Fransız İhtilali - Sanayi devrimi ve Doktrinler
A) A) FRANSIZ İHTİLALİ VE YAYDIĞI FİKİRLER
B) B) SANAYİ DEVRİMİ VE BUNU AVRUPA'DA DOĞURDUĞU SONUÇLAR
1- 1- SANAYİ DEVRİMİ
2- 2- SANAYİ DEVRİMİ İLE İLGİLİ AKIMLAR
a) a) Kapitalizm
b) b) Emperyalizm
c) c) Sosyalizm
C) 19. YY. AVRUPASI'NDA ORTAYA ÇIKAN DİĞER DOKTRİNLER
1- 1- LİBERALİZM
2- 2- ANARŞİZM
SONUÇ
KAYNAKÇA
A) FRANSIZ İHTİLALİ VE YAYDIĞI FİKİRLER
Ortaçağ’ın kapanmasından sonra Rönesans ve bunun bir sonucu olan Reform, düşüncede büyük değişikliklere neden olmuş, Aydınlanma Devri adını alan 18. yy. ile yeni bir dönem başlamıştır. Akla ve deneye yer veren ve mucizeyi reddeden Aydınlanma Devri ile o zamana kadar egemen olan dünya görüşü yeni bir şekil almıştır.
Aydınlanmanın temelinde akıl yer almaktadır. Akıl, varlığı düzenleyen doğa kanunlarını bulacak ve böylelikle insanlığını gelişimini, ilerlemesini sağlayacaktır. Aklı siyasal ve sosyal alanda egemenlik sağlaması, düşünen insanı dar kalıplı düşünce sisteminden çıkararak, serbest düşünme ve inceleme yöntemine götürmüş, böylece özgürlük fikrine ulaşılmıştır. Özgürlük fikri ise, mevcut mutlakiyetçi düzenin karşısında yer aldığından, insanlığın kurtuluşu ve mutluluğa kavuşması şeklinde değerlendirilmiştir[1].
Aydınlanma, Fransız Devrimi’nin çıkmasında etkili olmuş ve bu düşünsel ve sosyal değişme Avrupa’da ve bütün dünyada daha sonraları meyvelerini vermiştir. Aydınlanma devri, Avrupa’yı fikren geliştirmiş ve İngiltere’deki 18. yy.daki sosyal ve siyasal değişiklikler, Avrupa’yı, özellikle de Fransa’yı yeni bir devir açmaya yöneltmiştir.
Fransız Devrimi öncesi Fransa’da mutlak kral hakimdir. Kral, tüm kuvvetini ve kudretini tanrıdan almaktadır. 16. Louis’nin dediği gibi, “Devlet benim!” zihniyeti, kralın her türlü güce sahip olduğunu ifade ediyordu. Fransa’da ihtilali hazırlayan nedenler vardı Fransa’da kral, devlet ve toplum hayatına tam hakimdi. Medeni ve siyasi hürriyetin sözü edilmemekte, bozuk bir yönetim tarzı, felçli bir adalet mekanizması, zalim bir yönetimin özelliklerini göstermekte idi. Ayrıca sınıflar arasındaki ayrıcalıklar, papazların ve asilzadelerin devlet hayatında egemen oluşu, adil olmayan vergi dağıtımı, toplumda büyük huzursuzluklar yaratıyordu. Eğitim ve öğretim ihmal edilmişti ve din adamlarının tekelinde bulunuyordu. Ayrıca basın da sansüre uğramaktaydı. Ülkenin ekonomik durumu da iyi değildi.Devrimi hazırlayan nedenler arasında, Fransız düşünürlerin de büyük etkilerinin olduğunu söylemeliyiz. Montesquieu, Voltaire, J.J. Roussseau, Diderot gibi düşünürler, ihtilalden çok önce insan özgürlüğünü ve demokrasiyi savunmuşlardır.
A.B.D.’deki özgürlük ve bağımsızlık hareketinin başarı sağlaması, Fransa’da da aynı fikirlerin yayılmasına neden olmuş, Fransız Devrimi’nin bir an önce gerçekleşmesine ortam hazırlamıştır. İhtilalciler, yalnız aklın ve mantığın hakim olacağı bu yeni ortamda, insanların sonsuz refah ve mutluluğa erişeceğine inanıyorlardı. 14 Temmuz 1789’da başlayan Fransız ihtilali, devlet ve toplum hayatında önemli değişikliklere neden olmuştur. 27 Ağustos 1789’da yayınlanan İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi, bütün insanların özgür ve eşit olduklarını ilan etmekteydi. Bu bildiri, Fransa’da demokrasinin temel yapısını oluşturmuştur. Devrim, derebeyliğe kesin darbeyi vurmakta ve sınıf ayrımını ortadan kaldırmaktadır.
Devrimin öncülerinden Rousseau, özgürlüğün yanında eşitliği, toplumsal sözleşmenin temeli saymıştır. İhtilalin bir parolası olan eşitlik, kanun önünde herkesi eşit saymaktadır. Eşit insanlar, toplumda birbirlerine karşı baskı kuramayacağından, her insan öncelikle kendisini kontrol etmektedir. Eşitlik, herkesin çıkarının eşit olduğunu, eşit hakka sahip olduğunu ifade etmektedir.
Fransa’da, “Fransız vatandaşlığı” hissini yaratan, Fransız Devrimi’dir. İhtilal, özgürlük, eşitlik ve adalet parolaları ile birlikte, milliyetçilik ve milli egemenlik ilkelerinin de getirmiştir. Devrimin, 17. yy.da gerçekleşen İngiliz Devrimi’nden ve 18. yy.ın sonlarında başarıya ulaşan ve Amerika’nın bağımsızlık mücadelesi olarak anılan Amerikan Devrimi’nden önemli farkları vardır.
İngiltere’de orta sınıf derece derece ve gelişme yolu ile aristokrasinin, ayrıcalıklı sınıfın yerine geçmişti. Devrim yavaş yavaş gerçekleşmiş, aristokrasi yerini zaman içinde orta sınıfa bırakmıştı. Amerikan Devrimi ise daha farklı idi. İngiltere’ye karşı bağımsızlık hareketi olarak başlamış, bağımsızlıkla birlikte, insanı özgürlüğe de kavuşturmuştur. Ancak A.B.D.’de bir sınıf ayrımı olmadığından, bunun kaldırılması da söz konusu olmamıştır.
Fransız Devrimi’ne gelince, parolası özgürlük, eşitlik ve adaletti. Sınıf ayrılıklarını kaldırdığı gibi, asalet unvanlarına da son veriyordu. Toplum düzeninde köklü değişikliklere gidilmişti. Devrimin bir özelliği de, savunduğu fikirleri diğer ülkelere de ulaştırmış olması, fikirlerin ektiği tohumların diğer ülkelerde de yeşermesidir.
Devrim, milliyetçilik akımının yanı sıra, millet egemenliğin d yer vermiştir.1791 Anayasası’nda yer alan, “Egemenlik millete aittir.”, “Bütün iktidarlar milletten doğar.” Ve “Kanundan daha üstün bir otorite yoktur ve kral ancak kanunla hükümdarlık yapar.” şeklindeki hükümler, eski rejimde hükümdarlık iktidarının dayandığı ilahi iradeyi, Tanrı ve din temeline dayanan gücü temelden yok ederek, onun yerine millet iradesini koymakta idi. Millet egemenliği, devrimin ve onun sonucu hazırlanan anayasaların temel ilkesi olmuş, keyfi yönetime karşı millet haklarının savunucusu olarak başarıya ulaşmıştır.
Fransız Devrimi’nin bir bayrak gibi baş tacı ettiği özgürlük kavramı, bütün Avrupa’da kitleleri harekete geçirmiştir. Fransız Devrimi’nin yaydığı milli duygular, Avrupa’yı istila eden Napolyon’a karşı da Avrupa milletlerini harekete geçirmiş, 1813’te Milletler savaşı denen Leipzig Savaşı ile Napolyon’u yenilgiye uğratmıştır.
B) SANAYİ DEVRİMİ VE BUNUN AVRUPA'DA DOĞURDUĞU SONUÇLAR
1- 1- SANAYİ DEVRİMİ
Sanayi Devrimi, basit bir şekilde açıklanacak olursa, aletin yerine makinenin
geçmesidir. Sanayi Devrimi , tekniğin, sınaî üretimin ve ulaşım imkanlarının gelişmesi ile 18.yy.dan itibaren çağdaş dünyada ortaya çıkan değişimleri ifade eder. Sanayi Devrimi buhar kuvvetinin sanayiye uygulanması, buharla işleyen makinelerin çoğalması, az zamanda çok mal yapan , üreten fabrikaların kurulması ile sanayi ve ticaret dünyasında birtakım değişikliklerin olmasıdır.
Sanayi Devrimi ilk olarak ve belirgin şekilde 1750 ile 1830 yılları arasında İngiltere'de ortaya çıktı, sonraları diğer Avrupa ülkelerin de yayıldı. Makineleşen sanayi, önce İngiltere'de dokuma sanayiinde uygulama alanı buldu. Odunun yerine maden kömürünün kullanılması, hareket ettirici gücü artırdı. Havagazı ise aydınlanma aracı olarak kullanılmaya başlandı. Üretimde makinenin kullanımı, eşyanın fiyatlarını ucuzlattı. Fazla üretim geliri artırdı.
Diğer yandan sömürgeciliğin gelişmesi ticarete de genişlik olanağı sağladığından, üretimi artırma zorunluluğu ortaya çıkmıştı. Sınai üretimin artırılması, sanayinin hem makineleşmesine, hem de fabrika denilen büyük üretim ünitelerinin kurulmasına neden olmuştu. Eski aile sanayi ile küçük imalathaneler yerlerini büyük fabrikalara bırakmıştır. Fabrikaların kuruluşu ile işçilerin sayıları birdenbire artmış ve köylerden şehirlere akın başlamıştır. Fabrikalarda çalışan ve sayıları artan işçiler, yeni bir sınıfın ortaya çıkmasına ve böylece işçi- işveren ilişkilerinin başlamasına neden olmuşlardır.
Serbest rekabet ilkesi, maliyeti düşürmeyi ve ucuz ücretle işçi çalıştırmayı gerekli kılıyordu. Makineleşme, bir bakıma işsizliği artıran bir unsur olmuştur.
Yaşamak zorunda kalan işçiler düşük ücretlerle ve kötü şartlar altında çalışmak zorunda kalıyorlardı. Sanayi merkezleri çevresinde gittikçe kalabalıklaşan işçiler, zamanla kendi aralarında örgütlenerek, kötü çalışma koşullarının ortadan kaldırılması için çaba göstermişlerdir. Böylece Sanayi Devrimi 'nin doğurduğu, işverenin işçiyi sömürme ve onun sırtından geniş kazançlar sağlama imkanına hemen olmasa bile, daha sonraki yıllarda sosyal adalet anlayışının getirdiği, sağladığı fikir hareketleri ile engel olunmuştur.
Sanayi Devrimi 'nin bir diğer önemli etkisi de üretimi fazlasıyla artırmış olmasıdır. Artan üretime pazar bulmak için dış ticarete yönelinmiştir.
Dış ticaret, Sanayi Devrimi 'nin bir sonucu olduğu gibi, aynı zamanda da onun nedenini oluşturmuştur. Şöyleki, denizaşırı ülkeleri ellerine geçiren Avrupalılar, bu geniş pazarların ihtiyacını karşılamak için, yeni buluşlara ve teknik ilerlemeye yönelmişlerdir. Sanayi Devrimi dış ticarete açılan ve büyük pazarlar kuran batılı devletlerin egemenliklerini sürdürmeleri için başvurulan bir yol olmuştur.
Sanayi Devrimi 'nin bir diğer özelliği de fazla gelir getirmiş olmasıdır. Bu nedenle sermaye sahibi ülkeler, sanayiye önem vermişlerdir. Sanayide devrim, yolların, kanalların yapılmasına, demiryollarının ve buhar gücü ile işleyen gemilerim ulaşım vasıtası olarak kullanılmasına, milletlerarası ticaretin gelişmesine neden olmuştur.
Sanayi Devrimi , büyük sermaye birikimine de neden olmuştur. Büyük sanayi tesisleri kurmak için büyük sermayeye de ihtiyaç vardı. Kişisel servetler buna yetmediğinden, büyük sanayi tesislerini kurmak için, anonim şirketler kurulmuş, hisse senetleri halka yayılmıştır. Kurulan şirketler, büyük sermayelerin toplandığı merkezler olmuşlardır.
Sanayi Devrimi , sosyal bünyede ve fikir hayatında önemli değişikliklere neden olmuştur. Sanayi Devrimi ile ilgili siyasi, sosyal, ekonomik birtakım akımlar, 19.yy.ın özelliğini oluşturmuşlar, 20.yy.da da etkili olmuşlardır.
2- 2- SANAYİ DEVRİMİ İLE İLGİLİ AKIMLAR
a)Kapitalizm :
Kapitalist sistemde iktisadi faaliyetler serbesttir ve devletin müdahalesi yoktur.
Ekonomik faaliyetler fertlerin idaresine bırakılmıştır. Bu düzende fiyatlar arz ve talebe göre oluşur. Gerek tüketiciler, gerek girişimciler, sermaye sahipleri ve işçiler, kendi ekonomik faaliyetlerini, çıkarlarını gözeterek kendileri tayin etmektedirler. Kapitalist sistem, siyasi ve ekonomik hürriyete, özel mülkiyete özellikle üretim vasıtalarının özel mülkiyetle olmasına, özel teşebbüse yer vermektedir. Kapitalizm, liberalizmin ekonomik ve sosyal görüşlerinin temelleri üzerine kurulmuştur.
İngiltere'de gerçekleşen Sanayi Devrimi , makineleşmeyi doğurmuştur. Fransız devrimi ise ekonomik alanda merkantilizm yerine, üretim ve ticaret özgürlüğünü, ekonomik liberalizmi getirmiştir. Toplumların düzenlerini sarsan makineleşme ve ekonomik liberalizmin birleşmesi, yeni bir ekonomik gelişmeyi, kapitalizmi doğurmuştur.
Kapitalist sistemin prensipleri gereği ekonomik faaliyetlerin tamamen serbest piyasaya bırakılması, kısa zamanda çeşitli sakıncaların doğmasına neden olmuştur. Modern fabrika ve makineler karşısında küçük sanat ve el işleri kollarından büyük kısmı kaybolmaya yüz tutmuş, işsizlik baş göstermiş, düşük işçi ücretleri bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Kapitalist girişimci, daha çok kar etmeye yöneldiğinden, ücretleri düşürerek üretim maliyetini düşük tutmaya çalışmıştır. Kapitalizmin doğurduğu bu sonuçlar, işçiyi maddi ve manevi bakımdan sefalete sürüklemiştir.
Ayrıca plansız ve devlet müdahalesi olmaksızın düzenlenen ekonomik faaliyetler, ekonomiyi zaman zaman bunalımlara sürüklemiştir. Kapitalist sistemin aksamaları ve doğurduğu sonuçlar, sosyalizm gibi akımların gün ışığına çıkmasına neden olmuştur. Kapitalist sistem, bir yandan da Avrupa ülkelerinin sömürgecilik politikasına güç kazandırmıştır.
Çağımızın kapitalizm anlayışı, değişik bir görünümdedir. Bugün kapitalist ülkeler bir taraftan esas itibarıyla özel teşebbüsün dinamizminden, serbesti ve hürriyetinden yararlanırken, diğer taraftan yoğun devlet müdahaleciliği uygulamak sureti ile bu sistemin 19. Yy. boyunca görülmüş çeşitli aksaklıklarını gidermek ve ferdiyetçilik ile toplumculuk prensiplerini fiilen en uygun şekilde karıştırmak olanağın bulmuşlardır. Nitekim kapitalist ülkelerde sosyal adalet, gelir dağılımındaki eşitsizliklerin giderilmesi ve fırsat eşitliği gibi toplumcu amaçlar, çeşitli sosyal mevzuat ve eğitim politikası gibi tedbirlerle geniş ölçüde sağlanmıştır. Bum amaçların sağlanmasında işçi sendikalarının güçlenmesi ve aydınların rolü büyük olmuş, demokratik sistemin de uygun bir ortam yarattığı görülmüştür. Böylece kapitalist sistemin sağladığı dinamizmin, ileri tekniğini, verimliliğin ve yüksek gelir ve üretim düzeyinin nimetlerinden işçiler başta olmak üzere büyük halk kitleleri de yararlanabilir hale gelmişlerdir. Kısa bir ifade ile bugün kapitalist ülkeler, devlet müdahaleciliği yoluyla refah devleti haline gelmişlerdir.
b)Emperyalizm
Emperyalizm, imparatorluk kurma eğilimidir. Bir devletin sınırlarını genişletme politikasına denir. Emperyalizm, aynı ekonomik ve sosyal bütün içinde etnik ve kültürel bakımdan farklı halkların, merkezi bir iktidarın otoriter yönetimi altında bir araya getirilmesi eğilimini ifade eder.
İmparatorluk kurma eğilimi, insanlık tarihinin eski çağlarına kadar uzar. Ancak bu eğilim bugün de devam etmektedir. 15. Yy.dan beri imparatorlukların sömürgeci karakteri ise daha belirgin bir hal almıştır.
Siyasi emperyalizm, demografik emperyalizm, dini emperyalizm, kültür emperyalizmi ve iktisadi emperyalizm gibi çeşitli türleri vardır. Siyasi emperyalizm, fetihler yapan bir hükümdarın, ülkenin sınırlarını genişletme hevesine dayanır. Siyasal emperyalizm, bazen ülkenin sınırlarının genişletilmesi ile halkın güvenliğini sağlamak amacına yönelik olur.
Demografik emperyalizm ise, her şeyden önce ülkedeki nüfus fazlasını yerleştirmek için, diğer ülkelere yönelmeyi ifade eder. Dini emperyalizm, dini inancı yayma nedenine bağlı olarak uygulanır, bu amaçla yayılma olanağı arar. Kültür emperyalizmi, belli bir hayat tarzını ve emperyalizmi yayma amacını güder. Kültür emperyalizminin hedefi, bir kültürün, yerini başka bir kültüre bırakmasını sağlamaktır. Ekonomik emperyalizm ise, hammaddeler ve ticari sürüm alanlarının aranmasından doğar. Ekonomik emperyalizm, modern çağların ürünüdür. Kapitalizmle birlikte ortaya çıkmıştır.
Tarihi bakından bu türlerden hiçbirine saf halde rastlanmaz. Devletler, emperyalist amaçlarına varmak için çok defa çeşitli emperyalist modelleri bir arada kullanırlar. Kültür emperyalizmi, diğer emperyalizm türlerinin uygulanmasında onlara yardımcı olur ve onları tamamlar[2].
Avrupa ülkeleri, 16.yy.dan itibaren özellikle merkantilist akımın etkisi ile yoğun bir sömürgecilik faaliyetine girişmişlerdir. Sanayi Devrimi , sömürgecilik ihtirasını artırmıştır. Sömürgelerin ucuz ve devamlı hammadde sağlamaları ve sanayi ürünleri için de sürüm alanı olması, ekonomik bakımdan emperyalist ülkelere büyük yararlar sağlamaktaydı. Sağladığı yararlardan biri de, sömürgecilik yoluyla büyük kârların sağlanması ile Avrupalı işçileri refah seviyesi artmakta, işsizlik ihtimalleri azalmakta idi. Böylece sömürgecilik, Avrupa işçilerini büyük sefaletlere ve kütle halinde işsizliğe sürüklemekten alıkoymakta idi.
19.yy.dan beri Avrupa ülkelerinin ekonomik gelişmesinde sömürgeciliğin önemli rol oynadığı bir gerçektir. Ancak kapitalist sistemin ayakta durmasını, gelişmesini sağlayan tek unsur sömürgecilik olmamıştır. Teknik açıdan ilerleme de önemli bir etkendir.
Şunu da belirtmek gerekir ki, her imparatorluk ve her emperyalizm sömürgeci olmasa bile, emperyalizm ile sömürgecilik arasında sık sık rastlanan bir bağ vardır. Bu bağ, özellikle güçlü devletlerin, ekonomik emperyalizmi sağlamak için sömürgelere el atması ile ortaya çıkmıştır.
Devletleri emperyalist amaçlara yönelten, ekonomik, toplumsal, siyasal, psikolojik, askeri çeşitli nedenlerdir. Emperyalizmin nedenlerini sadece ekonomik nedenlerle açıklamak, bizi hatalı sonuçlara sürükler. Emperyalizm, uluslararası alanda gücün devletler arasında dengeli biçimde dağılmadığı için ortaya çıkmaktadır[3].
Bugün uluslar arası sistem içinde daha zayıf, daha güçsüz devletler ve doldurulabilecek boş alanlar bulundukça, güçlü devletler, bu olanaklardan yararlanmak isteyeceklerdir. Avrupalı devletler, sömürge emperyalizmine dünyadaki boş ülkeleri ele geçirmek için girmişlerdir. Günümüzde de güçlülerin zayıfların içişlerine karışmaları, hegemonyaları altına lamaya çalışmaları, aynı mantısal davranışın bir sonucudur.
Emperyalizm bazı nitelikler taşır. Bir politik tutum olarak en zengin ya da en kudretli devlet eliyle yerine getirilir. Emperyalist devlet, hakim devlettir, peyklerini korur, onlara yardım eder ama aynı zamanda onlara hükmeder. Bazı bakımlardan onu sömürür ya da tek bir yönetim altında toplar. Emperyalizm aynı zamanda rakip çiftler halinde görülür. Bütün dünyada tek bir emperyalist güç düşünülemez. Günümüzde A.B.D.'nin bu konuda tekmiş gibi gözükmesi, geçici bir durum olarak kabul edilebilir.
c)Sosyalizm
Liberal demokrasinin ve kapitalizmin doğurduğu yetersizlikler ve adaletsizlikler, sosyalizmin 19.yy. içinde önem kazanmasına neden olmuştur. Sosyalizm, kapitalist düzenin mülkiyet ve çalışma kurumlarını yetersiz ve adaletsiz bulduğu için, onu değiştirmek ve onun yerine geçmek isteyen bir düzenin adı olmuştur. Sosyalizm, kâr ve özel menfaat sağlamayı düşünmeyen, kamu yararını esas alan kolektivist sistemin zaman içindeki bir uygulamasıdır[4]. Eski çağlardan günümüze kadar tarih gelişmeleri içinde sosyalizme ve sosyal mücadelelere rastlanır. 1848'e gelinceye kadar sosyalizm, hayalci sosyalizm olarak ifade edilmekte, 1848'den itibaren, Marx ve Engels'in katkıları ile bilimsel sosyalizm adını almaktadır[5].
Hayalci sosyalizm, kapitalizm ve liberalizme bir tepki olarak doğmuş, kapitalist düzenden daha iyi bir sistemin kurulabileceğini savunmuştur. Bilimsel sosyalizm ve ihtilalci sosyalizm, kapitalist sistemin bünyesi itibarıyla aksayacağını, işçi sınıfının ihtilali sonucu yıkılacağını, siyasi ve iktisadi iktidarın da işçi sınıfına geçeceğini, ihtilal hareketinin de milletlerarası bir kimlik göstereceğini savunmuştur.
Karl Marx'ın ihtilalci fikirlerine karşı Almanya'da sosyalist E. Bernstein, Fransa'da J. Jauree, sosyalizmi demokrasi ile bağdaştırma yolunu seçmişler ve ona milli bir kimlik vermişlerdir. İngiltere'de ise gelişmeye başlayan evrimci ve demokratik esaslara dayanan Fabian sosyalizmi, daha sonraki tarihlerde 1906'da İngiliz İşçi Partisi'nin kuruluşu, sosyalizm tarihinde önemli bir aşama oluşturmuştur. Özellikle Karl Marx'dan sonra sosyalizmi yorumlama ve uygulama bakımından farklılıklar baş göstermiş, artık bir tek sosyalizm değil, sosyalizmler söz konusu olmuştur.
C) 19. YY. AVRUPASI'NDA ORTAYA ÇIKAN DİĞER DOKTRİNLER
1- 1- LİBERALİZM :
Liberalizmin öncüleri John Locke ve John Stuart Mill olmuşlardır. Daha sonra
J. Bentham ve "faydacı okul", bu görüşleri geliştirmeye çabalamıştır. Bu görüşün 20. Yy.daki en etkili düşünürü ise Friedmann olacaktır.
Liberalizm, üç temel varsayıma dayanır. Bunlar, "özgürlükçülük, akılcılık ve faydacılık"tır. Liberalizm, "burjuva liberal özgürlükler" olarak adlandırılan bir dizi özgürlüğü temel koşul olarak varsayar. Devlet bu özgürlükleri koruduğu sürece ; zaten "akılcı" (rasyonel) olan insanlar, faydacılık çerçevesinden kendileri için en yararlı olan şeyi yapacaklardır ve tek tek bireyler kendi faydalarını artırırken, bu arada toplumsal olarak da bir fayda artırımı gerçekleşmiş olacaktır.
Liberalizmin dayandığı temel özgürlükler ; mülkiyet özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, seçme ve seçilme özgürlüğü ve konut dokunulmazlığı, haberleşme özgürlüğü vs. gibi unsurları kapsayan diğer bir dizi hak ve özgürlüklerdir. Liberalizme göre devlet, bu özgürlüklerini koruduğu sürece meşruiyetini korur. Ancak bunları korumakta yetersiz kalırsa ve korumamaya başlarsa, meşruiyetini yitirir ve ihtilal hakkı doğar. Aslında liberalizm ,siyasi çerçeve olarak "özgürlükçü demokrasi"yi öngörür. Zaten dayandığı özgürlükler, demokrasinin temel özgürlükleridir.
Burada çok kısa da olsa, düşünce özgürlüğü üzerinde durmakta yarar vardır. Gerçekten düşünce özgürlüğü yalın bir özgürlük değildir. Bunun bir öncesi vardır; bir de sonrası olmak zorundadır. "Kim düşünür?" sorusuna kolayca "herkes" yanıtı verilebilir. Fakat kendisi ve çevresiyle ilgili sorunları algılayabilmek ve sorunlara çözüm yolları düşünebilmek, ancak belirli bir eğitimin, belirli bir yetişmenin sonucu olabilir. Yani düşünce özgürlüğünün öncesi söz konusu olduğu zaman, insanlara düşünebilecek bir ortamın sağlanmış olmasının gereği ortaya çıkar.
Düşünen insan ne yapacaktır? Bulduğu çözümleri tartışacak, yayınlayacak, propagandasını yapacaktır. Bunları yapmadığı zaman düşünce özgürlüğünün fazla bir anlamı olamaz. Yani "Bizde düşünce özgürlüğü vardır ama basın özgürlüğü kısıtlanmıştır." gibisinden bir ifade mantık olarak yanlıştır. Düşünce özgürlüğü, öncesiyle ve sonrasıyla vardır. Bunlar yoksa düşünce özgürlüğü de yoktur.
19. yy. da özellikle Kıta Avrupası'ndaki çetin sınıf kavgaları sonunda liberalizm
oldukça geriledi. Özellikle "sosyal devlet" ve "refah devleti" sloganları altında ABD dışında liberalizmin savunusuna pek rastlanılmaz oldu. Zira toplumların bünyesindeki eşitsizlikler giderilmedikçe, insanların akılcı olmalarının, sorunları çözemediği görüldü. 20. Yy. ın ikinci yarısında ise gene özellikle ABD'de liberalizmin erdemleri gene gündeme geldi.
2- 2- ANARŞİZM
Anarşizm, bireyciliğin aşırı bir yorumudur. Anarşizme göre doğuştan iyi olan insanı toplum ve toplumdaki kurumlar bozar. Bu kurumlarla mücadele edilir ve ortadan kaldırılırsa, insanın iyi olan doğası tekrar ön plana çıkar.
Anarşizme göre mücadele edilmesi gereken kurumların başında devlet, özel mülkiyet, din ve aile gelmektedir. Anarşizmin özel mülkiyet ve devlete karşı olması, aynı kurumlara karşı olan sosyalizmle karıştırılmasına neden olmuştur. Oysaki anarşizmle komünizm arasında temelde farklılıklar vardır. Her şeyden önce sosyalizm, materyalist felsefeye dayanır. Bunun yanı sıra, Marksizmin Leninist yorumunda geçici varsayımı ile de olsa, güçlü bir devlet öngörülür. Buna karşılık anarşizm, devleti ana hedeflerden biri olarak almış ve yıkılması gereğini savunmuştur. Zaten 1864'te toplanan fikrin öncülerinden Bakunin, kısa sürede Marx ile çatışacak ve ayrılacaklardır. Anarşistler daha sonra 1882'de kendi enternasyonallerini kuracaklardır. Anarşizmin üç ünlü düşünürü, Bakunin, Proudhon ve Kropotkine'dir.
Bu isimlerden Proudhon, kimi yazarlar tarafından sosyalizmin öncüleri arasında da sayılır. "Mülkiyet hırsızlıktır." görüşü ile ün kazanmıştır. Ona göre devletin varlık nedeni, mülkiyeti korumaktır. Bu bakımdan devletin ortadan kaldırılması gerekir. Devletin ortadan kalkmasıyla birlikte mülkiyet de ortadan kalkacaktır. Ancak Proudhon, devletin nasıl ortadan kalkacağı konusunda yeterince açık değildir. Anlaşıldığı kadarıyla devlet, evrim yoluyla yıpratılacak ve ortadan kaldırılacaktır.
Bakunin, aslında bir düşünür ve kuramcı olmaktan çok polemikçi ve ajitatördür. Bakunin'e göre devlet, din , mülkiyet vb. insanın ilkel doğasının belirtileridir. Devlet, meşruti bir nitelik de taşısa "katıksız bir musibettir." Zira zengin bir elit tarafından ele geçirilmiştir. Bu nedenle bir sömürü mekanizmasıdır ve kitleleri yanıltmaktadır. Ona göre halk olgunlaştığı zaman devlet ortadan kalkacaktır. Fakat halkın olgunlaşması ve devletin ortadan kalkması için sadece beklemek ve eğitim yetmez. Zorlamalara girişilmesi ve devletin ortadan kaldırılma sürecinin hızlanması gerekir.
Kropotkine, anarşizmin en önemli kuramcısı olarak değerlendirilir. Ona göre insan toplumlarının kurum ve kuralları, "altın kurallar" ve "gelişmeyi engelleyici kurallar" olarak ikiye ayrılır. Altın kurallar arasında, işbirliği ve dayanışma, eşitlik, adalet ve karşılıklı sevgi vardır. Gelişmeyi engelleyici kurumlar ise devlet din ve özel mülkiyettir.
Kropotkine, insanların binlerce yıl kendiliğinden oluşmuş özgür topluluklar biçiminde yaşadığını düşünüyor. Buradaki sınırlamalar salt doğal dayanışma, gelenek ve kamu çıkarları idi. Buna karşılık zamanla mülkiyet ve sınıflar doğmuş ve bunun ardından devlet kurumu ortaya çıkmıştır. Kropotkine'e göre devletin görevi ve varlık nedeni, mülk sahiplerinin otoritesini sürdürmek ve bunlara itaati sağlamaktır. Oysaki mülkiyet özünde haksız bir kurumdur. Zira her türlü mülk ve servet, değişik insanların ortak çalışmalarının ve çabalarının sonucudur. Birtakım "parazitler"in bunlara sahip çıkmaya haklarının olması gerekir. Osm. Dev. Çözüm olarak, devlet yerine kendiliğinden oluşacak özgür ve yerel toplulukların kurulmasını görmektedir.
Bu yerel topluluklar, bölgesel, ulusal ve uluslar arası federasyonlar olarak örgütleneceklerdir. Böylece bu özgürlük ortamında insanların yeteneklerini sonsuzca geliştirebileceklerini düşünmektedir. Bu arada insanların iyi huyları ortaya çıkacaktır. Çıkması olası uyuşmazlıklar, gönüllü hakem kurulları tarafından çözümlenecektir. Zaten özel mülkiyet de ortadan kalkmış olacağı için fazla bir uyuşmazlık ve suç da olmayacaktır. Bu topluluklarda üretim, gönüllü iş toplulukları tarafından yapılacaktır. Herkes gereksinimine göre pay alacaktır. Kropotkine, bu toplulukların devrimle kurulacağını söylemekle birlikte, bu devrimin nasıl gerçekleşeceği konusunda bilgi vermemektedir. Bu nedenle "ebedi barış" vaat eden bu düzene nasıl geçileceği açıklanmamaktadır.
KAYNAKÇA
Armaoğlu Fahir H., Siyasi Tarih (1789-1960), Ankara ,1964
Beer Max, Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Tarihi, C.I,İstanbul, 1965
B) B) SANAYİ DEVRİMİ VE BUNU AVRUPA'DA DOĞURDUĞU SONUÇLAR
1- 1- SANAYİ DEVRİMİ
2- 2- SANAYİ DEVRİMİ İLE İLGİLİ AKIMLAR
a) a) Kapitalizm
b) b) Emperyalizm
c) c) Sosyalizm
C) 19. YY. AVRUPASI'NDA ORTAYA ÇIKAN DİĞER DOKTRİNLER
1- 1- LİBERALİZM
2- 2- ANARŞİZM
SONUÇ
KAYNAKÇA
A) FRANSIZ İHTİLALİ VE YAYDIĞI FİKİRLER
Ortaçağ’ın kapanmasından sonra Rönesans ve bunun bir sonucu olan Reform, düşüncede büyük değişikliklere neden olmuş, Aydınlanma Devri adını alan 18. yy. ile yeni bir dönem başlamıştır. Akla ve deneye yer veren ve mucizeyi reddeden Aydınlanma Devri ile o zamana kadar egemen olan dünya görüşü yeni bir şekil almıştır.
Aydınlanmanın temelinde akıl yer almaktadır. Akıl, varlığı düzenleyen doğa kanunlarını bulacak ve böylelikle insanlığını gelişimini, ilerlemesini sağlayacaktır. Aklı siyasal ve sosyal alanda egemenlik sağlaması, düşünen insanı dar kalıplı düşünce sisteminden çıkararak, serbest düşünme ve inceleme yöntemine götürmüş, böylece özgürlük fikrine ulaşılmıştır. Özgürlük fikri ise, mevcut mutlakiyetçi düzenin karşısında yer aldığından, insanlığın kurtuluşu ve mutluluğa kavuşması şeklinde değerlendirilmiştir[1].
Aydınlanma, Fransız Devrimi’nin çıkmasında etkili olmuş ve bu düşünsel ve sosyal değişme Avrupa’da ve bütün dünyada daha sonraları meyvelerini vermiştir. Aydınlanma devri, Avrupa’yı fikren geliştirmiş ve İngiltere’deki 18. yy.daki sosyal ve siyasal değişiklikler, Avrupa’yı, özellikle de Fransa’yı yeni bir devir açmaya yöneltmiştir.
Fransız Devrimi öncesi Fransa’da mutlak kral hakimdir. Kral, tüm kuvvetini ve kudretini tanrıdan almaktadır. 16. Louis’nin dediği gibi, “Devlet benim!” zihniyeti, kralın her türlü güce sahip olduğunu ifade ediyordu. Fransa’da ihtilali hazırlayan nedenler vardı Fransa’da kral, devlet ve toplum hayatına tam hakimdi. Medeni ve siyasi hürriyetin sözü edilmemekte, bozuk bir yönetim tarzı, felçli bir adalet mekanizması, zalim bir yönetimin özelliklerini göstermekte idi. Ayrıca sınıflar arasındaki ayrıcalıklar, papazların ve asilzadelerin devlet hayatında egemen oluşu, adil olmayan vergi dağıtımı, toplumda büyük huzursuzluklar yaratıyordu. Eğitim ve öğretim ihmal edilmişti ve din adamlarının tekelinde bulunuyordu. Ayrıca basın da sansüre uğramaktaydı. Ülkenin ekonomik durumu da iyi değildi.Devrimi hazırlayan nedenler arasında, Fransız düşünürlerin de büyük etkilerinin olduğunu söylemeliyiz. Montesquieu, Voltaire, J.J. Roussseau, Diderot gibi düşünürler, ihtilalden çok önce insan özgürlüğünü ve demokrasiyi savunmuşlardır.
A.B.D.’deki özgürlük ve bağımsızlık hareketinin başarı sağlaması, Fransa’da da aynı fikirlerin yayılmasına neden olmuş, Fransız Devrimi’nin bir an önce gerçekleşmesine ortam hazırlamıştır. İhtilalciler, yalnız aklın ve mantığın hakim olacağı bu yeni ortamda, insanların sonsuz refah ve mutluluğa erişeceğine inanıyorlardı. 14 Temmuz 1789’da başlayan Fransız ihtilali, devlet ve toplum hayatında önemli değişikliklere neden olmuştur. 27 Ağustos 1789’da yayınlanan İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi, bütün insanların özgür ve eşit olduklarını ilan etmekteydi. Bu bildiri, Fransa’da demokrasinin temel yapısını oluşturmuştur. Devrim, derebeyliğe kesin darbeyi vurmakta ve sınıf ayrımını ortadan kaldırmaktadır.
Devrimin öncülerinden Rousseau, özgürlüğün yanında eşitliği, toplumsal sözleşmenin temeli saymıştır. İhtilalin bir parolası olan eşitlik, kanun önünde herkesi eşit saymaktadır. Eşit insanlar, toplumda birbirlerine karşı baskı kuramayacağından, her insan öncelikle kendisini kontrol etmektedir. Eşitlik, herkesin çıkarının eşit olduğunu, eşit hakka sahip olduğunu ifade etmektedir.
Fransa’da, “Fransız vatandaşlığı” hissini yaratan, Fransız Devrimi’dir. İhtilal, özgürlük, eşitlik ve adalet parolaları ile birlikte, milliyetçilik ve milli egemenlik ilkelerinin de getirmiştir. Devrimin, 17. yy.da gerçekleşen İngiliz Devrimi’nden ve 18. yy.ın sonlarında başarıya ulaşan ve Amerika’nın bağımsızlık mücadelesi olarak anılan Amerikan Devrimi’nden önemli farkları vardır.
İngiltere’de orta sınıf derece derece ve gelişme yolu ile aristokrasinin, ayrıcalıklı sınıfın yerine geçmişti. Devrim yavaş yavaş gerçekleşmiş, aristokrasi yerini zaman içinde orta sınıfa bırakmıştı. Amerikan Devrimi ise daha farklı idi. İngiltere’ye karşı bağımsızlık hareketi olarak başlamış, bağımsızlıkla birlikte, insanı özgürlüğe de kavuşturmuştur. Ancak A.B.D.’de bir sınıf ayrımı olmadığından, bunun kaldırılması da söz konusu olmamıştır.
Fransız Devrimi’ne gelince, parolası özgürlük, eşitlik ve adaletti. Sınıf ayrılıklarını kaldırdığı gibi, asalet unvanlarına da son veriyordu. Toplum düzeninde köklü değişikliklere gidilmişti. Devrimin bir özelliği de, savunduğu fikirleri diğer ülkelere de ulaştırmış olması, fikirlerin ektiği tohumların diğer ülkelerde de yeşermesidir.
Devrim, milliyetçilik akımının yanı sıra, millet egemenliğin d yer vermiştir.1791 Anayasası’nda yer alan, “Egemenlik millete aittir.”, “Bütün iktidarlar milletten doğar.” Ve “Kanundan daha üstün bir otorite yoktur ve kral ancak kanunla hükümdarlık yapar.” şeklindeki hükümler, eski rejimde hükümdarlık iktidarının dayandığı ilahi iradeyi, Tanrı ve din temeline dayanan gücü temelden yok ederek, onun yerine millet iradesini koymakta idi. Millet egemenliği, devrimin ve onun sonucu hazırlanan anayasaların temel ilkesi olmuş, keyfi yönetime karşı millet haklarının savunucusu olarak başarıya ulaşmıştır.
Fransız Devrimi’nin bir bayrak gibi baş tacı ettiği özgürlük kavramı, bütün Avrupa’da kitleleri harekete geçirmiştir. Fransız Devrimi’nin yaydığı milli duygular, Avrupa’yı istila eden Napolyon’a karşı da Avrupa milletlerini harekete geçirmiş, 1813’te Milletler savaşı denen Leipzig Savaşı ile Napolyon’u yenilgiye uğratmıştır.
B) SANAYİ DEVRİMİ VE BUNUN AVRUPA'DA DOĞURDUĞU SONUÇLAR
1- 1- SANAYİ DEVRİMİ
Sanayi Devrimi, basit bir şekilde açıklanacak olursa, aletin yerine makinenin
geçmesidir. Sanayi Devrimi , tekniğin, sınaî üretimin ve ulaşım imkanlarının gelişmesi ile 18.yy.dan itibaren çağdaş dünyada ortaya çıkan değişimleri ifade eder. Sanayi Devrimi buhar kuvvetinin sanayiye uygulanması, buharla işleyen makinelerin çoğalması, az zamanda çok mal yapan , üreten fabrikaların kurulması ile sanayi ve ticaret dünyasında birtakım değişikliklerin olmasıdır.
Sanayi Devrimi ilk olarak ve belirgin şekilde 1750 ile 1830 yılları arasında İngiltere'de ortaya çıktı, sonraları diğer Avrupa ülkelerin de yayıldı. Makineleşen sanayi, önce İngiltere'de dokuma sanayiinde uygulama alanı buldu. Odunun yerine maden kömürünün kullanılması, hareket ettirici gücü artırdı. Havagazı ise aydınlanma aracı olarak kullanılmaya başlandı. Üretimde makinenin kullanımı, eşyanın fiyatlarını ucuzlattı. Fazla üretim geliri artırdı.
Diğer yandan sömürgeciliğin gelişmesi ticarete de genişlik olanağı sağladığından, üretimi artırma zorunluluğu ortaya çıkmıştı. Sınai üretimin artırılması, sanayinin hem makineleşmesine, hem de fabrika denilen büyük üretim ünitelerinin kurulmasına neden olmuştu. Eski aile sanayi ile küçük imalathaneler yerlerini büyük fabrikalara bırakmıştır. Fabrikaların kuruluşu ile işçilerin sayıları birdenbire artmış ve köylerden şehirlere akın başlamıştır. Fabrikalarda çalışan ve sayıları artan işçiler, yeni bir sınıfın ortaya çıkmasına ve böylece işçi- işveren ilişkilerinin başlamasına neden olmuşlardır.
Serbest rekabet ilkesi, maliyeti düşürmeyi ve ucuz ücretle işçi çalıştırmayı gerekli kılıyordu. Makineleşme, bir bakıma işsizliği artıran bir unsur olmuştur.
Yaşamak zorunda kalan işçiler düşük ücretlerle ve kötü şartlar altında çalışmak zorunda kalıyorlardı. Sanayi merkezleri çevresinde gittikçe kalabalıklaşan işçiler, zamanla kendi aralarında örgütlenerek, kötü çalışma koşullarının ortadan kaldırılması için çaba göstermişlerdir. Böylece Sanayi Devrimi 'nin doğurduğu, işverenin işçiyi sömürme ve onun sırtından geniş kazançlar sağlama imkanına hemen olmasa bile, daha sonraki yıllarda sosyal adalet anlayışının getirdiği, sağladığı fikir hareketleri ile engel olunmuştur.
Sanayi Devrimi 'nin bir diğer önemli etkisi de üretimi fazlasıyla artırmış olmasıdır. Artan üretime pazar bulmak için dış ticarete yönelinmiştir.
Dış ticaret, Sanayi Devrimi 'nin bir sonucu olduğu gibi, aynı zamanda da onun nedenini oluşturmuştur. Şöyleki, denizaşırı ülkeleri ellerine geçiren Avrupalılar, bu geniş pazarların ihtiyacını karşılamak için, yeni buluşlara ve teknik ilerlemeye yönelmişlerdir. Sanayi Devrimi dış ticarete açılan ve büyük pazarlar kuran batılı devletlerin egemenliklerini sürdürmeleri için başvurulan bir yol olmuştur.
Sanayi Devrimi 'nin bir diğer özelliği de fazla gelir getirmiş olmasıdır. Bu nedenle sermaye sahibi ülkeler, sanayiye önem vermişlerdir. Sanayide devrim, yolların, kanalların yapılmasına, demiryollarının ve buhar gücü ile işleyen gemilerim ulaşım vasıtası olarak kullanılmasına, milletlerarası ticaretin gelişmesine neden olmuştur.
Sanayi Devrimi , büyük sermaye birikimine de neden olmuştur. Büyük sanayi tesisleri kurmak için büyük sermayeye de ihtiyaç vardı. Kişisel servetler buna yetmediğinden, büyük sanayi tesislerini kurmak için, anonim şirketler kurulmuş, hisse senetleri halka yayılmıştır. Kurulan şirketler, büyük sermayelerin toplandığı merkezler olmuşlardır.
Sanayi Devrimi , sosyal bünyede ve fikir hayatında önemli değişikliklere neden olmuştur. Sanayi Devrimi ile ilgili siyasi, sosyal, ekonomik birtakım akımlar, 19.yy.ın özelliğini oluşturmuşlar, 20.yy.da da etkili olmuşlardır.
2- 2- SANAYİ DEVRİMİ İLE İLGİLİ AKIMLAR
a)Kapitalizm :
Kapitalist sistemde iktisadi faaliyetler serbesttir ve devletin müdahalesi yoktur.
Ekonomik faaliyetler fertlerin idaresine bırakılmıştır. Bu düzende fiyatlar arz ve talebe göre oluşur. Gerek tüketiciler, gerek girişimciler, sermaye sahipleri ve işçiler, kendi ekonomik faaliyetlerini, çıkarlarını gözeterek kendileri tayin etmektedirler. Kapitalist sistem, siyasi ve ekonomik hürriyete, özel mülkiyete özellikle üretim vasıtalarının özel mülkiyetle olmasına, özel teşebbüse yer vermektedir. Kapitalizm, liberalizmin ekonomik ve sosyal görüşlerinin temelleri üzerine kurulmuştur.
İngiltere'de gerçekleşen Sanayi Devrimi , makineleşmeyi doğurmuştur. Fransız devrimi ise ekonomik alanda merkantilizm yerine, üretim ve ticaret özgürlüğünü, ekonomik liberalizmi getirmiştir. Toplumların düzenlerini sarsan makineleşme ve ekonomik liberalizmin birleşmesi, yeni bir ekonomik gelişmeyi, kapitalizmi doğurmuştur.
Kapitalist sistemin prensipleri gereği ekonomik faaliyetlerin tamamen serbest piyasaya bırakılması, kısa zamanda çeşitli sakıncaların doğmasına neden olmuştur. Modern fabrika ve makineler karşısında küçük sanat ve el işleri kollarından büyük kısmı kaybolmaya yüz tutmuş, işsizlik baş göstermiş, düşük işçi ücretleri bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Kapitalist girişimci, daha çok kar etmeye yöneldiğinden, ücretleri düşürerek üretim maliyetini düşük tutmaya çalışmıştır. Kapitalizmin doğurduğu bu sonuçlar, işçiyi maddi ve manevi bakımdan sefalete sürüklemiştir.
Ayrıca plansız ve devlet müdahalesi olmaksızın düzenlenen ekonomik faaliyetler, ekonomiyi zaman zaman bunalımlara sürüklemiştir. Kapitalist sistemin aksamaları ve doğurduğu sonuçlar, sosyalizm gibi akımların gün ışığına çıkmasına neden olmuştur. Kapitalist sistem, bir yandan da Avrupa ülkelerinin sömürgecilik politikasına güç kazandırmıştır.
Çağımızın kapitalizm anlayışı, değişik bir görünümdedir. Bugün kapitalist ülkeler bir taraftan esas itibarıyla özel teşebbüsün dinamizminden, serbesti ve hürriyetinden yararlanırken, diğer taraftan yoğun devlet müdahaleciliği uygulamak sureti ile bu sistemin 19. Yy. boyunca görülmüş çeşitli aksaklıklarını gidermek ve ferdiyetçilik ile toplumculuk prensiplerini fiilen en uygun şekilde karıştırmak olanağın bulmuşlardır. Nitekim kapitalist ülkelerde sosyal adalet, gelir dağılımındaki eşitsizliklerin giderilmesi ve fırsat eşitliği gibi toplumcu amaçlar, çeşitli sosyal mevzuat ve eğitim politikası gibi tedbirlerle geniş ölçüde sağlanmıştır. Bum amaçların sağlanmasında işçi sendikalarının güçlenmesi ve aydınların rolü büyük olmuş, demokratik sistemin de uygun bir ortam yarattığı görülmüştür. Böylece kapitalist sistemin sağladığı dinamizmin, ileri tekniğini, verimliliğin ve yüksek gelir ve üretim düzeyinin nimetlerinden işçiler başta olmak üzere büyük halk kitleleri de yararlanabilir hale gelmişlerdir. Kısa bir ifade ile bugün kapitalist ülkeler, devlet müdahaleciliği yoluyla refah devleti haline gelmişlerdir.
b)Emperyalizm
Emperyalizm, imparatorluk kurma eğilimidir. Bir devletin sınırlarını genişletme politikasına denir. Emperyalizm, aynı ekonomik ve sosyal bütün içinde etnik ve kültürel bakımdan farklı halkların, merkezi bir iktidarın otoriter yönetimi altında bir araya getirilmesi eğilimini ifade eder.
İmparatorluk kurma eğilimi, insanlık tarihinin eski çağlarına kadar uzar. Ancak bu eğilim bugün de devam etmektedir. 15. Yy.dan beri imparatorlukların sömürgeci karakteri ise daha belirgin bir hal almıştır.
Siyasi emperyalizm, demografik emperyalizm, dini emperyalizm, kültür emperyalizmi ve iktisadi emperyalizm gibi çeşitli türleri vardır. Siyasi emperyalizm, fetihler yapan bir hükümdarın, ülkenin sınırlarını genişletme hevesine dayanır. Siyasal emperyalizm, bazen ülkenin sınırlarının genişletilmesi ile halkın güvenliğini sağlamak amacına yönelik olur.
Demografik emperyalizm ise, her şeyden önce ülkedeki nüfus fazlasını yerleştirmek için, diğer ülkelere yönelmeyi ifade eder. Dini emperyalizm, dini inancı yayma nedenine bağlı olarak uygulanır, bu amaçla yayılma olanağı arar. Kültür emperyalizmi, belli bir hayat tarzını ve emperyalizmi yayma amacını güder. Kültür emperyalizminin hedefi, bir kültürün, yerini başka bir kültüre bırakmasını sağlamaktır. Ekonomik emperyalizm ise, hammaddeler ve ticari sürüm alanlarının aranmasından doğar. Ekonomik emperyalizm, modern çağların ürünüdür. Kapitalizmle birlikte ortaya çıkmıştır.
Tarihi bakından bu türlerden hiçbirine saf halde rastlanmaz. Devletler, emperyalist amaçlarına varmak için çok defa çeşitli emperyalist modelleri bir arada kullanırlar. Kültür emperyalizmi, diğer emperyalizm türlerinin uygulanmasında onlara yardımcı olur ve onları tamamlar[2].
Avrupa ülkeleri, 16.yy.dan itibaren özellikle merkantilist akımın etkisi ile yoğun bir sömürgecilik faaliyetine girişmişlerdir. Sanayi Devrimi , sömürgecilik ihtirasını artırmıştır. Sömürgelerin ucuz ve devamlı hammadde sağlamaları ve sanayi ürünleri için de sürüm alanı olması, ekonomik bakımdan emperyalist ülkelere büyük yararlar sağlamaktaydı. Sağladığı yararlardan biri de, sömürgecilik yoluyla büyük kârların sağlanması ile Avrupalı işçileri refah seviyesi artmakta, işsizlik ihtimalleri azalmakta idi. Böylece sömürgecilik, Avrupa işçilerini büyük sefaletlere ve kütle halinde işsizliğe sürüklemekten alıkoymakta idi.
19.yy.dan beri Avrupa ülkelerinin ekonomik gelişmesinde sömürgeciliğin önemli rol oynadığı bir gerçektir. Ancak kapitalist sistemin ayakta durmasını, gelişmesini sağlayan tek unsur sömürgecilik olmamıştır. Teknik açıdan ilerleme de önemli bir etkendir.
Şunu da belirtmek gerekir ki, her imparatorluk ve her emperyalizm sömürgeci olmasa bile, emperyalizm ile sömürgecilik arasında sık sık rastlanan bir bağ vardır. Bu bağ, özellikle güçlü devletlerin, ekonomik emperyalizmi sağlamak için sömürgelere el atması ile ortaya çıkmıştır.
Devletleri emperyalist amaçlara yönelten, ekonomik, toplumsal, siyasal, psikolojik, askeri çeşitli nedenlerdir. Emperyalizmin nedenlerini sadece ekonomik nedenlerle açıklamak, bizi hatalı sonuçlara sürükler. Emperyalizm, uluslararası alanda gücün devletler arasında dengeli biçimde dağılmadığı için ortaya çıkmaktadır[3].
Bugün uluslar arası sistem içinde daha zayıf, daha güçsüz devletler ve doldurulabilecek boş alanlar bulundukça, güçlü devletler, bu olanaklardan yararlanmak isteyeceklerdir. Avrupalı devletler, sömürge emperyalizmine dünyadaki boş ülkeleri ele geçirmek için girmişlerdir. Günümüzde de güçlülerin zayıfların içişlerine karışmaları, hegemonyaları altına lamaya çalışmaları, aynı mantısal davranışın bir sonucudur.
Emperyalizm bazı nitelikler taşır. Bir politik tutum olarak en zengin ya da en kudretli devlet eliyle yerine getirilir. Emperyalist devlet, hakim devlettir, peyklerini korur, onlara yardım eder ama aynı zamanda onlara hükmeder. Bazı bakımlardan onu sömürür ya da tek bir yönetim altında toplar. Emperyalizm aynı zamanda rakip çiftler halinde görülür. Bütün dünyada tek bir emperyalist güç düşünülemez. Günümüzde A.B.D.'nin bu konuda tekmiş gibi gözükmesi, geçici bir durum olarak kabul edilebilir.
c)Sosyalizm
Liberal demokrasinin ve kapitalizmin doğurduğu yetersizlikler ve adaletsizlikler, sosyalizmin 19.yy. içinde önem kazanmasına neden olmuştur. Sosyalizm, kapitalist düzenin mülkiyet ve çalışma kurumlarını yetersiz ve adaletsiz bulduğu için, onu değiştirmek ve onun yerine geçmek isteyen bir düzenin adı olmuştur. Sosyalizm, kâr ve özel menfaat sağlamayı düşünmeyen, kamu yararını esas alan kolektivist sistemin zaman içindeki bir uygulamasıdır[4]. Eski çağlardan günümüze kadar tarih gelişmeleri içinde sosyalizme ve sosyal mücadelelere rastlanır. 1848'e gelinceye kadar sosyalizm, hayalci sosyalizm olarak ifade edilmekte, 1848'den itibaren, Marx ve Engels'in katkıları ile bilimsel sosyalizm adını almaktadır[5].
Hayalci sosyalizm, kapitalizm ve liberalizme bir tepki olarak doğmuş, kapitalist düzenden daha iyi bir sistemin kurulabileceğini savunmuştur. Bilimsel sosyalizm ve ihtilalci sosyalizm, kapitalist sistemin bünyesi itibarıyla aksayacağını, işçi sınıfının ihtilali sonucu yıkılacağını, siyasi ve iktisadi iktidarın da işçi sınıfına geçeceğini, ihtilal hareketinin de milletlerarası bir kimlik göstereceğini savunmuştur.
Karl Marx'ın ihtilalci fikirlerine karşı Almanya'da sosyalist E. Bernstein, Fransa'da J. Jauree, sosyalizmi demokrasi ile bağdaştırma yolunu seçmişler ve ona milli bir kimlik vermişlerdir. İngiltere'de ise gelişmeye başlayan evrimci ve demokratik esaslara dayanan Fabian sosyalizmi, daha sonraki tarihlerde 1906'da İngiliz İşçi Partisi'nin kuruluşu, sosyalizm tarihinde önemli bir aşama oluşturmuştur. Özellikle Karl Marx'dan sonra sosyalizmi yorumlama ve uygulama bakımından farklılıklar baş göstermiş, artık bir tek sosyalizm değil, sosyalizmler söz konusu olmuştur.
C) 19. YY. AVRUPASI'NDA ORTAYA ÇIKAN DİĞER DOKTRİNLER
1- 1- LİBERALİZM :
Liberalizmin öncüleri John Locke ve John Stuart Mill olmuşlardır. Daha sonra
J. Bentham ve "faydacı okul", bu görüşleri geliştirmeye çabalamıştır. Bu görüşün 20. Yy.daki en etkili düşünürü ise Friedmann olacaktır.
Liberalizm, üç temel varsayıma dayanır. Bunlar, "özgürlükçülük, akılcılık ve faydacılık"tır. Liberalizm, "burjuva liberal özgürlükler" olarak adlandırılan bir dizi özgürlüğü temel koşul olarak varsayar. Devlet bu özgürlükleri koruduğu sürece ; zaten "akılcı" (rasyonel) olan insanlar, faydacılık çerçevesinden kendileri için en yararlı olan şeyi yapacaklardır ve tek tek bireyler kendi faydalarını artırırken, bu arada toplumsal olarak da bir fayda artırımı gerçekleşmiş olacaktır.
Liberalizmin dayandığı temel özgürlükler ; mülkiyet özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, seçme ve seçilme özgürlüğü ve konut dokunulmazlığı, haberleşme özgürlüğü vs. gibi unsurları kapsayan diğer bir dizi hak ve özgürlüklerdir. Liberalizme göre devlet, bu özgürlüklerini koruduğu sürece meşruiyetini korur. Ancak bunları korumakta yetersiz kalırsa ve korumamaya başlarsa, meşruiyetini yitirir ve ihtilal hakkı doğar. Aslında liberalizm ,siyasi çerçeve olarak "özgürlükçü demokrasi"yi öngörür. Zaten dayandığı özgürlükler, demokrasinin temel özgürlükleridir.
Burada çok kısa da olsa, düşünce özgürlüğü üzerinde durmakta yarar vardır. Gerçekten düşünce özgürlüğü yalın bir özgürlük değildir. Bunun bir öncesi vardır; bir de sonrası olmak zorundadır. "Kim düşünür?" sorusuna kolayca "herkes" yanıtı verilebilir. Fakat kendisi ve çevresiyle ilgili sorunları algılayabilmek ve sorunlara çözüm yolları düşünebilmek, ancak belirli bir eğitimin, belirli bir yetişmenin sonucu olabilir. Yani düşünce özgürlüğünün öncesi söz konusu olduğu zaman, insanlara düşünebilecek bir ortamın sağlanmış olmasının gereği ortaya çıkar.
Düşünen insan ne yapacaktır? Bulduğu çözümleri tartışacak, yayınlayacak, propagandasını yapacaktır. Bunları yapmadığı zaman düşünce özgürlüğünün fazla bir anlamı olamaz. Yani "Bizde düşünce özgürlüğü vardır ama basın özgürlüğü kısıtlanmıştır." gibisinden bir ifade mantık olarak yanlıştır. Düşünce özgürlüğü, öncesiyle ve sonrasıyla vardır. Bunlar yoksa düşünce özgürlüğü de yoktur.
19. yy. da özellikle Kıta Avrupası'ndaki çetin sınıf kavgaları sonunda liberalizm
oldukça geriledi. Özellikle "sosyal devlet" ve "refah devleti" sloganları altında ABD dışında liberalizmin savunusuna pek rastlanılmaz oldu. Zira toplumların bünyesindeki eşitsizlikler giderilmedikçe, insanların akılcı olmalarının, sorunları çözemediği görüldü. 20. Yy. ın ikinci yarısında ise gene özellikle ABD'de liberalizmin erdemleri gene gündeme geldi.
2- 2- ANARŞİZM
Anarşizm, bireyciliğin aşırı bir yorumudur. Anarşizme göre doğuştan iyi olan insanı toplum ve toplumdaki kurumlar bozar. Bu kurumlarla mücadele edilir ve ortadan kaldırılırsa, insanın iyi olan doğası tekrar ön plana çıkar.
Anarşizme göre mücadele edilmesi gereken kurumların başında devlet, özel mülkiyet, din ve aile gelmektedir. Anarşizmin özel mülkiyet ve devlete karşı olması, aynı kurumlara karşı olan sosyalizmle karıştırılmasına neden olmuştur. Oysaki anarşizmle komünizm arasında temelde farklılıklar vardır. Her şeyden önce sosyalizm, materyalist felsefeye dayanır. Bunun yanı sıra, Marksizmin Leninist yorumunda geçici varsayımı ile de olsa, güçlü bir devlet öngörülür. Buna karşılık anarşizm, devleti ana hedeflerden biri olarak almış ve yıkılması gereğini savunmuştur. Zaten 1864'te toplanan fikrin öncülerinden Bakunin, kısa sürede Marx ile çatışacak ve ayrılacaklardır. Anarşistler daha sonra 1882'de kendi enternasyonallerini kuracaklardır. Anarşizmin üç ünlü düşünürü, Bakunin, Proudhon ve Kropotkine'dir.
Bu isimlerden Proudhon, kimi yazarlar tarafından sosyalizmin öncüleri arasında da sayılır. "Mülkiyet hırsızlıktır." görüşü ile ün kazanmıştır. Ona göre devletin varlık nedeni, mülkiyeti korumaktır. Bu bakımdan devletin ortadan kaldırılması gerekir. Devletin ortadan kalkmasıyla birlikte mülkiyet de ortadan kalkacaktır. Ancak Proudhon, devletin nasıl ortadan kalkacağı konusunda yeterince açık değildir. Anlaşıldığı kadarıyla devlet, evrim yoluyla yıpratılacak ve ortadan kaldırılacaktır.
Bakunin, aslında bir düşünür ve kuramcı olmaktan çok polemikçi ve ajitatördür. Bakunin'e göre devlet, din , mülkiyet vb. insanın ilkel doğasının belirtileridir. Devlet, meşruti bir nitelik de taşısa "katıksız bir musibettir." Zira zengin bir elit tarafından ele geçirilmiştir. Bu nedenle bir sömürü mekanizmasıdır ve kitleleri yanıltmaktadır. Ona göre halk olgunlaştığı zaman devlet ortadan kalkacaktır. Fakat halkın olgunlaşması ve devletin ortadan kalkması için sadece beklemek ve eğitim yetmez. Zorlamalara girişilmesi ve devletin ortadan kaldırılma sürecinin hızlanması gerekir.
Kropotkine, anarşizmin en önemli kuramcısı olarak değerlendirilir. Ona göre insan toplumlarının kurum ve kuralları, "altın kurallar" ve "gelişmeyi engelleyici kurallar" olarak ikiye ayrılır. Altın kurallar arasında, işbirliği ve dayanışma, eşitlik, adalet ve karşılıklı sevgi vardır. Gelişmeyi engelleyici kurumlar ise devlet din ve özel mülkiyettir.
Kropotkine, insanların binlerce yıl kendiliğinden oluşmuş özgür topluluklar biçiminde yaşadığını düşünüyor. Buradaki sınırlamalar salt doğal dayanışma, gelenek ve kamu çıkarları idi. Buna karşılık zamanla mülkiyet ve sınıflar doğmuş ve bunun ardından devlet kurumu ortaya çıkmıştır. Kropotkine'e göre devletin görevi ve varlık nedeni, mülk sahiplerinin otoritesini sürdürmek ve bunlara itaati sağlamaktır. Oysaki mülkiyet özünde haksız bir kurumdur. Zira her türlü mülk ve servet, değişik insanların ortak çalışmalarının ve çabalarının sonucudur. Birtakım "parazitler"in bunlara sahip çıkmaya haklarının olması gerekir. Osm. Dev. Çözüm olarak, devlet yerine kendiliğinden oluşacak özgür ve yerel toplulukların kurulmasını görmektedir.
Bu yerel topluluklar, bölgesel, ulusal ve uluslar arası federasyonlar olarak örgütleneceklerdir. Böylece bu özgürlük ortamında insanların yeteneklerini sonsuzca geliştirebileceklerini düşünmektedir. Bu arada insanların iyi huyları ortaya çıkacaktır. Çıkması olası uyuşmazlıklar, gönüllü hakem kurulları tarafından çözümlenecektir. Zaten özel mülkiyet de ortadan kalkmış olacağı için fazla bir uyuşmazlık ve suç da olmayacaktır. Bu topluluklarda üretim, gönüllü iş toplulukları tarafından yapılacaktır. Herkes gereksinimine göre pay alacaktır. Kropotkine, bu toplulukların devrimle kurulacağını söylemekle birlikte, bu devrimin nasıl gerçekleşeceği konusunda bilgi vermemektedir. Bu nedenle "ebedi barış" vaat eden bu düzene nasıl geçileceği açıklanmamaktadır.
KAYNAKÇA
Armaoğlu Fahir H., Siyasi Tarih (1789-1960), Ankara ,1964
Beer Max, Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Tarihi, C.I,İstanbul, 1965