Diyarbakır İl Tanıtımı

KızılÖtesi

Aktif Üye
Üye
Diyarbakır İl Tanıtımı
diyarbakır il tanıtımı erdebil köşkü diyarbakır telefon
GENEL BİLGİLER

Diyarbakır ve çevresi tarih öncesi dönemlerden itibaren her devirde nemini korumuş, Anadolu ile Mezopotamya, Avrupa ile Asya arasında doğal bir geçiş yolu, bir köprü görevi yapmış bu nedenle de çeşitli uygarlıkların tarihi ve kültürel mirasını günümüze kadar taşımıştır.
Tarih boyunca Amida, Amid, Kara-Amid, Diyar-Bekr, Diyarbekir, Diyarbakır adlarını alan kent Güneydoğu Anadolu bölgesinin orta bölümünde, Elcezire denilen, Mezopotamya'nın kuzey kısmındadır.
Yontma taş ve Mezolitik devirlerde, Diyarbakır ve çevresindeki mağaralarda yaşanmış olduğu, yapılan arkeolojik araştırmalar ile anlaşılmıştır. Eğil-Silvan yakınlarındaki Hassun, Dicle Nehri ve kolları üzerinde Ergani yakınlarında Hilar mağaralarında bu çağdan kalma kalıntılar tespit edilmiştir.
Anadolu'nun en eski köy yerleşmelerinden biri olan tarımcı köy topluluklarının en güzel örneğini veren Ergani yakınlarındaki Çayönü Tepesi, günümüzden 10.000 yıl önceye tarihlenmesi ile sadece bölge tarihimize değil Dünya uygarlık tarihine de ışık tutmaktadır. M.Ö. 7.500-5.000 yılları arasında aralıksız olarak daha sonra da aralıklarla iskan edilmiş olan günümüzdeki kent uygarlığının ilk temellerinin atıldığı Çayönü, insanların göçebelikten yerleşik köy yaşantısına, avcılık ve toplayıcılıktan besin üretimine geçtikleri "Neolitik Devrim" olarak da bilinen teknolojik yaşam biçimi, beslenme ekonomisi ve insan doğal çevre ilişkilerinin tümü ile değiştiği kültür tarihi ile ilgili buluşlarda bir çok ilki de içeren canlı ve ilginç bir yerleşmedir. Yabani buğday, mercimekgiller gibi bitkilerin tarıma alınması, koyun ve keçinin evcilleştirilmesi ile Çayönü bilim dünyasında önem kazanmıştır.
Yine Ergani yakınlarındaki Grikihaciyan Tepesi'nde M.Ö. 5.000 yılları başına tarihlenen "Gelişkin Köy Evresi" ya da Kalkolitik Çağ olarak adlandırılan Halaf Kültürünün sonlarına tarihlenen tek bir kültür evresi görülmüştür. Halaf Kültürü, Kuzey Irak, Suriye ve Güneydoğu Anadolu'da görülen yuvarlak planlı kubbeli evleri zengin boya bezeli çanak-çömleği ile ünlüdür.
Diyarbakır'ın Bismil İlçesi yakınlarındaki Üçtepe Höyük'te yapılan ve henüz bitirilmemiş olan kazı çalışmalarında ise 2. Bin, Yeni Asur, Helenistik ve Roma İmparatorluk dönemine tarihlenen önemli bir merkez ortaya çıkarılmıştır.
Öte yandan Lice yakınlarındaki Birkleyn mağaraları ve Eğil'deki Eğil Kalesi ve kayalardaki kitabeler Asurlardan kalan önemli eserler bulunmuştur.
Diyarbakır'ın kent merkezinin tarihine baktığımızda ise; M.Ö. 3. Binde kente Hurri-Mitaniler'in egemen olduklarını görüyoruz. M.Ö. 1260'a dek egemenliklerini sürdüren Hurri-Mitaniler'den sonra sırasıyla Asurlular, Aramiler, Urartular, İskitler, Medler, Persler, Makedonyalılar, Selevkoslar, Partlar, Büyük Tigran İdaresi, Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Şeyhoğulları, Hamdaniler, Mervaniler, Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular, Eyyübiler, Moğollar, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlılar Diyarbakır'a egemen olmuşlardır.
Bu uygarlıklar arasında Diyarbakır'da en fazla tarihi eser yapan ve iz bırakanlar Romalılar, Abbasiler, Mervaniler, Selçuklular, Artuklular, Hıristiyan ve Osmanlılar olmuştur. Diyarbakır sadece Roma-Bizans değil aynı zamanda Müslüman, Pers, Arap ve Tür devletlerinin zengin tarihi ve kültürel değerlerini taşıyan ortak bir kültür mirası olarak günümüze kadar gelmiştir. Özellikler surlarda birçok medeniyetlerin izlerini kitabe, süsleme, figür, kapı veya görkemli burç şeklinde en canlı şekilde görebilmekteyiz.
 
Diyarbakır kilise,müze ve camileri

KİLİSELER



Meryem Ana Kilisesi

15. yüzyıldan kalma ve zamanla bir çok onarım görmüştür. Bizans devrinden kalma mihrabı, Roma bi*çimi kapısı ilgi çe*kicidir. Kilise'de

bazı azizlerin resmi bulunmaktadır Şehrimizin en güzel Süryani Kadim Yakubi Mezhebi Kilisesi'dir. Yapı, pek çok onarım geçirmiştir.

Bugün hala kullanılan bir Süryani kadim kilisesidir.

Mar Thoma Kilisesi

Hıristiyanlığın kabul edilmesinden önce puta tapanların kullandığı bir mabet olarak inşa edilen yapının ilk yapılış ta*rihi bilinmemektedir. Hıristiyanlığın resmi bir elin olmasından sonra bir takım eklemelerle yapı, kilise olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1639 yılında Diyarbakır'ın islam orduları tarafın*dan ele geçirilmesinden sonra camiye çevrilen kilisenin ye*rinde Ulu Cami bulunmaktadır.

Kırklar Kilisesi

5. yüzyıl sonlarında yapılan kilisede bugüne yalnızca bir duvar ve mahzen kısmı kalmıştır. Yeri Kırklar dağı Üzerindedir.

Saiııt George Kilisesi

Yapılış tarihi bilinmeyen kilise, bugün İçkale semtinde cezaevinin bitişiğinde yer almaktadır.

Saint Teodoros Kilisesi

Fatih Paşa Camii'nin bitişiğinde olduğu bilinen kilise, bu gün yok olup gitmiştir.

MEDRESELER

Diyarbakır ili sınırları içinde bir hayli medrese mevcuttur. Bunlardan en önemlileri şunlardır.

Zinciriye Medresesi

Asıl adı "Sincariye Medresesi"dir. Ulu Cami'nin batısında ve yakınındadır. 1. Dünya Savaşı'na kadar medrese olarak kullanılmış ve savaş sırasında yoksullar için barınak olmuş*tur. 1198 yılında mimar İsa Ebu Dirhem tarafından yapılmış*tır. 1934 yılında onarılarak Arkeoloji müzesi haline getirilmiş*tir. Diğer Anadolu Medreselerine benzemektedir. Arkeoloji Müzesi daha sonra yeni binasına taşınmıştır.

Mesudiye Medresesi

Ulu Camii'nin kuzeyinde ve camiye bitişiktir. Diyarba*kır'da yapılan ilk büyük medrese budur. 1198 yılında Artuklu Melikül Mesud Kutbeddin Ebu Muzaffer Sökman zamanında hükümdarın emriyle yapıldığı üzerindeki kitabeden anlaşıl*maktadır. Mesudiye Medresesi içinde çeşitli ilimIerin öğretil*diği Anadolu'nun en eski ve ilk üniversitesidir. Medresede Astranomi, Tıp, Fizik, Matematik, Biyoloji, Kimya, İlahiyat, Edebiyat ve Felsefe gibi dersler öğretilmiştir. Ayrıca bilim adamları burada çeşitli konularda tartışmalarda bulunmuşlardır. İnşa tar*zı, motif ve kitabeleriyle çok değerli bir sanat eseri olan medresenin avlusundaki mihrabın iki yanına ustaca yerleş*tirilmiş dönebilen taş sü*tunlar, binanın herhangi bir yerinde meydana ge*lebilecek çökme veya kaymayı tespit için ko*nulmuştur. Bina kesme taşlardan iki katlı olarak yapılmıştır.

Ali Paşa Medresesi

Ali Paşa Camisi'nin batısında Hadım Ali Paşa tarafından 1434-1537 yılları arasında yapılmıştır. Mimar Sinan'ın eseri sa*nılıyorsa da bu kesin değildir.

Muslihiddin Lari Medresesi

Sefa Camisi'nin güneyinde cami avlusu içindedir. XIV.yy.'ın ilk yarısında yapılmıştır. Mirat-i.il Edvar, Mirkat-üJ Ahbar isimli eserlerin yazarı ünlü bilgin Lari'nin Diyarbakır Müftüsü olduğu dönemde inşa olunmuş ve bu bilgin aynı medresede ders vermiştir.



KÖPRÜLER
Dicle Köprüsü (On Gözlü Köprü)

Diyarbakır şehrinin güneyinde 3 km. kadar yakınında ve

eski Silvan yolu üzerindedir. On Gözlü Köprü veya Silvan Köprüsü de denilir. Köprü kesik üzerinde bloklarla karaya birleşir. Üzerindeki kitabesinde Hicri 457 (M. 1065) tarihinde Mervaniler zamanında inşa olunduğu ve mimarının Ubey*doğlu Yusuf isimli biri olduğu anlaşılmaktadır.

Malabadi Köprüsü

Silvan ilçesine 22 km. mesafede, Diyarbakır-Batman İl sını*

rında bulunan Batman çayı üzerindedir. Dünyadaki taş köp*rüler içinde kemeri en geniş olanıdır. Bu açıdan önem taşır. Yazıtında 1147 yılında Artukoğullarından Timurtaş Bin İlgazi tarafından yapıldığı bilinmektedir. Köprünün üzerinden her iki yandan, kemerin içerisindeki odalara inilmektedir. Bölge*ye gelen turistlerin uğrak yerlerinden biridir.

Haburman Köprüsü

Çermik İlçesi ve Haburman Köyü civa*

rındadır, Sinek çayı üzerinde kurulmuşolan bu köprü, ortadaki büyük ve sivri, yandakiler daha küçük ve yuvarlak olmak üzere, 3 gözlüdür. Üzerindeki kitabesinde, 11 79 tarihinde yaptınldığı anlaşılmaktadır.

Devegeçidi Köprüsü

Diyarbakır'ın kuzeyinde 20 km. mesafede Artuklu Salih

Mahmut zamanında yapıldığı bilinmektedir. Köprü 7 gözlü*dür. Köprüde iki kitabe ve Kur'an'den bir ayet bulunmakta*dır.
DİYARBAKIR MÜZELERİ

Kültürel Potansiyeli çok zengin olan Diyarbakır, Anadolu ile Mezopotamya arasındaki geçiş bölgesinin odak noktasındadır. Bu nedenle çeşitli kültürlerin bir biri ile etkileşiminden çok zengin bir mozayık oluşmuştur. Bu birikimin izleri, Diyarbakır şehrinin hüviyetini kültürel açıdan zenginleştirmiş, Bunların izleri olan taşınır kültür varlıkları ile de zengin müzeler oluşmuştur.

1- Diyarbakır’da çok eski tarihlerde kurulan Diyarbakır Arkeoloji Müzesi

2- Ziya Gökalp Müzesi

3- Kültür Müzesi ( Cahit Sıtkı Tarancı Evi)



1- DİYARBAKIR ARKEOLOJİ MÜZESİ:

Diyarbakır’da ilk müze, 1934 yılında Ulu Caminin külliyesine ait Zinciriye (Sencariye) Medresesinde açıldı.1985 yılında ise Elazığ Caddesi üzerinde bulunan yeni binasına taşındı.

Diyarbakır Arkeoloji Müzesinde Epi-Paleolitik dönemden başlamak üzere ( M.Ö. 8400 ) Neolitik, Kalkolitik, Eski Tunç, Urartu, Assur, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Artuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Osmanlı dönemine ait eserler kronolojik olarak sergilenmektedir.Ayrıca; Amid sikkeleri ile yöresel Etnoğrafik eserlerden oluşan zengin bir koleksiyona sahiptir. Müzemizde, 1744 adet Etnografik, 9201 adet sikke, 4976 adet de Arkeolojik eser olmak üzere toplam: 15.921 adet envanterlik eser kayıtlı olup, bir O kadarda etütlük eser bulunmaktadır.

Modern müzecilik anlayışına uygun olarak teşhir sistemi bulunan müzemizde seksiyonlarda resimler, grafikler ve anlatımlarla izleyici ile eser arasında iletişim kurulabilmektedir.

5 000 m2 ( Beş bin metrekare ) alan üzerine kurulan müzede, modern konferans salonu, üç katlı depo ve her katta bulunan çok amaçlı laboratuar ile fotoğraf atölyesi, çağdaş müzecilik hizmetlerine katkıda bulunmaktadır. Türkiye’deki müzecilik standartlarının üstünde modernize edilmiş müzemizde her türlü araç-gereç donanımı tamamlanmıştır. Ayrıca; müzemizde araştırma yapmak isteyen bilim adamlarına ve öğrencilere her türlü kolaylığı sağlayan mekanlarda Arkeologlarımız hizmet vermektedirler.

Diyarbakır iline bağlı Bismil ilçesinde iki birimde; Batman iline bağlı bir yerde olmak üzere Müze Müdürlüğü başkanlığında kazılar yapılmaktadır.

Paleolitik ve Neolitik döneme ait buluntular, müzemizde sergilenmektedir. Daha önceki yıllarda yapılan Bismil ve Ergani yöresinden çıkan Neolitik, Assur ve Roma dönemlerine ait eserler de müzemizin vitrinlerini zenginleştirmektedir.

Ayrıca; Müsadere edilen çok sayıda değerli kültür varlıkları, mahkeme sonuçları alındığında teşhire sunulacaktır.



2- ZİYA GÖKALP MÜZESİ

Diyarbakır’lı sosyolog, yazar Ziya Gökalp’in doğduğu evdir. Sivil mimarlık örneği en güzel evlerden birisi olan ve bazalt taştan iki katlı olarak 1806 yılında inşa edilmiştir. 1824 yılında Ziya Gökalp’in ailesine intikal eden evde 1876 yılında Ziya Gökalp doğmuştur. 1956 yılında müze haline getirilmiş ve yazarın şahsi eşyaları ve belgelerinden oluşan kolleksiyonlarla teşhire açılmıştır.

Bu yapıda içe dönük mimari tarzı kullanılmış olup, evin tüm pencereleri iç avluya bakmaktadır. Yapıya giriş tek kanatlı ahşap bir kapıdan sağlanmakta olup, mekanlar iç avlunun etrafına yerleştirilmiştir. Genellikle Diyarbakır evlerinde kullanılan havuz geleneği burada da kuzeye bakan bölümde ve Eyvanın içindedir.

Ziya Gökalp’in ataları 18. Yüzyılda Çermik kasabasından bu şehre gelip yerleşerek önce Karacami mahallesindeki ve bugün Melikahmet Caddesi güneyine düşen bir Kargir evde 1819 yılına kadar oturmuşlardır. Daha sonra bu binaya yerleşmişler ve Ziya Gökalp’te 28 Mart 1876 tarihinde evin harem dairesinde Büyük Meclis denen mekanda dünyaya gelmiştir. Ve Diyarbakır Askeri Rüştiyesini bitirdikten sonra, orta tahsiline Diyarbakır’da devam etti. Daha sonra İstanbul daki Veteriner okuluna devam etti. 1900 yılında tekrar Diyarbakır’a döndü. 1908 yılında, İttihat ve Terakki Partisinin Diyarbakır Teşkilatını kurdu. Bir ara Malta’ya sürgün gitti. Ve Cumhuriyet Meclisinin ilk milletvekili oldu.

Bir çok kitapları yanında Kızıl Elma, Yeni Hayat ve Altın Ordu, Türkçülüğün esasları gibi eserlerini yayınlamıştır. Ziya Gökalp’in Diyarbakır’da bulunduğu sürede çıkardığı dergi ve gazete kolleksiyonları ile zengin kütüphanesi bulunmaktadır. 1924 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.



3-CAHİT SITKI TARANCI EVİ ( KÜLTÜR MÜZESİ )

Diyarbakır mimarisine özellikle Akkoyunlu, Artuklu ve Osmanlı stili hakimdir. Diyarbakır’da köklü bir mimari gelişimin varlığını duyuran yapıların başında evler ve köşkler gelir. Diyarbakır evlerinin özelliklerini en özgün biçimde muhafaza eden ve güzel örneklerden birisi olan Cahit Sıtkı Tarancı’nın doğduğu evdir. Diyarbakır il merkezinde Camii Kebir Mahallesi, Cahit Sıtkı Tarancı sokak No:3 de bulunan ev, 1733 yılında inşa edilmiştir. Daha sonra da Cahit Sıtkı Tarancı’nın ailesine intikal etmiştir.

Yapıya daracık bir sokaktan, tek kanatlı ahşap bir kapıyla giriş sağlanmaktadır. Ayrıca Haremlik kapısı da iki kanatlı olup şehrin kuzey istikametine bakmaktadır. Bina iklim şartlarına uygun olarak yazlık (Kuzeyde), Kışlık (Güneyde), ilkbahar (Doğuda), Sonbaharlık bölüm de (Batıda) bulunmaktadır.

Binada büyüklü küçüklü toplam 14 oda, mutfak, kiler ve tuvalet bulunmaktadır. Binanın en önemli yeri iki katlı olan yazlık kısmıdır. Bu bölümün ikinci katındaki büyük odaya baş oda denir. Cahit Sıtkı Tarancı 2 Ekim 1910 yılında bu odada dünyaya gelmiştir. Cahit Sıtkı Tarancı Diyarbakır’ın soylu ailelerinden olan Pirinçcizadelerdendir. 2 Ekim 1910 yılında dünyaya gelen Tarancı’nın Babası Bekir Sıtkı, annesi Arife hanımdır. İlk tahsilini Diyarbakır’Da daha sonra Galatasaray Lisesinde devam etti. Mülkiye Mektebini bitirmeden 1938 de Fransa’ya gider, orada Radyoda Türkçe spikerliği yapar. 2. Dünyü savaşı nedeniyle Türkiyeye döner. 1951 ‘de Cavidan Tınaz’la evlenir. Ve 12 Ekim 1956 yılında Viyana’da ölür. Şairin önemli kitapları arasında “Otuzbeş Yaş”, “Ömrümde Sükut”, “Düşten Güzel” ve “Ziya’ya Mektuplar” sayılabilir.

2.Ekim.1910 yılında bu evde dünyaya gelen Cahit Sıtkı Tarancı’nın çocukluk ve gençlik yıllarının bir bölümünün geçtiği bu tarihi ev 1973 yılında Kültür Bakanlığı tarafından satın alınarak onarıldıktan sonra, Cumhuriyetin 50. Yılında 29.Ekim.1973 yılında Cahit Sıtkı’nın anısını yaşatmak ve ismini ebedileştirmek amacı ile müze olarak hizmete açılmıştır.

26 yıldan beri müze olarak hizmet veren evde, şairin şahsi eşyaları, el yazısı ile yazılmış mektupları, aile fotoğrafları ve kitaplarından oluşan zengin bir kolleksiyonla Cahit Sıtkı Tarancı Evi (Kültür Müzesi) adıyla) Pazartesi günleri hariç her gün mesai saatlerinde halkın ziyaretine açık bulundurulmaktadır.

Müzeyi ziyaret edenler hem şairin anısını tazelemekte, hem de Diyarbakır’ın sivil mimarlık örneğinin en özgün yapılarından olan ve 266 yıllık tarihi bir mekanda Diyarbakır yerlileri anı tazelerken, Diyarbakır’lı olmayanlarda bu tarihsel mekanda hazzın doruğuna ulaşmaktadırlar.

Sonuç olarak, pek çok uygarlığın izlerini taşıyan kültür kenti Diyarbakır, müzecilik açısından oldukça eski bir kenttir. Anadolu’nun pek çok illerinde müze yokken 65 yıl önce Diyarbakır’da müze kuruluyor, yani şimdiki modern müzenin temeli 65 yıl önce atılıyor. Bugün ise bölge müzesi niteliğinde olan bu kültür müessesesi, Mardin, Şırnak, Batman, Siirt illerinin de kültür varlıklarının tespiti, tescili ve korunması ile taşınır kültür varlıklarının satın alındığı veya Arkeolojik kazıdan çıkan eserlerin sergilendiği çağdaş müzecilik anlayışına uygun hizmet üreten birer kültür müessesesi olarak ilimiz halkına, özellikle gençliğe hitap etmektedir.

DİYARBAKIR CAMİLERİ *

PROF. DR. ORHAN CEZMİ TUNCER*

Geçmişte Amid (Amid), Amida, Kara Amid ve Di*yarı Bekir olarak anılan Diyarbakır, Hazreti Ömer'in halifeliği günlerinde (634-644), 27 Mayıs 638'de Arapların eline geçti (Yayınlar bunu daha çok 639 olarak veriyor). Buraya sırasıyla Emeviler, Abbasiler, Şeyhoğulları, Hamdanoğulları, Büveyhoğulları, Mer*vanoğulları, Büyük Selçuklular (1085-1093), Şam Selçukluları, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular (1183-1232), Mısır ve Şam Eyyubileri (1232-1240), Anadolu Selçukluları (1240-1302), Mardin Artuklu*ları (1302-1394), Timur (1394-1401), Akkoyunlular (1401 - 1507), Safeviler (Şah İsmail 1507- 1515) ege*men oldular ve sonuçta 15 Mayıs 1515'te kent Os*manlılara geçti. (Bazı araştırmacılar bu tarihi 9 ya da 10 Eylül olarak verirler.) Bıyıklı Mehmet Paşa ilk Os*manlı Valisi oldu.

Surlarla çevrili kenti, doğu-batı ve kuzey-güney yönünde iki ana cadde dört dilime ayırır. Doğuda Ye*nikapı, güneyde Mardinkapı, batıda Urfakapı ve ku*zeyde Harputkapı olup 2 ana yol bunlarla son bulur. 1515 'te Osmanlılara göre kent, kapıların adını alarak 4 mahalleden oluşur. Müslüman çoğunluk Yenikapı* Urfakapı Mahalleleri eksenindedir. Buna kuzey yarıda eklenirse, güneyde gayrı müslimlerin yoğunlaştığı anlaşılır. Ancak sınır kesin olmayıp yoğunlaşmalar vardır. Çünkü Yenikapı Mahallesinde Hıristiyanlar 554 aile reisiyle birinci sıradadır. Bunu Mardinkapı ve Urfakapı izler. Böylece güney yarıda çoğunluk ka*zanırlar. Buna karşılık yıkıntıları üstüne Ulu Cami yapılan Mar Toma Kilisesi (Katedral) kuzey yarıdadır. Diğerleri güneydoğu çeyreğinde yoğunlaşırı Anlaşıl*dığı kadarıyla, keı,ıti paylaşmak İslam dünyasıyla başlamıştır. Kentte o dönemde Gregoryan (sonraki düzenlemelerde Katolik ve Protestan) Ermenileri, Or*todoks ve Katolik RumIarı, Katolik Keldanileri, Katolik ve Yahudi Süryanileri yaşıyor. Bunların tapınak*ları yanında Yahudilerin dinsel önderleri de vardı. Latin ve Kapusen İtalyanlar sayıca çok az idi. Osmanlıların gerileme ve çökme döneminde, can kay*gusu nedeniyle Diyarbakır'ın güneydoğu diliminde

yoğunluğa yönelmeleri ve gettoların varlığı, sonraki zorunluluklardır. Mahalle adlarına dikkat edilirse, bunlar komşu il çıkışlarını yansıtmakta, dinlere göre anılmamaktadır. İç içe yaşandığını 19. yy.'ın birinci yarısındaki salnameler de gösteriyor. Bunu, daha Selçuklu günlerinde diğer illerde de görebilmekteyiz (Sivas vb).

1540 yılında yapılan iki sayım, Osmanlı günlerin*de büyük camilerin sayısının arttığını gösteriyor. Kent güven içinde gelişmiş ve nüfus 2 katı artmıştır. Mahalle sınırları küçülür, sayıları artar. Taceddin ve Şeyhmatar gibi isimlerin, o tarihte yapılan ibadetha*nelerden alındıkları anlaşılıyor.

Günümüze erişen yapılardan çok daha fazlasının yıkıldığını belgeler gösteriyor. Evliya Çelebi, gördük*lerinin adlarını vermektedir. 1900 tarihli salnamede burada 24 cami ve 21 mescit adı geçmektedir. Günü*müze erişenlere bakılırsa, Ulu Cami dışında, Akkoyunlulardan daha eskiye ineni yoktur. Hazreti Süley*man Camii pek çok değişiklik geçirmiştir.

Büyük Selçuklular kentte ancak Ulu Cami'de ona*rım yapacak kadar kaldılar. Anadolu Selçuklularının burada cami veya mescidi yoktur. Ulu Cami*i onardıkları, yazıtlarından anlaşılıyor. Artuklu yapı*ları ise kent içinde sınırlı kaldı.

Akkoyunluları izleyen Osmanlılar da bu yerel ve yöresel (Yukarı Suriye) özelliklerin dışında kalamadı*lar. Bir Akkoyunlu yapısı olan Nebi (Peygamber) Ca*mii, Osmanlı özelliği gösterir. Belki bunu, 1531 yılındaki Üstad Ahmed el Amidi onarımına bağlayabiliriz. Ancak ustanın buralı oluşu yine yerel özelliklerin ağırlığını kanıtlıyor. Klasik Osmanlı Dönemi yapılarından İskender Paşa, Behram Paşa gibi büyük programlı yapılara da aynı özellikler yansır. Mimar Koca Sinan'ın, doğrudan buradaki bir yapıya ayıracak vakti olmadığını, merkezdeki yoğun çalışması göste*riyor. Herhalde planlarını çiz ip bir kalfasını gönder*mesi, bu yerel etkileşimi kolaylaştırmış olmalıdır.

Diyarbakır camilerini, kentin mescitlerinden ayır*mak gerekiyor. Yapı boyutu dı*şında, çatkısı merkezdeki kubbe*ye dayalı yığma düzende iken, mescitler hep Orta Çağ' daki gibi çok ayaklı kurgudadırlar. Ayrıca yukarıda değindiğimiz gibi bazı Akkoyunlu camileri, Osmanlı kurgusundadır. Bunu aslında, devletlere değil, o dönemin kub*be gelişim çizgisine bağlamak gerekir. Ne var ki İmparatorluğa adım adım giden Osmanlıların, bu anlayışı geliştirmedeki öncü*lüğünü ve ağırlığını yadsımamak gerekir.

Cami ve mescitlerin kent için*deki yerlerine dikkat edilirse kuzeybatı çeyreğinde 7, kuzeydoğu*da 8, güneybatıda 8 ve güneydoğu çeyreğinde 5 tane olduğu gö*rülür. Böylece kuzey yarıda, batı yarıda sayıları 15'leri bulur. Buna karşılık gayrı Müslimlerin yoğunlaştığı güneydoğu diliminde bun*lar en aza (5'e) iner. Böylece iba*dethanelerin kent içindeki dağılı*mıyla İslam yerleşmeleri birbiriyle çakışır.

Akkoyunlu yapısı olduğu bilinen veya sanılanların sayısı 12 tanedir. Bunu, 14 ile Osmanlılar izleyecek*tir. Akkoyunlularda çok ayaklı ahşap (vb.) örtülü mescit türü yapı sayısı (7) kubbelilerden fazladır. Os*manlılarda bunlar birbirine eşit olur (yedişer).

NEBİ (PEYGAMBER) CAMİİ

İnönü Mahallesinde Gazi Caddesi ile İnönü Cadde*si'nin (uzantısı İzzet Paşa Caddesidir) birleştiği kavşakta kuzeybatı köşededir. Akkoyunlu yapısı olan, enine planlı dört sahınlı (kuzeye doğru), ayaklı ve kemerli asıl caminin belgelere göre 1927 yılında üst ahşap kirişlemesi çürüyerek çökmüş ve 1955 yılında Gazi Caddesi batı yöne doğru kamulaştırılıp genişle*tilirken cami ortadan kaldırılmıştı (Fotoğraf 1). Ço*cukluk ve gençlik günlerimde, avlusunun doğusunu sınırlayan ufak dükkanlarını, kemerli avlu kapısını anımsıyorum. Bu arada minaresi de sökülerek şimdi*ki yerine taşındı. Vakıfların restoratör teknisyeni Ca*fer Hanlıoğlu'nu o yıllarda bu işte tanımış, 1966'dan başlayarak yıllarca beraber çalışmıştık. Kendilerini rahmetle anıyorum.

Elimizde bulunan eski fotoğraflara göre, 2 taş ko*lon ve bunlara oturan enli 3 taş kemer sıralı, 3 sahın*lı kitlenin kuzeyinde, yine aynı düzende bir son ce*maat yeri olup üstü toprak örtülüydü. Kıble duvarı*nı, birbirinin düşeyinde olmayan, altlı üstlü dörder, doğu duvarı birbirinin düşeyinde (altlı üstlü) ikişer pencere süslüyordu. Kuzey harım duvarında basık

kemerli kapı oldukça sade ve üstünde, Ulu Cami'dekine benzer ahşap mükebbiresi, bunların yanlarında altlı üstlü ikişer pencere ile en uçlarda sadece birer üst penceresi daha vardı. Mükebbire içeride müezzin mahfiliyle birleşmektedir.

Cami bazalt akça geçmez örgülüydü. Sadece avlu*ya bakan kemerler ile bunların arasındaki dairesel dört pencere almaşıktı. Caminin enine beş kemer fazla gelince, üç enli ve basık kemerle yetinilmiş, kolonlar kısalmış o orantılar bozulmuş idi. Aynı oransızlı*ğın mihrap ve mimbere de yansıdı ğı görülüyor.

Almaşık örgülü, kare planlı minarede 1530 yılın*da, hayrat olarak Kasap Hacı Hüseyinin yaptırdığı yazılıdır. Bunlarla ilgili geniş bilgi ve ölçüler Diyar*bakır Camileri (Ankara, 1996) adlı yayınımızda (s. 84) vardır. Diyarbakır, kendi arzusuyla (savaşmaksı*zın) 1515 yılında Osmanlılara geçti. 15. yy. boyunca kente eğemen olan Akkoyunlu varlığının daha bir süre daha devam ettiği anlaşılıyor. Böyle bir hayır kurumu, ibadethanesi için Osmanlıların hoşgörülü davrandığını söyleyebiliriz. Avluyu kuzey yönde medrese çeviriyordu. Bugünkü helaların ne kadarının özgün olduğu bilinmiyor.

Bu yıktmlan Akkoyunlu Camii'nin hemen batısın*da, orta kubbeli, buna bağlı az derinlikli iki katlı iki yan kanatlı şimdiki caminin yapılış tarihi bilinmiyor (Çizim 1). Hemen güneyinde Köprülü'lere ait, demir kubbeli açık bir türbe vardır. Diyarbakır'da Osmanlı camilerinin kubbeleri dışa yansır. Giderek bazıları kargir külahla koruma altına alınmış olsalar bile ye*rel bir çözümdür. Şimdiki caminin 15. yy. sonları ve 16. yy. başlarında kubbe veya külah kullanılarak dı*şa yansıtılan akıma uyarak yapıldığı kanısındayız. Akkoyunlu Kasım Padişah Camii de bunu gösteriyor. İçerden üç kubbeli son cemaat yeri, çevre duvarları*nın yükseltilmesi nedeniyle dıştan görünmez. Bu ör*tü türlerinin, Akkoyunluların son döneminde, biraz da Osmanlıdan yararlanılarak gerçekleştirildiğini sa*nıyoruz. Bu taban oluşmasa Fatih Paşa Camii'nde (1515) Şehzade Camii planı öncülüğü olmazdı.

Bugünkü avlunun kuzeyini oluşturan helâlı ve üç odalı kanadın asıl şekli tam böyle olmasa bile işlev aynı olmalıdır. Köprülülerden Abdullah Paşa'nın "Peygamber Camii yanında" diye yayınlara geçen Darulkurra'sının bunlarla bağını da bilmiyoruz. Ge*niş bir alan kapladığı, öğrencisinin bol olduğu belge*lerde belirtiliyor.

PARLI (SAFA) CAMİİ

Diyarbakır'ın kuzeybatı çeyreğinde, Melek Ahmet

Caddesi'ne kuzey yönde 150 m. kadar uzaklıktadır. Yanlarda ikişer ayağa, kuzey ve güneyde harim ana duvarına da oturan sekizgen kasnaklı, tek orta kubbeli, enine planlı kc1gir bir yapıdır (Çizim 2). Köşe ke*merlerin oturduğu üçgen bingiler, ayakları izleyerek döşemeye kadar iner. Dıştan dışa kitle 22,80x19,88 m boyutundadır. Yan köşelerde birer ufak kubbe ve ara*larında da tonozlar yer alır. Son cemaat yeri beş kubbeli olup, iç yan örtüler de dahil, yükseltilen kalkan duvarları ve dolgusu nedeniyle dışa yansımazlar. Kuzeydoğu köşede taşkın olan minare ile kitle arasında hazire kapısı vardır. Kapı üstündeki yazıt, 1513 yılında iyice onarıldığını belgeliyor. Diyarbakır'a Akkoyunlular 1401 -1515 yılları arasında egemen idiler. Yapı 15. yy.ın üçüncü çeyreğindendir. Evliya Çelebi yapıyı İpariye (Parlı) olarak tanıtır.

Yapıda siyah bazalt taşı kullanılmıştır. Son cema*at yeri ve ön yüz üst kesimi ile yan destekleri almaşıktır. Bazalt minare kaidesi, Türk mavisi çinili güzel bir geometrik panoyla son bulurken gövde artık tümüyle ve silindirik olarak beyaz taşla yükselir. Böy*lece süsleme şansı doğar.

Maksure kubbesi, sekizgen kasnak ve piramit kü*lahla örtülüdür. Alaturka kiremit kaplıdır. Dört ana yöne birer tepe penceresi vardır. Kasnak dışında ka*lan örtü yanlara akıntılı ve dolgulu olup, sular çörtenlerle akıtılır.

Harim, altta altıgen çinilerle kaplıdır. Türk mavisi ve koyusu egemen olup çin bulutu desenli su ile çev*relenir. Çinilerde değişik desenlerin yeğlendiği görülüyor.

Oldukça özenli mermer mimber, yer yer boyandığı için kirletilmiş sayılır. Taç kapısı üstünde, tek satırda "Küllema dahalen zekeriyyel-mihrap" yazılıdır.

Harim taç kapısı sade olup kemerli girintiyle yeti*nilir. Yanlarda sekileri vardır. 1,40 m. enindeki kapı

boşluğunu basık bir almaşık kemer örter. Bunu yazışeridi ve teğet kemerli bir pencere izlemektedir.

3,68 m eninde, 5,17 m. yüksekliğindeki süslü mih*rap, kubbe duvarından 7 cm. taşkındır. Yarım sekiz*gen planlı mihrap girintisi sütuncelerle başlar ve üst*te 10 sıralı mukarnas dizisiyle son bulur.

Harimin doğu ve güneyi haziredir. Soldaki Abdülcelil Kümbeti'nin yapıyla ilgisine belgeler değinmi*yor. Güneyindeki medresede, Ları hazretlerinin ders verdiği bilinmektedir. İskender Paşa Camii anlatılır*ken buna biraz daha açıklık getirmekteyiz.

LA.LE BEY (LALA KASIM) CAMİİ

Diyarbakır'ın güneybatı çeyreğinde, kendi adıyla

anılan mahallede Lale Bey ile Dörtler Sokağı'nın ke*siştiği kavşak güneyinde olup, üç kubbeli son cemaat yeri, bunun batısında, alt katı türbe, üst katı hücre, batısında minaresi olan, tek katlı, tek kubbeli, siyah bazaltla örülü kargir bir yapıdır (Fotoğraf 2). Kareye çok yakın planlı (~1O,24 m.) iç alanı kubbe örter. Dört yöne ikişer pencere yerleştirilmiştir. Türbesine hücre*nin güneyindeki merdivenden inilir. Son cemaat yerinin batısını hücreye bakışımlı olatak minare kaplar. Kuzey yüz, toplam olarak 17,77 m.'dir

Kubbesi çökmüş ve ortaya konan 2 kolonla 3 sah*na bölünen ahşap kirişlemeli yapıyı terkedilmiş bul*duk. Evler çevresini sarmış ve kitleyi kaplamıştır. Ka*mulaştırılarak boşaltıldı. Sıva raspasında köşe keme*ri özengileri ortaya çıktı. Rölöve ve restorasyonu ta*rafımızdan yürütülerek vakıflarca, ibadete açılmış bulunuyor.

Halkın kısaca Lale Camii olarak adlandırdığı yapı*yı, Diyarbakır'ın ilçelerinden Egil'in beylerinden Lala Kasım'ın yaptırdığını kaynaklar belirtiyor. Plam, Ne*bi Camii'ne (Akkoyunlu IS. yy:ın son 4. çeyreği) ve Kasım Padişah'a (~lS00, Akkoyunlu) benzer. Ayrıca

Safa Camii minaresindeki ve kuzey avlu yüzündeki yazılı kare panolardan bunun da pabuç bölü*münde vardır. Bunlar, Akkoyunlu yapısı olma şansı*nı arttırmaktadır. Şeref Han, yapıtında, Şeyh Mu*hammed'in oğlu Lala Kasım'dan övgüyle söz eder. Bu durumda, caminin, Osmanlı günlerinde 16. yy:ın 1 ilk çeyreğinde yapıldığını düşünmek (ıS1S'ten herhalde hemen sonra) doğru olacaktır. Daha önceki ca*milerde Osmanlıların gelişen kubbe yorumuyla, yerel ve özellikle Akkoyunlu ayrıntılarının karışımından söz etmiştik. Bu form (compasition), o yörede kendi koşulları içinde gelişmiş, dengesini bulmuş ve yeni dönemde de (Osmanlı) sürmesini sağlamıştır. Lala Kasım Camii bu arakesitin ürünü olsa gerekir

KASIM PADİŞAH (DÖRT AYAKLI MİNARE) CAMİİ

Özdemir Mahallesi, Yenikapı Caddesi yakasında, yol üstünde, Balıkçılarbaşı semtindedir. Tek kubbeli almaşık örgülü kare prizma gövde silmeyle son bu*lurken içe çekik yine almaşık örgülü sekizgen kasnak ve kurşun kaplı kubbeyle son bulur (Çizim 4).

Harimde, yanlarda üçer, kuzey ve güneyde ikişer penceresi olup tümünün iç ve dışında kemerle kapa*nan girintileri vardır. Bugün ikisi de kapatılmış olan kıble duvarı pencereleri içinden yanlara doğru yük*selen merdivenlerle, doğu ve batı duvarı güney pen*cereleri üstüne yerleştirilen ve harim üst yarısına açı*lan ufak mahfillere ulaşılır. Harimin kuzey duvarın*da, son cemaat yerinin üç kubbe özengileri yerinde bırakılarak, eğik (akıntılı) bir betonarme tabliye ile örtülmesi çok hatalıdır. Son cemaat yeri doğu ucun*daki kapıyla, mahfile bağlantı vardır. Bu, Diyarbakır için ilk ve son uygulamadır.

Bir bakıma camiden daha ağır basan ve üç monolit kolona oturtulan kare kesitli minare bir sanat ve teknik gösterisidir (Fotoğraf 3). Gövdede almaşık örgüler köşelere varmadan kesilir. Üç ara silme gövde*yi eşit olmayan dört parçaya böler. Peteğin üst yarı*sından fazlası beyaz taştandır. Gövdenin doğu yüzündeki 1500 tarihli yazıtta Akkoyunlu Sultan "Kasım" adı geçmektedir. Bu nedenle halk yapıyı Kasım Padişah adıyla anarken, minaresinden ötürü dört ayaklı minare veya "Muallak" (boşta, boşlukta) ola*rak da tanır. Mutahhar veya bunun kısaltılmış şekliy*le Şeyh Matar adını, daha önce bu yerde Şeyh Mutahhar'ın mezarı olmasına bağlayanlar vardır. Bu ad*la anılan asıl cami, Mardinkapısı'na ilerlerken yol üs*tündeydi ve yıktırılarak yine yola katıldı.

Yıkılan ve betonarme tabliyeyle örtülen son cema*at yerinin, harim duvarında kalan özengilerine bakı*lırsa, köşe ön ayaklar, şimdikinden biraz daha uzun ve L kesitliydi. Tek kubbeli camilerin Artuk ve Akkoyunlu günlerinde de sevilerek kullanıldığı, Osmanlı*ların zaten bu kubbe gelişimi üstünde oldukları, ye*rel özelliklerle benimsedikleri anlaşılıyor.

BIYIKLI MEHMED PAŞA (FATİH PAŞA KURŞUNLU) CAMİİ

Diyarbakır'ın kuzeydoğu dilimindedir. İçkale gü*ney kapısından başlayan yol, güneye uzanarak bu yapı topluluğuna varır. Yapı, Diyarbakır'dakilerin en boyutlu ve özenlisidir. Merkezdeki kubbeyi dört ana yönde dört yarım kubbe desteklerken buna hangi ya*pının örnek olduğu bilinmez (Çizim 5). Bu plana adım adım gelinmiştir. Bu nedenle yapı, cami planla*rı gelişimi içinde önemli bir köşe taşıdır ve Sinan'ın Şehzade Camii'nde doruğa erişir. Dört ana ayak baldaken çatkıyla birbirine bağlanırken, üstte sekizgen kasnak ve buna oturan kubbeyle dışa yansır. Sekiz pencere iç alanı yeterince aydın*latır. Harim kare planlı iken, kub*beli son cemaat yeri iki yanında*ki güneye bakan hücrelerle, avlu yüzünde yatay gelişme sağlanır (35 x 17 m). Bu kitleyi daha bü*yük ve görkemli gösterir. Kuzey avlu yüzü almaşık ör*gülüdür. Her ke*mer koltuğuna, Diyarbakır'da yaygın olarak kullanı*lan, birer atlamalı damla ve rozetler kabartmalı ola*rak yerleştirilmiştir. Sekiz kolon ve başlıkları beyaz mermerdendir. Buna karşılık harim kuzey dış yüzü sıvalıdır.

Minare batı uçtadır. Kare kaide siyah taştan olup üst köşelerindeki profıllerle beyaz taşlı gövdeye geçilir. Şerefe korkuluğu yerden 30,52 ve peteği 35,50 m. yüksekliktedir. Minarenin batısına, iki kemerli, üstü kapalı ve kapısı az çok özenli türbe sonradan ekle*nirken, küpün bir bölümünü de kapatır. Avluyu çer*çeveleyen kuzey kapısının lS19'da yıktı*rıldığını kaynaklar belirtiyor.

3,95 m eninde, 5,66 yüksekliğindeki taş mihrap kıble duvarından 11 cm. taşkın olup, yanlarında 12 cm:lik sağırlık bıra*kan ters U çerçeve altı sıralıdır. Dışta özenli mukarnas sırasıyla görsel etkinliği arttırır. Yarım sekizgen planlı girintisi sütuncelerle başlar. 10 sıralı mukarnaslarını üstte 3 dilimli bir kemer izlemektedir.

Mermer mimber özenli ve görkemlidir. Köşk bölümü, şebekeleri ve özellikle mer*mer kapı kanatlarına oldukça emek çekildiği görülüyor. Küfı panolar, yazılar, zengerek ve kıvrık dallarla bezenmiştir. Mihrap ve mimberin cami iç hacmiyle olduk*ça orantılı olduğu görülüyor.

4 Kasım 1515 tarihinde Diyarbakır Beylerbeyiliğine atanan ilk Osmanlı vali*si, bazı kaynaklara göre bu kentlidir. Ca*minin hamarnı bugüne erişmez. Halkın "Kürtler Hamamı" dediğini ve yerini Evliya Çelebi, Seyahatnamesi'nde belirtiyor. Medresesinden sadece kuzey kanat dur*maktadır. Güneyine sonradan Şafıiler bir mescit eklediler. Paşa'nın İç Kale'ye bir Hükümet Binası eklendiğini Çelebi belirtiyor. Tekke IS. yy. sonlarında yıkıldı. Di*yarbakır'a yakın Alipınar Köyü Camii'nin arkalarındaymış. Bıyıklı Mehmed Paşa 24 Aralık 1521 Salı günü öldü. Mezarı, cami*in hemen doğusunda hazirededir. Bunun biraz kuzeyine, sonra Özdemiroğlu Os*man Paşa için sekizgen türbe eklenecektir. 16. vali idi ve burada dört sene görev yaptı.

HADIM ALİ PAŞA CAMİİ

Diyarbakır'ın güneybatı çeyreğinde, adını verdiği mahallededir. Medrese, cami ve tekkeden (7) oluşur. Harimin doğusundaki Şafıiler mescidi daha sonraki eklentidir (ı 769-70). Kare planlı, prizmatik gövdeli, sekizgen kasnak ve külahlı cami, Osmanlı dönemi erken türlerindendir (Fotoğraf 5). Son cemaat yerini beş kubbe oluşturur. Minaresi, kuzey yüzü doğu hi*zasının biraz açığındadır. Kitlenin avlu yüzü ile do*ğu ve batısındaki üçer, güney ve kuzeydeki ikişer pencere, teğet kemerle örtülen, almaşık örgülü girin*tiler içine alınmıştır. Lentolu pencereler 1/2 oranına çok yakındır. Beş düşey, dokuz yatay geçmeli demir parmaklıkları özgün değildir. Son cemaat yerinin dört kolonu beyaz taştan ve eksendeki ikisi alt başlıksızdır. Kemerler arasında süslemeye yer verilmez.

14,45 m. kenarlı harim kare planlı olup, köşe ke*merlerinin oturduğu üçgen bingiler, aynı kesitle yere kadar inerken, Safa Camii'ni yineler. Ahşap pencere kanatlarına oldukça özenildiği görülüyor.

3,39 x 4,61 m. ölçülü beyaz taşlı mihrap, yine renk renk boyanarak ve avize takılarak olabildiğince çirkinleştirilmiştir. Yarım sekizgen planlı (Çizim 6) girinti sütun eel erI e başlar ve sekiz sıralı mukarnasla örtülür. Mihrabı izleyen üst pencerenin içliğinin ye*nilendiği görülüyor. Oranlı ve süslü ahşap minberi güzeldir. İç duvar eteklerini kaplayan altıgen mavi renkli çiniler, bir çerçeveyle (su) sarılıdır. Ali Paşa Medresesi, camiin batı yönde açığındadır.

Amid'in 6. Osmanlı Valisi Hadım Ali Paşa, burada 1534–37 yılları arasında görev yaptı. Yapının adı sa*dece Tuhfetü'l-Mimarin'de geçer. Böylece Sinan'ın eseri olduğu anlaşılır. Bununla ilgili ayrıntılar, yeni bilgilerle Diyarbakır Camileri (Ankara, 1996) yayını*mızda (s. 135) yer almaktadır.

Cami ile medresesi arasındaki örgü farkını, medre*senin sonraki ucuz onarımlarına bağlamak gerekir. Tuğla, taştan daha kolay ve ucuz bir yerel üretim ol*duğundan, kubbe dış kasnağında da sonradan yerini almış görünüyor. Güçsüz dönemde, akıntıyı kesmek için, kubbeyi az eğimli, alaturka kiremitli sekizgen kasnak ve külahla örtmek, kent merkezi ve Silvan il*çesinde de görülmektedir. Eski fotoğrafları, son ce*maat yerinin de aynı gereçle akıntılı olarak örtüldü*ğünü gösteriyor. Pencere oranları, sivri veya teğet kemerli girintiler içine, almaşık örgülü olarak alın*ması, sütunceleri vb. güney geleneği olup Diyarbakır'da da yaygındır. Nitekim Sinan'ın tartışmasız ya*pıtlarından olan aynı kentteki Behram Paşa Camii'n*de de uygulanmıştır.

1956 yılında, camiin kuzeydoğu açığında, hama*mın kalıntıları duruyordu. Gecekondular bunları tü*ketti. Vakfıyesi günümüze erişmemiştir.

İSKENDER PAŞA CAMİİ

Diyarbakır'ın kuzeybatı çeyreğinde, kendi adıyla

anılan mahallededir. Tek kubbeli, kare planlı camiin güneyi 19,20 m'dir (Çizim 7, Fotoğraf 6). Almaşık ör*gülü prizmatik gövdeyi üstte onaltıgen, beyaz taşla örülü, orantılı kasnak ve kurşun kaplı kubbe izler. Beş kubbeli son cemaat yerinin yıkıldığı, bazalt ta*şından, köşelerde L ayak ve arada dört beyaz mermer kolonlu olarak yenilendiği, üstünün ahşap kirişle*meyle örtüldüğü anlaşılıyor. Harim duvarında, kolon akslarına denk gelen kemer özengileri bu değişiklik sürecinde nasılsa yok edilmemiştir. Şimdi burada be*tonarme bir tabliye vardır.

Harim iç ölçüsü 14,76 x 14,76 m.'dir. Yanlara üçer, güney ve kuzeye ikişer pencesi olup, iç ve dışta, teğet kemerlerle örtülen alma*şık örgülü girintiler içine alınmışlardır. 2,22 m gelen duvar kalınlıkları bu kademelenmeyi zorunlu kılmışa benziyor. Kasım Padişah Camii'nde görülen ilk gömme mahfiller, duvar kalınlığından yararlanılarak burada da kullanılır. On*lar yan duvar pencereleri (güneye yakın olanlar) üstündeydi. Burada ise kubbe duvarı köşelerindedir ve ulaşımı yan du*var pencerelerinden sağlanmıştır. Mukarnas sırasına oturan verevine (45°'lik) bingilerle harime açılırlar. Soldakinin mahfilden çok va az kürsüsü niyetine kullanılma şansı çoktur.

Köşe kemerleriyle kare plan üstte se*kizgene dönüşür. Sekiz pencereli kasnak dışarıda onaltıgendir. Kuzeyde aşı boya*lı ufak mahfıli vardır. Kotu iyi ayarlanamadığından, bu yöndeki pencerelerin teğet kemerli iç girintilerini yarıda böler. altıgen çinilerin çoğunun döküldüğü görülüyor. Mavi renk egemendir. Çintemani desenli sulardan çok az örnek var. Özgünlüğünü koruyama*yan şadırvanını günümüzde çirkin bir betonarme tabliye örtmektedir.

3,29 x 5,04 m. ölçülü mihrap mukarnas dizisiyle başlayan çerçevelerle sınırlıdır. Yarım sekizgen planlı girinti sütuncelerle başlar ve 10 sıralı mukarnas dizisiyle örtülür. Üstünde üç dilimli kemeri vardır.

Minare siyah bazalt taşından olup doğu yöndeki hücreye bitişiktir. Pabuç bölümü ile gövde beyaza dönüşür. Dama buradan ulaşılan bir köprüsü vardır.

İskender Paşa 1551-63 yılları arasında, Diyarba*kır'da 12. Osmanlı Valisi olarak görev yaptı. Haremlik, selamlık ve pek çok yapısı bu yöreye gönülden bağ*landığını gösteriyor. Karaman'da Hüsrev Paşa'nın ya*nında yetişmiş ve buraya birlikte gelmişlerdi. Van (1548), Erzurum (1551) ve Diyarbakır (1551), Bağdat ve Mısır Beylerbeyliğinde bulundu. Emekliliğini İstan*bul'da geçirdi ve 1571 yılında öldü. Camiin doğusunda hazirede yer alan, biraz değişik planlı türbe aynı aileden Şair Yusuf Raif Efendi'ye aittir. Zamanın alim*lerinden Muslihiddin Lari'nin mezarı harimin güne*yindeki hazirededir. İskender Paşa'nın ona bir med*rese yaptırdığını Parlı Camii bölümünde belirtmiş*tik. İskender Paşa bayındırlığa düşkündü. Camiin batı yönünde haremi ve Hükümet Binası olarak kullandığı selamlığı için Diyarbakır Evleri (Ankara, 1999) yayınımızda bilgi vardır. Diyarbakır'a Ham*ravat Suyunun getirilme*sine büyük katkıda bu*lundu. İçkale'de Ayn Zeli*ha suyunu akıttı. Sinan'ın yapısı olan camiin adı, ri*salelerde geçer. Vakfiyede, kendisinin Van'da görev*de olduğu zaman caminin bittiği yazılıdır

BEHRAM PAŞA CAMİİ

Diyarbakır'ın güneybatı çeyreğinde Süleyman Nazif Mahallesi'ndedir. Hemen güneyinde konağı bulunur. Tek büyük kubbeli, kare planlı, kuzeyinde, iki sıralı, yanlara da taşan beş kubbeli son cemaat yeri vardır (Çizim 8). Ahşap tavanlı, avluya akıntılı, kurşun kaplı 2 revak, önde sekiz beyaz, tek parçalı kolona oturur. Yanlarını L planlı ayaklar destekler. Eksene gelen iki kolon, siyah-beyaz almaşık yığma olup şadırvanında da yinelenir. Avlu yüzü almaşık örgüyle bütünleşir ve derinliğine aksı güçlendirir. İç (ilk) revak 6 kubbelidir. Eksendeki yükseltilen ve öze*nil en kubbesiyle girişi vurgular (Fotoğraf 7). Kare planlı harimin doğu ve batı yönlerde üçer tonozlu girintileri (eyvan) ve eksenlerinde de birer pen*ceresi vardır. Güney ve kuzeyde mihrap ve giriş ne*deniyle bu ufak eyvanlar, ikiye düşer. Girişin yanındaki gömme iç merdivenlerden üstteki gömme mahfıllere ulaşılmaktadır. Harimin dört köşesinde ufak hücreleri vardır. Her yan eyvanın birer mihrabı (ayrı ayrı düzende mukarnas örgülüdürler) yer alır. Bun*lardan başka, son cemaat yerinde iki mihrap daha vardır. Böylece sayıları dokuzu bulur. Giriş mihrabiyeleri bunun dışındadır. Pencerelerinin yedi düşey,11 yatay demir parmaklıkları ile dövme lokmaları oldukça özenlidir.

Kare plan üstte mukarnaslı bingilere oturan tramplarla sekizgene dönüşür. Dışı onaltıgen ve be*yaz kasnağı kurşun kaplı büyük kubbe izler. 4,95 m eninde, 6,69 m yüksekliğindeki taçkapı bir sanat eseridir. Mihrap (3,78 x 5,65) oldukça özenli olup taşmimberin bundan geri kalır yönü yoktur. Harimde duvar etekleri, eyvanlar da dahil mavi renkli, karan*fil desenli, büyük boyutlu kare çinilerle kaplıdır. Türk mavisi suları vardır. Harimin kuzey duvarı eyvanla*rının taştan düz tavan örgüleri bir teknik gösteridir.

Behram Paşa Camii adı, sadece Tuhfetü'l-Mimarin*'de gecer. Hamam adı hiç yoktur. Bu onun, daha son*ra, ancak Evliya Çelebi'nin A.mid'e gelmesinden önce yapıldığı anlamına gelir. Behram Paşa Cami*i planını, Mimar Koca Sinan daha önce, İstanbul'da iki yapıda denedi. Ortak yönleri, her yönde üçer eyvanın olmasıydı. Ancak güneydekini mihrap, kuzey*dekini taçkapı dolduruyordu. İlk örnek Yenibahçe'deki Bali Paşa Camii'dir. Son yayınlar (özellikle vakfıyesi) yapının tarihini 1504-5 yerine yüzyılın ilk yarısının sonlarına kaydırmıştır. Bali Paşa 1548'de öldüğüne göre yapının en geç bu tarihte yapıldığı görüşü ağır basıyor. Vakfıyesi 1563'lere aittir. Zaten 1504-5 tarihi Sinan için hiç uygun düşmemektedir. Üstad, aynı planı ikinci kez Silivrikapı Hadım İbrahim Paşa Camii'nde 1551 yılında uyguladı. Topografyasının getirdiği değişiklikler dışında bu iki plan hemen hemen birbirinin eşidir. Boyutları da birbirine çok yakındır. Sıra Diyarbakır'a gelince, Sinan bir adım daha ileri atar. Güney duvarı iki ucuna birer çilehane tas arlar. Zaten duvar kalınlığı bunu zorunlu kılmıştır. Mahfil merdivenleri, kuzey duvarı girişi 2 yanına ve yan duvarların güney uçlarındadır. Minare, harimden ve son cemaat yerinden daha batı açığa alınır. Üçüncü boyut, kitleyle dengesi açısından bunu zorunlu kılmış gibidir. Sinan, son cemaat yerini iki kademeli olarak pek çok yapısında kullandı (22 yapı). Ancak Behram Paşa Camii'ndeki Sinan'dan sonraki eklenti*dir ve aksIarın sayısı zaten bunu kanıtlamaktadır.

Behram Paşa, şimdikilerin tersine Amid'de görevde bulunmadı. Ancak fıziksel ve yönetim açısından güçlü bir bağı olmalıydı. Ailece Yemen Beylerbeyliğinde bulunmaları ve Diyarbakır'ın yol üstünde olması ötesinde Anadolu Beylerbeyliği de yaptı. Özellikle Kanuni günlerinin "Doğu Sorunları" bu görevin Diyarbakır'da olmasını gerektiriyordu. Askeri üs Van' da, yönetim Amid'de yoğunlaştı. Evliya Çelebi'nin, Behram Paşa Hamamı için Gazze'den getirilen ustalara dikkatimizi çekmesi de önemlidir. Mimar Si*nan'ın cami için niçin bu planı seçtiğinin ayrıntılarını Diyarbakır CamiIeri kitabımızda (s. 155) belirtiyoruz. Sinan, yoğun iş programı nedeniyle buraya iyi bir kalfasını, çok iyi bir mukarnasçısını ve neccarını katarak göndermiş olmalı. Çinileri ve Marmara Böl*gesi'nde hazırlanmışa benziyor. Ekibin, öbür yapılarda olduğu gibi yerel bazı ayrıntı ve süs birimlerinin dışında kalamadı. Tüm bunlara karşın Diyarbakır, Behram Paşa Yapı Topluluğu ve özellikle camisi, ken*tin ve yörenin en önde gelenidir. Mukarnaslarında çok üstün bir plastiklik vardır. Şadırvanıyla bütünleşerek derinliğine aks çok güçlüdür. Taçkapıdaki mukarnasın, harimde hemen arkasında kullanılması da ayrı bir özen ve ayrıcalığıdır. Eyvanın düz taş tava*nı, demir parmaklık lokmaları tam Sinan'a yaraşır niteliktedir. Zaten camiin yapıldığı 1572 tarihi de Si*nan'ın doruktaki konumuyla özdeşleşmektedir

MELEK AHMED PAŞA CAMİİ

Diyarbakır'ın batı yakasında, kendi adıyla anılan mahalle ve cadde üzerindedir. İki katlı kuzey ve güney geniş yüzleri almaşık örgülü ve minareli ka gir bir yapıdır (Fotoğraf 8). Zemin katta, batı uçtaki tonozlu geçit, caddeyi dikine uzanan sokağa bağlar. Bunun doğusunda dükkanlar, yazlık, mescit, caddeden arka (güney) bahçeye bağlantıyı sağlayan ve taçkapıyla başlayan aralığı vardır (Çizim 9). Üst kata, yarım kemere oturtulan ve minareye batı yönde ya*naştırılan (kuzey yönde) merdivenle ulaşılır. Bunun koşutunun (simetrik) doğu yarıda olduğu, pencereye dönüştürülen kapısından belli olmakta ve araların*daki uzun sahanlık, altındaki yazlık mescide zama*nında siper oluyordu. Günümüze erişemeyen bu mer*divenin oturduğu yer şimdi ufak bir bahçedir.

Enine genişleyen harimin yanlarında, kare kesitli ikişer yığma ayak vardır. Böylece üst yarıda sekizge*ne dönüşen plan, kasnakla yükselerek kubbeye erişir

Yan kanatlar iki katlıdır. Buraya, kuzey duvarı içine yerleştirilen merdivenlerle ulaşılır. Mihrabın karşısında bulunan müezzin mahfilinin ahşap merdiveni ayrıdır. Yan duvarlar sağırdır. Cadde giderek yüksel*diğinden zaten basık tutulan dükblnlar, daha da alçak görünür. Batı bitişikte, kaldırımdan dört sıra yukarıda başlayan (ilk üç basamak kaldırımdaydı) teğet kemerli kapı, eskiden bu yönde kitleye bitişik ahşap cumbalı, iki katlı ahşap bir meşrutaya ulaşıyordu.

Minare kitlenin kuzeyinde, tonozlu batı geçidiyle aynı doğrultudadır. Kare planlı küp bölümü yine Di*yarbakır geleneğine uyarak (çoğunlukla kitleden ayrı) siyah bazalttandır. İki aşamalı pabuç ve gövde yu*karıya beyaz olarak yükselir. Alt yarısında merdiven iki ayrı yolludur.

Cami, kendi adıyla anılan cadde üzerinde, kuzey yakada olduğundan, taçkapısı güneye alınmış ve bir aralıkla kuzeydeki cami avlusuna bağlantı sağlanmıştır. Harim kapısı (üst kat) kuzey yönde merdiven sahanlığına bağlanır. 2,02 x 4,32 m. ölçülü mihrap Diyarbakır'ın çinili tek örneğidir. Köşeleri sütunceli, 1,14 m. eninde, 62 cm. derinlikteki yarım sekizgen planlı mihrap girintisini üstte aynı güzellikteki dokuz sıralı çini örter. Girinti de dahil düz yüzeyler plak çi*ni kaplanmıştır. çerçevedeki profiller ile mukarnaslarda özel kalıpların kullanıldığı görülüyor. Duvar alt kesimi çinileri bunlarla uyumludur. Değişik desenler yer alır.

Yapının adı Tuhfetü'l-Mimarin'de "Amid'de Melek Ahmed, Paşa" olarak geçer. Bu Melek Ahmed Pa*şa'nın, üç kez Diyarbakır valiliği ve sadrazamlık da yapmış olan Silahdar Melek Ahmed Paşa ile ilgisi yoktur. Banisinin, Diyarbakır'da bulunan sevilen ve etkin bir hayır sahibi olduğu anlaşılıyor. Hamarnı aynı cadde üstünde biraz daha doğu yönde güney yakadaydı. Bitişiğinde bulunan ve artık bugün yok edilen "Küçük Hamam" bu yapının değildir.

Melek Ahmed Paşa Camii'ne gerek plan düzeni ve gerekse çinili mihrabı açısından bir İstanbullu usta eli değdiği bellidir. 1588 yılında ölen Koca Sinan'ın ömrünün son günlerinde bu yapıyla uğraşma şansı yoktur. Onun ekolünden bir kalfa işe el atmış olmalı. Enine plan ve almaşık örgü açısından Beşiktaş Si*nan Paşa Camii'ne (1555-56) -kitle olarak da- benzer. Ancak üst örtü ve son cemaat yeri farklıdır. Ay*rıca onun kubbesi altılı düzendedir. Diyarbakır'da Ali Paşa, İskender Paşa, Behram Paşa, Kasım Padişah ve Lale Bey Camileri tek kubbelidir. Enine genişleyen Nebi Camii'nde yan kanatlarda birer ayak vardır. Şeyh Sefa (Parlı) Camii bu yapı gibi ikişer yan ayak*lı olup sekizli düzeni yeğler. Minare küpü kurgu ve bezemelerinde de benzerlik vardır. 15. yy:ın son çey*reğinden kalma bu Akkoyunlu camiinin, ondan ön*cekilere bağlı olduğu gibi, sonrakileri de etkilediği anlaşılıyor. Buna karşılık yerel özelliklerin Melek Ahmed Paşa Camii'nde o denli güçlü olmadığı görülüyor. İki katlı oluşu ve sekizli kubbe düzeni ile çini mihrabı, Sinan'ın İstanbul-tahtakale Rüstem Paşa Camii'ne çağrışımını arttırır. Ancak onda son cema*at yeri de vardır. Bu son ayrıntının düşünülmemesi, kuzey yönde yer alan heliUar nedeniyle avlunun küçüleceği endişesine bağlanabilirse de bizce asıl neden Diyarbakır'da devam ede gelen iki katlı mescit anla*yışıdır. Defterdar ve Ulu Cami Şafiiler bölümü böyle*dir. Minarenin kitleden ayrı tutuluşu zaten bu yöre*nin bir ayrıcalığıdır. Tüm bunlar, Melek Ahmed Paşa Camii'nin Diyarbakır’dakiler içindeki ayrı yerini gös*teriyor. Ahşap minberi özgün değildir. Aynı kişinin yaptırdığı Han ve Medrese günümüze erişmemişti

KURT İSMAİL PAŞA CAMİİ

Harput Yolu üstünde, Seyrantepe Semtinde çeşme*siyle güney yakadadır. Yolun sağında (kuzey) kışlası da vardır. Sur içi geleneksel cami tasarımından çok farklı olarak tasarlanıp uygulanan tek katlı sekizgen planlı harimi çepeçevre ahşap kirişlemeli revağı dolanır (Fotoğraf 9). Yan üç kenarda birer pencere, güneyde dışa taşan mihrap ve kuzeyde de kapı yer alır. 1971 Haziranında çektiğimiz fotoğrafta görülen revağın tavan ahşap kirişlemeleri sonraki ona*rımda ahşapla kaplanmış bulunuyor. Revak dahil duvarlar iç ve dışta sıvalıdır. Pencerelerinin ve kapının kenarlarına dokunulmamış, çirkin bir pembe badana sürülmüştür.

Giriş kapısını sade bir çerçeve sarar. Üstündeki pencere müezzin mahfiliyle bağlantılıdır. Girişin do*ğusundaki pencereden, duvar içine yerleştirilmiş bir merdivenle buraya ulaşılır. Kitleyi revak çevirdiği için başka üst pencere yoktur. Minare, giriş kapısı sağındaki (batı) köşede, beden duvarına oturtulmuş olup, dışa taşan ufak yay kesimi, kapı üst hizasına denk gelen S profilli bir taş konsol taşır. Yanlarında ufak (yavru) çıkmaları da vardır. Silindirik gövde, üstte dışbükey bir profille genişleyerek şerefeyi oluş*turur. Korkuluğu demir parmaklıklıdır. Gövdenin üst dış köşelerindeki çıkma destekler, revağın özgününün böyle olmadığını gösteriyor. Müezzin mahfilinden minareye bağlantı vardır. Çok sade mihrap yarım daire kesitli ve küresel örtülüdür.

Kurt İsmail Paşa, Amid'ın 271. Osmanlı Valisiydi. 1868 yılından başlamak üzere 7 yıl 9 ay görev yaptı. Kentin dışa taşınmasına önayak oldu. Yukarda be*lirttiğimiz gibi, camiin kuzeyine Hükümet binası ve çeşme yaptırdı. Diyarbakır Belediye İmar Müdürlü*ğüne baktığım zaman (1957), genişletilen Harput Karayolu nedeniyle taşlarını numaralatıp çeşmeyi geri*ye aldırmıştım. Sonra bir kez daha içe taşıtıldı
 
Diyarbakırın Tarihi SURLARI

Diyarbakırın Tarihi SURLARI

Diyarbakır’ın tarihi surlarını, estetik perspektiften değerlendirmek farklı bir özellik taşır. Yaklaşık 9000 yılı aşkın bir geçmişe sahip Diyarbakır surları o günden günümüze, tarihi, kültürel, estetik ve sanatsal şahsiyetine dokunulmasına izin vermeden ulaşabilmeyi başarmıştır. Çağların olanca tahribatına, yok ediciliğine, yıkımına karşın kendini korumasını bilmiş en etkili estetik görünümüyle Diyarbakır’ı “Müze Şehir” haline getirmiştir.

Diyarbakır, Anadolu’da binlerce yıldan beri bir çok medeniyetin canlı izlerini taşıyan bir tarih kültür ve sanat hazinesidir. M.Ö. 7000 yıllarında Çayönü’nden başlayan ve günümüze kadar gelen sadece bölgede değil dünya tarihinde de önemli roller oynayan bir çok uygarlık bu yörede değerli eserler bırakmışlardır. Bu eserlerin başında “Diyarbakır Surları” gelir.[1]

Diyarbakır Surları yapıldıkları dönemden (Roma İmparatorluğu, II. Konstantinus. M.S. 349) bu güne, her şeye rağmen fazla tahrip olmadan gelebilmiştir. Surlarda Roma, Bizans, Arap, Türk-İslam, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait son derece güzel ve birer Sanat eseri olan burçları, kapıları, kabartma ve figürleri yan yana görmek mümkündür. Bu yapıtların hem tarihi özelliği hem de o dönemler ait düşünce sistemi, sanat zevki, bitki ve hayvan zenginliği bakımından önemleri vardır. Anadolu eski tarih geçmişinin en önemli kültürel miras olan Diyarbakır surları, üzerinde taşıdığı bitkisel ve hayvansal motifler yanında kitabeleri oluşturan kaligrafik unsurlarla çok önemli, estetik değer taşıyan eserlerdir.

Eski Diyarbakır şehrini kuşatan kaleye Diyarbakır Surları diyoruz. Çin Seddinden sonra dünyanın en uzun, en geniş ve sağlam surlarından biri olduğu kabul edilir. Kale, Karacadağ’dan Dicle’ye uzanan geniş bazalt yaylanın doğu ucuna, zeminden yüz metre yüksekliğe kurulmuştur. Surların ilk yapılışı kesin olarak bilinmiyor. Fis Kayasına kurulu iç Kalenin, milattan 2.000 yıl kadar önce Hurriler Döneminde kurulduğu sanılıyor. Yazılı belgelere göre milattan sonra 349 yılında Roma imparatoru ikinci Constantinus (Kanstantinus) zamanında şehrin surlarla çevrildiği kalenin onarıldığı biliniyor 367 ve 365 yılları arasında şehrin batı surları yıktırılmış, Urfa Kapısı ve Mardin Kapısına uzanan bölüm yapılmış, altıncı yüzyılda Justinianus zamanında güçlendirilerek genel biçimini almış, daha sonraki yıllarda sürekli onarımlarla genişletilerek günümüze kadar ayakta kalmıştır.

Genel olarak kalkan balığı biçimini andıran Diyarbakır Kalesi, Dış Kale ve iç Kale olarak iki bölümden meydana gelmektedir. Dış Kale surlarının uzunluğu 5 kilometre kadardır Doğu–Batı doğrultusunda 1.700, kuzey - güney doğrultusunda 1.300 metrelik bir alanı kuşatmaktadır. Surların yüksekliği 10-12 metre, kalınlığı 3-5 metredir. Surlar üzerinde kuleleri birbirine bağlayan geniş bir yol vardır. Bu yol, 70 santimetre kalınlığında mazgal duvarları ile korunmuştur. Kalenin 81 burcundan en ünlüleri Evli Beden (Ulu Beyden), Yedi Kardeş ve Keçi (Kiçi) burçlarıdır. Burçların içinde koğuşlar, mahzenler, sarnıçlar ve depolar yer almıştır. Dış Kale ile iç Kale surlarında Romalılardan Osmanlılar kadar çeşitli devletlere ait yazıtlar (kitabeler) bulunmaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz : Latince : Romalılar, 367 375 yılları arası, Yunanca: Bizanslılar, 440-528 yılları arası. Arapça yazıtlar : Abbasîler 909, Mervaniler 995-1035, Büyük Selçuklular 1088-1092, Şam Selçukluları 1093, İnallılar 1141, Nişanlılar 1154-1183, Artuklular 1188-1208, Eyyubiler 1236-1237, Akkoyunlular 1149-1479. Farsça yazıtlar Osmanlılar Dönemine aittir. 1525–1527 arası tarihlerini taşır. Dış Kalenin kapıları : Kuzeyde Dağ Kapışı (Harput Kapışı), batıda Urfa Kapışı (Rum Kapışı), güneyde Mardin Kapışı (Teli Kapışı), doğuda Yeni Kapı (Su Kapışı, Dicle Kapışı). iç Kalenin kapıları : Fetih Kapışı, Oğrun Kapışı, Saray Ka- pışı, Küpeli Kapış;, Fetih ve Oğrun kapıları dışarıya, Saray ve Küpeli kapıları iç tarata şehre açılır. iç Kale Kanunî Sultan Süleyman zamanında 1524–1526 yılları arasında ikinci bir surla çevrilerek genişletilmiştir. Dış Kale surları içinde cami, medrese, türbe, kilise, han, hamam gibi tarihî eserler yer almaktadır. iç Kale surları içinde iki kilise, Artuklu Sarayı kalıntıları. Viran Kale, sarnıç ve cami bulunmaktadır.

Surların Büyük Burçları

Evli Beden Burcu (Ulu Beden Burcu): Artuklu Melik Salih tarafından 1208 yılında Mimar ibrahim’e yaptırılmıştır.

Yedi Kardeş Burcu: Artukoğlu Melik Salih adına 1208 yılında Mimar İbrahim’in oğlu mimar Yahya’ya yaptırılmıştır. Burcun üzerinde Selçukluların simgesi olan çift başlı kartal ile iki arslan kabartması, bunların altında da burcun yazıtı vardır.

Keçi Burcu (Kiçi Burcu): Mardin Kapısının doğusundadır. Diyarbakır surlarının üzerindeki en eski, en büyük burçtur.



Taş işçiliği

Diyarbakır surları, taş’ın bir büyük sanat eseri haline getiriliği muhteşem bir
abidedir. O, taş üzerindeki süsleme ve bezemelerle güzelliğin zirvesine çıkmış estetik bir abidedir. Taş işçiliğindeki sanatkarane ustalık, bugün Tarih ve Medeniyetinin önemi ile kültür ve sanatımızın sahip olduğu engin ve zengin değerlerimizi tartışmasız kabul edilir duruma getirmiştir. Bu duvarüstü taş işlemeciliğin bir büyük plastik sanat eseri haline getirmek ancak büyük bir sanat ruhuna sahip olmakla mümkündür. Bu Güzel sanat eserleri, bir kaç bin yıllık tarihimizin içinden süzülüp gelen ince işlenmiş " Altın taş " niteliği ile; eşsiz birer güzel sanatlar abideleri olacaktır. Diyarbakır surlarının Duvarlarım birer canlı sanat müzesi haline getirenler, acaba dünya sanat ve medeniyeti için başvurulacak birer kaynak eser niteliğini taşıyacaklarını, biliyorlar mıydı?



Süslemeciliği[2]

Diyarbakır surlarının taş işçiliğini bir büyük sanat haline getiren önemli özelliklerinden biri de " Taş Süslemeciliğidir ". Kendi döneminin, yaşadığı ortamı ve kullandığı eşyayı göze en hoş gelecek şekilde süslemek, onu sanat anlayışı ile biçimlendirmek, Diyarbakır surları taş ustalarının, sorumluluğun ötesinde; doğal bir tutkuları olduğunu göstermektedir. Onbir ve onikinci yüzyıl Selçuklularının kendine öz kavramları, ilhanlıların parlak ve atak sanat ibdaları, Timurluların ince ve zarif sanat görüşleri, Memlükların, Celayirlerin, Muzafferilerin, Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmenlerin ve nihayet Safevilerin süsleme sanatlarında gösterdikleri başarılı buluşlar, Türk Süslemesinin oluşmasında büyük rol oynadığı kesin olarak kabul edilebilir.[3] İşte o dönemin Taş ustaları, süslemeleri ile taşı taş olmaktan çıkarıp bir büyük sanat eseri haline getirmeleri, Diyarbakır surlarını bir Güzel Sanatlar Galerisine dönüştürmüştür. Diyarbakır surlarındaki Süslemeciliğin tarihsel süreç içerisinde kendi geleneksel yorumlarına sıkı sıkıya bağlı kalarak surların kültür ve sanat dünyasında seçkin bir yer almasına neden olmuştur.



Kufi [4] Kitabeler

Bin yıllara dayanan tarihi özelliği ile Küfî yazışı Diyarbakır surlarının duvarlarına bir başka biçimde özellik ve önem kazandırmıştır. Bu yazı ile taş, Tarihsel bir belge olmanın ötesinde plastik olgunluğun doruğuna çıkarak surlara bir yücelik kazandırmıştır. Türk sanatının her sahasında en iyi bir biçimde değerlendirilen hat sanatı taş üzerine yazılması yanında mimariye de hayat vermiştir. Bu taşlar üzerinde yer alan Küfî yazısı ile yazılmış kitabeler insanı maddi alemden mana aleminin sonsuz derinliklerine götürmektedir. Bitkisel bezemelerle bir arada şekillendirilen Küfî yazısı; bir taraftan tarihin "zaman tünelinden" geçerek günümüz insanına belge niteliği ile bilgi ulaştırırken, bir taraftan da güzelliğin esintileri ile ruhun derinliklerine işlemektedir. İnsan bu Tarihi manzara karşısında kendisinden geçmektedir. Kitabeler hemen hemen Diyarbakır surlarının önemli bir yüzünü çevre sarmaktadır.



Bitkisel Motifler

Sanat, milletlerin kültür ve zevklerini açıklayan, toplulukların geleneklerini, duygularını yansıtan bir kavram olduğuna göre bitkisel motifler "Taş Süsleme Sanatlarında " ne denli bir mucize olduğu, Diyarbakır surlarının duvarlarında görülür. Kendi devirlerini oluğu kadar kendi devirlerinin sonraki devirlerin de estetik değerlerini yönlendiren Diyarbakır surlarındaki Bitkisel motifli taş süsleme sanatı; Mazinin derinliklerinden gelen sır dolu esintilerini günümüz insanın ulaştırdığı gibi geleceğe de götürecektir. Bitkisel motifler yarı natüralistik, yarı stilize bir üslup ile çalışmıştır. Çeşit çeşit çiçeklerin yepyeni stilizasyonla Taş üstünde biçim bulduğu surlar sanki tarihi bir çiçek bahçesine dönüşmüştür. Bu bitkisel motifler dekorasyon sanatının ilk örnekleri olarak gösterilebilir.



Hayvansal Figürler

Diyarbakır surlarının en önemli özelliklerinden bir de, taş süslemeleri arasında hayvan figürlerinin yer almış olmasıdır. Hayvan figürlerinden oluşan kompozisyonlar bitkisel motifli Küfî kitabelerle yan yana yer almaktadır. Surları oluşturan taşların üzerine yerleştirilmiş ilginç kabartma hayvan figürleri görmek mümkündür.





Diyarbakır Surlarındaki Hayvan Figürlerinin Plastik Analizi

Diyarbakır Surları Yedi Kardeş Burcu Üzerindeki Hayvan Figürleri

Diyarbakır surlarının önemli ünitelerinden biri Yedi Kardeşler Burcudur. Artuklu dönemi eseridir. (1183-1232) Melik-el Salih ebu’l-feth Mahmut zamanında yapılmıştır (1208). Mimarı İbrahim oğlu Yahya’dır.

Yedi Kardeşler burcuna bakıldığında Bütünü kapsayan bir yüzeysel estetiğin sağlanmış olduğu görülür. Zeminden burcun zirvesine kadar hemen yüzeyin hemen her karesinde mimar ve uygulayıcıların estetik bir endişe taşıyarak form-inşada bulundukları gözlenir. Kitabeyi oluşturan kaligrafik istiflerden tutun da, alan boşluklarını dolduran hayvan figürlerinin yerleştirilmesine kadar sanat dili ili ile “espas”a yani dengeli boşluklar bırakılmasına özen gösterilmiştir.

Yedi Kardeşler burcunun yüzeyini hemen hemen iki eşit parçaya bölecek şekilde yerleştirilen bir şerit kaligrafik kitabe geniş taş yüzeyi üzerinde bir oya işlemesi gibi yer almıştır. Kitabenin başlangıç kısmının her iki tarafına simetrik olarak ejder başlı kuyruklara sahip aslan figürleri yerleştirmiştir. Burcun Sol-sağ tarafındaki Aslan figürleri kitabenin bulundu şerit üzerinde dış kabartma tarzında işlenmiştir. Hayvan figürleri burç yüzeyi üzerine, sağdan ve soldan dengeli boşluklar bırakılarak kompozisyon düzenli bir biçimde yerleştirilmiştir. Bu özellik Resim sanatının temeli olan desen çalışmalarında da hassasiyetle üzerinde durulan konulardan biridir. Konu için ayılan alanın yerli yerince değerlendirilmesi resim sanatının temel amaçlarından biridir. Konu gözü rahatsız edecek derecede küçük boyutlu olmadığı gibi kontur çizgisi dışına da taşmamalıdır. Aslan figürlerinde de bu plastik denge ideal bir biçimde uygulanmıştır. Aslan figürleri izleyiciye bir mesaj vermesi yanında iyi estetik değerleri de üzerinde taşımaktadır. Bu üslup bir yerde yazılarla benzeşen bir üslup olsa gerek. Kitabelerle Hayvan figürleri biçimsel farklılıklara rağmen öz’de birbirleri ile örtüşmektedirler. Yazılar ile hayvansal figürler aynı yüzey üzerinde birlerine kontrast düşmemektedirler. Bunun yanında rölyef biçiminde uygulanmış aslan ve çift başlı kartal figürlerin plastik olgunluğa sahip olması, sanatçısının iyi bir gözlem, tasarım ve uygulayım bilgisine sahip olduğunu göstermektedir.

Her iki aslan figürünün orta yerinde ise çift başlı kartal figürü bulunmaktadır. Aslan figürleri kimi tarihçilere göre mücadele, güç ve üstünlük sembolü olarak yorumlanmıştır. Buradaki aslan figürlerinin kullanılma nedeni de; bulunduğu yerin koruyuculuğu ve kollayıcılığı sembolize edebilir. İki aslan figürünün ortasında yer alan çift başlı kartal figürü ise; tarihte gelmiş geçmiş Türk İslam devletlerinin ve Selçuklular’ın simgesi olarak kullanılmıştır. Yedi Kardeşler Burcu üzerinde yer alan tüm bu hayvansal figürler ilginç stlizasyona uğratılarak biçimlendirilmişlerdir.



Yedi Kardeşler Burcu’nun (İzleyene Göre) Sağ Tarafında Yer Alan Arslan Figürü

Aslan figürünün genel biçimsel yapısına bakılırsa; güçlü bir stilizasyon görülür. Bazalt taşının sert olma özelliğine rağmen bu aslan rölyefindeki stilizasyon şaşırtıcı şekilde uygulanmış ve plastik açıdan başarı ile sonuçlandırılmıştır. Aslan figürü hareket ve dinamizm mesajı yüklü bir anlayışla yapılmıştır. Sanatçısının olayı iyi gözlemlemediğini göstermektedir. Figür yüzeyde poz veriyormuş edasıyla durgun bir halde “biblo” görünümündedir. Kabartma derecelendirme yapılırsa; 0,1, 2, 3, 4, 5 aşamalı olarak tanımlanabilir. Sıfır noktası, burcun düz yüzeyi olurken, burun bölümü aslan rölyefinin en yüksek alanıdır. Güzler burun kısmının her iki tarafında Uygur resimlerinde yer alan figürlerdeki gibi çekik gözlüdür. Göğüs bölümüne bir zırh yerleştirilmiş gibi ek kabartma yer almıştır. Aslan figürünün, Askerlik deyimi ile başı dik göğsü ilerdedir. Ön ve arka ayaklar genel anatomik yapıya aykırı bir duruşla kıvrılmışlar, bu durum ya stilizasyonun sonucu ya da sanatçısının gözlem eksikliğinden kaynaklanabilir. Aslanın kuyruğu ejder başı olarak yapılmıştır.



Yedi Kardeşler Burcu’nun (İzleyene Göre) Sol Tarafında Yer Alan Arslan Figürü

Burada yer alan aslan figürü diğerinin simetrik biçimi olarak uygulanmıştır. Baş genel olarak gövdeye oranla daha büyüktür. Her ikisinde de perdahlanmış bir taş işçiliği yer almaktadır.



Çift Başlı Kartal Motifi

Yedi Kardeşler Burcu’nun ön yüzünde, besmele-i şerife’nin yer aldığı kitabenin üzerinde bulunan çift başlı kartal motifi, aslan figürlerinin bir anlamda simetrik olarak ikiye bölmüştür. Burcun ortalarında yer alan kartal motifinin üst bölümündeki friz biçimindeki kabartma şeritler ile bir anlamda kitabe, aslan ve kartal motifleri taçlandırılmıştır. Çift başlı kartal motifi simetrik olarak uygulanmıştır. Kanatlarda beş sembolik telek uygulanmıştır. Kartal figüründeki baş, kanat ve pençelerdeki stilizasyon uygulamasına bakılırsa, sanatçısının iyi bir gözlem, tasarım ve uygulayım gücüne sahip olduğu görülür. Tüm bunlar göstermektedir ki; Güzel sanatlar, Hangi zaman ve mekanda olursa olsun, birey ve toplum olarak, bizzat insanın kendine yönelişi, kendi ruh yapısını ortaya koymasını, kendi dert, çile, ızdırap, özlem ve mutluluklarını dile getirmesini temin ederken, bir taraftan da insana ümit, cesaret, şevk ve dayanma gücünü telkin eder.



Evli Beden Burcu

Evli Beden Burcu, Ulu Beden veya Ben-u Sen Burcu olarak da bilinir. Artuklu dönemi eseridir. (1183- 1232). Melik-el Salih ebu’l-feth Mahmut zamanında yapılmıştır (1208). mimarı Cafer oğlu İbrahim’dir. Burçta toplam 6 aslan motifi rölyefi vardır ve Avrasya hayvan motifleri üslubunu yansıtırlar. Başlarında taç bulunan kanatlı aslan figürlerinin kuyrukları ejder başlı olarak işlenmiştir. Üslup olarak Yedi Kardeşler Burcu ile belirgin özellikler taşır. Evli Beden burcunda da Aslan ve çift başlı kartal motifleri yer almıştır. Bu burçtaki taş işçiliğine bakılırsa bir adım daha önde ince süslemelere girilmiştir. Bu çift başlı kartal motifindeki kanatlarda simgesel altışar adet telek (Kanat tüyü) kullanılmıştır. Evli Beden burcunun ön yüzünde (izleyene göre) sol alt köşede yer alan ve dışa dönük aslan motifi rölyefi dereceli olarak çukur halde işlenmiş yatay dikdörtgen içine alınmıştır. Burç yüzeyinde yer alan tüm aslan motifi rölyefleri ciddi anlamda aşınmış ya da tahrip olmuştur. İnsanlar Çift başlı kartal sembolünü sevmişler; Selçuklu Devleti, Diyarbakır Belediyesi, Dicle Üniversitesi ve diğer bir çok sivil kuruluşlar bu motifi birer amblem olarak kullanmışlardır. Kitabe kuşağının sol başında kanatlı, Ejder başlı kuyruklu aslan motifi rölyefi, görüntüsü ile dinamik bir imaj hissi uyandırmaktadır. Aslan figürü dikdörtgen şeklinde bir taş yüzeyi üzerine işlenmiştir. Kompozisyonun yüzey üzerine dengeli bir biçimde yerleştirildiği söylenebilir. Bununla beraber figürün ejder başlı kuyruğu çerçeve dışına taşırılmıştır. Aslan başı’nın insan başını çağrıştırmış olması, Mısır piramitlerinin önünde yer alan insan başlı aslan heykelleri olan “sfenksleri” hatırlatmaktadır. Güneş doğarken nasıl ilk olarak, dağların tepelerini, daha sonra yüksek binaların damlarını aydınlatıyor ve en sonra, yeryüzünün düzlüklerine ve alçak yerlerine ışınlarını yaymaya başlıyorsa; güzel sanatların yaydığı ışıklar da tıpkı güneş gibi yayılır ve ilkönce yüksek seciyeli, sayıları pekaz olan aydın kişilerin ruhlarını ve kafalarını aydınlatır. Evli Beden burcunun üst kısmında yer alan konsollar form inşa bağlamında çok zarif taş işçiliğinin uygulandığı bir alan örneğidir.



Nur Burcu

Selçuklu dönemi eseridir. (1085-1183). Melikşah zamanında yapılmıştır.(1089). Mimarı Selami oğlu Urfalı Muhammed’dir. Kufi (Nebati) yazı ile yazılmış kitabesi ve çeşitli hayvan figürleriyle en zengin burçtur. Kitabe arasında yer alan uzun boynuzlu keçi motifi rölyefi dikkat çekici estetik değerdedir. Yine kitabe arasında yer alan simetrik olarak yerleştirilmiş dört nala koşan at motifi rölyefleri bu dönem heykel sanatında perspektif ve anatomide ne kadar bilgi, gözlem, beceri ve yetenek konusunda bize net belge sunmuşlardır. Kitabenin sol kenarında yer alan güvercin motifi rölyefinin kanatlarındaki beşli telek, yedi kardeşler burcundaki çift başlı kartalın telekleri ile aynı sayıda olması dikkat çekicidir. Hemen alt tarafında yer alan bağdaş kurmuş bir şekilde oturan kısa saçlı, eli ile ayaklarının tutan çıplak kadın rölyefi ise hangi amaçla yapıldığı konusunda fikir yürütmek zordur. Kitabenin sağ tarafında da soldakinin simetrisi olarak uygulanmış kanatları açık ancak bunda altı telek görünen güvercin motifi rölyefinin altında da çıplak kadın motifi yer almaktadır. Ancak antik çağ eserlerinde; çıplak kadın heykelleri-örneğin: Kibele, Bolluk ve bereket tanrısı sembolü olarak kullanılmıştır. Nur burcunda yer alan kitabenin sağ köşesindeki aslan motifi daha belirgin stilizasyona uğratılmış olması yanında sevinç veren bir gülümseme imajı kayda değer bir özelliktir. Nur burcunun sol yüzünde yer alan ancak türü belli olmayan bir yırtıcı kuş, aynı şekilde türü belli olmayan avını parçalamasını konu edinen bir rölyef, büyük ihtimalle mücadele ve güç gösterisini simgelemiştir. Bazı sanat tarihçileri, Alta mira ve Lascaux Mağara resimlerini, hasımına karşı bir üstün gelme tasviri olarak betimledikleri biçiminde yorum getirmektedirler. Buradaki kuş ve avı konusu da bu anlayıştan kaynaklanabilir. Bu olgunun önemli yanı; düşünce duyguların mukim kale duvarlarına bile olsa resimsel bir anlayışla ifade edilmiş olmasıdır.



Selçuklu Burcu

Melikşah dönemi eseridir. Nur Burcu benzeridir. Kufi yazı ile yazılmıştır (1088). Evli Beden Burcu’nun kuzeyindedir. Kitabe üzerinde yer alan simetrik olarak yerleştirilmiş keçi motifi rölyefinde uygulanan uzun boynuzların stilize edilmiş parçalı bölümleri yüzeyin başka bölümlerinde de uygulandığı görülmüştür. Kitabenin sol köşesinde yer alan aslan motifi rölyefinin stilizasyonu olmakla beraber miken sanatında olduğu gibi zarafet açısından daha az özen gösterildiği yorumu yapılabilir. Güvercin olabileceği yorumu yapılabilecek olan kuş figürü rölyefi yine kitabenin arasında yer almaktadır.



Dağkapı Burcu

Diyarbakır’da hüküm sürmüş devletlerin hemen tümü, kentin en önemli bölümlerinden olan Dağ kapı burcunun iç ve dış duvarlarına çeşitli işaretler, kitabeler ve armalar koydurmuşlardır. Dağ kapı burcunun çeşitli yerlerinde değişik hayvansal, bitkisel ve motiflerinin rölyefleri yer alır. Bitkisel motiflerin içinde üzüm ve yaprak şekilleri bulunur. Dağ kapı harput kapı olarak da bilinir. Kitabe ve rölyef yönünden en zengin kısımıdır. Yanında Mervani dönemine ait mescit vardır. Kapı civarındaki rölyeflerin çoğu çeşitli zamanlarda yapılan onarımlar sırasında rastgele yerleştirilmiştir. Bunlardan biri Bizans döneminden kalma kitabe parçasıdır. Dağ kapı burcunda yer alan ilginç işlemeli demir kapı eskiden beri sürekli nöbetçiler tarafından akşamları güneşin batışı ile kapanır, doğuşu ile açılırdı. Abbasilere ait güvercin, hayvan ve bitki motiflerindeki stilizasyon alabildiğine naif ve spontane bir biçimde yapılmış oldukları dikkati çekmektedir. Öyle ki bazı hayvan motiflerindeki aşırı naiflik, rölyefin hangi hayvan türüne ait oluğuna dair yorumu zorlaştırmaktadır.

Dünün sanatı geçmişin aynasıdır. Bu günün sanatı da geleceğe en geçerli tarihi belgelerdir. Gelecek çağın insanları bizim bugünkü toplumuzda neler olup bittiğini, bu toplumun başından neler geçtiğini nasıl öğrenecekler?.. Bundan yüz sene sonraki insanlarımıza, bu günleri bizzat yaşamayan evlâtlarımıza her anı başlı başına bir olay olan bu enterasan yüzyılı nasıl ulaştıracağız?.. İşte bu mesajı gelecek nesillere iletebilecek yegane köprü sanattır.

Bir toplum yüce değerlere, güzel sanatlara sahip çıkarak ulaşabilir veya diğer bir ifade ile, güzel sanatları benimseyen toplumlar ulvî özelliklere sahip olabilir. Her bir güzel sanat eseri toplumsal otobiyografidir. Bir toplum ortaya koyduğu veya sahip çıkıp koruduğu güzel sanat eserinin niteliğine göre, kendi otobiyografisini okuyabilir. Meselâ; denilebilir ki, Diyarbakır’da yaşayan toplumların otobiyografilerini Diyarbakır’daki eserlerden okuyabiliriz. Diyarbakır Surları, Ulu Camii, Nebî Camii, Hz. Süleyman Camii, Behram Paşa Camii, Melik Ahmet Paşa Camii, Zinciriye Medresesi, Mesudiye Medresesi, Hatuniye Medresesi, içkale Artuklu Sarayı, Malabadi Köprüsü, Haburman Köprüsü, Mervânlı Kitâbesi gibi sanat eserleri sanki kulağımıza yüzyıllar ötesinden birfleyler fısıldıyor.



Sonuç ve Öneri



1- Tarihi estetik değerlere sahip Diyarbakır Surları, içinde bulunduğu Şehri bir “Dünya Kenti” haline getirmiştir.

2- Tarihi estetik değerlere sahip Diyarbakır Surlarını önemli kılan özellikler:

a- İnsanüstü emek tasarım ve uygulayım.

b- Dikkat çekici estetik değerleri üzerinde taşıması.

c- Kitabelerin belgesel özelliği ile beraber, estetik nitelikte olması.

d- Hayvansal motiflerin estetik nitelikte olması.

e- Bitkisel motiflerin estetik nitelikte olması.

f- İnsan motiflerinin estetik nitelikte olması.

3- Tarihi Estetik Değerlere sahip Diyarbakır surlarının dahi ciddi bir şekilde koruma altına alınmalıdır.

4- Surlara özel bir önem ve güzellik kazandıran insan, hayvan ve bitki motifleri ile beraber kitabeler, özel kimyasal maddelerle doğal ve insani şartlardan kaynaklanacak hasarlara karşı koruma altına alınmalıdır.

5- Koruma etkinliği için valilik ve Belediye Başkanlığı ortak çalışması ile Koruma ve güvenlik kadroları oluşturulmalıdır.

6- Diyarbakır’ı bir “Dünya Kenti” haline getiren özellikleri daha etkin bir kampanya ile ulusal ve evrensel bazda tanıtılarak, turizm teşvik edilmelidir.
 
Diyarbakır köşkleri

KÖŞKLER

Seman Köşkü'nde Eyvan ve Havuz

Diyarbakır surlarının güneyinde ve çoğunluğu Dicle nehrinin batısındaki yamaçlarda bulunan köşk*ler (Çizim 1), Diyarbakır surlarını, Esfel bahçelerini, Dicle nehri ve geniş vadisini gören etkileyici bir pa*noramaya sahiptir.



Çizim I- Doğal çevre içinde köşklerin panoramik konumlan.



Sıcak-kuru bir iklim ve sınırlı bir alan etkisiyle, Diyarbakır Suriçi'nde bitişik olarak inşa edilen evle*rin içe dönük ve avlulu karakterine karşın, köşkler; bahçe içerisinde, sınırlan geniş bitki örtüsüyle belir*lenen, manzaraya hakim ve doğayla birlikte olma arzusunu karşılayan yapılardır. Köşklerin varlığı, Suri-çi'nde lek manzarası avlu olan evlere sahip kent soy*lularının doğayla birlikte olma çabalarına bağlanır. Yaz aylarında kullanılan bu vernaküler mimari ör*nekleri, Ortaçağ karakterindeki içe dönüklükten, Rö*nesans'ın çevreye açılma eğilimine benzer bir plan*lama akışı gösterir. Köşklcrdcki tüm mekânlar, görsel olarak doğayla iç içedir.



Kuşdili Köşkü.



Ağulu Dere Köşkü.

Köşklerde mekânlar, dikdörtgen formlu yapının uzunluk doğrultusundaki ekseni üzerinde dizilir. Bu eksen üzerinde bir yüzü açık olan eyvanın konumu,

bütün köşklerde aynı değildir (Çizim 2). Genellikle kitlenin ortasında ya da dış yan kısmında yer alır.

Köşklerdeki eyvan, genci olarak Diyarbakır Sur içi geleneksel evlerindeki eyvanlardan farklıdır. Eyvanın dikdörtgen biçimli formunun uzunluk yönündeki ek*seni, Diyarbakır geleneksel evlerinde kitlenin uzun*luk yönündeki eksenine paralel, köşklerde ise dik*dörtgen formlu kitlenin uzunluk yönündeki eksenine diktir (Çizim 3). Köşklerdeki eyvanda selsebilli havuz, hacmi ekseninden itibaren ikiye böler. Diyarbakır ge*leneksel evlerindeki eyvanda ise bazen görülen ha*vuz ortada bulunur.

Köşklerde genel olarak kuzeye yönlendirilmiş olan eyvan ile önündeki bahçe arasında organik bağı ku*ran öğe, sudur. Eyvanın içinden bahçeye akan su; kaynak, selsebii, dikdörtgen havuz, açık ya da kapa*lı bir kanal, taş kadeh ya da şadırvan ve dıştaki büyük havuz dizgelerini takip eder (Çizim 4). Kaynak*tan gelen su, eyvanın arka duvarında bulunan kenar*ları işlemeli taş yüzeyde sesli bir su perdesi oluşturur, incecik bir kesitte akan su, buharlaşarak doğal bir ik-limlendirme sağlar. Eyvan içinde bulunan 40-50 cm. derinliğindeki dikdörtgen havuzda su neredeyse ha*reketsizdir. Meyvelerin soğutulduğu bu havuzdaki su, taşmadan bazen kapalı bir kanal ile kaybolur ve dantel gibi işlenmiş taş kadeh ya da şadırvanda ortaya çıkar. Kanal ile taşınan su, son olarak büyük ha*vuza akar. Derinliği fazla olan havuzun taş olan döşeme ve duvarları sıvasızdır. îçine girip serinleme amacı ile de kullanılan bu havuzun suyu, bahçe su*laması için gerekli su ihtiyacını da karşılar.



Erdebil Köşkü



Erdebil Köşkü’nün başka cepheden görünüşü.

Eyvan, bazalt kaplı döşemesi, beşik tonoz ya da ahşap kirişli düz örtülü tavanı, bir tarafı açık diğer üç tarafı duvarlarla kapalı olan içinde su hareketinin dantel gibi işlendiği serin bir mekândır. Önü açık olan bu mekânın, arka duvarı üzerinde pencere şek*linde boşlukları olan örneklerine de rastlanır. Rüzgâ*rın bir taraftan girip diğer taraftan çıkışını sağlayan bu boşluklar İle eyvan içinde doğal bir hava sirkülas*yonu sağlanır.

Tek katlı olan köşkler, selsebilli eyvan ve birkaç odadan oluşurlar. İki katlı olanlarında üst katta man*zara için seyir platformu olan ikinci bir eyvan bulu*nur. Ahır birimi, bodrum kattadır. Geçici ocakların bulunduğu bazı köşklerde mutfak bulunmaz. Tek katlı olanlarında bahçe içinde bulunan tuvalet, iki katlı olanlarda üst katta inşa edilmiştir.

Odalarda alt pencereler sedir yüksekliğinden itibaren başlar. Bazen bu pencereler üzerinde tepe pencereleri yer alır. Duvarlarda kapaklı yada kapaksız "paça" adı verilen nişler bulunur, iklim nedeniyle odaların yükseklikleri fazladır. Tepe pencereleri ise odalarda biriken sıcak havanın tahliyesini sağlar.

Bu asal geometrik formun sade görünüşüne karşın, pencere ve kapı kemerlerindeki ince işçilik, bazalt ve kireç taşından inşa edilen ardışık duvarları, cepheler üzerinde "cıs" adı verilen özel bir harç kullanılarak yapılan rozet ve bitki motiflerinden oluşan pano süs*lemeleri, saçakların hemen altında bulunan koç başlarının zerafeti ve detaylarındaki incelikleri ile köşk*ler, vernaküler mimarinin güzel örneklerindendir.

Geleneksel köşk mimarisi; tekrar kullanılabilir yapı bileşeni, iklimsel yapı, imgelenebilir mekân, sür*dürülebilir tasarım kriterleri gibi kavramları bünye*sinde barındırmakladır.
Bu vernaküler mimari, kaybolma tehlikesiyle karşı karşıyadır ve modern mimariye ilham kaynağı olabi*lecek pek çok gizeme sahiptir.
 
Diyarbakır Hanları

Hanlar ve Özellikleri

Anadolu'nun coğrafik yapısı, yol güzergâhlarının belirlenmesinde etkili olmuştur. İçteki yüksek yayla*lar, Akdeniz ve Karadeniz kıyılarına paralel uzanan, doğuda birleşen sıradağlar, batıda alçalarak oluşan Ege ve Akdeniz vadileri ve iklimsel büyük farklılık*ların en önemli sebebi olarak özetlenebilir. Bu yüzey şekillerinin uzanış yönü doğu-batı doğrultulu bir yol sistemi olarak belirmiş, kuzey-güney doğrultulu yol*lar ise ancak teknik imkanların çoğaldığı daha son*raki dönemlerde gelişebilmiştir.

Anadolu Selçukluları devrinde gelişen düzenli yol sistemleri ve bu yollar üzerinde sağladıkları güvenli seyahat imkânı, Diyarbakır'ın ticari amaçlı gelişi*minde önemli etkenlerden birisi olmuştur. Diyarba*kır'ın önemli yollar üzerinde bulunması, bazı yapıla*rın gelişmesine neden olmuştur. Bunların başında hanlar gelmektedir. Diyarbakır'da bulunan hanlar Osmanlılar döneminde yapılmış olup, bu devrin mi*marisinin en güzel örneklerindendir. Bu yapılardan günümüze ancak üç tanesi ulaşabilmiştir. Bunlar; Deliller Hanı (Hüsrev Paşa Hanı), Hasan Paşa Hanı ve Çifte Han'dır.

HÜSREV PAŞA HANI (DELİLLER HANI)

Diyarbakır'da ayakta kalmış hanlardan Hüsrev Pa*şa Hanı, H. 934 yılında Diyarbakır'ın ikinci Osmanlı valisi olan Hüsrev Paşa tarafından yaptırılmıştır. De*liller Hanı olarak da bilinen yapının bu adı almasının nedeni, hacı adaylarına rehberlik yapan delillerin bu*rada konaklamasıdır. Han karşısındaki geniş alana da Hacılar Harabesi denilmektedir.

Oldukça geniş bir alanı kaplayan hanın, ortasında kareye yakın geniş bir avlusu bulunmaktadır. Bu av*lunun etrafında bulunan ve iki katlı revaklı geçişle*rin arkasında yer alan han odaları ile tek kaili bir ahır kısmından meydana gelmiştir. Avlu ortasında bir şadırvan bulunmaktadır. Girişle ve girişin tam karşısında bulunan merdivenler, üst katla bağlantıyı sağlamaktadır. Odaların revaklı geçişlere ve oradan da avluya açılan kapılarının yanında bir de pencere bulunmaktadır.

Hanın ahır ve depo olarak kullanılan ikinci kısmı*na, güneydeki bir han odasının geçit olarak kullanı*lacak şekilde düzenlenmesi ile geçilmektedir. Ahır kısmında tek sıra halinde dizilmiş pencereler bu bö*lümün aydınlatılmasını sağlamaktadır. Hanı dıştan tek yönde sınırlayan dükkânlar, ahır kısmının caddeye bakan yüzeyinde devam etmektedir. Dışarıdan ba*kıldığında, ahır kısmı tek kat, odaların yer aldığı ana bölüm çift kat olarak yükselmektedir. Yapı, siyah ba*zalt taş ve beyaz kalker taşının beraber kullanılması ile oluşturulmuştur.

Yeniden kullanım karan alınarak günümüz koşul*larına uydurulmak istenen bu han, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün yardımları ile 1984 yılında 49 odalı ve 103 yataklı otel haline getirilmiştir. Beş yıldızlı bir otel haline getirilen bu yapıda avlu, ana mekân ola*rak kullanılmaktadır. Sabah kahvaltısı, öğle yemeği, açık bar ve özellikle yazın akşam yemeği için avlu kullanılmaktadır.

Daha önce deve ve atların gecelediği ve yaklaşık 6-7 m. yüksekliğinde ahır olarak yapılmış birim gü*nümüzde kapalı restoran olarak kullanılmaktadır.

Restaurant 300 kişi kapasiteli olup yalnız otel müşterileri değil yerli halkın da yemek yeme amacıy*la kullandığı bir mekân durumundadır.

Kış aylarında müşteri sayısı % 30-40 civarında olmasına karşın, yaz aylarında (özellikle Diyarbakır ik*limini göz önüne alarak Nisan başlarından Ekim so*nuna kadar süren sıcak hava, yaz döneminde yedi aylık bir süreyi kapsamaktadır) bu oran % 70 civa*rındadır.

Odalarda ve restaurantta bulunan pencereler ha*valandırma için yetersiz olmasına karşın bu sorun havalandırma bacaları ile çözümlenmiştir.

Yapıda kalorifer tesisatı yapılarak ısınma sorunu*na çözüm bulunmuştur. Banyo ve WC eklenemeyen adalar, personele ayrılarak kullanılmaktadır.



Hüsrev Paşa Hanı (Deliller Ham).

Cadde üzerindeki cephede bulunan dükkânlar tu*ristik amaçlı alışveriş imkânına sahiptir.

Giriş katında iki kol idarî bürolar, şark odası, oyun odası, bar olarak düzenlenmiş, diğer iki kol ise yatak odalarına ayrılmıştır.

Otelde konaklayan turistlerin oranı % 20 yabancı, % 80 yerli turist ağırlıklıdır.

HASAN PAŞA HANI

Diyarbakır'da ayakta kalmış hanlardan ikincisi olan Hasan Paşa Hanı, Osmanlılar zamanında Diyar*bakır'da valilik yapmış olan Sokullu'nun oğlu Vezir-zâde Hasan Paşa tarafından 1572-1575 yılları ara*sında yaptırılmıştır. Hasan Paşa Diyarbakır'da ilk olarak kuyumcular için bir çarşı yaptırmıştır. Daha sonra Ketenciler adıyla bilinen ancak günümüze ula*şamamış çarşıyı yaptırmıştır. Kuyumcular Çarşısı'nda yapılan hasır bilezikler, haplar, kişnişli gerdanlıklar, avizeler, hançerler vb. parçalar, Ketenciler Çarşısındaki dükkânlarda satılırdı. Hasan Paşa, bu iki çarşıya ticaret için gelenlerin gecelemeleri için bir han da yaptırmıştır.

Hasan Paşa Hanı, Deliller Hanı'ndan sonra Diyar*bakır'daki ikinci büyük handır. Bu hanın güney ve batı kapılarında tarihî iki yazıl bulunmaktadır. Hanın batı cephesi, allı beşik tonozlu dükkânlarla üst katın*da taşan iki süslü pencereyle dışarı açılan orta kısmı, yapının genel çizgilerini tamamlamaktadır. Deliller Hanı'nın sade görünümlü üst katına karşılık, bu ha*nın köşelerinde başlıklı sütuncuklar, üzerinde boşalt*ma kemerleri ve köşelere rastlayan pencerelerde mukarnaslı başlıklar yer almıştır. Bazalt ve kalker taşı*nın beraber kullanılması ve kalker taşının yatay ola*rak yerleştirilmesi, yapıyı olduğundan da uzun gös*termektedir.

Yapıyı en üstte taş konsolların üzerine olurmuş bir silme sınırlamakta ve arkasında han odalarının kub*beleri görünmektedir. Ancak, bakımsızlıktan dolayı üst örtü yok olmuştur. Daha sonra yapılan yanlış bir müdahale ile tuğla kubbelerin üzerine beton döküle*rek yalıtılmaya çalışılmıştır.

Yapının batı kapısı içeriye doğru genişlemektedir. Basık kemerli bir kapıdan geçildikten sonra beşik to*nozlu bir kısım gelmekte ve buradan avluya ulaşıl*makladır. Girişin solundaki ve karşısındaki merdi*venler üst katla bağlantıyı sağlamaktadır. Avlunun ortasında altı sütuna oturmuş üstü kubbeli bir şadır*van yer almaktadır.



Hasan Paşa Hanı.

Alt kat odaları sivri kemerli revaklarla avluya açıl*maktadır. Ayrıca bu handa dikkati çeken diğer bir özellik, üst katta avluya doğru taşan konsolların bu*lunmasıdır. Yine üst katta da revaklar bulunmakta ve bu revakların arkasında odalar yer almaktadır. Oda*lar bir kapı ve pencereyle avluya açılmaktadır.



Hasan Paşa Hanı'nın bodrumunda, gelen kervanla*rın hayvanları için ahır kısmı bulunmakladır. 1613'te buraya gelen Polonyalı Simeon, gördüğü bu yapıyı üç katlı, kagir, 500 beygiri barındırabilecek iki ahırlı, şadırvanlı, pek çok odalı bir yapı olarak tarif etmektedir.



Hasan Paşa Hanı'nın avlusunda bulunan, altı sütuna oturmuş

Bugün, Hasan Paşa Hanı'nın giriş katı ticari amaç*lı kullanılmaktadır. Üst kat, tamamen boş bırakılma*sı dolayısıyla yer yer tahrip olmuş ve yıkılmalar baş*lamıştır. Bodrum katta bulunan ahır bölümü ise, de*po olarak kullanılmaktadır.

ÇİFTE HAN

Günümüze kadar ulaşmış hanlardan üçüncüsü olan Cifle Han'ın kesin yapım tarihi ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Eldeki belgelerden XVI. yüzyıldan kalma ve Osmanlı yapısı olduğu an*laşılmaktadır.

Han, ilk yapımı sırasında çift han olarak düşünülmüş, ancak Cumhuriyet dönemi ile birlikte yol çalışması sırasında ikincisi yıktırılmıştır. Bütünüyle günümü*ze kadar gelebilseydi, Diyarbakır hanları içinde biri birine bitişik çifte han biçimiyle değişik bir uy*gulama örneği teşkil edecekti.

Siyah bazalt taşlan yapılmış olan bu yapı iki katlıdır. Ortada bir avlusu ve avlunun üç tarafın*da basık kemerli revakları bulun*maktadır. Hana giriş kapısının bi*raz ilerisinde soldan bir merdiven üst katla bağlantıyı sağlamakta*dır. Üst kattaki han odalarının önünde de revaklar bulunmakta*dır. Odaların avluya bakan yüzle*rinde, bir kapı ve bir pencere yer almaktadır Hanın giriş katı depo olarak kullanılmakta, üst kat ise hiç kullanılmamaktadır. Girişin karşısında bulunan kolun üst kat*ta revaklı geçişleri yıkıldığından, üst katta bu kola ulaşılamamakta*dır. Bodrumda ahır bölümü bu*lunmakladır. Bu han, Deliller Ha*nı ve Hasan Paşa Hanı'na göre da*ha yalın ele alınmıştır.

Hasan Paşa Hanı'nın avlusunda bulunan, altı sütuna oturmuş kubbeli şadırvan.

Çeşitli medeniyetler zamanında yapılmış han ve kervansaraylar gibi konaklama yapılan, o döne*min şartlarına uygun olarak ker*vanların konaklama yeri olsun di ye yapıldığından günümüzde bu işlevini kaybet*mişlerdir. Bunun yanı sı*ra, tarihî yapının çevre*sinde oluşan yeni yapı*laşmalar ve meydana ge*len bozulmalarla birlikte, yapının yapılış amacı dışındaki bir kullanım, do*ğa şartlan ve yapıların terk edilerek boş bırakıl*ması oldukça süratli bir eskimeye ve yok olmaya neden olmaktadır.



Deliller Hanı (Rüstem Paşa Hanı] otele dönüştü*rülerek tekrar yaşama ka*vuşturulmuş olmasına karşın, Çifte Han ve Ha*san Paşa Hanı yapılış amaçlarının dışında kul*lanılmaktadırlar. Oysa, Suriçi'nin merkezî bir noktasında bulunan bu hanlar oldukça değerli bir yere sahiptir.

KAYNAKLAR

Bey:>anoğlu, Ş., 1937. Başlangıçtan Akkuyııntulara Kadar Anıtları ire Kitabeleri tle Diyarbakır Ta*rihi, Diyarbakır Belediyesi Di*yarbakır'ı Tanıtma Yayınlan: 1, 1. C, Ankara.

Binan, C. Ş., 1990. 13. Yüzyıl Ana*dolu Kervansarayları Koruma Ölçütleri Üierine Bir Araştırma, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İ.T.Ü., İstanbul.

Mâm Ansiklopedisi, 1994. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araşhrma-ları Merkezi Yayını, <î. C, İstan*bul.

Kejartlı, D. T., 1995. Diyarbakır'da Turizm Potansiyeli re Hasan Paşa Hanının Konaklama Amaçlı Kullanımının İrdelen*mesi, yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Y.T.Ü., istanbul.

Sözen, M., 1971. Diyarbakır'da Türk Mimarisi, Diyarbakır'ı Ta-mtma ve Turizm Demeği Yayı*nı: 21, l.bs., Gün Matbaası, İs*tanbul.

Hanlar

Hasan Paşa Hanı:

Diyarbakır'ın en büyük hanlarından olan Hasan Paşa Hanı bazı tamiratlar görmüş olmasına rağmen, bugün de ayaktadır. Diyarbakır valilerinden Hasan Paşa taralından 1572-1575 yılları arasında inşa etti*rilmiş olan bu han, Diyarbakır'ı ziyaret eden sey*yahların da hemen dikkatini çekmiş ve han hakkın*da seyyahlar önemli bilgiler vermişlerdir.

1612 yılında Diyarbakır'ı ziyaret eden Polonyalı Simeon, şehre geldiği zaman indiği Hasan Paşa Hanı'nı,



"... Muazzam kârgir bir bina olan bu hanın 500 beygiri barındırabilecek yer altında iki ahırı, renga*renk demir parmaklıklarla çevrilmiş çok güzel ha*vuzu, üç kat üzerine birçok kârgir odaları vardı..."

diyerek çok güzel bir şekilde tanıtmıştır. Yine daha sonraki tarihlerde Diyarbakır'a gelen Evliya Çelebi [1654-1655), İnciciyan (1804) ve J. S. Buckingam (1815) Hasan Paşa Hanından önemle bahsetmişler*dir". Bunlardan Buckingam'm 1815 yılı için verdiği bilgiler arasında hububat piyasasının burada toplan*dığı hakkındaki kaydı, XIX. yüzyılda da bu hanın büyük bir öneme sahip olduğunu göstermektedir".

Ulu Cami'in doğusunda ve cadde üzerinde olan Hasan Paşa Hanı'nın XIX. yüzyılın ilk yarısında da Diyarbakır'ın en önemli hanlarından birisi olduğu görülmektedir. 3 Ekim 1792 tarihinde Diyarbakır va*lilerinden Abdi Paşa'nın kethüdası Nuh Beğ zimme*tinde olan 54 bin kuruşu ödemediğinden bütün mal*ları bu handa hıfz edilmiştir. 25 Aralık 1802 tarih*li bir fermandan Diyarbakır'da eceliyle vefat eden Di*yarbakır valisi Zühtü İsmail Paşa'nın eşyalarının yine Hasan Paşa Hanı'nda toplandığı anlaşılmaktadır". 5 Ağustos 1843 tarihli bîr arzda da muhtemelen 1833 yılında Diyarbakır'da vuku bulan yangın esnasında Fransız rahiplerinden birinin eşyalarının kurtarılarak burada saklandığı görülmektedir. Bütün bu belge*ler, Hasan Paşa Hanı'nın incelenen dönemdeki öne*mini ortaya koyduğu gibi Diyarbakır'a dışardan gelip bu handa vefat eden tüccarların tereke kayıtları da Hasan Paşa Hanı'nın önemli bir tüccar ham olduğu*nu göstermektedir67.

Temmuz 1724 tarihli bir hüccetten "Şehit Mehmed Paşa evkafından" olduğunu tespit ettiğimiz hanın, XIX. yüzyılda yan hasılatının Rağibiyye Medresesi'ne ait olduğu görülmektedir. Diyarbakır ulemasın*dan Küçük Ahmed ve Hacı Mehmed Ragıb Efendi 1840 tarihli arzlarında, söz konusu hanın yan hası*latının Rağibiyye Medresesi'ne ait olduğunu ancak 1833 yılından beri askere kışla ittihaz edildiğini be*lirterek, 7 senelik icarın yarısı olan 3000 kuruşun ödenmesini ve hanın askerden tahliyesini istemişler*dir. Bununla birlikte 11 Nisan 1842 ve 7 Eylül 1842 tarihli Vilayet Masraf Defteri'nden anlaşıldığı üzere, Hasan Paşa Hanı'ndaki askerler buradan tahli*ye edilmemiş ve ikamet etmeye devam etmişlerdir. Ancak söz konusu defterlerden 6 ay için 400 kuruş olmak üzere hanın icarının ödendiği anlaşılmaktadır.

Deliller Hanı:

Mardin kapısı'nın hemen karşısında olan bu han 1527 yılında Diyarbakır valilerinden Hüsrev Paşa ta*rafından yaptırılmıştır. Buraya Deliller Hanı adı ve*rilmesinin sebebi, İslâm ülkelerinden Hicaz'a gitmek üzere toplanan Hacı adaylarını götürecek delillerin bu handa kalmalarından kaynaklanmaktadır. Gördü*ğü bir kısım tamiratlarla bugün de ayakta kalmış sa*yılı hanlardandır".

Evliya Çelebinin de bahsettiği üzere oldukça faz*la sayıda odası bulunan Deliller Hanı, 20 Haziran 1603 tarihli bir vakfiyede "Mardin kapusu Menzil Han" şeklinde geçmektedir. Söz konusu handa XIX. yüzyılda Hacı adayları ve delillerin yanı sıra, 1817 tarihînden itibaren askerlerin de kaldığı görülmekte*dir . II. Mahmud ve bunu takibeden Tanzimat döne*minde ise Deliller Hanı büyük ölçüde askerin ikame*tine tahsis edilmiş ve depolarına askeri malzemeler konulmuştur. Temmuz 1841 tarihinde Kerim Paşa Livası'nın 2. Alayı'nın eşyaları Deliller Hanı yüklüğün*de bulunmaktaydı. Bu handa 1842 tarihinde önemli sayıda asker kaldığından , 11 Nisan 1842 tarihli Vilayet Masraf Defteri'ndeki bir kayda göre 893 ku*ruş sarf edilerek, harap olan yerleri tamir edilmiştir". Deliller Hanı 1891 yılında Diyarbakır'ı ziyaret eden Arifi Paşa'nın verdiği bilgilere göre bu dönem*de de şehrin önemli hanları arasındaydı.



İbrahim Paşa Hanı:

1810 (H. 1225) tarihli Şcyhzâde ibrahim Paşa vak*fiyesinden anlaşıldığına göre, Salos Mahallesi'nde, Muallak Mescidi'nin alt tarafında ve Deva Hamamı yanında idi. Adı geçen vakfiyiye göre, ibrahim Paşa Hanı,

"...fevkânî kırkbir oda ve tahtanî kırk oda ve ahur ve fevkani ve tahtanı hâricinde bir sağır dükkân ve dâhilinde bir sağır dükkân ve oniki masura âb-ı Hamravat'dan ma-i cârisiyle havuz ve havlu..."

dan müştemildi. İbrahim Paşa tarafından 1810 tari*hinden önce inşa edilmiş olmalıdır.

İbrahim Paşa Hanı 5 mart 1816 tarihli bir hülâsa*dan anlaşıldığı üzere, tüccar hanı olarak inşâ edil*mişti. Ancak Diyarbakır valilerinden Emin Paşa za*manında askere mahsus hanlar boş dururken, bu handaki tüccarlar çıkartılarak hana askerler yerleşti*rilmiştir. Bunun üzerine ibrahim Paşa 9 Ekim 1815 tarihinde bir arz sunarak, bu durumun düzeltilmesi*ni istemiş ve 5 Mart 1816'da "mûcebincç emr-i âlî" gönderilmiştir. Nitekim 1829 tarihli bir hüccette, İbrahim Paşa İlanı'nda tüccarların kaldığı görülmek*tedir. Bu da söz konusu hanın tekrar tüccar hanı ol*duğunu ispat etmektedir.



Bugün için ayakta olmayan bu han hakkında di*ğer kaynaklarda da herhangi bir bilgiye rastlanma*mıştır. Dolayısı ile ne zaman yıkıldığı tespit edileme*miştir.



Tütün Hanı:

Abdal Mahallesi'nde, Deva Hamamı'nın bitişiğinde ve arkasındaydı. 1810 (H. 1225) tarihli İbrahim Paşa vakfiyesinden, bu tarihten önce ve İbrahim Paşa ta*rafından inşa ettirildiği anlaşılan Tütün Hanı,

"... sağ tarafında yedi adet oda ve sol tarafında se*kiz adet oda ve İki ahur ve üç memşa ve sol tara*fında hamam külhanı ve havlu..."

yu ihtiva eden küçük bir handı. Şeyhzâde İbrahim Paşa tarafından evladiyet üzere vakfedilen han hak*kında başka bir bilgiye sahip değiliz. Çifte Han: Hasan Paşa Hanı'nm güneyinde ve Mardinkapı sı'ndan gelen caddenin sağında, sokak arasındadır. Birbirine bitişik iki handan meydana gelen bu hanın, ne zaman inşa edildiği kesin olarak bilinmemektedir. Bugün için sadece bir kısmı ayakta olan Çifte Han'ın yıkılmadan (ince tamamı Borsa olarak kullanılmaktaydı.

1810 (H. 1225) tarihli bir vakfiyede Çifte Han'ın tümünün fizikî durumunu aydınlatan önemli bilgiler mevcuttur. Bu vakfiyeye göre Çifte Han.

"... Sulu Gözde yukarıda otuz oda ve tahtında yirmidokuz oda ve bir havuz ve iki ahur ve biri sağır biri kebîr ve bir mağaza mülhakatından beş adet dükkân ve memşa ve susuz Gözde yukarıda yirmi altı oda ve tahtında yirm'ıbir oda ve bir kahve dük*kânı ve memşa ve üç adet terzi dükkânı ve kapu arası içinde iki dükkân ve bir ahur ve memşa iki mağaza ve su kuyusu ve mülhakatından dört dük*kân..."

dan meydana gelmekteydi. 1810 tarihinde Çifte Han'ın "...40 sehm itibariyle 16 sehm ve guruş da 16 para..." yani °/o 40 hissesi Şeyhzâde İbrahim Paşa'nın mülkü olup evlâdiyet üzere vakfetmiştir .

1804 yılında Diyarbakır'ı ziyaret eden İnciciyan'ın önemli hanlar arasında saydığı Çifte Han, 1842 ta*rihinde 4872 kuruş sarf edilerek tamir edilmiş ve as*kerin ikametine tahsis olunmuştur. XIX. yüzyılın ikinci yarısında da önemini koruyan Çifte Han gü*nümüzde ise bu özelliğini kaybetmiştir.



Rüstem Paşa Hanı:

1539-1542 tarihleri arasında Diyarbakır valiliği yapan Rüstem Paşa tarafından yaptırılmış olmalıdır. Söz konusu han, Rüstem Paşa adından başka Yenikapı adıyla da bilinmekleydi. Yenikapı'nın dışarıdan girişle sağ tarafında bulunan handan günümüze bir şey kalmamıştır.

Melek Ahmed Paşa Hanı:

Rumkapısı yakınlarında idi. Melek Ahmed Paşa 1591 yılında Diyarbakır'da cami ve medreseden başka, bir de ev inşa ettirmiştir. Bu evi, Dilaver Paşa tarafın*dan daha sonra hana çevrilmiş ve XIX. yüzyıla kadar gelmiştir. 11 Nisan 1842 tarihli Diyarbakır masraf defterinden, bu hanın ma'mûr olduğu ve içerisinde sü*vari askerinin ikamet ettiği anlaşılmakladır. Ne za*man harap olduğu ise bilinememektedir.

Kayseriye Hanı:

22 Ekim 1565 tarihli İskender Paşa vakfiyesinde, vakfın gelir kaynakları sayılırken, vakfa ait emlâkin yanında olması sebebiyle adı geçen Kayseriye Hanı'nın, İskender Paşa Camii ile Yeni Hamam yakınla*rında olduğu anlaşılmaktadır. 1577 tarihli bir vak*fiyeden ise söz konusu hanın, 12 hücre, 1 hela, 4 dükkân, 1 mahzenden oluştuğu ve evlâdiyet üzere vakfedildiği görülmekledir, incelediğimiz döneme ait belgelerde ismine rastlanmayan hanın ne zaman harap olduğu bilinmemektedir.

İpekoğlu Hanı:

iskender Paşa Camii'nin batısında ve Penbeciler Çarşısında idi. 4 Mart 1676 tarihli vakfiyede, "...îpekoğlu Hanı dimekle ma'rûf Bengi han..."şeklinde ge*çen söz konusu han, 54 oda, 1 dükkân, 1 ahır ve su kuyusunu ihtiva etmekteydi. Yine aynı vakfiyede bu hanın, Hacı Mustafa Çelebi'nin mülkü olduğu ve ev*lâdiyet üzere vakfedildiği görülmektedir.

Ocak ortaları 1799 tarihli bir vakfiyede adına rast*ladığımız han, XIX. yüzyılın ikinci yansında da var*lığım sürdürmüştür. I. Dünya Harbi sırasında harap olduğu sanılmakladır.

Han-ı Cedîd:

Şubat orlalan 1569 (Evâhir-i Şaban 976) tarihli Behram Paşa vakfiyesinde, Behram Paşa tarafından camiin arka tarafında bir de han inşa ettirilmiş oldu*ğu görülmektedir. Söz konusu hanın fevkani ve 33 odası ve avlusunda bir de havuzu bulunmaktaydı59. XIX. yüzyıla ail belgelerde ismine rastlanmayan ha*nın ne zaman harap olduğu bilinmemektedir.



Yukarıda saydığımız hanlardan başka Osmanlı dö*nemi Diyarbakır şehrinde varlığını tespit ettiğimiz, ancak haklarında fazla bilgi sahibi olmadığımız 10 han daha bulunmaktadır. Yerleri kesin olarak tespit edilemeyen bu hanlar ise şunlardır:



Sipahioğlu Hanı (1842), Fatih Mehmed Paşa Evkafından Halid Ağa Hanı (I842) Şevketlü Han (1723) Gümüşhaneli Defterdar Hanı (1844) muhtemelen Ulu Cami yakınlarında olan Börekçiler Hanı (1799) Yeni kapı yakınlarında Alaca Han (1676), îskerderoğlu Hanı (1842), Palancılar Çarşısı'nda Karakaş Hanı (1800) ), îshakoğlu Hanı (1817) ve İçkale'de olan Zincir Han (1837) .



Diyarbakır şehrinde bulunan hanlar özellikle 1840 tarihinden sonra önemlerini kaybetmeye başlamışlardır. Yukarıda da belirtildiği üzere, hanların büyük bir holümü bu tarihten sonra askerin ikametine ay*rılmıştır. Mart 1840 tarihli vilayet masraf defterinde, Diyarbakır'da bulunan askerin ikamet eylediği hanların tamirine ayrılan para 53.341 kuruş olup, vilayet masraflarının en büyük kalemini oluşturmaktaydı"". Dolayısıyla bu tarihten sonra hanların ticarî özellik*lerini kaybettikleri söylenebilir. Bu ise şehrin ticari hayatında olumsuz bir rol oynamıştır. Ancak bu du*rumun, Osmanlı devleti genelinde uygulanan yeni askeri politikanın (Redif Eskerî Teşkilâtı) bir sonucu olduğunu ve aynı zamanda ülke genelinde olduğu gibi, Diyarbakır'da da ticarî hayatın eskisine oranla durgunlaştığını göstermesi açısından da önem taşıdığını belirtmek gerekir.
 
Diyarbakır Yemek kültürü

Güneydoğu Anadolu Bölgesinin tarihi bir şehri olan Diyarbakır, Dicle nehri kıyısında kurulmuştur.
Diyarbakır yöresinde sert bir kara iklimi ve yarı kurak bir yayla iklimi egemendir. Yazlar çok sıcak, kışlar ise soğuk geçer. Yağmurlar azdır. Dicle nehri irili ufaklı kolları ile bu toprakları sular.
İklimin özelliği, bol miktarda su ve sulu besinler alınmasını zorunlu hale getirmiştir. Bu nedenle kavun, karpuz, hıyar, marul gibi meyvalar çok fazla ye*tiştirilmekte ve tüketilmektedir. Dicle kenarında yabanî meyva ağaçları da bulunur. Sulak vadi tabanlarında söğüt (Salix), ceviz (Juglandis), kavak [populus) ve menengiç (F. Terebentis) ağaçları vardır.
Karasal iklim, bozkırların oluşmasına neden oldu*ğundan, bu bölgede de bozkırlar çok fazladır. Bozkır bitkileri arasında kuraklığa en fazla dayananlar so*ğanlı, rizomlu, yumrulu, derin köklü ve tüylü yaprakları olan bitkilerdir.
Hayvancılığın bu bölgede yapılması sonucu et, süt ürünleri ve yumurta gibi hayvansal maddeler çok fazla üretilmektedir.
BESLENME BİÇİMLERİ
Beslenme; büyüme, gelişme, sağlıklı ve verimli olarak uzun süre yaşamak için gerekli olan enerjiyi ve besin öğelerinin her birini yeterli miktarlarda sağ*layacak olan besinleri, besin değerlerini yitirmeden, sağlığı bozucu duruma getirmeden, ekonomik şekil*de almak ve vücutta kullanmaktır (Baysal, 89).
Diyarbakır yöresinde geleneksel beslenme biçimleri, beslenme alışkanlıkları hâlâ etkisini korumaktadır. Son yıllarda köyden kente göçen halkın, bu alışkan*lıkları pekiştirdikleri de gözden kaçmamaktadır. Köy*den, kente göç eden halk; örf, âdet ve ananelerini de birlikte getirmişlerdir.
Diyarbakır yöresinde çok zengin bir mutfak kültürü vardır.
Geleneksel yemek türlerinde etin Özgün bir yeri vardır. Yemekler genellikle, ekşili, acılı ve yağlıdır. Zeytinyağı az kullanılmaktadır. Balık ve diğer su ürünleri de çok azdır. Et olarak kuzu vç koyun eti çok kullanılır. Sığır, dana ve tavuk eti daha az tüketil*mektedir.
Yumurta, süt ve süt ürünleri bol miktarda tüketilir. Özellikle peynir ve yoğurt çok fazla yenilmektedir.
Sebzeler ve meyveler da önemli bir yer tutmakta*dırlar.
İlkbaharda marul, hıyar; yazın kavun ve karpuz; sonbaharda da üzüm çok fazla tüketilen meyvelerdendir. Bu meyvelerden başka elma, erik, kiraz, por*takal da yenilmekledir.
Toplumsal değişmenin sonucu olarak geleneksel beslenme alışkanlıkları ve sofra âdabı değişime uğra*maktadır. Evlerde hazırlanan bazı yiyeceklerin yeri*ni, hazır yiyecekler almıştır.
Diyarbakır'ın zengin mutfak kültürü, halkın beslenmesinde olduğu gibi, yapılan çeşitli yemeklerde de kendini göstermektedir.
DİYARBAKIR YEMEK FOLKLORUNDA KIŞ HAZIRLIKLARI
Diyarbakır yemek folklorunda kış hazırlıkları önemli bir yer tutar. Bazı yiyecekler kış için hazırlanır. Pastırma, kavur*ma, peynir, sal*ça, pekmez yap*mak, turşu kurmak, patlıcan, bi*ber, kabak gibi bazı sebzeleri, erik, elma gi*bi bazı meyveleri kurut*mak, çökelek ve koruk hazırlamak, şehriye kesmek, pirinç, bulgur, mercimek gibi tahılları ayıklamak ve kış için kullanılabilir bir hale getirmek gibi özel*likle kadınları meşgul eden işler, uzun zaman alır. Bu hazırlıklar, komşuların yardımları ile yürütülür. Bu işler, sosyal bir dayanışmanın yanı sıra, bir törene dö*nüşür.
Burada ilginç bir konu olarak düşündüğüm "Şeh*riye kesmek" işlevini ayrıntılı olarak anlatmak istiyo*rum.
Şehriye kesmek:
Diyarbakır yöresinde şehriye kesmenin anlamı ha*murun parmaklar arasında ince ve küçük parçalara ayrılmasıdır. Şehriye çorba veya pilav olarak doğru*dan yenildiği gibi, bulgur veya pirince katılarak da kullanılmaktadır.
Şehriye genellikle geceleri kesilir. Gündüz kadınların ev işleri olduğu için gece tercih edilir. Bunun için önceden komşulara haber verilir.
Şehriye kesmek için, yağlı hamur yoğrulur, küçük parçalara ayrılır. Yere büyük bir bez serilir. Bezin etrafına minderler konur. Konuklar bu minderlerin üzerine otururlar. Yağlı hamuru genellikle evin büyüğü ve komşulardan biri dağıtır. Hamuru alan kişi, parmaklan arasında ovuşturarak, ince ve küçük par*çalara ayırır. Bu parçalar genellikle 1–1,5 santimetre uzunluğundadırlar. Elinde hamuru biten kişi el çırpa*rak hamur istediğini belirtir, hamur da*ğıtan kişi de hamuru o kişiye atar.
Şehriye kesmek, 10–15 kadının bir araya gel*mesi demektir. Bu*nun için masallar, fıkralar anlatılarak, eğlenilir. Şehriye keserken ikram edilen tat*lılar ağız tatlan*dırıcı, kolay yenilebilen, kuru maddeler olur. Bu maddeler ya dövülmüş fındık ile şeker veya kahve ile şekerin karışımından meydana gelen tatlılardır. Herkes bu karışımdan bir tatlı kaşığı alır. İkramı evin genç kızı veya komşulardan genç bir hanım yapar.
Böylece şehriye kesmeye gelen komşular, hem yar*dım ederler, hem de eğlenirler.
Dolma oymak, salça ve sebze kurutmak, peynir mercimek, tahıl ayıklamak gibi işler için de yine kom*şuların yardımı gereklidir.
Kış için tatlılar da yapılır. Bu tatlılar genellikle üzümden yapılan pekmez, şıra, pestil, kesme, ceviz sucuğu gibi tatlılardır. Bu tatlılar kışın ceviz, badem, fındık, fıstık gibi kuru yemişlerle de yenilir.
Diyarbakır'da ve yöresinde halk arasında kullanılan baharatlar, beslenme biçiminin bir başka özelliğini oluşturmaktadır. Bunlar, karabiber, kırmızıbiber, tarçın, kekik, nane, yarpuz, kişniş, karanfil gibi maddelerdir. Bazı sebzeler ve meyveler halk ilacı olarak
da kullanılmaktadırlar. Domates baş ağrılarında, pat*lıcan kadın hastalıklarında, kabak sirozda, mercimek cilt lekelerinde, nar ve elma suyu tansiyon düşürücü olarak, meyan kökü şerbeti mide ülseri ve böbrek hastalıklarında, maydanoz ise idrar söktürücü olarak kullanılmaktadır.
Kavun, karpuz ve üzümün çok faydalı olduğunu belirten şöyle bir tekerleme vardır: Karpuz ye işegen bak Kavun ye bilegen bak Üzüm ye rengen bak.
Buradan, karpuzun idrarı artırdığını, kavunun şiş*manlattığını, üzümün de sağlık verici olduğunu an*lıyoruz.
DİYARBAKIR TÖREN YEMEKLERİ
Törenler gerek kişisel, gerekse toplumsal yaşamımızda önemli bir yer tutarlar.
Diyarbakır'da belirli gün*lerde yapılan törenler vardır. Bu törenlere özgü değişik yemekler, tatlılar, içecekler hazırlanır. Bu törenler; doğum, sünnet düğünü, söz kesme, nişan, düğün törenleri, kirve davetleri, diş hediği, loğusa hamamı, hacca gidiş, dönüş törenleri, mevlid töreni, kurban ve şeker bayramı, muharrem ve nevruz günleri, yağmur duası ve ölüm törenleridir.
Doğumda; doğum yapan kadının yani loğusanın sütünün gelmesi için, pekmez, helva, kuru üzüm gibi yiyecekler yedirilir. Gelen misafirlere "Loğusa şer*beti" denilen tarçınlı ve kırmızı boyalı, şekerli şerbet ikram edilir. Bununla "al basması" denilen hastalığın da önleneceğine inanılır.
Düğün törenlerinde ilke her zaman "tatlı başla, tatlı bitir" olduğu için buna uyarak, söz kesimi ve nişanlanmayı şerbet içmekle başlatmışlar, düğün ye*meklerinde yapılan tatlılarla da bitirmişlerdir.
Düğün ve sünnetlerde, yemeğe düğün çorbası ile başlanılmakta, duvaklı pilav ile devam edilmektedir. Sebze yemekleri olarak daha çok meftune ve fasulyeYemekleri yapılmaktadır. Börekler sebze yemeklerinden sonra sofraya getirilir. Özellikle düğün ve sün*netlerde su böreğinin ayrı bir yeri vardır.
Ayran, limonata, su gibi içecekler, yemeklerle birlikte sofraya getirilir.
Tatlılar İse en son sofraya getirilen yiyeceklerdir. En çok baklava, tel kadayıfı, Nuriye tatlısı, komposto, hoşaf, zerde gibi tatlılar yapılmaktadır.
Zerde de pilav gibi, bu törenlerin vazgeçilemeyen demirbaş bir yemeğidir.
Duvaklı pilav yapmak için, önce pirinç pilavı bilinen tarzda pişirilir. Sonra "duvak" denilen harcı ha*zırlanır. Bunun için önce bademler bir dakika suda kaynatılarak kabukları soyulur. İkiye ayrılır. Pembeleşinceye kadar yağda kavrulur. Başka bir tarafta iri Çekilmiş kıyma da kavru*larak, üzerine karabiber, tarçın ve bahar ile karıştırılır. Badem ilave edilir. Pilav bü*yük kayık tabaklara tepeleme doldurulduktan sonra, hazır*lanan harç, pilavın üzerine dökülür. Bembeyaz pirinç pilavının üzerine dökülen bu harç, gerçekten bir duvak görünümündedir.
Pilavla birlikte sofraya etli sebze yemekleri, kuzu dolması da konur. Eğer kuzu dolması yapılmamışsa, kaburga dolması yapılabilir. Kaburga dolması koyu*nun göğüs kafesi dikilip, içine iç pilav doldurularak yapılan bir yemektir.
Pilav, kuzu dolması ve kaburga dolması gibi fazla miktarda pişirilen yemekler "NIKRA" adı verilen iki tarafında kulpları bulunan büyük kaplarda yapılır.
Sünnet düğününde yapılan yemekler, evlenme törenlerindeki gibidir
Diyarbakır folklorunda önemli bir yeri olan bir tören de "diş hediği" dedikleri, çocuğun diş çıkarması dolayısıyla yapılan törendir. Bunun için buğday haş*lanır. Çocuk yere oturtulur. Bir bezin üzerine haşlan*mış buğday dökülür. Sonra çocuğun çevresine ayna, kalem, tas, çekiç vs. çeşitli şeyler konulur. Bu nesne*ler mesleklerin sembolleridir. Çocuk hangi nesneyi alırsa o mesleği seçmiş olur. Örneğin kalem alırsa kalemle uğraşan bir meslek, çekiç alırsa çekiçle uğraşa*cak bir meslek seçeceğine inanılır.
Ölümde, ölüyü gömdükten sonra, helva dağıtılır. Helva genellikle un helvasıdır. Son yıllarda irmik helvası da yapılmaktadır.
Ölü evine komşular yemek yapıp getirirler veya getirdikleri kuru malzemeleri ölü evinde pişirirler. Genellikle yemekler çorba, pilav, börek, etli fasulye, etli nohut, patlıcan meftunesi, hoşaf gibi yapılması kolay olan, çok bol yapılan yiyeceklerdir. Ölü mevlüdü yedinci günü veya kırkıncı günü okutulur. Evde okutulursa gül suyu ikram edilir. Yemekler yapılır. Camide okutulursa gül suyu ve şeker dağıtılır.
Yağmur duasında ise, çocuklar tahtadan bir bebek yapar*lar. Bunun adı "Çemçe Gelin"dir. Kapı kapı dolaşarak, şu tekerlemeyi söylerler:
Çemçe gelin ne ister Allah'tan yağmur İster Bir parça bulgur ister.
Çocukların isteyeceği maddeler değişik olabilir. Kapısına gidilen ev, bir kova suyu "Çemçe Gelirin başından boşal*tarak, çocukların istediği yiyeceği de verir.
DİYARBAKIR'IN ÖNEMLİ YEMEKLERİ
Diyarbakır'da en fazla pişirilen yemekler "tencere yemekleri" olarak tanımlanan etli sebze yemekleridir. Sebze yerine bazen meyve da kullanılmaktadır. Elma, erik, ayva, çağla gibi meyvelerden etli yemekler yapılmaktadır. Diyarbakır'a özgü yemeklerin başında "Meftune" adı verilen genellikle patlıcanla yapılan bir yemek gelmektedir. Bundan başka düzme veya "pürlezzel", "karnıyarık" veya "belibağlı", "içli köfte", "kibe bum*bar", "lebeni çorbası", "nuriye tatlısı" Diyarbakır'ın çok önemli yemekleri arasında yer almaktadırlar.
Meftune, en çok patlıcanla yapılan bir yemektir. Bundan başka; kabak, bakla, kenger, çağla ve elma meftuneleri de yapılmaktadır.
Meftune yemeğine 18. yüzyılda yazılmış bir "Yemek Risalesi”nde de rastlıyoruz. Burada, "Meftune" olarak anılan yemeğin patlıcandan yapıldığı, sumak ve ekşi nar suları ile pişirildiği yazılıdır.
Meftunelerin Yapılışı: 1- Patlıcan meftunesi:
Parçalara ayrılmış yağlı ve kemikli 1 kg. kuzu eti tencereye konur. Hafif pişirilir. Daha önce et tuzla ovulmalıdır. Üstüne halka halka doğranmış patlıcan, sonra da domates konur. Sebzeleri örtünceye kadar sumak suyu eklenir. Sumak suyu yemeğe ekşilik verir. Yemek orta ateşte pişi*rilir. Dövülmüş sarımsak katıla*rak yenir.
Patlıcan meftunesi kurutulmuş patlıcandan yapılırsa buna halk arasında "Hırçikli Meftune" adı verilmektedir.
Diğer meftune çeşitleri de hemen he*men aynı tarzda pişirilmektedir.
Tencerede ve suda haşlanarak pişirilen bu yemekte besin maddelerinin kaybı pek fazla değildir. Besin maddelerinin kaybının olmaması ve haşlanarak pişirilmesi beslenmede sağ*lıklı bir yol olarak önemli bir yer tutmaktadır.
Sumak suyunun hazırlanması: Bir su bardağı sumak, iki su bardağı su ile yarım saat bekletilir ve sonra süzülür. Bu süzülen suyun içine bir yumurta kırılır. İyice çırpılır. Ateşe konur. Üzerine çıkan köpükler alınarak atılır. Altta kalan pembemsi su, yemeklerde kullanılır. Bu işleme "sumağı ağartma" denir.
Eğer koruk suyu kullanmak gerekiyorsa; bir çay bardağı ekşi koruk, üç su bardağı su ile bir saat hafif ateşte kaynatılır. Tel süzgeçten süzülür. Ekşilik verici olarak kullanılır.
2- Bakla Meftunesi:
I kg. bakla temizlenir. Limonlu ve unlu bir suyun içine alılır. Bir süre sonra süzülür.
Tencerenin altına 1 kg. yağlı, kemikli, parça et ko*nur. Sonra baklalar atılır. Üzerine bir bardak su ve biraz tuz ilave edilir. Ağır ateşte pişirilir. Baklalar yumuşayınca, üzerine 2 su bardağı ağartılmış sumak suyu ilave edilir. 20–25 dakika ağır ateşte pişirilir. Yenileceği zaman sarımsakla, taze yeşil acı biber beraber dövülerek yemeğin üzerine konur.
3- Kış Kabağı Meftunesi:
I kg. kuzu veya koyun eti hafif pişirilir. Diyarbakır’da yetişen bir kabak cinsi olan kabak, kavun dilimi gibi kesilir, kabuğu soyulur, sonra küp şeklinde kesilir. Az pişmiş etin üzerine konur. Bir kaşık sal ça ilave edilir. Tuz ve 3 bardak hazırlanmış koruk suyu ilave edilip, hafif ateşte 1 saat ka*dar pişirilir. Sarımsak ilavesi ile yenir.
4- Sakız kabağı mef*tunesi:
Yarım kg. kuşbaşı et hafif pişirilir. 1 kg. sakız kabağı doğranır. Ete ilave 4 edilir. Bir kaşık salça ve tuz konur. Bir su bardağı kadar haşlanmış nohut konulduktan sonra, bir limon suyu veya 1–2 küçük parça limon tuzu ilave edilir. Kabaklar piş*tikten sonra, servis yapılacağı zaman sarımsak ko*nur.
5- Elma meftunesi:
1 kg. kuzu veya koyun eti hafif pişirilir. 1 kg. yeşil ve ekşi elmalar doğranır, az pişmiş etin üzerine ilave edilir. Bir kaşık saçla veya domates konulduktan sonra, 3 bardak hazırlanan konik suyu ve tuzu ilave edilerek hafif ateşle bir saat kadar pişirilir. Ye*nileceği zaman sarımsak ilave edilir.


6- Kenger meftunesi:
Yarım kg. yağlı parça kuzu ya da koyun eti suda hafif pişirilir. Sonra; temizlenmiş ve suda bırakılmış 2 kg. kenger, etin üzerine ilave edilir, ikisi birlikte hafif ateşte pişirilir. Kaşıkla karıştırılmaz. Piştikten sonra kengerin üzerini bir parmak geçecek kadar sumak su*yu ve bir kaşık salça katılır. Et piştiği zaman yemek de pişmiş demektir. İstenirse sarımsak ilave edilir.
7- Salatalık meftunesi:
Salatalık meftunesi, taze veya kurutulmuş salata*lıktan (hıyardan) yapılabilir.
Yağlı kuzu veya koyun eti pişirilir. Salatalığın içi çıkarılır. Kuşbaşı doğranır, etin üzerine konulur. 3-4 domates doğranır. 10 dakika pişirilir. Daha sonra 3 bardak sumak suyu konularak pişirilir. Sarımsak dövülür. Servis yapılacağı zaman yemeğe katılır.
Diyarbakır’da etli sebze yemeklerinin yanı sıra, etli meyve yemekleri de yapılmaktadır. "Elma meftunesi", "elma düzmesi", "elma dolması", "Ayva aşı", "çağla meftunesi", "erik aşı" gibi yemekler Diyabakır mutfağının ilginç yemekleri arasında yer alır. Elma meftunesini meftuneler kısmında anlatmıştık.
Elma düzmesi:
Küçük yeşil elmalar ortadan ikiye bölünür. Çekirdeği çıkarılır. Başka bir yerde eti hazırlanır. Bunun için ete, karabiber, soğan, tuz, maydanoz karıştırıla*rak düzmenin içi hazırlanır. Sonra ikiye bölünmüş ve çekirdeği çıkarılmış elmaların arasına konur. Üzerine bir bardak su konularak, elmalar yumuşayıncaya ka*dar pişirilir.
Ayva aşı:
Buttan kuşbaşı et kesilir. Hafifçe pişirilir. Etin üzerine, ayvalar küp şeklinde kesilerek atılır. 2-3 karıştırarak su ilave edilerek orta ateşte pişirilir. Ayvalar yumuşayınca, üzerine bir çay bardağı şeker ve bir limonun suyu konularak, yarım saat hafif ateşte pişirilir. Şe*ker yerine pekmez de kullanılabilir.
Ayva köftesi:
Kıymadan et köftesi yapılır. Ayvalar dilimlenerek yağda kızartılır. Et ve kızartılmış ayvaların üzerine 2-3 bardak su, bir kaşık salça, tuz konularak birlikte pişirilir.
Etsiz olarak pişirilen sebze Yemekleri:
Diyarbakır ve yöresinde; sebzeler etsiz olarak da pişiril*mektedir. En çok pişirilenler, "kazayağı", "semizotu", "yarpuz", "kenger", "kuşkonmaz", "ebe gümeci" gibi yabanî otlar ve "kabak", "bamya", "patlıcan", "fasulye" gibi bilinen sebzelerdir.
Diyarbakır'da Anadolu’nun Kıymalı böreği diğer bölgelerinde olduğu gibi çorbanın ayrı bir yeri vardır. Yalnız bu çorbalardan biri çok sevilmekte ve Diyarbakır mutfağında önemli bir yer almaktadır. Bu, "Lebeni" adı verilen yoğurt çorbasıdır.
Lebeni (yoğurt çorbası):
Lebeni adı verilen yoğurt çorbasını pişirmek için, önce yoğurt, yumurta ve tuzla bir tencerede çırpılır. Harlı ateşte tahta kaşıkla karıştırılarak pişirilir. Kaynayan bu yoğurtlu karışıma, bir tas dövme eklenir. Dövmeler yumuşayıncaya kadar kaynatılır. Üzerine naneli kızdırılmış tereyağı dökülür. Nane yerine yarpuz adı verilen yaba*nî nane de kullanılabilir.
Diyarbakır'da tatlılar da çok yapılır. Diyarbakır’a özgü "nuriye" yufka ile yapılan bir çeşit tatlıdır. İlginç olması açısından nasıl ya*pıldığını ayrıntılı bir şekilde anlatacağız.
Nuriye Tatlını:
2 kg. un hamur tahtasına elenir. Ortası açılır. 15 yumurta akı, bir yumurta sarısı, biraz tuz ve bir bar*dak su karıştırılarak hamur yapılır. Hamur 16 parçaya ayrılır; nemli bez altında yarım saat dinlendirilir. Sonra her parçadan yufka açılır. Bunlar yağlanarak tepsiye yerleştirilir.
Dörder yufka ara ile, ağartılmış ve makineden geçirilmiş badem döşenir. Fırına atıla*rak pembeleşinceye kadar pi*şirilir. Fırından çıkarılınca hatif ateşe ko*nur. Üstüne yavaş yavaş şurup dö*külür. Tatlı genişlemeye ve kabarmaya başlar. Ateş*ten alınır. Üs*tüne bu kez kıvamlı lan bir çeşit tatlıdır. İlginç olması açısından nasıl ya*pıldığını ayrıntılı bir şekilde anlatacağız.
Nuriye Tatlını:
2 kg. un hamur tahtasına elenir. Ortası açılır. 15 yumurta akı, bir yumurta sarısı, biraz tuz ve bir bar*dak su karıştırılarak hamur yapılır. Hamur 16 parçaya ayrılır; nemli bez altında yarım saat dinlendirilir. Sonra her parçadan yufka açılır. Bunlar yağlanarak tepsiye yerleştirilir.
Dörder yufka ara ile, ağartılmış ve makineden geçirilmiş badem döşenir. Fırına atılarak pembeleşinceye kadar pişirilir. Fırından çıkarılınca hatif ateşe konur. Üstüne yavaş yavaş şurup dökülür. Tatlı genişlemeye ve kabarmaya başlar. Ateşten alınır. Üs*tüne bu kez kıvamlı şerbet dökülür, sonra dilimle*re ayni ir.
SONUÇ
Bu yazımızda Diyarbakır'ın zengin yemek folklorundan çok kısa olarak bahsettik.
Diyarbakır, tarihi, bitki örtüsü, iklimi ve diğer coğrafi özelliklerinden ötürü ilginç bir folklor sergilemekledir. Bu kısa yazıda bunların hepsinden bahsetmek mümkün değildir. Bunun için, ancak bazı noktalan belirtmekle yetindik.
Diyarbakır beslenme biçimlerinden bahsederken, en çok hangi ürünlerin yetiştirildiğini, hangi yemeklerin yapıldığını, nasıl yapıldıklarını belirtmek istedik.
Ancak mutfakta kullanılan kap, kaçak ve sofra adabı gibi konulardan bahsetmedik. Bunun nedeni, bu konuların, Anadolu’nun diğer bölgelerinde de hemen hemen benzer bir şekilde olması, ayrıca toplumsal değişmenin sonucu olarak bazı geleneksel beslenme alışkanlıklarının ve sofra adabını bugün değişime uğramış olmasıdır.
Diyarbakır'ın zengin mutfak kültürünü anlatırken, daha çok Diyarbakır'a özgü ilginç yemeklerden bahsetmeyi uygun bulduk. Bazı yemekleri de özellikle ayrıntılı olarak anlattık.
Diyarbakır'da kış hazırlıklarından bahsederken, hazırlanan yiyeceklerin yanı sıra, toplumdaki sosyal dayanışmayı da vurgulamak istedik.
Diyarbakır'ın tören yemekleri ve halk arasında çok yenilen yemekleri, özellikle Diyarbakır'a özgü meftuneleri, lebeni'yi nuriye Tatlısını ayrıntılı olarak anlat*mayı uygun bulduk.
Böylece Diyarbakır yemek folklorunun önemli noktalarım vurgulayarak konuyu kısa anlatmaya çalıştık.
 
Cevap: Diyarbakır İl Tanıtımı

memleketimi çok güzel tanıtmışsın emeğine sağlık canım
 
Cevap: Diyarbakır İl Tanıtımı

canım d.bakır gercekten dogunun parisi muhtesem bir sehir 12 yıldır burda yasıyorum ve bu sehirli gibi hissediyorum kendimi burda tamamlayacagım yasamımın devamını.diyarbakırın en büyük özelliginden biri 7 kapılı büyük bir sehir ve yeni yerlesim merkezi olan kayapınar bölgesinin devasa bir sehirde lüx lesmesi.ülkenin en lüx evleri bu muhitte.diyarbakır gizemini surlarında gizleyen bir sehir...
 
Geri
Üst