeti, babasına duyduğu sonsuz sevgi, saygı, bağlılık ve inancını samimiyetle yaşaması, imanını ameline aksettirmesidir.

Serâzâd bir karaktere sahip olan Mevlâna, aşkın cezbesinden bir an bile ayrılmamış, kayıtlara girmeyip, teşkilatla uğraşmamıştı. Sultan Veled ise, girişken, temkinli, teşkilatçı bir karaktere sahipti. Bu hususiyetleri onu, Hz. Mevlâna’nın düşüncesini, yolunu teşkilatlandırmaya sevketti.
Halk arasında yanlış olarak kullanılagelen bir “tarikat kurmak” tabiri var. Oysa tarikat kurulmaz. Bazı Allah dostları, yüce zatlar, belli bir hayat tarzını, usul ve zikirleri benimser ve yaşarlar. Aynı tarza meyleden insanlar da bu zatların etrafında toplanır, onun manevi terbiyesi altına girerler. Zamanla, tabii bir seyirle bu usul, teşkilat halini alır ve bir tarikat oluşur. İşte Sultan Veled bunu yapmıştır.

Onun bir hususiyeti de mistik bir zihniyete sahip oluşudur. Bunun neticesi olarak, merasime bağlıdır. Bu mistik yönüyle, dedesi Sultan-ül Ulemâ’ya ve daha ziyade Şems’e benzer. Babasının zamanında yirmi yaşlarındayken, Hz. Mevlâna’nın bu gibi unsurlara rağbet etmemesine ve buna lüzum yok demesine rağmen ısrarla kırk günlük bir halvete girmişti. Hayatı boyunca birkaç defa daha halvete girmiştir.

Bugün bazı kimseler, Hz. Mevlâna’nın dine musikî, sema gibi unsurları dahil ettiğini iddia ederler. Bir şeyi dine dahil etmek ya da dinden çıkarmak, Resulullah (s.a.) Efendimizin bile yapmadığı bir şeydir. Hz. Mevlâna, sadece var olan unsurlardan bazılarına daha fazla rağbet ederek onları biraz daha öne çıkarmıştır. Bunu anlamayan insanlar, bugün olduğu gibi Hz. Pîr ve Sultan Veled devrinde de vardı. Bazıları Mevlâna yolunda yürüyenleri kınarlarken, bazıları da bu mübarek yolu nefsânî arzularına göre istismar ediyorlardı. Sultan Veled, bir yandan bu olumsuzluklarla uğraşırken, bir yandan da teşkilatlanmaya ve babasının fikirlerini yaymaya çalışıyordu.

Sultan Veled, Anadolu’nun pek çok yerine halifeler yollamıştır. İnsanları şiddetle edğil, zema ve bilgi mahsulü kerametlerle kazanmıştır. Bunda devrin siyasî ve içtimâî durumunun da tesiri olmuştur. Huzur ve refahını kaybeden Anadolu, Moğol işgali altındaydı ve halk, şeyhlerin, dervişlerin manevi yardımına, desteğine sığınmıştı.

Sultan Veled’de güçlü bir memleket sevgisi vardı. Bir gün, Meram Bağı’nda düzenlenen bir sema meclisinde, Konya tarafına bakarak: “Şaşılacak şey, bu Konya şehri ne hoş şehir. Karaltısından rahmet beyazlığı görünmede adeta” der. Mevlâna Hazretleri de “Evet” der, “Konya pek kutludur. Dostların şahadetiyle bu şehri sana bağışladım. Ulu Mevlâna (Sultan-ül Ulemâ)’nın kemikleri ve toprağımız burada bulundukça, evladımız ve dostlarımız bu şehirde oldukça, buraya zeval gelmez, yabancıların atları burayı çiğneyemez, burada kan dökülmez, burası tamamiyle yıkılmaz, boşalmaz…”

Sultan Veled, bir gazelinde Konya’yı şöyle över:
“Ey Konya halkı, bilin ki siz, can şehrinden doğmuşsunuz.
Değil mi ki bu şehir, o Hümâ kuşunun yuvasıdır, artık siz de zamane kuşlarına benzemeyin.

Hümâlar gibi yaradılış aleminde ve halk içinde uçun; çünkü siz, O’sunuz.
Şehirleri bir araya toplasalar, bütün şehirlerden üstünsünüz siz.
Hatta şehir de nedir? Bu şehirdeki mahallelerden her biri, kuvvet bakımından yüzlerce aleme değer.
Her biriniz halis altınsınız. Hatta altın da nedir ki? Siz binlerce hazinesiniz, binlerce maden…”

Sultan Veled, Şeyh Selahattin-i Zerkûbî’nin kızı Fatıma Hatun ile evlendi ve ondan Ulu Arif Çelebi, Mutahhara Abide ve Şeref Arife dünyaya geldiler. Kerametler gösteren ermiş bir hanım olan Fatıma Hatun’u Hz. Mevlâna da çok severdi. Fatıma Hatun’un vefatından sonra Sultan Veled, Nusret Hatun ve Sünbüle Hatun ile evlenmiş, onlardan da Emir Şemseddin Abid, Selahaddin Zahid ve Hüsameddin Vâcid Çelebiler doğmuşlardır.
Hemer her hareket ve faaliyetinde babasını örnek olan Sultan Veled, eserlerinde de böyle yapmıştır.

Mevlâna’nın Divân-ı Kebîr’ine mukabil, yirmi dokuz küçük divânını bir araya toplayarak kendi divânını oluşturmuştur. Kaside, gazel, terci’, kıt’a ve rubailerden meydana gelen divan, yirmi dokuz vezinle yazılmış, alfabetik tertiple toplanmış, 12.719 beyitten meydana gelmiştir. Gazellerinin çoğu, Hz. Mevlâna’nın gazellerine nazîredir.

Babasının altı ciltlik Mesnevî’sine mukabil, Sultan Veled üç ciltlik kendi mesnevîsini yazmıştır.

İbtidâ-nâme bunlardan ilkidir, dibâcesinde Mesnevî-i Veledî ismi ile anılır. Mevlâna’nın Mesnevî’de adı geçen erenlerin, kendisinin ve şeyhlerinin ahvalini anlatan bu eser, Mevlâna ve onunla münasebetleri hakkında en doğru bilgiyi vermesi bakımından önemlidir.
Rebâb-nâme, ikinci mesnevîsidir. Rebâbın, Hz. Mevlâna’ya mensup bir çalgı olması ve onda deri, kıl, demir, tahta gibi birçok gariplikler toplandığı için ney gibi bir tek feryâdı değil, bir çok feryâdı şâmil bulunması sebebiyle bu Mesnevîye rebâb ile başlanmıştır.

İntihâ-nâme, üçüncü ve son mesnevîsidir ve hakikat yolcularının nefse ve şeydana uymamaları için nasihatleri ihtivâ etmektedir.

Mevlâna’nın Fihi-Mâfih’ine mukabil yazılan Maarif, elli altı fasıldan meydana gelen mensur bir eserdir. Dili açık ve tam konuşma dilidir. Sultan Veled’in bazı hususiyetlerine ve tarihi vakalara temas edilir.
Sultan Veled, eserlerinde mevzu bakımından olduğu gibi, fikir, eda ve ifade bakımından da Mevlâna’yı örnek alır, ondan iktibaslarda bulunur, onun gibi tekrirler yapar. Fakat Mevlâna’daki heyecanı ve aşkı, onda bulamayız. Hikaye hemen hemen yok gibidir, Sultan Veled, mantıkî silsileden ayrılmaz, bilgiye dayanır, halktan ziyade bilgiliye hitap eder.
Sultan Veled’in Türkçe ve Rumca ile karışık, mülemmâ tarzında yazılmış şiirleri bulunduğu gibi on tane de Türkçe şiiri vardır. Onun Türkçe şiirine bir örnek sunuyoruz:

Senün yüzünğ güneşdür yoksa aydur
Canum aldı gözünğ dakı ne aydur
Benüm iki gözüm bilgil canımsunğ
Beni cansuz koyasunğ sen bu keydür
Gözümden çıkma kim bu yir senünğdür
Benüm gözüm sanğa yahşı saraydur
Ne okdur bu ne ok kim değdi senden
Benim boyum süngüydü şimdi yaydur
Temâşâ çün berü gel kim göresünğ
Nite gözüm yaşı ırmak u çaydur
Senünğ boyunğ budağdan ağdı geçdi
Cihan imdü yüzünğden yaz u yaydur
Bugün ışkunı odından ıssı alduh
Bize kayu degül ger kar u kaydur
Banga her gice senden yüz binğ assı
Benüm her gün işüm senden kolaydur
Veled yohsulıdı sensüz cihanda
Seni bildi bu kezden beg ü baydur.

Sultan Veled’in dinî, şer’î ve tasavvufî kültürünün değeri, onun bu geniş ve köklü bilgisini herkesin faydalanabileceği bir hale getirmiş olmasından ileri gelir. Sipehsâlâr, bazı hususlarda güçlükleri bulunan mürîdlerin, bunları çözmek için onun eserlerine başvurduklarını, bu şekilde de çözüme ulaşamazlarsa Sultan Veled’in bizzat izahatta bulunduğunu anlatır.
Sultan Veled, 11 Kasım 1312 Cumartesi gecesi, seksen altı yaşında Hakk’a yürümüş, cenaze namazını, vasiyeti üzerine, Mecdüddin Aksarâyî kıldırmış ve babasının sağ tarafına sıralanmıştır. Vefatından evvel şu rubaiyi ve beyti okumuştur: “Benim gibi ruh alemine bakınız. Aczi bırakınız, kuvvetli olunuz. Zarif insanlar birer birer gittiler. Sıra bize geldi, hazır olunuz.” “Bu gece, mutluluğa erdim ve kendi benliğimden kurtulduğum gecedir.”


Risâle-i Sipehsâlâr’da, Sultan Veled’in türbesinden üç gün üç gece göğe nur yükseldiği, Konyalılar’ın bu nurun ululuğuna hayran olup, günlerce yas tuttuğu anlatılır. Dostları, bu nurun Sultan Veled’in yerine geçen oğlu Arif Çelebi’nin olduğunu söylemişlerdir.

Sultan Veled Hazretleri bize, manevi güzelliklerle dolu Mevlevîlik teşkilatını bırakarak bu dünyadan göçtü. Allah O’ndan razı olsun. Sözlerimizi onun bir rubaisi ile bitiriyoruz:

“Ben gönlümü cana ve cemalini görmek cihana bedel olan kimseye veririm. Ben, olur olmaz kimseye gönlümü vermem. Bir işte fayda, zararı karşılayacak kadar olmalıdır
.”
 
Geri
Üst