M
Misafir
Forum Okuru
Doğum Geleneklerimiz
çocuk doğunca ne denir bebek dogunca ne denir cocuk dogunca bebek doğunca neler yapılır
Gebelik:
Kadın, gebeliği ilk önce uygun bir dille duyurulur. Eşler birlikte kızın
evine giderler. Anne adayı, mutlu haberi kendi annesine iletir. Anne de
eşine söyler, tüm aile bu mutlu olayı kutlar. Bazı yörelerde horoz kurban
edildiği bile olur. Mutluluk haberini duyan aile, kızları ve damatlarına
hediyeler verir. Bebek için giysiler, yatak malzemesi gibi hazırlıklar
yapılır. Eltiler, görümceler, oğlan ve kız annesi, gelinin arkadaşları, gebe
kadının doğum hazırlıklarına yardımcı olurlar.
Gebe gelinin baş bağlaması:
Gebe kaldığını anlayan gelin, durumu kaynanasına bildirir. Durumu öğrenen
kaynana, sevinçle bir kasaba gider ve 7 adet koyun kellesi alır. Bunları
yıkar, temizler, bir kazanda kaynatır. Kelle yemeği olarak hazırlar. Yanına
pilav, komposto, tatlı vb. de yapar. Mevsim meyvelerini de katarak sofraya
getirir. Gelinin akranı, yeni evli gelinleri bu sofraya davet eder. Gelin ve
arkadaşları yemeklerini yer, türküler söyler, oyunlar oynar.
Geline yakasız köyneğini, üç eteklerini, kısa enli cepkenini giydirirler.
Giysileri giydirilirken selavat getirirler. Gelinin başı, renkli poşularla
bağlanır; poşunun üzerine altından veya gümüşten takılar takılır. Bu poşular
7 renktir. Her rengin ucu birer metre kadar uzunlukta sırttan aşağı
sarkıtılır. Ayrıca bir kırmızı poşu ile de gelinin ağzı örtülür.
Gelin, bu sırada konuşmaz. Eşi, kaynata ve kaynanası, yakınları, arkadaşları
baş bağlanmasının arkasından hediyeler (anmalık) verirler. Konuşmasını
isterler. Gebe kalan, başı bağlanan gelin, artık aile içinde statü
kazanmıştır. Gelinin eteğine, çocuk şapkası ve başörtüsü koyarlar. Gelin,
eteğiyle bunları 3 kez havalandırır. Etekteki şapkayı kapan konuk
gelinlerden birinin oğlu olacağı, başörtüsünü kapanın ise, kızı olacağına
inanılır. Bu atış üç kez tekrarlanır. Son atışta şapkayı ve başörtülerini
kapan gelinler, bunlara sahip olur. Başı bağlanmış olan gelin artık
konuşmaya başlar.
Gebelikle ilgili ve gebelik süresince uygulamalar:
· Kadın, gebeliği süresince, al basmasın diye başına al örtü bağlar.
· Gelinin ağırlığı düşmesin diye boynuna altın takılır.
· Nazarı önlemek için ise, göz boncuğu ve maşallah gibi takılar
takılır.
· Kadın gebeliği sırasında al yanaklı, güzel yüzlü ise, oğlan
doğuracak demektir.
· Kadının karnı büyükçe ve yukarıda ise kız doğuracak şeklinde
yorumlanır.
· Aşeren kadın, çirkin bulduğu şeylere bakmaz, kelle yemez.
Gebe kadın için “kız kasıkta, oğlan karında durur” derler. Kız çocuğunun
doğumu sırasında kasık, oğlan çocuğunun doğumunda annenin sırtı ağrır.
Aşerme sırasında kadına, özlemini duyduğu herşey yedirilir.
· Aşeren kadına sakız çiğnetilmez, sevmediği yiyecekler yedirilmez.
· Çirkin bulduğu korktuğu, çekindiği şeylere baktırılmaz.
· Tilkiye bakarsa çocuğunun sinsi, tavşana bakarsa yarık dudaklı,
mandaya bakarsa hantal olacağına inanılır.
· Çirkin bulduğu kadına da erkeğe de bakmaz.
· Gebe kadına çevresindekilerce sürekli iyimser ve neşeli olması
öğütlenir.
Doğum:
Yaşamın başlangıcı olan doğum, her toplum gibi Tahtacılarda da çok çok
önemsenir. Duygular yoğunlaşır. Çünkü, doğum olağanüstü bir olaydır. Soyun
sürmesi demek olan doğumdan önce; doğum kolay olsun diye:
· Çeşmenin musluğu açılır.
· Oklavalar kırılır.
Her obanın doğuma yardımcı bir ebesi vardır o çağırılır. Komşu-akraba olan
becerikli kadınlar da doğum için çağırılır. Çocuğun giysileri hazırlanır,
bir kazan su kaynatılır. Bu su ile doğuma yardımcı tüm kadınlar, ellerini
yıkarlar. Gebe kadını, sancısı gelsin diye iki kadın kollarından tutar
yürütür. Sonra bir battaniye içine kadını yatırır sallarlar. Bundan amaç,
çocuğun karında doğuma hazır duruma gelmesidir. Bu arada kadınlar, gebe
kadının kasığını çekerler. Doğum zor oluyorsa, tavana bir ip bağlanır, kadın
ipten tutunup güç alarak ıkınır, rahim avuç içi kadar açılırsa çocuk doğuma
hazır demektir. Ebe, kasığa basar, yardımcı kadınlar sürekli gebe kadına
moral vererek cesaretlendirir. Doğan erkek çocuk ise, sevinç daha fazla olur
Ailenin başka oğulları olsa bile bu sevinç değişmez. Doğumdan sonra çocuğun
eşi düşer, düşmezse ebe elini yıkar, zeytinyağı ile yağlar, göbek bağından
tutarak eşi çıkarır. Çıkarılan eş, evin uzağında ayak basmayacak bir yere
gömülür.
Göbek kesme:
Ebe eliyle çocuğun göbeğiyle eşi arasında bir karışlık boşluk bırakır. Elini
çıkıntılı göbeğin üzerine koyduktan sonra keser. Göbek bağı ikiye katlanır,
çok sıkı olarak bağlanır. Sıkı bağlanmazsa, bebek ölür. Bir hafta içinde
göbek bağı kuruyarak kendiliğinden düşer.
Çocuk kız ise, bir çeyiz sandığına veya dikiş makinesinin çekmecesinde göbek
bağı saklanır. Doğan çocuk erkek ise, göbek bağı okulun bahçesine “okusun,
adam olsun” dileğiyle gömülür. Kız için, ayağı evde olsun, evcil olsun
dileğiyle göbek bağı mutlaka evin içinde saklanır.
Doğumdan sonra kadına soğuk su verilmez, üşütmesin diye kekik kaynatılır.
Bir gün boyunca çocuğa ılık şekerli su verilir. Bu arada karın bölgesindeki
kan aksın ve kadın göbekli olmasın diye, karnı bir çarşafla sıkılır ve
bağlanır. Gebe kadın bu bağ ile birkaç gün kalır. Ağrı olursa arpa unu,
soğan, kekik, un yoğrularak yakı edilir ve karına bağlanır.
İlk anne sütü, ayak deyip çiğnenmeyecek bir yere sağılır, çocuğa verilmez.
İkinci süt, ilk birkaç damlasından sonra çocuğa içirtilir. İlk süt
verilirken memede çatlama olmasın diye soğan kesilir, yara üzerine sürülür.
Kadın yatağına çocuğuyla birlikte yatırılır, konu-komşu çorba ve pelte
pişirerek kutlamaya gelirler. “Analı-babalı büyüsün”, “yaşı uzun olsun”
genellikle ana dilekleridir.
Bebek görümü:
Soyu sürdürmenin belgesi olan bebek doğunca oba, köy büyük sevince boğulur.
Hemen bir kişi baba adayına müjdeci gönderilir. Baba müjdeciyi ödüllendirir.
Gücüne göre armağanlar verir.
· Bebeğin yüzü sürekli sarı bir örtü ile “sarılık olmasın” diye
örtülüdür.
· Anne ise albasmasın diye al örtülür.
· Yastığın altında ise, bir bıçak ve ekmek bulunur.
Bu albasmaması için bir önlemdir. Baba, çocuğu görmeye geldiğinde elinde
eşine görümlük adlı hediyeyi getirir. Çocuğa “maşallah” der öyle bakar, aile
büyükleri ve yakınları anneye ve çocuğa görümlükle gelirler. 40’ı çıkmayan
çocuk dışarı çıkarılmaz. Bazen zorda kalınırsa 20’sinde dışarı çıkarılır.
Anne de zorunlu kalmazsa, dışarı çıkmaz, uzaklara gitmez, ağır iş yapmaz,
yük kaldırmaz, ayrıca 40 günlük süre içerisinde eşiyle yatmaz. Evde anne
yalnız bırakılmaz. Deneyimli bir kadın “görümce, kaynana, anne” gibi bulunur
Çocuğun beslenmesi, temizliği, sağlığı ve annenin sağlığıyla bunlar
ilgilenir. Eğer anne bilmiyorsa, çocuğu deneyimli kadınlar beler. Kimi yerde
çocuk beşiğe alınır. Beşiğe yatırılan çocuğa kundak yapılmaz, bez bağlanmaz.
Beşiğin altında lazımlık bulunur. Buna Isparta ve Antalya yöresinde “sülbüş”
denir.
Kadın çocuğu emzirirken, beşikte sarılı bebeğin üzerine eğilir öyle emzirir,
çocuk kundaktaysa annenin kucağına verilir.
· 40’lı kadın cenazeye gitmez, gitmek zorunda kalırsa, cenaze suyunun
üzerinden atlatılır, eli-yüzü cenaze suyuyla yıkatılır.
· Başka bir kırklı kadınla karşılaşırsa, karşılıklı iğne değişirler.
· 40’ıncı günü bir tasın içine 40 adet küçük taş, 40 adet gül veya
mevsim çiçeği atılır. Kimileri 40 taş yerine 40 metal para atarlar. Bu
tastaki suyu süzerler, bunu 39’ar kez annenin ve çocuğun üzerine dökerler,
40’ıncı su kalan suyun tümüdür bu da dökülür, böylece kadın ve çocuk ayrı
ayrı kırklanmış olur.
Çocuğa giysisi giydirilir.Kimi yerleşim birimlerinde anne çocukla birlikte
kırklanır. Şimdilerde kent ve kasabalara yerleşen Tahtacılar, kırklı kadın
ve çocuğu hamama götürüyorlar.
· Nazarı değen kadın varsa, çocuk ona gösterilmez.
· Kadın görürse, bir parça giysisinden bez kesilerek alınır.
Çocuğu olmayan kadına Antalya yöresinde “Kasnak” adı verilir. Sütü olmayan
kadının yerine başka bir kadın çocuğa süt verir, buna süt annesi denir.
Nazar değmesin diye nazar boncuğu, üzerlik, çöre otu, sarımsak kökü ile
nazarlık yapılır, çocuğun kundağı veya yatağına asılır. Çocuk devamlı
ağlarsa, kurşun dökülür. Önceki çocukları kız olanlar, oğlan olsun diye
kızlarına Songül, Sonnur, Yeter, Döne, Döndü gibi adlar verilir. Yeniden kız
doğarsa, Kısmet adı verilir. Çocuğu yaşamayanlar ise Dursun adını verirler.
Ad verme:
Anne-baba, çocuğuna adını kendileri koymaz, aile büyüklerine bırakırlar.
Oğlan olursa şu kız olursa bu gibi değerlendirmeler yapılır. Genellikle eski
ataların adları yaşatılır. Doğumun yedinci günü çocuk tuzlanır. Tuz yemeği
adı altında köylüye bir yemek verilir. Bu yemeğe yalnız köyün kadınları
çağrılır. Bir yandan çocuk tuzlanır, diğer yandan da tespit edilen ad çocuğa
verilir.
Daha önceleri ölmüş ataların adları verilirken şimdi Özlem, Özgür, Sevgi,
Barış, Umut, Türkü, Pınar, Irmak, Deniz gibi adlar konmaktadır. Eski ve
geleneksel Ali, Fatma, Veli, Gülsüm, Emine, Zeynep, Hasan, Hüseyin gibi
isimler daha az konmaktadır.
Köylerde aşerme, albasması, alkarası, kırklama, nazar değmesi, “gözdeğmesi”,
40 basması gibi olgular, azalarak da olsa yaşamaktadır. Eğitim oranı
yükseldikçe, bu tür olgular yerini yitirmektedir. Günümüzde köy ebelerinin
yerini, diplomalı ebeler almışsa da birçok köyde ve ağaç kesimi yapılan
obalarda köy ebesinin doğurttuğu kadın sayısı hayli fazladır
Gebelik:
Kadın, gebeliği ilk önce uygun bir dille duyurulur. Eşler birlikte kızın
evine giderler. Anne adayı, mutlu haberi kendi annesine iletir. Anne de
eşine söyler, tüm aile bu mutlu olayı kutlar. Bazı yörelerde horoz kurban
edildiği bile olur. Mutluluk haberini duyan aile, kızları ve damatlarına
hediyeler verir. Bebek için giysiler, yatak malzemesi gibi hazırlıklar
yapılır. Eltiler, görümceler, oğlan ve kız annesi, gelinin arkadaşları, gebe
kadının doğum hazırlıklarına yardımcı olurlar.
Gebe gelinin baş bağlaması:
Gebe kaldığını anlayan gelin, durumu kaynanasına bildirir. Durumu öğrenen
kaynana, sevinçle bir kasaba gider ve 7 adet koyun kellesi alır. Bunları
yıkar, temizler, bir kazanda kaynatır. Kelle yemeği olarak hazırlar. Yanına
pilav, komposto, tatlı vb. de yapar. Mevsim meyvelerini de katarak sofraya
getirir. Gelinin akranı, yeni evli gelinleri bu sofraya davet eder. Gelin ve
arkadaşları yemeklerini yer, türküler söyler, oyunlar oynar.
Geline yakasız köyneğini, üç eteklerini, kısa enli cepkenini giydirirler.
Giysileri giydirilirken selavat getirirler. Gelinin başı, renkli poşularla
bağlanır; poşunun üzerine altından veya gümüşten takılar takılır. Bu poşular
7 renktir. Her rengin ucu birer metre kadar uzunlukta sırttan aşağı
sarkıtılır. Ayrıca bir kırmızı poşu ile de gelinin ağzı örtülür.
Gelin, bu sırada konuşmaz. Eşi, kaynata ve kaynanası, yakınları, arkadaşları
baş bağlanmasının arkasından hediyeler (anmalık) verirler. Konuşmasını
isterler. Gebe kalan, başı bağlanan gelin, artık aile içinde statü
kazanmıştır. Gelinin eteğine, çocuk şapkası ve başörtüsü koyarlar. Gelin,
eteğiyle bunları 3 kez havalandırır. Etekteki şapkayı kapan konuk
gelinlerden birinin oğlu olacağı, başörtüsünü kapanın ise, kızı olacağına
inanılır. Bu atış üç kez tekrarlanır. Son atışta şapkayı ve başörtülerini
kapan gelinler, bunlara sahip olur. Başı bağlanmış olan gelin artık
konuşmaya başlar.
Gebelikle ilgili ve gebelik süresince uygulamalar:
· Kadın, gebeliği süresince, al basmasın diye başına al örtü bağlar.
· Gelinin ağırlığı düşmesin diye boynuna altın takılır.
· Nazarı önlemek için ise, göz boncuğu ve maşallah gibi takılar
takılır.
· Kadın gebeliği sırasında al yanaklı, güzel yüzlü ise, oğlan
doğuracak demektir.
· Kadının karnı büyükçe ve yukarıda ise kız doğuracak şeklinde
yorumlanır.
· Aşeren kadın, çirkin bulduğu şeylere bakmaz, kelle yemez.
Gebe kadın için “kız kasıkta, oğlan karında durur” derler. Kız çocuğunun
doğumu sırasında kasık, oğlan çocuğunun doğumunda annenin sırtı ağrır.
Aşerme sırasında kadına, özlemini duyduğu herşey yedirilir.
· Aşeren kadına sakız çiğnetilmez, sevmediği yiyecekler yedirilmez.
· Çirkin bulduğu korktuğu, çekindiği şeylere baktırılmaz.
· Tilkiye bakarsa çocuğunun sinsi, tavşana bakarsa yarık dudaklı,
mandaya bakarsa hantal olacağına inanılır.
· Çirkin bulduğu kadına da erkeğe de bakmaz.
· Gebe kadına çevresindekilerce sürekli iyimser ve neşeli olması
öğütlenir.
Doğum:
Yaşamın başlangıcı olan doğum, her toplum gibi Tahtacılarda da çok çok
önemsenir. Duygular yoğunlaşır. Çünkü, doğum olağanüstü bir olaydır. Soyun
sürmesi demek olan doğumdan önce; doğum kolay olsun diye:
· Çeşmenin musluğu açılır.
· Oklavalar kırılır.
Her obanın doğuma yardımcı bir ebesi vardır o çağırılır. Komşu-akraba olan
becerikli kadınlar da doğum için çağırılır. Çocuğun giysileri hazırlanır,
bir kazan su kaynatılır. Bu su ile doğuma yardımcı tüm kadınlar, ellerini
yıkarlar. Gebe kadını, sancısı gelsin diye iki kadın kollarından tutar
yürütür. Sonra bir battaniye içine kadını yatırır sallarlar. Bundan amaç,
çocuğun karında doğuma hazır duruma gelmesidir. Bu arada kadınlar, gebe
kadının kasığını çekerler. Doğum zor oluyorsa, tavana bir ip bağlanır, kadın
ipten tutunup güç alarak ıkınır, rahim avuç içi kadar açılırsa çocuk doğuma
hazır demektir. Ebe, kasığa basar, yardımcı kadınlar sürekli gebe kadına
moral vererek cesaretlendirir. Doğan erkek çocuk ise, sevinç daha fazla olur
Ailenin başka oğulları olsa bile bu sevinç değişmez. Doğumdan sonra çocuğun
eşi düşer, düşmezse ebe elini yıkar, zeytinyağı ile yağlar, göbek bağından
tutarak eşi çıkarır. Çıkarılan eş, evin uzağında ayak basmayacak bir yere
gömülür.
Göbek kesme:
Ebe eliyle çocuğun göbeğiyle eşi arasında bir karışlık boşluk bırakır. Elini
çıkıntılı göbeğin üzerine koyduktan sonra keser. Göbek bağı ikiye katlanır,
çok sıkı olarak bağlanır. Sıkı bağlanmazsa, bebek ölür. Bir hafta içinde
göbek bağı kuruyarak kendiliğinden düşer.
Çocuk kız ise, bir çeyiz sandığına veya dikiş makinesinin çekmecesinde göbek
bağı saklanır. Doğan çocuk erkek ise, göbek bağı okulun bahçesine “okusun,
adam olsun” dileğiyle gömülür. Kız için, ayağı evde olsun, evcil olsun
dileğiyle göbek bağı mutlaka evin içinde saklanır.
Doğumdan sonra kadına soğuk su verilmez, üşütmesin diye kekik kaynatılır.
Bir gün boyunca çocuğa ılık şekerli su verilir. Bu arada karın bölgesindeki
kan aksın ve kadın göbekli olmasın diye, karnı bir çarşafla sıkılır ve
bağlanır. Gebe kadın bu bağ ile birkaç gün kalır. Ağrı olursa arpa unu,
soğan, kekik, un yoğrularak yakı edilir ve karına bağlanır.
İlk anne sütü, ayak deyip çiğnenmeyecek bir yere sağılır, çocuğa verilmez.
İkinci süt, ilk birkaç damlasından sonra çocuğa içirtilir. İlk süt
verilirken memede çatlama olmasın diye soğan kesilir, yara üzerine sürülür.
Kadın yatağına çocuğuyla birlikte yatırılır, konu-komşu çorba ve pelte
pişirerek kutlamaya gelirler. “Analı-babalı büyüsün”, “yaşı uzun olsun”
genellikle ana dilekleridir.
Bebek görümü:
Soyu sürdürmenin belgesi olan bebek doğunca oba, köy büyük sevince boğulur.
Hemen bir kişi baba adayına müjdeci gönderilir. Baba müjdeciyi ödüllendirir.
Gücüne göre armağanlar verir.
· Bebeğin yüzü sürekli sarı bir örtü ile “sarılık olmasın” diye
örtülüdür.
· Anne ise albasmasın diye al örtülür.
· Yastığın altında ise, bir bıçak ve ekmek bulunur.
Bu albasmaması için bir önlemdir. Baba, çocuğu görmeye geldiğinde elinde
eşine görümlük adlı hediyeyi getirir. Çocuğa “maşallah” der öyle bakar, aile
büyükleri ve yakınları anneye ve çocuğa görümlükle gelirler. 40’ı çıkmayan
çocuk dışarı çıkarılmaz. Bazen zorda kalınırsa 20’sinde dışarı çıkarılır.
Anne de zorunlu kalmazsa, dışarı çıkmaz, uzaklara gitmez, ağır iş yapmaz,
yük kaldırmaz, ayrıca 40 günlük süre içerisinde eşiyle yatmaz. Evde anne
yalnız bırakılmaz. Deneyimli bir kadın “görümce, kaynana, anne” gibi bulunur
Çocuğun beslenmesi, temizliği, sağlığı ve annenin sağlığıyla bunlar
ilgilenir. Eğer anne bilmiyorsa, çocuğu deneyimli kadınlar beler. Kimi yerde
çocuk beşiğe alınır. Beşiğe yatırılan çocuğa kundak yapılmaz, bez bağlanmaz.
Beşiğin altında lazımlık bulunur. Buna Isparta ve Antalya yöresinde “sülbüş”
denir.
Kadın çocuğu emzirirken, beşikte sarılı bebeğin üzerine eğilir öyle emzirir,
çocuk kundaktaysa annenin kucağına verilir.
· 40’lı kadın cenazeye gitmez, gitmek zorunda kalırsa, cenaze suyunun
üzerinden atlatılır, eli-yüzü cenaze suyuyla yıkatılır.
· Başka bir kırklı kadınla karşılaşırsa, karşılıklı iğne değişirler.
· 40’ıncı günü bir tasın içine 40 adet küçük taş, 40 adet gül veya
mevsim çiçeği atılır. Kimileri 40 taş yerine 40 metal para atarlar. Bu
tastaki suyu süzerler, bunu 39’ar kez annenin ve çocuğun üzerine dökerler,
40’ıncı su kalan suyun tümüdür bu da dökülür, böylece kadın ve çocuk ayrı
ayrı kırklanmış olur.
Çocuğa giysisi giydirilir.Kimi yerleşim birimlerinde anne çocukla birlikte
kırklanır. Şimdilerde kent ve kasabalara yerleşen Tahtacılar, kırklı kadın
ve çocuğu hamama götürüyorlar.
· Nazarı değen kadın varsa, çocuk ona gösterilmez.
· Kadın görürse, bir parça giysisinden bez kesilerek alınır.
Çocuğu olmayan kadına Antalya yöresinde “Kasnak” adı verilir. Sütü olmayan
kadının yerine başka bir kadın çocuğa süt verir, buna süt annesi denir.
Nazar değmesin diye nazar boncuğu, üzerlik, çöre otu, sarımsak kökü ile
nazarlık yapılır, çocuğun kundağı veya yatağına asılır. Çocuk devamlı
ağlarsa, kurşun dökülür. Önceki çocukları kız olanlar, oğlan olsun diye
kızlarına Songül, Sonnur, Yeter, Döne, Döndü gibi adlar verilir. Yeniden kız
doğarsa, Kısmet adı verilir. Çocuğu yaşamayanlar ise Dursun adını verirler.
Ad verme:
Anne-baba, çocuğuna adını kendileri koymaz, aile büyüklerine bırakırlar.
Oğlan olursa şu kız olursa bu gibi değerlendirmeler yapılır. Genellikle eski
ataların adları yaşatılır. Doğumun yedinci günü çocuk tuzlanır. Tuz yemeği
adı altında köylüye bir yemek verilir. Bu yemeğe yalnız köyün kadınları
çağrılır. Bir yandan çocuk tuzlanır, diğer yandan da tespit edilen ad çocuğa
verilir.
Daha önceleri ölmüş ataların adları verilirken şimdi Özlem, Özgür, Sevgi,
Barış, Umut, Türkü, Pınar, Irmak, Deniz gibi adlar konmaktadır. Eski ve
geleneksel Ali, Fatma, Veli, Gülsüm, Emine, Zeynep, Hasan, Hüseyin gibi
isimler daha az konmaktadır.
Köylerde aşerme, albasması, alkarası, kırklama, nazar değmesi, “gözdeğmesi”,
40 basması gibi olgular, azalarak da olsa yaşamaktadır. Eğitim oranı
yükseldikçe, bu tür olgular yerini yitirmektedir. Günümüzde köy ebelerinin
yerini, diplomalı ebeler almışsa da birçok köyde ve ağaç kesimi yapılan
obalarda köy ebesinin doğurttuğu kadın sayısı hayli fazladır