Mevlânâ"nın milliyeti halen tartışma konusudur. Bizler, Mevlânâ"nın milliyeti için Türk derken, 12. asırda yaşadığı yer olan Horasan vilayetinin İran'a bağlı olması ve Farsça söylemesi nedeniyle İranlılar, İranlı diyorlar. Afganlılar, Mevlânâ'nın doğduğu şehir olan Belh'in, şu anda kendi sınırları içerisinde bulunması nedeniyle, Afganlı diyorlar. Nihayet Araplar, Mevlânâ"nın soyunun Peygamberin soyundan geldiğini iddia ederek, Arap diyorlar. Ayrı bir tartışma konusu olan Mevlânâ"nın milliyetini bir yana bırakırsak "Mevlânâ bir şarklıdır." İslam örf ve adetlerinde olduğu gibi, şark örf ve adetlerinde de "Babanın oğula ayağa kalkması" söz konusu değildir. Hepimiz gayet iyi biliriz ki, evlerimizde büyüklerle birlikte otururken sedirden eşige doğru boy sırasına göre değil, yaş sırasına göre otururuz.
O halde olayın kaynağı neresidir? Hangi rivayetin mahiyeti değiştirilmiş, bu şekle getirilmiş olabilir. Şimdi de olayın bu tarafına bakalım.
Elimizde konu ile ilgili rivayetler çok ve çeşitlidir. Ancak biz bu rivayetlerden daha çok bilinen sadece üçünü sizlere sunacağız.
1. Rivayet şöyledir: Horasan'ın Belh şehrinden çıkıp Larende'ye oradan da Konya'ya kona-göçe gelen Mevlânâ ve babası, Nişabur'da Şeyh Attar ile de karşılaşırlar. Birlikte olurlar. Şeyh Attar Mevlânâ'nın olgunluğunu görür ve ona Esrâr-nâme adlı eserini hediye eder ve babasına da;
"Çok geçmeyecek ki, bu senin oğlun âlemin yüreği yanıklarının yüreklerine ateşler salacaktır" der.11
2. Rivayet şöyledir:
Sultanü'l-Ulemâ, Hac farizasından dönerken Şam'a uğradı. Orada Muhyiddin İbnü'l- Arabi ile de görüştü. Muhyiddin İbnü'l- Arabi bir gün Sultanü'l-Ulemâ'nın arkasından yürüyen Mevlânâ"ya bakarak "Sübhânallah! Bir okyanus bir denizin arkasında gidiyor!" dediği söylenir12.
3. Rivayet işe şöyledir:
Bir gün Sultanü'l Ulema Bahaeddin Veled oğlu Mevlânâ"dan bahsederken;
"Biz arkamızda öyle bir yiğit bırakıyoruz ki, ona güneş, ay ve yıldızlar secde eder, ölüler kıyam (ölümden sonra dirilip, ayağa kalkma) ederler."13
Biz bu üç rivayet ile birlikte kendisini sevenlerin Mevlânâ hakkındaki düşüncelerini aksettirmesi yönünden şu 4 rivayeti de nakletmek istiyoruz.
Bir gün Müineddin Pervane kendi sarayında;
"Hüdavendigâr (Mevlânâ) Hazretleri, eşi olmayan bir padişahtır. Onun gibi bir hakikat sultanının asırlar boyunca bir daha Dünya'ya geleceğini zannetmiyorum."14
İşte bu ve benzeri rivayetler, Mevlânâ için yapılan yüksek ahşap sandukanın, Mevlânâ'nın babasının kabri üzerine nakledilmesinden sonra, yeni görünümü ile birleşerek;
"Mevlânâ defn için mezarına getirildiginde, babası Bahaeddin Veled onun ilmine hürmeten ayağa kalkmış ve ona baş ucunda yer vermiştir." şeklini almıştır.
Şimdi de rivayetleri bir yana bırakalım ruhi kalkış olur mu? Olursa kimler tarafından görülebilir. Konunun bir de bu yönüne bakalım.
Kur"ân-ı Kerîm"de ruh ile alakalı ellinin üzerinde ayet tesbit ettik. Ancak konu ile irtibatlandıramadık. Hadis-i Şeriflere yöneldik. Bunlardan birisi şu mealdedir;
Ebu Hureyre, Peygamberden rivayet ediyor...Peygamberimiz dedi ki;
"Ölülerinize iyilik ediniz. Yani onlar için sadaka, hayır ve hasenad ediniz. Müslümanların ruhları her Cuma gecesi semadan Dünya'ya gelir. Evlerin damı ve kapılarında durur. Akraba ve ev halkına seslenir. Benim için de birşeyler bağışlayın. Dün bende sizin gibiydim."15
Kısacası demek ki müslümanların ruhları, fatiha istemek için Cuma geceleri akraba ve ev halkının damlarına geliyor ve kapılarında duruyorlar. Yani ruhlar hareket edebiliyorlar. Öyle ise ruhi kalkış da olabilir. Burada asıl sorun ruhi kalkış olmuşsa görülebilir mi? Görülebilirse kimler görebilirler.
İnancımıza göre ermiş dediğimiz kimseler böyle bir kalkış olmuşsa görebilirler. Ancak gördüklerini naklederler mi?
Yine Hadisi Şeriflerden çıkarttığımız neticeye göre, bir ermiş kişi böyle bir şey görmüş olsa bile, gördüklerini söylemiyeceği ve nakletmeyeceği doğrultusundadır.
Netice olarak diyebilirz ki maddi bir kalkış yoktur. Ruhi kalkış olabilir. Onu da görecek bir göz gerekir.
Ancak eğer Mevlânâ"nın babası, İslam ve Şark ananelerine rağmen, oğlunun ilmine hürmeten ayağa kalkmışsa, ben şahsım adına anlayışla karşılıyorum. Hangi baba yokki, çocuğu ile gurur duyup öğünmüyor. Allah bizlere de Mevlânâ gibi bir evlat verse de, bizler bırakınız yalnızca yerinden kalkıp buyur etmeyi, onu karşılamak için kapılara çıkalım, sokaklara dökülelim.
Kaynaklar:
[7] Şeyh Galib, Divan-ı Galib, Mısır-Bulak Basımevi, 1252, s.63-64.
*Dr. Erdoğan Erol, Türk Etnoğrafya Dergisi, Sayı 19, Ankara 1991.
[8] Mehmet Yusuf Akyurt, Konya Asarı Atika Müzesi Muhtasar Rehberi, Alaeddin klişe Fabrika ve Matbaası, İstanbul, 1930
[9] Şahabettin Uzluk, Mevlâna"nın Türbesi, Yeni Kitap Basımevi, Konya, 1946.
[10] A) Makam: Kıyam edilen, durulan, durulacak yer, durak. Ermişlerden birinin mezarı sanılan yer.
B) Menazil: Yollarda konak yerleri. Duraklar
[11] Devletşah, Devletşah Tezkiresi (Çev. Necati Lügal) Tercüman 1001 eser; 112, İst. 1977, s.249
[12] Midhat Bahari Beytur, Mesnevi Gözüyle Mevlâna, Şiirleri, Aşk ve Felsefesi, Sulhi Garan Matbaası, İstanbul, 1965, s.91.
[13] Son Postnişinlerden Bâkır Çelebi"nin oğlu Celâleddin Çelebi"den nakil
[14] Ahmet Eflakî, Ariflerin Menkıbeleri, (Çev. Tahsin Yazıcı) Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1989, Cilt, 1, s.137
[15] Rumuz Al- Ahadis, Hulusi Matbaası, 1326, Sah. 113-114.