Gazeteciler Biyografi

Ce: Gazeteciler Biyografi

Adel Mıhamceriy Hasoko ( 1933)- (1984)

1933 yılında Ürdün'ün başkenti Amman'da doğdu. Ürdün'deki Kafkas göçmenlerinin kültürel kuruluşlarının çalışmalarında rol oynadı. 1950-1957 yılları arasında Ürdün'de bulunan İkinci Dünya Savaşı mültecilerinden yazar, besteci ve halkbilimci Kube Şaban ile birlikte Adige halkbilimi ve edebiyatı üzerinde çalıştı. Onun "Qebertayeme Yaçecstyeu" (Kabartay'ların Baskını) ve "Psiyıçvij” (Göç) adlı piyeslerinin Amman'da sahnelenmesine yardım etti ve bunlarda oynadı. Kube Şaban'ın Fransa'ya gitmesinden sonra da Amman'daki Gençlik Derneği'nde Adige dili ve alfabesi üzerine kurslar düzenledi. 1958 yılında "Dy Anebze" (Anadilimiz), 1959 da "Adighe Alfibe" (Adige Alfabesi), 1960 yılında ise "Xexiqheu Adighe Uered Zaul" (Seçme Adige Halk Şarkıları) ve "Mefepç" (Takvim) adlı yapıtları yayımlandı. Bu arada Şurdum Memduh ve Balkız Mahmud ile birlikte doldurmuş oldukları Kafkas halk müziği bantları Amman Radyosunda yıllarca çalınmıştır.

1960 yılında Ürdün'ü terk edip işçi olarak Batı Almanya'ya gitti. Bir süre sonra Almanca'yı öğrenip bir kompüter enstitüsünü bitirdi ve işini değiştirdi. Bu arada Schwelm adlı küçük bir kasabada kurduğu "Tscherkessischer Kulturverein" kısa sürede Almanya'da çalışan Kafkas kökenli işçiler ve Avrupa üniversitelerinde Kafkasoloji üzerinde çalışan öğrenciler için küçük bir enformasyon merkezi haline geldi. Almanya’da iken de çoğu bu derneğin yayını olmak üzere "Adighe Alfibem Yiqhuaz" (Adıge Alfabesi İçin Rehber), "Nart Txidezh I." (Nart Efsaneleri I.), "Zi Mafe Guerem" (Günün Birinde - Fabl'ler) gibi kitapları yayınlandı. "Nıbjeqhu" (Arkadaş) ve "Cible" (Yıldırım) adlı bültenlerin yayımlanmasında emeği geçti.
 
Ce: Gazeteciler Biyografi

Adnan Öksüz ( 1964)

1964, Erzincan doğumlu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul ve Erzincan'da tamamladı. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu'ndan 1991'de mezun oldu. Gazeteciliğe 1987 yılında Zaman'da başladı. Yaklaşık 10 yıl parlamento muhabirliği yaptı. 5
yıl Aksiyon Dergisi'nin Ankara Temsilciliğini üstlendi. Halen Zaman'da çalışmalarını sürdürüyor. 'Seçim Sistemleri' konulu araştırması Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin 'Araştırma Ödülü'ne layık görüldü. Evli, iki çocuk babası.

ESERLERİ

Siyasette Arka Oda Manzaraları; TIK SESİ

Siyasette Arka Oda Manzaraları; TIK SESİ isimli kitapta yakın siyasi tarihimize ilişkin ilginç olayların perde arkası anlatılıyor. Ankara'da 15 yıl siyaseti izleyen ve olayların perde arkasını araştıran Gazeteci Adnan Öksüz bu deneyimlerinin bir bölümünü kitaplaştırdı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı Bülent Arınç, Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'le ilgili
birbirinden ilginç anekdotlar kitapta yeralıyor. Eski siyasiler de kitapta ağırlıklı bir yer tutuyor.
 
Ce: Gazeteciler Biyografi

Ahmed Arvasi ( 15.02.1932)

1932 yılında dünyaya geldi.Ailece Van'ın Müküs (Bahçesaray) kasabasına bağlı Arvas (Doğanyayla) köyündendir. Mühitlerinde bu köyün adına izafeten 'Arvasiler' olarak tanınırlar. Soyadı kanunu çıktıktan sonra köylerinin adı soyadları oldu. Babası Anadolu'da yetişen büyük velilerden Seyyid Abdülhakim Arvasi'dir.

Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabı yazarı Hüseyin Hilmi Işık ile büyük şairlerimizden Necip Fazıl'ın hocaları Abdülhakim Arvasi hazretleri ise bir başkasıdır.

1952'de Erzurum Öğretmen Okulu'ndan mezun olduktan sonra bir süre ilkokul öğretmenliği yaptı. 1958'de Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümü'nü bitirdi. Sırayla Balıkesir, Bursa ve İstanbul'daki eğitim enstitülerinde hocalık yapan Arvasi, 1979 yılında emekli oldu. Aynı yıl Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel İdare Kurulu'na seçilerek bu partideki görevine 12 Eylül 1980 ihtilaline kadar devam etti. MHP'den İstanbul Senatör Adayı da olmuştur. Arvasi Hoca, o zamanlar Türk milliyetçiliğinin sesi olan Hergün Gazetesi'nde, ' Türk-İslam Ülküsü ' başlığıyla günlük makale yazdı. 12 Eylül darbesinden sonra Türk İslam ülkücüleriyle birlikte MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası'ndan yargılandı. Mamak Cezaevi'nde işkence gördü. Tahliye olduktan sonra ülkücü gazete ve dergilerde yazı yazarak gençliğe yol göstermeye devam etti. Türkiye Gazetesi'nde Hasbihal başlığı ile makaleleri neşredildi.

56 senelik ömrünün bir bölümünde hep konuşan, anlatan ve hitabet sanatını en güzel şekilde icra eden Arvasi Hoca vardı. İkinci ve son bölümde ise hep yazı yazan. 31 Aralık 1988'de Erenköy'deki evinde saat 11.00'de ruhunu teslim ederken çok sevdiği daktilosunun başındaydı. Ölümünü Yeni Düşünce Gazetesi, 'Bir Güzel Adam Hakk'a Yürüdü", Türkiye Gazetesi ise 'S. Ahmet Arvasi'yi Kaybettik' manşetiyle verdi. Arvasi'nin cenaze namazı için yurdun çeşitli yerlerinden gelen binlerce kişi Fatih Camii'ni ve bahçesini doldurmuştu.

Merhumun akrabası Van eski Müftüsü Seyyid Kasım Arvasi cenaze namazını kıldırdı. Arvasi Hoca, Edirnekapı'da damadı Reşat Yamankaradeniz'in yanına defnedildi. Kabrinin biraz aşağısında meşhur Osmanlı şeyhülislamlarından İbn-i Kemal hazretlerinin kabri bulunuyor.

ESERLERİ

Türk-İslam Ülküsü (3 cilt), Kendini Arayan İnsan, İnsan ve İnsan Ötesi, Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz, Şiirlerim, Eğitim Sosyolojisi, Doğu Anadolu Gerçeği, İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri, Hasbihal (6 cilt) Hasbihal, daha sonra konularına göre şu isimlerde yayımlandı: Emperyalizmin Oyunları, Devletin Dini Olur mu, Kadın Erkek Üzerine, İnsanın Yalnızlığı,

HAKKINDA YAZILANLAR

1.Asrın Yesevisi Ahmet Arvasi, Hüdavendigar Onur, Biyografi Net Yayınları, İstanbul 2003
Türk İslam ülküsünün abide şahsiyetlerinden Seyyit Ahmet Arvasi'nin ailesi, akrabaları ve hayatı hakkında yazılan Asrın Yesevisi isimli eserde, İlme Önem Veren Bir Millet, Arvas Mektebi, Arvasi'ye Göre İnsan Tahlilleri, Kültür ve Medeniyet Üzerine, Milliyetçilik, Arvasi'nin Milliyetçilik Anlayışı, Arvasi'de Türk Sevgisi, Arvasi'ye Göre Zararlı Cereyanlar, Arvasi'nin Eserleri gibi bölümlerde bulunuyor.

2.Ahmet Arvasi'nin Hayatı Tefekkürü Eserleri, Burak Yayınevi, İstanbul
3.Ahmet Arvasi Hoca hakkında Bizim Ocak, Nizam-ı Alem Ocakları, Hisar, Ufuk Çizgisi gibi dergiler özel sayı çıkardılar.
 
Ce: Gazeteciler Biyografi

Ahmed Cavid Paşa

1840 yılında Kafkasya'da Vubıh (Soçi) yöresinde doğdu. Büyük Çerkes sürgününde (1864), yüz binlerce soydaşı gibi o da ailesi ile birlikte Anadolu'ya göç etmek zorunda kaldı. Bandırma'nın Çinge köyüne yerleşti. Aile adı Therkhet'dir.

Yurdunu kaybetmenin ve feci sürgünün getirdiği tüm acılara karşın, bir yandan Türkçe öğrenmeye çalışırken İstanbul'dan getirttiği kitaplarla kendi kendini yetiştirerek yeni ülkeye ve yaşama uyum sağladı. Daha sonra İstanbul'a giderek memurluk yaptı. Çeşitli devlet memurluklarında bulunduktan sonra, Suriye'de Suveyde, sonradan Bandırma, Yenipazar, İstanköy, Humus ilçelerinde Kaymakam olarak görev yaptı. İstanbul'da Zabtiye Nezareti'nde çeşitli görevlerde bulundu. Mirmiran rütbesiyle sivil Paşa rütbesi verilerek Pizren, Ergiri ve Şarkikarahisar'da da mutasarrıflık yaptıktan sonra emekli oldu. İstanbul'a dönerek Üsküdar'da yerleşti.

Kaybettiği yurdunun özlemini çeken ve soykırıma uğratılan halkının acılarını dindirmek için yaşamı boyu elinden gelen herşeyi yapan Therkhet Ahmed Cavid Paşa, 1897 yılında, hazırladığı Arap harfli Adige alfabesini litograf (taşbasması) ile gizlice bastırarak Çerkes folklor ve edebiyatından derlemeler yapmaya girişti. Bu bakımdan Türkiye'de Adige dilinin alfabesini ilk kez düzenleme onuru ona aittir.

Namık Kemal'in kişisel dostu olan Ahmed Cavid Paşa, Zabtiye Nezareti'nde şube müdürü olarak bulunurken onun Avrupa'ya kaçmasına da yardımcı olmuştu. Osmanlı Devleti'nde 1908'de ikinci kez Meşrutiyet yönetiminin yürürlüğe girmesi üzerine, merkezi İstanbul'da olmak üzere kurulan "Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti"nin kurucuları arasında yer aldı ve ölünceye kadar bu cemiyette başkanlık görevlerinde bulundu. Evvelce litografla ve gizlice bastırmış olduğu Çerkes (Adige) Alfabesi'ni 1909 ve 1910 yıllarında iki kez daha bastırdı. "Adige Yani Çerkes Lisanının Söylenişi Yazılışı" (İstanbul 1911) ve "Arab Cerf" (Arap Sarfı-Grameri) adlı Adigece-Türkçe iki de broşür yayınladı. Osmanlı basınında, Çerkes sürgünlerinin durumunu belirtip onların yerleştirilme şeklindeki aksaklıklardan yakınan, onlara daha uygun toprak ve otlaklar verilmesi için Dahiliye Nezaretinin (İçişleri Bakanlığı) dikkatini çeken yazıları da yayınlanmıştır. "Çerkes İttihad ve Teavun Cemiyeti'nin organı olan "Qhuaze" (Rehber) gazetesinde Çerkes halk edebiyatından derlemelerini yayımlamış,Mehmet Ali Pçıhaluk ile birlikte hazırladığı Çerkesce-Türkçe Sözlük de bu gazetede kısmen yayımlanmıştır.

30 Ekim 1916'da İstanbul'da ölmüş olup mezarı Selimiye Camii haziresindedir.
 
Ce: Gazeteciler Biyografi

Ahmet Altan ( 1950)

1950 yılında doğdu. Orta ve lise öğrenimini çeşitli okullarda dolaşarak tamamladıktan sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesine devam etti, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. Yirmi dört yaşında gazeteciliğe başladı. Gece muhabirliğinden, genel yayın müdürlüğüne kadar gazeteciliğin hemen hemen bütün kademelerinde çalıştı. 1987 yılında köşe yazarı oldu. 1990'da genel yayın müdürüyken gazeteciliğe ara verdi. Çeşitli televizyon programları hazırladı.Birçok yazısından dolayı yargılandı ve 1995 yılında bir buçuk yıla mahkûm edildi.

ESERLERİ: * Dört Mevsim Sonbahar (roman) 1982 yılında yayınlandı. * Sudaki İz (roman) 1985 yılında yayınlandı, toplatıldı ve müstehcenlikten yargılanarak mahkeme kararıyla toplatıldı. * Yalnızlığın Özel Tarihi (roman) 1991'de basıldı. * Tehlikeli Masallar (roman) 1996 Ekim'inde yayımlandı ve rekor sayılacak baskı sayısına ulaştı. * Karanlıkta Sabah Kuşları (deneme) Kasım 1997'de yayınlandı.

HAKKINDA YAZILANLAR

Kriz günlerinde aşk!
Handan AKDEMİR
Aktüel 14 Mayıs 2001

AHMET ALTAN, "İSYAN GÜNLERİNDE AŞK"TA 31 MART VAKASI ORTAMINDA GELİŞEN AŞKLARI, KORKULARI, İSYANLARI VE O GÜNÜN TARİHİNİ ANLATIYOR.. "ASKERLER İKTİDARA GELDİĞİ İÇİN İTTİHATÇILAR'LA BERABER KENDİLERİNE RAKİP OLARAK GÖRDÜKLERİ DİNDARLARI HEMEN YOBAZLIĞA VE GERİCİLİĞE İNDİRGEDİ. DİNİN BİR RAKİP OLARAK KENDİ KARŞILARINA ÇIKMASINI ENGELLEDİLER.."


Ahmet Altan, "Kılıç Yarası Gibi"yle akmaya başlayan "nehir"in ikinci kitabında, "İsyan Günlerinde Aşk"ta 31 Mart Vakası ortamında gelişen aşkları, korkuları, isyanları ölülerin öykülerinden kurgulanmış olarak anlatıyor. Kadınların gizemli, korkutucu sırları, aşkları ve "sık sık yırtılıp yeniden yazılan bir tarih."
* İktidar askerlikten daha heyecan verici olabilir mi? Romanınızda 31 Mart vakasını anlatırken Mustafa Kemal ve arkadaşları "Asker askerlik yapmalı siyaset yapmamalı" diyerek geliyor ama bir başka kahraman "Asker iktidarın tadını bir kez aldı mı bırakamaz" diyor.
- Doğrusu ben subayların bu kitabı okumasını çok isterim. Burada değişik asker ve subay tipleri var. O dönemde askerliği çok seven subaylar da vardı, siyaseti çok seven subaylar da. Tabii aralarında da ciddi bir mücadele. Bugün bu mücadele çok eksik Türkiye'de. Askerliği sadece askerlik için seven de vardır ama biz onları çok görmüyoruz. Daha çok siyaseti seven asker tipi toplumun önüne çıkıyor. İsmet İnönü "Asker derhal siyaseti bırakıp kendi mesleğine dönmeli" diye bildiri bile yayınlamıştı ama askerler dinlememişti. Bugün meselâ böyle bir tartışma yok. Askerliğe birçok açıdan bakılabileceğini görmek için subayların bu kitabı okumasını isterim gerçekten. Gerçek askerin subaylığı ve askerliği nasıl algıladığını görmek için.

* Osmanlı'nın birleştirici faktörü padişah mıydı? "Doktor başka bir yere gitse de doktordur ama bir padişah başka bir yere gittiğinde padişah değildir" diyorsunuz ama padişah gider gitmez askerler, İttihatçılar ve mollalar arasında savaş başlıyor...
- Çünkü iktidara talip olan birçok kurum padişahın varlığı nedeniyle kendi aralarında bir iktidar kavgası sürdüremiyor; en azından açıktan açığa. Padişah çekildiğinde ortada teslim alınacak bir iktidar kalıyor ve her grup bu iktidarı almak istiyor ve bunun için de kavga başlıyor. Türkiye problemlerinin hiçbirini halledemediği için yüzyıl önceki iktidar kavgası aynen devam ediyor. Yine askerler ve dinciler kavga ediyor.

* 23 Nisan marşlarının "Padişah kovuldu, düzen kuruldu" söylemi doğru olamaz herhalde?
- Kavga bitmedi ama. Türkiye'de iktidar aslında hiç kimse tarafından tam olarak sahiplenilemedi. Çünkü burada halka ait bir şey değil iktidar. Onun için halkın dışındaki güçler dövüşüp duruyor. İktidarı halka yayamadık; halk iktidarın bir parçası, sahibi olamadı. Ortada sadece iktidarın sahibi olmak isteyen gruplar kaldı. Bu grupların en güçlüsü de askerler ve dinciler.

* Aşk ve kölelik, tabiyet ve teslimiyet, inanç ve kulluk... Kitapta hem aşk hem de isyanda tekrarlanan temalar bunlar. Teba olmak neden huzur veren bir şey olmasın?
- Padişah huzurdan ziyade alışkanlık sağlıyordu. Teba oldukları zaman o kadar rahatsız olmuyorlardı çünkü tanrısal bir rolü vardı; ayrıca adam halife yani dini bir sıfatı da var. Onun için ona biat etmek, boyun eğmek onlara zor gelmiyor. Ama ortada padişah olmadığında birilerine boyun eğmek zor geldi. Bir kul bir kula nasıl boyun eğecek. Kaos bu yüzden çıkıyor. Teslimiyette bir huzur tabii ki var ama huzursuzluk da var. Ayrıca dönemin padişahı Abdülhamid çok kuvvetli bir karakterdi. Çok kuşkucu, vesveseli, hafiye teşkilatları kuran, insanların hayatını mahveden, bencil, paranoyaktı belki ama, yanısıra romana, müziğe, tıbba, nişancılığa, hayvanlara, hisse senetlerine meraklıydı. Kimse Pasteur'ü tanımazken onu davet etmişti. Herkes için kanlı bir adamdı, doğru ama, bu gerçek tek başına söylendiğinde artık gerçek değildir. Çünkü gerçek, birçok minik parçadan oluşmuş bir tablodur. Bu parçaların sadece bir tanesini gösterdiğinde yalan söylemiş olursun.

* Tarihi roman yazmak günümüzde geçen bir roman yazmaktan daha mı kolay? Romantik atmosferi garantileyen bir şey sağlamıyor mu?
- Hayır tam tersi, kıyaslanamayacak kadar zor. Bugünde geçen bir romanda bir şeyleri araştırmak zorunda değilsin; kahramanları kafanda yaratır, ilişkilerini biçimlendirir ve oturup yazmaya başlarsın. Ama tarihi romanda birçok araştırma yapmak, kitaplar okumak ,en zoru o karşına çıkan malzemeden en doğru kısımları seçmek zorundasın. Bir romanın kendi özel dünyasını kurarken tarihten aldığın gerçekliği onun içine yerleştirmek gerekir. Ama doğru, romantik olabilir çünkü dekor etkileyici bir sahne, bir isyan, bir ayaklanma.

* Kadınlar kendilerini anlamak, görmek için isyan bölümlerinin bitmesini beklemek zorunda. Bu bekletme istedikleri şeyi vermeden önce onları heyecanlandırmak gibi erotik bir işlev görmüyor mu?
- Hiç böyle düşünmemiştim. Kitabımı okuyan birkaç kadın normalde bu bölümleri atlayacağını, ama zevkle okuduğunu söyledi. Ama benim yazarken böyle bir düşüncem olmadı.

* "Tarihin sık sık yırtılıp yeniden yazıldığı bir diyar" tanımı sadece bizim coğrafyamıza özgü bir şey mi?
- Tüm coğrafyalarda tarih biraz yalandır. Ama bizdeki yalan ölçüsü neredeyse bütününü kapsar hale geldiği için tuhaflaşıyor. 31 Mart olayının gerçeği ile bize anlatılan hali arasında büyük fark var. Sokaktaki insanları çevirin; kaç kişi bunun askeri bir ayaklanma olduğunu, o zamanki din alimlerden çoğunun bu ayaklanmaya karşı çıktığını bilir. Bize bir yalan olarak öğretildi. Biz sanıyoruz ki toplumdaki dincilerin hepsi bir anda 31 Mart'ta ayaklandı. Hayır öyle değil. Sadece İstanbul'da birkaç tabur asker ayaklandı, bunları kışkırtan mollalar vardı ama onların kim olduğu hâlâ bilinmiyor. Ayrıca askerin kendi içinde de bir ayaklanma ve çözülme yaşanıyordu. Subaylar "alaylılar" ve "mektepliler" olarak ikiye bölünmüştü ve birbirlerinden nefret ediyorlardı. Bütün bir yüzyıl boyunca, cumhuriyet tarihi boyunca din tehlikesine referans olarak gösterilen 31 Mart ayaklanmasının aslında ne olduğunu günümüzün okumuş yazmışları bile bilmiyorsa o zaman biraz bu tarihin yalan olduğundan söz etme hakkına sahip olmuyor muyuz? Ve şunu sorma hakkına: Niye bize bunun doğrusunu anlatmadınız? Bu yüzden biz tarihe her baktığımızda dehşete uğruyoruz. Çünkü baştan aşağı yalan. Zucker isimli bir Hollandalı tarihçi "Mustafa Kemal hakkında Mustafa Kemal'den başka hiçbir kaynak yok" diyor. Her meydana heykelini diktiğimiz bir kişi ve hakkındaki tek bilgi kaynağı kendisi. Tarihi bütün çıplaklığıyla gördüğümüzde bugünkü iktidarı da bütün çıplaklığıyla görürsünüz, çünkü bugünkü ilişkiler tarihteki ilişkilerin aynı.Onun içindir ki tarih bu ülkede başka herhangi bir ülkede olduğundan çok daha tehlikeli bir iştir.

* Kimin işine yaradı bu yalan tarih?
- Askerler iktidara geldiği için İttihatçılar'la beraber kendilerine rakip olarak gördükleri dindarları hemen yobazlığa ve gericiliğe indirgedi. Dinin bir rakip olarak kendi karşılarına çıkmasını engellediler. Dini sadece yobazlıkla özdeşleştirip aydınları biraz yarım aydın, biraz hacivat, biraz züppe gibi göstermeyi halkın gözünden düşürmek için kullandılar. Türkiye'de sadece bir tek tip dindar varmış gibi çizildi hep. 31 Mart ayaklanmasına karşı çıkan gerçek dindarlar vardı. Günah işlemekten korkarlardı ama cezalandırılma değil, tanrının sevgisini kaybetme korkusuyla.
......

28 Şubat'ın atası 31 Mart

Böyle olmadığını söyleyen tarihçi varsa çıksın

GÜNDEM GÜNDEM GÜNDEM

Doğan HIZLAN
Hürriyet 10 Haziran 2001

Göztepe'deki Hasan Paşa Apartmanı'nın 13. katına çıkınca, gördüm ki, Ahmet Altan çok satan bir romancının edebî rehavetini yaşıyor. Gazetelerde, dergilerde röportajları yayınlanmış, bilboard'larda yüzünü göstermişti. Bir çok kimsenin hayal edemediği bir rakama ulaşmıştı kitabın satışı; 50.000'e. Sorularımla biraz da bunun sırrını öğrenmek istiyordum. Bir bölümünü öğrendim, diğer bölümünü bulmak da eleştirmenlere kaldı. Benim gibi zor ağırlanır bir misafir için harekete geçti, çünkü beni tanıyordu, beş çayında ikram beklediğimi biliyordu. İsyan Günlerinde Aşk, şimdi her edebiyat severin okuma gündeminde. Onunla dostluğumuzun tarihi eskidir. Hürriyet dış haberlerdeki çalışmalarından, Bir Günün Hikáyesi’ne kadar uzayan bir iş arkadaşlığının pekiştirdiği dostluk. Önce anılar sohbeti başladı, arkasından sorular sökün etti. Elbette biraz birbirimize iğneli göndermeler yaptık. İnce alayın lezzetini birlikte çıkardık. 31 Mart İsyanı gibi herkesin bildiği ya da bildiğini sandığı bir konuyu romanlaştırdı. Aşklarıyla, siyasal ortamıyla, gerçek ve roman kişileriyle. Yeni romanında tarihten söz etmeyecekmiş. Öyledir yazarlar, başka konuları yazarak dinlenirler. Kitaplar, CD'ler, DVD'ler arasında gerçekleştirdik bu konuşmayı. Sanırım bu konuşmadan sonra, okuyanlar bazı sayfalara yeniden dönecekler, okumayanlar da epey ipucu bulacaklar.


Romanınızda 31 Mart vakasını dönem olarak anlatıyor ve hep söylenenin, okullarda öğretilenin aksine bunun bir gerici ayaklanması değil, asker ayaklanması olduğunu söylüyorsunuz. Çok daha yakın bir tarihte 28 Şubat'ı yaşadık. Bu ikisi bazı yanlardan benzerlik gösteriyor mu?


-Bizim yakın tarihimiz ne yazık ki karanlık bir tarih. Özellikle karanlık tutulmuş bir tarih. Tüm önemli noktaları saklanmış. Bütün devletlerde kan ve yalan vardır. Ama bizim tarihimizdeki yalan oranının çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Çünkü bence bugünü biz geçmişteki bir yalanın üzerine inşa ediyoruz. Türkiye'deki iktidar yapısı geçmişteki yalanların üzerine inşa edildiği için bizde tarih çok ciddi bir tabudur. Ve onun için tarihçiler burda gerçekleri açıklamaktan korkarlar. Gerçekleri söyleyen bir tarihçinin başı büyük ihtimalle derde girer ve bunun çok örnekleri vardır.


FARK ENTELEKTÜELLERDEDİR


Resmi ve gayrı resmi tarih ayrımı nasıl olur?


-Resmi tarih, bir ülkede okullarda okutulan tarih demektir. Bütün devletlerin çocuklarına okuttukları tarihlerinde çarpıtmalar, kendilerini yüceltmeye yönelik yaklaşımlar vardır. Bir de gerçek tarih vardır. Ülkeleri birbirinden farklı kılan entelektüelleridir. Devletler kendi geçmişleri ile ilgili yalan söyleyebilirler. Ama o devletlerin entelektüelleri bu yalanları açığa çıkartır.


TARİH BİZDEN SAKLANIYOR


Bizde eksik olan bu mu?


-Bence maalesef fevkalade eksik. Mesela 31 Mart'ı ele alalım. Biz 31 Mart'ı bir irtica ayaklanması olarak biliyoruz. Bize öyle bir öğretildi ki, bir mürteci takımı silahlandı ve sokağa döküldü. Ama gerçek bu değil. 31 Mart bir askeri ayaklanma. Evet, dini motiflerle ayaklanmışlar, ama ayaklananlar asker. Ama tarih bunu bizden saklıyor. Çünkü, Türkiye'nin siyasi yapısına bakarsanız, ordu siyasetin içindedir. Ve bir ülkede ordunun siyasetin içinde olabilmesi için meşru bir nedene ihtiyacı vardır. Meşru bir neden de, bir iç düşman olmasıdır. 31 Mart, orduyu siyasetin içinde tutacak bir neden olarak günümüze kadar yaşadı.


Bu çizgiyi 28 Şubat'a kadar çekebilir misiniz?


- 28 Şubat da bence aynı şey. Mürteci ayaklanması olacak diye asker hoş bir deyimle postmodern darbe yaptı ve iktidardaki gücünü daha da pekiştirdi. Ama bence Türkiye'de hiçbir zaman bir mürteci ayaklanması ihtimali yoktu, 28 Şubat'ta da yoktu. Ülkenin istihbarat şefi de bir açıklama yaptı, bu ülkede bir irtica ayaklanması tehdidi yoktur diye.


28 Şubat'ta 31 Mart'tan farklı olarak kamuoyu desteği var mıydı? Yoksa bu destek oluşturuldu mu?


-Bence ikisi de doğru. Şunu yapabilirim. Bana iki televizyonla iki gazete verin, Türkiye'de katiller ordusunun her gün insanları sokaklarda öldürdüğüne bütün bu halkı inandırayım. Bir gün içinde adi cinayetleri arka arkaya haberlerde vereyim, o gün on tane adam öldürüldüyse bir katliam gibi çıkar. Ve onları bastırmak için bir askeri harekatın gerekli olduğuna halkı inandırırım. 31 Mart'ta bir din motifi vardı. Bu gerçek. Ama mürteciler ayaklanmadı, bu gerçeğin saptırılmış biçimde yansıtılmasıdır. 28 Şubat'ta evet, şekil olarak hükümette mürteci görüntüsü veren bir parti vardı. Ama bir mürteci ayaklanma ihtimali yoktu. Gerçek bir başkasının işine yarayacak biçimde sunuldu.


31MART’IN KORKU BİRİKİMİ


Bütün bunların ardında toplumsal ve siyasal nedenler mi yatıyor?


- 31 Mart'la başlayan bir korku birikimi var toplumun içinde. Mürteciler gelecek ve bizi kesecek diye. Onun için 31 Mart'ta söylenmiş yalan çok önemli. 31 Mart askeri bir ayaklanma olarak bilinirse, bunun ordu içindeki bir disiplin sorunu olduğu da anlaşılır. Benim sorunum şu, neden biz çocuklarımıza bunu öğretmedik. Tarihçiler bu konuda kitaplar yazdı. Tek tek kitaplardan söz etmiyorum. Tarihçilikde bir müessessedir. Neden bu gerçeği toplumun ruhuna nüfuz edecek biçimde tarihçi müessesesi bize gerçeği anlatmadı.


31 Mart Vakası'nı anlatırken belli bir tarih tezinden yararlandın mı?


-Ben tarihi en iyi anılardan öğrenebileceğimize inanıyorum. En azından edebiyat için iyi malzemenin anılarda ve tarih kitaplarının dip notlarında saklı olduğunu düşünüyorum. 31 Mart'ı yazarken o günleri yaşamış insanların gün be gün tutukları notlardan, anılardan, haberlerden yararlandım. Ben bir tarihçi değilim, böyle bir tezle ortaya çıkamam. Zaten romanın bir teze sahip olmasını yadırgarım. Sadece 31 Mart'ı anlatırken bir yalanla karşılaştım, bize okullarda öğretilenle gerçek arasında çok büyük fark var. Ve bu farkı tarihçiler biliyor. Bunu bilmeyen biziz. Resmi ideoloji, resmi tarih dediğimiz şey bir tür rutubet gibi bu yalanın içimize sızmasına yol açmış. Bunu bir tez olarak değil bilgi olarak söylüyorum. Askerler ayaklanmış. Bunun böyle olmadığını söyleyen bir tarihçi varsa çıkıp söylesin. O zaman şu soru geliyor. Bunu bütün tarihçiler biliyor da biz neden bu kadar geç öğrendik?


HİÇBİR ŞEY DEMEDİLER


Tarihçileri gerçekleri söylememekle suçluyorsunuz. Hiç tepki almadınız mı?


- Hayır almadım. Normalde bir şey söylemeleri gerekiyordu ama hala söylemediler. Ya bu adam uyduruyor diyecekler ya da biz evet biraz gerçekleri anlatmakta geride kaldık diyecekler.


İYİ BİR EDEBİ MALZEMEDİR KADIN


Kadını anlatmanın bir yazar için ciddi bir meydan okuma olduğuna inanıyorum. Ayrıca iyi bir edebi malzemedir kadın. Çok karmaşık, çok değişken ve derinliğine doğru ardı ardına duygu birikimleri saklayabilen bir yapısı var. Ve ben şuna inanırım, kadını iyi anlatan yazar iyi bir yazardır.



Mesela sokulmak kelimesi erkeksi bir kelime değildir. Kadın sokulur. Halbuki erkek aşık. olduğu zaman sokulmak ister. Bence bu kadınsı yan, erkek aşık olduğunda ortaya çıkar ve ancak kadınsı yanlar ortaya çıktığında da aşık olabilir. Aşık olduğu zaman dilimleri dışında erkekte sevilme isteği çok yoğun değildir.



Türkiye kadınsız bir toplum. Türkiye'nin aslında tartıştığı bütün sorunlar kadın sorunudur. Türkiye'de din sorunu yoktur, kadın sorunu vardır. Yapılan bütün tartışmaları dinleyin, o tartışma beşinci dakikadan sonra bir kadın tartışmasına döner. Kadın kapanacak mı açılacak mı?



ORHAN PAMUK'LA YARIŞMIYORUZ


Satış bakımından Orhan Pamuk'la yarıştığınız görüşü egemen. Böyle bir yarış var mı gerçekten?


- Edebiyat bir satış yarışması değildir. Ayrıca Orhan benim edebiyat dünyasındaki en iyi dostum diyebileceğim bir adam. Bence yazarlığın kendisine çok yakıştığı birisi. Bir yazarı tarif etmek istesem Orhan gibi birisini tarif ederim. Ama edebiyat anlayışlarımız tamamen farklı. O anlamda birbirimize rakip olduğumuzu düşünmüyorum. Sadece ikimiz aynı işi yapıyoruz, bunun dışında bir ortaklığımız yok. Çok farklı kanallardan çok birbirine benzemez biçimlerde yazıyoruz. Böyle bir yarışma bende yok, Orhan'da da yoktur.



PARMAK İZİ GİBİ BABA OĞUL İMZASI


Bir parmak izi gibi baba oğul imzası olduğuna inanırım. Babamla çok benzemezliğimize rağmen çok da ortak noktalarımız olduğuna inanırım. Bir kere mesleklerimiz aynı. Yani sadece babam değil, aynı zamanda ustam. Ki bu ilişkiyi çok daha yoğun bir hale getiriyor.



BEŞERİ ZAAFIM OKUNMAYI İSTEMEK



Ben edebiyata, yazıya sığınıyorum. Herkesin hayatla temasta çektiği sıkıntılardan sığınacağı bir yer vardır. Tanrı ve tarih, tabii ki ikisi de çok görkemli ve insana önemsizliğini göstererek çektiği acının da aslında çok önemli olmadığını hatırlatır ve bir tür teselli sağlar. Edebiyat bana güçsüzlüğümü değil, gücümü göstererek beni kurtarıyor.



Edebiyatın iki parçası vardır. Bir, yazarın yazısını yazdığı yer. Orda yazar hiç bir beşeri zaafa sahip değildir. Gerçekten bir Tanrı gibidir. Ama yazı, kitap bittikten sonra da edebiyatın ikinci yeri çıkar ortaya. Orası edebiyatın saflığının bozulmuş bölümüdür. Evet çok okunmak isterim. Bu benim beşeri zaaflarımın ortaya çıktığı yerdir. Bütün yazarlarda da olduğu kanaatindeyim.

Ben yazı yazarken yeryüzünde benden başka birisinin yaşadığını bile unuturum. Eğer aklıma gelirse korkarım. Ancak başka insanları unutursan yazı yazabilirsin. Başka insanlar aklındaysa çok zorlanırsın çünkü onlara göre yazı yazmaya çalışırsın. Bu da edebiyatı bozar. Mekanikleştirir.
Xxxxxxx


Ahmet Altan'a sürpriz tanık!
03 Ekim 2002

Ahmet Altan'ın Almanya'nın Offenbach kentinde yaptığı konuşmayı Fransız Ahmet başlığıyla duyuran Milliyet gazetesinin haberiyle ilgili tartışmalar sürüyor.

"Konuşmayı yalnızca biz izledik" diyen Milliyet'in bu haberine karşın, Hessen Radyosu Muhabiri Muharrem Özsöz "Ben de oradaydım ve Ahmet Altan konuşmasının hiçbir yerinde 'Türk erkekleri ağızları kebap, üzerleri yağ kokuyor, Türk erkekleri her şeye maydonoz oluyor, Türk erkekleri ahmak' gibi cümleler kullanmadı" diye konuştu. Özsöz, bandın çözümünü de "bianet.org" ve "gazetem.net" sitelerine gönderdi.

Avrupa Parlamentosu Milletvekili Ozan Ceyhun da, Milliyet'in Altan hakkında yaptığı yayında kendisini ahlak ve yasadışı yollarla kaynak gösterdiğini söyledi. Hukuki yollara başvuracağını belirten Ceyhun "Hiç alışık olmadığım bir sahtekârlıkla karşılaştım. Ve bunu çok sevip saydığım Milliyet gazetesiyle yaşadığım için üzgünüm" dedi..

Ahmet Altan da yaptığı açıklamada "Bu cümlelerin bana ait olmadığını, konuşmamda böyle sözler söylemediğimi açıkladım ve Milliyet yönetiminden konuşmanın bandının yayınlamasını istedim" dedi.

Altan, bizzat Milliyet Genel Yayın Müdürü'ne gönderdiği açıklamanın yayınlanmadığını da belirterek, şöyle konuştu:

"Mehmet Yılmaz bu açıklamayı yayınlamadı. Bunun yerine, Almanya'daki toplantıya katılanlara 'tuzak sorular' sordurarak 'yalancı şahit' yaratmayı seçti.

Almanya'da Hessen Radyosu'ndan Muharrem Özsöz, elindeki bandı telefondan Milliyet yöneticilerine dinletti.

Mehmet Yılmaz, bandı dinlemesine ve konuşmama ekledikleri cümlelerin bana ait olmadığını görmesine rağmen, dürüstlüğe ve ahlaka asla uymayan bir biçimde, 'benim sözlerimi inkar ettiğimi' yazdı.

Bana iftira atarken, Milliyet gazetesine de ihanet etti. Kendi koltuğunu kurtarmak için gazetesinin güvenilirliğini tehlikeye attı.

Almanya'daki konuşmamın tam metni, 'gazetem.net' sitesinde yayınlandı ve bütün gazete yöneticileriyle, köşe yazarlarına gönderildi.

Konuşmamı ve Milliyet gazetesinin yazdıklarını yanyana okuyan herkes, nasıl ısrarlı bir şekilde iftira atılabildiğine şahit olacak.

Şimdi sormak istiyorum, 'istifa' müessesi sadece politikacılar için mi geçerlidir? Gazeteciler istifa etmeyi bilmez mi? Gazetesini kendi yalanlarına alet eden, grubunun yayın ilkelerini hayasızca çiğneyen bir genel yayın yönetmeni görevinde kalabilir mi? Yalan söylediği, iftira attığı açıkça kanıtlanan birini genel yayın müdürlüğünde tutanlar, onun suç ortağı olmayı kabullenmiş olmaz mı?

Eğer Türk medyasının bazı üyelerinin iftira atması bu kadar kolaysa, iftira böylesine doğal karşılanıyorsa, iftira atanlar kendi meslektaşları tarafından cezalandırılmıyorsa, bu ülkenin halkını bu ülkenin medyasından kim koruyacak?

İsmet Paşa'nın sözünü değiştirerek sorarsak, Türk halkını Türk medyasından korumak için dışardan medya mı getirelim?".
 
Ce: Gazeteciler Biyografi

Ahmet Çavuşoğlu ( 1941)


Ahmet Çavuşoğlu Güneş Gazetesi
Köşe Yazarı

Doğum Tarihi / Yeri 01.01.1941
Eğitim Robert College ve Yüksek Okulu
G. Başlangıç Yılı 1961
G. Başlangıç Kurumu Son Havadis
Çalıştığı Kurumlar Son Havadis, Tercüman, Akşam, Dost, Güneş Gazeteleri, Atari, Alem ve Platin Dergileri


Özgeçmiş Güneş Gazetesi'nde köşe yazarlığı yapan Ahmet Çavuşoğlu, 20 yıllık meslek yaşamına Son Havadis Gazetesi'nde başladı. Tercüman, Akşam, Dost, Güneş Gazeteleri, Atari, Alem ve Platin Dergileri'nde görev yapan Çavuşoğlu, halen Güneş Gazetesi'nde günlük yazılarına devam ediyor.
 
Ce: Gazeteciler Biyografi

Ahmet Işık ( 1946)- (25.03.2001)

1946 yılında İstanbul’da doğdu.İstanbul Fevzi Çakmak Ortaokulu’nda okudu.1972 yılında Hakikat gazetesinde musahhih olarak gazeteciliğe başladı.Daha sonra Türkiye gazetesinde muhabirlik yaparak mesleği sürdürdü.Uzun yıllar polis muhabirliği yaptı.Bir dizi röportajı ile 1985 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın başarı belgesini aldı.İhlas Holding Yönetim Kurulu Üyeliği görevini de sürdürdü. Evli olan Ahmet Işık,İhlas Holding Genel Müdür Yardımcısı Ferruh Işık’ın babası ve Türkiye gazetesi sahibi Enver Ören’in kayınbiraderi idi.25 Mart 2001 tarihinde vefat eden Ahmet Işık Eyüp Sultan Mezarlığı’ndaki Aile Kabristanında toprağa verildi.
 
Ce: Gazeteciler Biyografi

Ahmet Kabaklı

1924 yılı mayıs ayında Elazığ Harput’un Göllübağ’ında doğdu.Harput Sarayhatun Camii imamlığı yapan Ömer Efendi ile Münire Hanım’ın oğludur.Çocukluğu Harput yakınlarında Göllübağ denilen bölgede geçti.Elazığ Numune Mektebi’nde ilk tahsiline başlayan (1931) Kabaklı, orta ve lise tahsilini Elazığ’da yaptı.1944 yılında İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu parasız yatılı imtihanını kazanarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü’nde yüksek tahsilini tamamladı.

Diyarbakır ve Manisa Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olarak çalıştı.1956 sonbaharında bir yıllık eğitim stajı için MEB tarafından Paris’e gönderildi.Dönüşünde İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü edebiyat öğretmenliğine tayin edildi (1958-1969). Bu arada Aydın’da iken başladığı Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdi (1955-1960). 1969’dan itibaren İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nda öğretim üyesi olarak çalıştı.1974’de emekliye ayrıldı.Daha sonra Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nda edebiyat dersleri verdi (1975).Türk Edebiyatı Cemiyeti Başkanı ve Türk Edebiyatı Dergisi’nin yönetmenliğini yaptı.MEB ve sivil toplum kuruluşları tarafından Ahmet Kabaklı’ya 1997 yılında Şeyhül Muharririn payesi verildi.

1956 yılında Tercüman gazetesinin fıkra yarışmasını iki kişiyle birlikte kazandı ve aynı gazetede yazı hayatına başladı.1957’den 1990 yılına kadar Tercüman gazetesinde, 1990’dan bu yana da Türkiye gazetesinde köşe yazarlığı yaptı.8 Şubat 2001 tarihinde İstanbul’da öldü.

ESERLERİ
Kültür Emperyalizmi, Müslüman Türkiye, Mabet ve Millet, Mehmet Akif, Yunus Emre,Mevlana, Bizim Alkibiaadis,Ecurufya,Sohbetler 1-2, Temellerin Duruşması,Güneydoğu Yakından,Şiir İncelemeleri, Doğudan Doğuş,Türk Edebiyatı 1-3

HAKKINDA YAZILANLAR

Şeyhü’l Muharririn Ahmet Kabaklı
Mahmut Çetin

1924 yılı Mayıs ayında Elazığ Harput’da doğdu.Harput Sarayhatun Camii imamlığı yapan Ömer Efendi ile Münire Hanım’ın oğludur.Çocukluğu Harput yakınlarında Göllübağ denilen bölgede geçti. Hep bir Harput hasretlisi olarak yaşadı.Elazığ Numune Mektebi’nde ilk tahsiline başlayan (1931) Kabaklı, orta ve lise tahsilini Elazığ’da yaptı.1944 yılında İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu parasız yatılı imtihanını kazanarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü’nde yüksek tahsilini tamamladı.

Öğretmenlik Yılları
Diyarbakır ve Manisa Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olarak çalıştı.1956 sonbaharında bir yıllık eğitim stajı için MEB tarafından Paris’e gönderildi.Dönüşünde İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü edebiyat öğretmenliğine tayin edildi (1958-1969). Bu arada Aydın’da iken başladığı Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdi (1955-1960). 1969’dan itibaren İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nda öğretim üyesi olarak çalıştı.1974’de emekliye ayrıldı.Daha sonra Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nda edebiyat dersleri verdi (1975).

Yazı Hayatı
1956 yılında Tercüman gazetesinin fıkra yarışmasını iki kişiyle birlikte kazandı ve aynı gazetede yazı hayatına başladı.1957’den 1990 yılına kadar Tercüman gazetesinde, 1990’dan 2000 yılı sonuna kadar da Türkiye gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. “Gün Işığında” köşesinde değerli makaleleri ile ışık saçtı. Türkiye’ye Türk Milletine ve Türkçeye aşık olup, çok seviyordu. Ve ömrünü bu değerlere hizmet için harcadı. Kalemiyle 54 yıl hizmet etti. arkasında ciltler dolusu eser, makale, şiir ve sohbet ile derin izler bıraktı. Bir ömür emek vererek ülkesine hizmet etti.

12 Eylül 1980 öncesinde terörün Türkiye'yi teslim almak için dört koldan saldırdığı bir hengamede, bazı zenginler memleketi terk ederken Kabaklı Hoca, toplumumuzun değer yargıları için mücadele veren bir insandı.

Şeyhül Muharririn
MEB ve sivil toplum kuruluşları tarafından Ahmet Kabaklı’ya 1997 yılında Şeyhül Muharririn payesi verildi.

Ahmet Kabaklı Çapa Yüksek Öğretmen Okulu
Hocalık yaptığı Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na Mehmet Sağlam'ın Milli Eğitim Bakanlığı'nda ismi verilmişti. Ne yazık ki bir sonraki yönetim, "Ahmet Kabaklı" adını oradan kaldırdı.Ama cenazesindeki kalabalık, bu asil milletin O’nu sevdiğinin ve minnet duygusunun tezahürüdür.

Türk Edebiyatı Vakfı
Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı ve Türk Edebiyatı Dergisi’nin genel yönetmenliğini yaptı. Sohbetten aldığı hazzı belki hiçbir şeyde duymazdı.
Sohbet düşkünlüğünden dolayı Türk Edebiyatı Vakfı'nda sohbet toplantıları tertiplerdi. Bu güzellik 30 yıl sürdü. Türk Edebiyat Vakfı’da 30 yıl her hafta Çarşamba günü açık oturum ve konferanslarla Türk ve İslâm Dünyasının meselelerini gündeme getirdi.Türk Edebiyatı Vakfındaki Çarşamba sohbetleri tatlı bir hatıra olarak kaldı.

Rahmetli Ahmet Kabaklı çok sevdiği eşini Kadir Gecesi’nde kaybetmişti. Önce eşi Meşkure Hanım girdi ahiret kapısından. Ondan hemen sonra da Kabaklı Hoca. 8 Şubat 2001 ... Ahmet Kabaklı’nın ameliyatla bir kat daha saflaşan kalbi, dakik bir saat gibi 14.00'te durdu. Türkçe'ye, Türkiye'ye ve Türk insanına aşkla bağlıydı, hiçbir olumsuzluk onu Büyük Türkiye idealinden döndüremedi.

Eserleri
Türk Edebiyatı (5 cilt), Müslüman Türkiye, Mabet ve Millet, Kültür Emperyalizmi, Bürokrasi ve Biz, Mehmed Akif, Yunus Emre, Mevlâna, Mubayyelat-ı Aziz Efendi, Bizim Alkibiyades, Ecurufya, Ejderha Taşı, Nedim, Temellerin Duruşması, Sohbetler, Sultanü’ş Şuarâ ve Şiir İncelemeleri...
 
Ce: Gazeteciler Biyografi

Ahmet Kekeç ( 1961)


Ahmet KEKEÇ, 1961 yılında Malatya'da doğdu. Sırasıyla Atatürk İlkokulu, Atatürk Ortaokulu, Atatürk Lisesini okudu. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünden atıldı. Yazı hayatına aylık Dergi, Mavera ve Yöneliş dergilerinde hikaye, deneme ve eleştiri yazıları yazarak başladı. 1985 yılında ilk hikaye kitabı olan "Son İyi Şeyler"i çıktı. Bir kısmı gazete yazılarından oluşan 10 kitabı bu dönemden sonra yayımlandı. Milli Gazete, Yeni Haber, Zaman, Vahdet, İmza ve Akit gazetelerinde muhabir, editör ve köşe yazarı olarak çalıştı. 15 yıldır gazetecilik yapıyor. Gazetelerde yazdığı yazılar MGV Gençlik Dergisi (1997) ve Türkiye Yazarlar Birliği (1997) tarafından ödüllendirildi. Son yıllarda çalışmalarını roman üzerine yoğunlaştırdı .Halen Yeni Şafak gazetesinde günlük yazılarını sürdüren Kekeç bu süre içerisinde hakkında açılmış 30 a yakın ceza ve tazminat davasıyla boğuşmaktadır.

Emre Yayınları'nda Çıkan Eserleri :

1- CİA ve 12 Eylül
2- İnek Sosyalizmi
3- Atam Sen Kalk Ben Yatam (Tükendi)
4- Yurtta Sus,Cihanda Sus
5- Maalesef Türkiye
 
Ce: Gazeteciler Biyografi

Ahmet Oktay ( 1933)


Ahmet Oktay 1933 yılında Ankara'da doğdu. Yazmaya çok erken başladı: ortaokul sıralarında. İlk şiiri, 1949-1950 yılları arasında Gerçek dergisinde yayımlandı. Öğrenimini lisede yarım bırakarak çalışmaya başladı. Ahmet Oktay, 1950'li yıllarda ikinci yeni hareketine öncülük ettiği söylenebilecek olan Mavi Hareketi içinde yer aldı ve aynı adlı dergide yazıları ve şiirleriyle etkin bir rol oynadı. 1961 yılında Yeni İstanbul gazetesinin Ankara bürosunda "parlamento muhabiri" olarak profesyonel gazeteciliğe başladı. Ankara Ekspres, İktisat ve Piyasa, Vatan gibi gazetelerde muhabir olarak çalıştıktan sonra 1965 yılında TRT Haber Merkezi'nde çalışmaya başladı. 1976 yılında, siyasal iktidar değişince TRT'den istifa ederek Akajans, ardından da Dünya gazetesi haber müdürlüğü görevlerini yürüttü. 1978'de yeniden TRT'ye döndü. 1982'de buradan emekliliğini isteyip ayrıldı. Daha sonra Milliyet gazetesine geçti. 1993 Şubat'ında müdürlerinden biri olduğu Milliyet'in yazı işlerinden ayrılarak kendini tümüyle yazmaya verdi.

ESERLERİ

Şiir: Gölgeleri Kullanmak (1963), Her Yüz Bir Öy