Hikmet Onat Resimleri

Bilge Gökçen

Yeni Üye
Üye
Hikmet Onat Resimleri
hikmet onat eserleri hikmet onatın eserleri ressam onat resimleri tabloları
Manzara resimleriyle tanınan 1914 Kuşağı ressamlarından Hikmet Onat 14 Mart 1977’de İstanbul’da öldü. Bir açık hava ressamı olan Onat’ın en önemli tabloları arasında deniz ve sun görünümlerini betimlediği “Kabataş’tan Manzara”, “Derede Sandal” ve “Salacak” sayılabilir. 1882’de İstanbul’da doğan sanatçı, babası deniz binbaşısı Kanlıcalı Murat Bey’in yönlendirmesiyle Heybeliada Bahriye Mektebi’ne girdi. Daha sonra Sanayi-i Nefise’nin resim bölümünde okudu ve 1910’da Avrupa sınavını kazanarak Paris’e gitti.Burada Fernand Cormon’un atölyesinde çalışmasına rağmen izlenimciliğe yakınlık duydu. 1914’te Türkiye’ye dönen Onat, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin düzenlediği geleneksel Galatasaray sergilerine katıldı. Cormon’dan öğrendiği koyu renkler ve fotoğrafik desenlerin İstanbul’da geçerli olmadığını gören ressam, “Buranın havası beni değiştirdi” diyerek kendini İstanbul’un berrak, güneşli havasına ve deniz kıyılarına adadı. Güzel Sanatlar Akademisi’nde 1915’ten yaş haddinden emekli olduğu 1949’a değin hocalık yapan Hikmet Onat, kişisel sergi açmaktan kaçınmış, ancak ölümünden birkaç ay önce Ankara’da bir sergi gerçekleştirmişti. Hikmet Onat İstanbul’u en çok resimleyen sanatçı oldu ve “gerçek bir İstanbul ressamı” olarak nitelendi.











 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Cevap: Hikmet Onat Resimleri

Hikmet Onat (1882-1977)
95 yaşındaki Onat’ın sergisi, resim tarihimizin bir ustasının gelişim çizgisini de yansıtıyor.
Ahmet Köksal
Bizde batı anlayışındaki “pentür”ün öncüleri olan Şeker Ahmet Paşa kuşağının başlıca özelliği, doğa betimlemesindeki özdenlik, dürüstlük ve doğaya taparcasına bağlılık olmuştu. 19. yüzyıl ressamlarımızda eksikliği görülen teknik kaygılar, çağdaş eğilimler ise, yirminci yüzyıl başlarında, özellikle 1908 Meşrutiyetinden sonra “Sanayii Nefise Mektebi”ni bitirerek Avrupa’ya gönderilen sanatçılarımızca karşılanmak istendi. Öteden beri batı etkisindeki resim sanatımızın ikinci dönemini oluşturan ve l870 yıllarında Fransa’da doğan “impressionisme” tekniğiyle ılımlı ilişkiler ve aralarında belirgin ayrımlar görülmesine karşın, Çallı İbrahim, Ruhi Arel, Hikmet Onat, Avni Lifij, Nazmi Ziya, Namık İsmail, Feyhaman Duran adları “izlenimci ressamlar” olarak anılageldiler. Bu, bir akıma bağlılıktan ve onu temsilden çok, 1908-1910 yıllarında Avrupa’ya giden ve dört yıllık bir öğrenim döneminden sonra yurda dönerek 1914’ten sonra Galatasaray Lisesi salonunda başlayan sanat gösterilerini birlikte sürdürmelerinden gelmektedir. Birçok sanatçıda olduğu gibi, Hikmet Onat’ın sanat kişiliğinin yaşamöyküsüyle çok yakın ilişkileri vardır. Özellikle çok kararlı, sakin, iniş çıkışsız bir sanat grafiğinin çok düzenli bir yaşamla iç içe geliştiği Onat ustada bu durum daha da belirgindir.


1882 mayısında Fındıklı’da doğan Arif Hikmet, deniz binbaşısı Kanlıcalı Murat Beyle, Vasfiye Hanımın oğludur. İlk öğrenimine mahalle okulunda başlayıp bir süre cami dersleri de izleyerek Tophane’deki “Nadire Mektebi”ne giriyor. Üç dört yıl burada okuduktan sonra geçtiği “Feyziye Mektebi”nde baba mesleğine girmeyi uygun görerek Bahriye Mektebi (Deniz Harp Okulu) Kasımpaşa Rüştiyesi’nin son sınıfında sınav verip yazılıyor. İki yıl lise, İki yıl da Harp Okulu sınıflarında öğrenim yaparak 7 kasım 1903’te güverte mühendisi teğmeni çıkıyor. Küçük yaşlarda resim ve yazıya duyduğu eğilim, Deniz Harp Okulu resim öğretmeninin yanında artıyor ve yarbay rütbesindeki resim öğretmenine yardımcılık yapan, kendisinden bir sınıf önde bulunan Ruhi Bey’in (Arel) özendirmesiyle iki yıl güverte mühendisliği yaptıktan sonra 1905yılında Deniz Fotoğrafhanesi’ni yöneten Yarbay Ali Sami Bey’in Akademi Müdürü Osman Hamdi Bey’e yazdığı bir “tavsiye mektubu”yla “Sanayi-i Nefise”ye yazılıyor.


O sıralar Akademi hazırlık sınıflarında Lehistanlı Varniya ile İtalya’da öğrenim gören Adil Bey, yüksek sınıflarda ise İtalyan Valeri öğretici bulunuyordu. Deseni güçlü olan Valeri, genellikle ayrıntıya çok düşkündü ve İtalyan usulü resim yaptırıyordu. Hazırlık sınıflarında alçı modellerden “ornement”lar, kabartma figürler, eski Yunan heykellerinin alçı kopyalarından baş resimleri çizilirdi. Yüksek sınıflarda öğrenciler tarafından bulunup getirilen sakallı Kürtler Yahudiler gibi canlı modellerden çalışılırdı. Alt sınıflarda genellikle baş resimleri, son sınıflarda ise kadın model bulunmadığından ancak pehlivan modellerden (donlu çıplak) “nue” türünde resimler yapılıyordu.



Meşrutiyet’in ilanından sonra Osman Hamdi Bey’in girişimiyle güzel sanat alanında da Avrupa’ya öğrenci gönderilmesine karar verildi. Akademiyi ilk bitirenlerden Çallı İbrahim ve Ruhi Arel 1909’da “Maarif Vekaleti açtığı yarışmayı kazanarak Fransa’ya gönderildi. Ertesi yıl, Osman Hamdi Bey’in ölümü üzerine kardeşi Halil Ethem Bey’in müdürlüğe geldikten sonra açılan yarışmayı kazanan Hikmet Onat da Fransız Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde (Ecole National Superieur des Baux-Arts) ünlü ressam Fernand Cormon atölyesine girdi. Fransızların izledikleri daha ayrıntısız bir bütünlüğü, renk uyumu ve teknik yetkinliği gözeten Cormon, ilk önce “detaylı İtalyan usulünü” bırakmalarını öneriyordu. Hikmet Onat, birçok ressamımızın öğretim yaptığı bu atölyenin 3 kuralcı akademik ilkelerini çeşitli inceleme ve gözlemleriyle aşarak, ilerde İstanbul görünümlerine açılacak olan ve gerçekçilikle bağdaşan bir tür izlenimciliğe yönelecektir. Nitekim, Paris’teki öğrencilik yıllarında Paul Chabas, Zorn, Rene Menard ile Pantheon’daki anıtsal fresklerini gördüğü Puis de Chavannes, akşam derslerini izlediği Jean-Paul Laurens gibi sevdiği, etkilendiği sanatçılar arasında yaşıyordu. İzlenimcilerin yapıtlarım kapsayan Chauchard koleksiyonunun katkısıyla Louvre’da açılan salon da hayranlıkla dolaştığı yerlerden biriydi. 1910 yıllarında Louvre’da tanıdığı Rönesans ustaları yanında bu sanatçıları doğaya daha yakın, renkli ve duyarlı bulup imrenerek izliyor, bunların nasıl yapıldığını anlamaya çalışıyordu. Paris’teki öğrendik anılarını şöyle anlatıyor:


“İstanbul’da resim diye bir şey görmemiştik. Paris’te çeşitli ekolleri, bilhassa Louvre’daki hayret uyandıran eserleri görünce bunlar nasıl yapılır diye önceleri ürktük, sonra mademki bunları yapanlar insandır diye bize de gayret geldi... Birçok sanatçılar resimlerden görerek yararlanırlar, okuyarak değil.. Biz Paris’teyken büyük büyük şeyler düşündük. Her apartmanın üst katının atölye olduğu Paris’e göre tabii... İstanbul’a gelince bunların hiç birini bulamazdık. Düşündüklerimizin yüzde doksanını uygulamak imkânı bulamayınca da hayal kırıklığına uğradık.”

Birinci Dünya Savaşı’ndan önce yurda dönen Çallı İbrahim, Akademi’de Valeri’nin yerine atanmıştı. 1914’te genel savaşın çıkması üzerine yurda gelen Hikmet Onat ise kadrosuzluk yüzünden bir süre “Nümûne” okullarında görevlendiriliyor. 1915 yılında Valeri’den boşalan atölye başkanlığına Çallı getirilince, Varniya’nın yerine de Hikmet Onat atanıyor. “Sanayi-i Nefise”de Paris Akademisi’nin küçük bir örneğini kurmak isteyen Çallı ve Hikmet Onat, o zamana değin uygulanan sınıf yöntemi yerine atölye yöntemini getiriyorlar: Öğleye kadar atölye çalışması, öğleden sonra da sanat tarihi, estetik, anatomi, perspektif gibi kuramsal dersler yapılıyor. Akademiye sınavla öğrenci alınıyor, bir hafta erkek bir hafta kadın çıplak modelden atölye çalışmaları yapılıyor ve otuz yaşına değin öğrenim görülüyor. O yıllarda atölye hocaları Çallı İbrahim, Hikmet Onat, Namık İsmail, Nazmi Ziya, Feyhaman Duran; menazır (perspektif) hocası da Ruhi Aral...

1949 yılında Akademi atölye şefliğinden emekli oluncaya kadar birçok öğrenci yetiştiren Hikmet Onat, bir yandan da Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’yle başlayan ve 1919’da Türk Ressamlar Cemiyeti, 1926’da Güzel Sanatlar Birliği adını alan toplulukta çalışmalarını aralıksız sürdürüyor.

Bir açık hava ressamı olarak tanınan sanatçı, özellikle İstanbul’un renk ve ışık zenginliğini, pitoresk görünümlerini yansı tan tablolarıyla ünlenir. Boğazın olanca renk zenginliği içinde mavnalarla kayıkların dinlendiği kıyı lar, Kanlıca, Beykoz, Büyükdere sırtlarından ve her köşesinden görkemli bir görünümün, yaşam tadının duyulduğu, sınırsız erinç veren atmosferini günümüze değin bıkıp usanmadan tablolarında derlemektedir. İstanbul’un peyzaj değerlerini sağlam bir desenle bileştiren karşıt renklerin perspektif gücü, boyama tekniğinin yetkinliğiyle karşımıza çıkarır

“Gerçek içindeki şiiri arıyorum” diyen sanatçı Boğaziçi tutkusunu şöyle anlatıyor:
‘Resim anlayışı insanlar da hayat anlayışıyla birlikte yürür Ben tabloda daima Tanrı’yı görmek kanaatine sahibim ve tabiat şıkıyım. Biz harikulade müzeler için de yaşıyoruz, fakat alışkanlığımızdan dolayı bunları alelade sanıyoruz. Halbuki tabiat harikalardan ibarettir. Bunun için güzelliğe olan sevgim beni bu yola itmiştir. Bahriyeli olduğum günlerden başlayan deniz sevgisiyle kıyılara ve sevki tabii ile daha yükseklere gitmişimdir. Bugün bile ilk gün baş gibi tabiatı anlamaya, tahlile çalışmaktayım. Her gün yeni şeyler öğreniyor, yeni güzellikler farkediyorum. Hâlâ etüd devresindeymiş gibi bildiğimle, öğrendiğimle yetinmiyorum. Yeni yeni şeyler öğrenmek istiyorum. .


‘Tabiat sevgisi en başta sağlığım için de iyi oluyor, erken kalkıyorum, yürüyorum, sürekli bir değişiklik ve hareket sağlık getiriyor.
Daha güzeli, açık havada kafa da iyi çalışıyor, zihin yorgunluğu gideriliyor. Atölye ile büyük tabiat karşısında kıyaslanmaz bir fark var. Bir hafta tecrübe edin insan şayan-ı hayret, edilmez sonuçlar alır.


Sanat’ görüşünü açıklarken “bize empesyonist etiketini yapıştırdılar,” diyen Hikmet Onat, “Aramızda bir Nazmi Ziya (Güran), o da hayatının kısa bir devresinde gerçek anlamıyla empresyonizm ilkelerine uygun eserler diyor ve kendisini-daha çok gerçekçilikle niteliyor. On yıl süren İstanbul ve Paris akademilerinin soluk ışığından kendini -kurtaran sanatçı, sabahın beşinden on sularına kadar süren çalışmaları üzerine da şunları söylüyor:
“Bu süre içinde güneşin radyasyon eğrisi, yerdeki renklerin bütün frekanslarını taze ve kusursuz bir güzellik içinde yansıtıyor. Öğle zamanı, güneşin çok şiddetli radyasyonlardaki güçlü valörler, yeryüzünde ki renkleri modüle edip tek renge doğru yaklaştırıyor.”
Cormon atölyesinden edindiği akademik kuralları nesnel görünümlere bütünüyle bağlı bir desen sağlamlığıyla uygulayan ve izlenimciliğin getirdiği renkçi espriyle bağdaştıran Onat, birçok tablosunda kitle etkisini, üç boyutluluğu duyurmaktan geri kalmaz. Hemen bütün görünümlerindeki derinlik, uzak ve yakın planları bir birinden ayıran koyu-açık renk tonları ve renk perspektifiyle beliren kişiliğini birçok tablolarında vurgular. Onun hızlı ve atak fırça vuruşlarıyla - örülen sarı, turuncu ışıklar, mor ve mavi gölgeler, canlı ağaç yeşilleri, kıyılara yansıyan tekneler ve evler birçok peyzajında yer alır.


Hikmet Onat’ın 95 yılı dolayısıyla sanatçının özel koleksiyonundan düzenlenen sergide hiç sergilenmemiş otuz üç resmini buluyoruz. Bunların bir bölümü yukarıda değindiğimiz özellikleri taşıyan Salacak, Paşabahçe, Sarıyer, Beykoz vb. gibi Boğaziçi görünümleri. 1910 yıllarında Paris’te Öğrenciliği sırasında yaptığı üç çıplak kadın figüründe ise Cormon atölyesinin kuralcı niteliği, desen sağlamlığı, renk olgunluğu ve teknik yetkinlikle beliriyor. Sergide Topkapı Sarayı’nın iç görünümlerinden ve değişik bölümlerinden düzenlenen bir dizi “enterieur”, bir açık hava ressamı olarak bilinen Onat’ın çok titiz nesnel gözlem gücünü, Özenli bir renk beğenisiyle birleştiren fırça ustalığını ortaya çıkarıyor.
1917 yılında yaptığı eşinin portresi ile “Nakış İşleyen Kız”, onun az rastlanan portre çalışmalarındaki ustalığının belgesi oluyo

Hikmet Onat’ın 1910’lardan başlayarak günümüze değin 65 yılı geçen oldukça geniş bir zaman kesitinden seçilmiş ürünlerini bir araya getiren sergi, onun sanat ki duyulan saygının bir belirtisi olduğu kadar, resim tarihimizde yer tutmuş bir dönemin temsilcilerinden bir ustanın gelişme çizgilerini de başlıca özellikleriyle - tanıma olanağını veriyor.
 
Moderatör tarafında düzenlendi: