T
TİTAN
Forum Okuru
Dilimiz Neden Bozuluyor ?
dilimiz neden bozuluyor dilimiz neden kirleniyor dilimiz neden bozuluyor ve kirleniyor ile ilgili bilgiler burada melekler. Güzel Türkçemizde onca kelime varken ne yazık ki kelimeler iyice çarpıtılıyor melekler. Bunun örneklerini evde , okulda hatta tvde bile görebiliyoruz. En basiti forumumuzda kurulan yanlış cümleler buna en iyi örnek. Bunu bir maharet sayan -genelde- gençlerimiz Türkçe harfler yerine yabancı harfleri kullanıyor, kelimeleri çarpıtarak değiştiriyorlar. Komik ya da ilginç olduklarını sanıyorlar ama bence kusura bakmasınlar saçmalıyorlar, Türkçemizi yozlaştırıyorlar. Kısacası melekler dilimiz bozuluyor. Dilimiz neden bozuluyor diyorsanız aşağıda sizler için derlediğimiz iki makaleyi okumanızı tavsiye ediyoruz. Dilimiz neden bozuluyor ve kirleniyor, nasıl değiştiriliyor okuyalım..
Nedendir bilmiyorum? Son zamanlarda yabancı sözcüklerle sık sık karşılaşır oldum. Her gün dolaştığım sokakların bir Türk sokağı olduğunu algılamakta artık güçlük çekiyorum. Mağazaların isimleri, ürünlerin üzerlerindekiler tamamen yabancı geliyor bana. Haber bültenlerini, köşe yazarlarını algılamak için yanımda küçük el sözlükleri taşıyacağım günler ufukta görülüyor gibi. Bunları abartıyor muyum acaba? Türkiye’nin önde gelen gazetelerinin birisinin genel yayın yönetmeni “Gazeteler bir eğlence aracı haline gelmiştir.” derken maalesef “eğlence” kelimesini “entertainment” kelimesini birçok kez tekrarladıktan sonra telaffuz ediyor. Neden? Yoksa kullandığı kelimelerin Türkçelerini hatırlamakta zorluk mu çekiyor!?
Sokakların, sohbetlerin ve insanların bana yabancı kokmasının nedenini medyaya bağladım diyelim. Peki ya, neden medya Türkçe var iken yabancı dilleri kullanmak arzusunda? Bunun nedeni de maalesef sokakta dolaşan, benimle sohbet eden, okuduğum gazetede yazan, izlediğim televizyonda program yapan insanlar; yani kocaman bir toplum: Son yüzyıllarda batının olanı üstün saymaya, ciddiye almaya başlayan, Türkçeyi yabancı diller sınıfında küçük görme gafleti içerisinde olan ve benim de mensubu olduğum bir toplum. Bundan dolayı yabancı adlı, Türk mağazaları rağbet görmekte; arz ve talep dolayısıyla da yavaş yavaş mağazaların adları bana daha fazla yabancılaşmakta. İnsanlar sohbetlerinde yabancı kelimeleri kullanmayı üstünlük sayarak sık sık yabancı kelimeleri kullanmakta. Öğrenciler gördükleri yarım yamalak yabancı dil derslerinde öğrendikleri yabancı sözcükleri sohbetlerine katmakta, bunun nedeni de yabancı kelime kullanmayı üstün sayan zihniyettir. Bilim adamlarımız dahi halkla iletişim kurarken yabancı terim kullanma hastalığından kurtulamamaktadır. Anlattıkları meseleyi zaten zorlanarak anlayan bizler, araya bir de yabancı kelimeler girdiğinde konudan tamamen kopuyoruz. Korkarım “Ağır ol molla sansınlar” sözü yerini “Yabancı dille konuş bilgili sansınlar” sözüne bırakmıştır.
Aileler çocuklarının yabancı dil öğrenmeleri için çabalar göstermekte; çocuklarını kurslara göndermekte, özel dersler aldırmaktadırlar. Bunu yavaş yavaş her sokağa yayılan yabancı dil dershaneleri somut şekilde gösteriyor. Dünyanın hiçbir yerinde böylesine arttığı görülmeyen yabancı dil kursları; maalesef ülkemde anaokullarına kadar inmiştir. Yedi yaş öncesi çocukları önceleri, “Bir, iki, üç…” diye sayarken artık bunun yanında “One, two, three...” diye saymaya başlayan bir toplumun mensubuyum. Peki, bunun ne zararı var? Yabancı dil bilmenin ne zararı var diyenleriniz elbette vardır, olmalıdır. Yabancı dil öğrenmenin kimseye bir zararı olmayacaktır; fakat yabancı dil öğrenmek ana dil tamamen öğrenilmeden yapılmamalıdır. Bunun aksini, bu gün görüldüğü gibi çok acı olur. Yeni nesiller yabancı dille ana dilleri arasındaki farkların ayrımını yapamazlar.
Sizce neden evrenselleşen bir dünyada; milletlerin, dinlerin, dillerin bir yapılmaya çalışıldığı bir dönemde “Türkçe kirleniyor!” diye haykırıyorum? Bayanlar baylar, ben de en az sizin kadar ırkçılığın, din üzerine kurulu katliamların ve birbirini anlayamayan milyarca insanın yaşadığı dünyanın bir mensubu olmaktan haz duymuyorum. Fakat birileri bunun böyle olmaması gerektiğini söylerken; birleşim noktasına kendi değerlerini koymaya çalışıyorlar. Tüm insanlık kendi dinlerini, kendi dillerini, kendi değerlerini benimsesin istiyorlar. Bence bu bir kültür kıyımıdır; fakat bunu anlamayan milletler evrensel olduklarını sanıp kendi dillerini, kendi kültürlerini öğrenmeyerek emperyalist dünyanın başındakilere benzemeye çalışıyorlar. Ne mi oluyor? İki tabure arasında kalıyorlar. Bir bakıma her ikisinde de oturamıyorlar. Her an düşüp yok olma tehlikesiyle karşı karşıyalar.
Ben herkesin ortak bir dili konuştuğu, ortak insani değerlerin taşıdığı, atalarından dolayı hor görülmeyen insanların olduğu bir dünyada barış içinde yaşamak istiyorum; fakat bu dünyanın herkesin İngilizce konuştuğu, sadece Amerikalıların ve Avrupalıların insan sayıldığı ve insanların değerlerinin atalarıyla belirlendiği bir dünyayla karıştırılmasını istemiyorum.
Okan Yüksel
***********************************
Zaman zaman, özellikle 3-5 yaş arası çocukların konuşmalarına, dili kullanmalarına bakarım. Tanık olduğum şey şudur: Tertemiz, açık, güzel ve doğal bir Türkçe! Sözcüklerin seçimi, cümle içinde sıralanışı, vurgulanışı son derece düzenli ve kurallara uygundur. (Burada aileden alınan eğitimi de göz önünde bulundurmak gerekir.) Cümlenin anlamına uygun tonlamaları öylesine yerli yerindedir ki cümlenin anlamını yalnızca tonlamaya dikkat ederek algılayabilirsiniz. Sözgelimi, çocuk üzüntüsünü anlatacak bir cümle mi kuruyor, çok güzel uygulanan cümle vurgusu kuralına, yaşanılan duyguya uygun mükemmel bir ses tonu eşlik eder. Bir de o soru cümleleri yok mu! Adeta "Ben bir soru cümlesiyim." diye seslenir size. Ailesinden iyi bir eğitim almış çocuğun konuşması sizi kıskandırır bile.
12 yaş ise çocuk için çok önemli bir dönüm noktasıdır. Çocukluktan yavaş yavaş gençliğe geçişin başladığı zamandır. İşte bu yaşlarda çocuklar birtakım yeni alışkanlıklar edinmeye başlıyorlar. Belki de tam bu noktada bir kırılma yaşanıyor. O yaşa kadar Türkçesi gayet güzel, saf ve düzgün olan çocukların dili olumsuz yönde değişmeye başlıyor. Ergenliğin önemli davranış özelliklerinden biri olan “başkaları tarafından beğenilmeyi ve ilgi çekici bulunmayı isteme” dürtüsüyle yabancı sözcüklere özenme baş gösteriyor. İşte bu noktada çocuklar (farkında olmadan) Türkçe bilincini ve sevgisini yitirme tehlikesiyle karşı karışıya kalıyorlar. Kimileri bu zorlu dönemeçten en az zararla geçiyor. Ancak, kimileri de...
Bu yorumlar, aradığımız yanıtın ancak bir bölümünü veriyor bize. Yap-boz tahtasının diğer parçalarını görebilmemiz ve yerli yerine koyabilmemiz için olaya başka başka açılardan bakmak gerekiyor. Hiçbir toplumsal olayın tek bir nedeninin olamayacağı ilkesini de düşünerek başka sebepler aramalıyız. Bu, bence, tüm gönüldaşların çok iyi düşünmesi gereken bir konu.
07.08.2005 tarihli Sabah Gazetesi’nin Aktüel adlı ekinde çok ilgi çekici bir araştırmanın sonuçları yer aldı. Bu haberde şöyle bir değerlendirme vardı: “Hangi dilin ne kadar zor olduğu veya en yetkin şekilde kullanılabildiği uzun yıllardır bilim adamlarının en gözde tartışmalarından biri. Geçtiğimiz hafta Berlin'de yapılan Uluslararası Çocuk Dili Araştırmaları Derneği'nin 10. kongresinde açıklanan bir araştırma ise bu konuda son gelişmeleri ortaya koyuyor. Pek çok kesimin ilgisini uyandıran bu araştırmaya göre anadilini en erken öğrenenler Türk çocukları. Türk çocukların 2-3 yaşlarına geldiklerinde dilbilgisi kurallarına uygun konuşabildiğini söyleyen Alman dilbilimi profesörü Klann Delius, Türkçe'nin şahıs ve zaman belirleyen eklerinin düzenli olduğunu belirtiyor. Bu da lego taşlarının yan yana dizilmesi gibi sistematik ve kolay olduğunu gösteriyor. Türk dilbilimcileri ise yıllardır savundukları bu tezin, sonunda yabancılar tarafından da dile getirilmesiyle çok mutlu. Zaten son zamanlarda Türkçe öğrenmek için gelen yabancıların sayısının artması da bunun göstergesi.
( Ek bilgi: Şu an kaynağına erişemediğim bir bilgiye göre, ana dilin öğrenilmesi birçok ülkede 4, 5 ; kimilerinde ise ancak 7 yaşında tamamlanıyormuş. Türkçe, diğer dillere göre çok daha erken yaşlarda öğrenilebilen bir dil. )
Bu araştırma sonucuna göre ana dillerini en erken yaşta öğrenenler Türk çocuklarıdır. Türk çocukları 2-3 yaşlarına geldiklerinde dilbilgisi kurallarına uygun konuşabiliyorlar. Bu bilgilere bir de benim bir önceki iletide kendi gözlemlerime dayanarak yazdıklarımı ekleyelim: Türk çocukları 3 yaşına geldiklerinde Türkçeyi vurgu / tonlamaya uygun ve çok düzgün olarak konuşabiliyorlar.
İşte, burada aynı soruyu diğer katılımcılar için yineliyorum: Ana dilini en erken yaşta öğrenip kurallı ve doğru konuşabilen çocuklarımızın duru, temiz Türkçeleri ne oluyor da belirli bir zaman sonra kirleniyor?
Bu kadar erken yaşta ve kolaylıkla öğrenilen, matematiksel yapısından dolayı çok sağlam dilbilgisi kuralları olan ve konuşmayı öğrenen en küçük çocuklarca son derce duru ve güzel konuşulan bir dil –Türkçemiz- nasıl oluyor da bugün yığınla sorun altında kalabiliyor? Nasıl oluyor da kendisini en temiz biçimde kullananlar tarafından gün gelince kirletilebiliyor? Nasıl oluyor da böylesine bir kazanımı ve üstünlüğü (yani avantajı) yitirebiliyor? Yukarıda sayılan özelliklere göre düşündüğümüzde bu olayların tam tersinin olması gerekmez miydi? Yola bu kadar kazanımla çıkan Türkçemizin, en az sorun yaşayan dil olması gerekmez miydi? Küçük yaştaki kullanıcıları tarafından en güzel biçimde bayraklaştırılan Türkçemizin daha da yükseklerde dalgalanması gerekmez miydi?
Bu, bence çok büyük bir çelişkidir. Bu soruları hepimizin kendisine sorması ve ciddi biçimde yanıtlar araması gerekiyor. Türkçe bu kazanımlarını niçin yitiriyor? Sorun nerede? Eğitim sisteminde mi? Öğretmenlerde mi? Ana babalarda mı? Yoksa, hepsinde mi? Herkeste mi? Öyleyse ne yapılmalıdır? Ne tür çareler aranmalıdır? Diğer dillere göre başlangıçta kazançlı olan dilimizin yıllar geçtikçe sorunlar yumağı içinde boğulup kalmasıyla neleri yitiriyoruz tahmin edebilen var mı?
Biz nerede yanlış yapıyoruz da çocukların dilinde dupduru yaşayan Türkçemiz, daha sonraları kirleniyor?
Ozan Aydın
************************************
Gün geçmiyor ki Türkçe’nin kirlendiğine ilişkin kitle iletişim araçlarında bir yazı okuma-yalım.
Türkçe’nin kirlendiği görüşünü savunanlara göre, Türkçe’miz öyle kirleniyormuş ki, böyle giderse sadece dilimizi değil, ulusal benliğimizi, kültürümüzü ve yurdumuzu yitirme tehlikesiyle de karşı karşıya kalacakmışız.
Türkçe’nin kirlenmesi konusundaki görüş bildirenleri genel olarak iki kümede toplayabiliriz:
Birincilere göre, özellikle son 20-25 yılda dilimize yoğun biçimde giren özellikle Amerikanca sözcükler dilimizi kirletiyor.
İkinci öbekteki görüş sahiplerine göre ise dilimizde herhangi bir kirlenme söz konusu değil, olsa olsa yerli yersiz yabancı sözcük kullanmakla kimi yazarların ya da konuşurların dili kirlenmektedir.
Bu bağlamda akla şu soru geliyor: Kim sokuyor bu yabancı sözcükleri dilimize?
Hemen yanıtlayalım:
Bir ya da birden çok yabancı dil bilen, ama Türkçe’ye güvenmeyen, Türkçe bilinci ve sevgisi konusunda duyarsız, yeni kavramlara Türkçe karşılıklar üretme konusunda çaba harcamayan, düşünce, bilgi ve bilim üretme konusunda kısırlık çeken yazarlar, basın-yayın mensupları, bilim ve siyaset adamları…
Bu değerlendirme sizlere biraz sert gibi gelebilir.
Ancak sağduyumuzu yitirmeden lütfen bir kez daha düşünelim: yazarlar, basın-yayın mensupları, bilim ve siyaset adamları, sağlam bir Türkçe ve sevgisi ve bilinci edinmiş olsalardı, özgün düşünce ve bilgi üretme süreçlerine katkıda bulunmaktan, kendi söylemini yaratırken Türkçe terimler/sözcükler kullanmaya özen göstermekten, gerektiğinde yabancı kavramlara Türkçe karşılıklar üretme konusunda emek vermekten kaçınırlar mıydı?
Türkiye’de son yıllarda yabancı sözcük kullanmaya eğilim giderek artıyor, özellikle AB’ye girme sürecinde işyeri, kurum, ürün vb adlarında ticari kaygılar, özenti, yabancı ürün adlarına olan eğilimden yararlanma, yabancı şirketlerle yapılan ortaklıklar vb nedenlerle yabancı sözcüklerin daha sıklıkla kullanılacağını varsaymak hiç de yanlış bir değerlendirme olmayacaktır.
Ayrıca şu gerçeği de unutmayalım: Dilin tek bir kullanım katmanı yok; dil, kullanım bağlamında değişik katmanlardan (bilim dili, kültür dili, sanat dili, felsefe dili; yazı dili, konuşma dili; ölçünlü dil, yöre ağzı, özel diller:argo, alan argoları vd) oluşuyor.
Bakın, kitle iletişim araçlarında, yazılı ürünlerde, sözlü dilin kullanıldığı alanlarda çok büyük yanlışlarla karşılaşıyoruz: Sözcükleri yanlış yazıp söylüyoruz, sözcükleri/ deyimleri/ atasözlerini bağlamlarına uygun kullanma konusunda beceriksizlikler gösteriyoruz.
İsterseniz yeniden konumuza dönüp, dilde kirlenme diye nitelendirilen olguyu sorun boyutundan çıkarabilecek önlemlere de kısaca değinelim.
Bu konudaki görüşlerimi birbiriyle ilişkili üç aşamada özetleyebilirim:
-Birinci aşamada; biz öncelikle Türkiye’nin bütün öğretim kurumlarında Türkçe eğitim yapılmasında kesinkes ayak diremeliyiz; bu tutum hiçbir zaman yabancı dil öğrenimini/ öğretimini dışlamamaktadır. Bunun için de Türkçe eğitim siyasetini yeniden gözden geçirmemiz gerekmektedir.
-İkinci aşamada, Türkiye’de bilim, kültür, sanat, felsefe alanındaki bilgi ve düşünce üretiminin büyük bir hızla artırılmasına çalışmalıyız. Bu çalışmaların Türkçe’ye hem söylem hem de sözcük/terim açısından çok büyük yararı olacaktır (Terimlerin Türkçeleşmesi Türkçe’nin terim dağarcığını artıracak, bu terimlerle üretilen düşünce ve bilgiler ilgili birimlere, basamaklara daha kolaylıkla ulaşabilecektir.) Yabancı dillerden alıntılanan terimlere bilim, kültür ve sanat kurumları, vakit geçirmeden Türkçe karşılıklar bulmak durumundadır.
-Üçüncü aşamada, dil kullanımı konusunda eleştiri ve özeleştiri kurumunu daha etkin olacak biçimde devreye sokmalıyız. Her alandaki basın-yayın etkinliklerinde, Türkçe kullanımının doğru ve anlaşılır olması için gerektiğinde hem eleştiri, hem de özeleştiri yapmaktan kaçınmamalıyız.
Hemen her dil, kullanıldığı toplumun beklenti ve gereksinmeleri karşılayacak ölçüde gelişkindir.
Önemli olan, değişen koşullara uyum sağlayabilmek, ortaya çıkan sorunlara gerçekçi çözümler bulabilmek için, umut kırıcı yaklaşımlarla toplumsal duyarlığı zedelememek, halkın sağduyusuna güvenmek, yerel-ulusal-evrensel gelişim çizgisinde çok duyarlı ve uyanık davranmak gerekiyor.
Son olarak şunu söyleyebilirim;
Yurtseverliğin, bize düşen görevleri bireysel, toplum ve kamusal alanda en iyi biçimde yapmak; dilseverliğin de, sağlam bir dil sevgisi ve bilinciyle dil kullanımında özenli davranmak, dili doğru ve güzel kullanmak olduğu gerçeğini hiçbir zaman unutmamalıyız.
Yusuf Çotuksöken
Nedendir bilmiyorum? Son zamanlarda yabancı sözcüklerle sık sık karşılaşır oldum. Her gün dolaştığım sokakların bir Türk sokağı olduğunu algılamakta artık güçlük çekiyorum. Mağazaların isimleri, ürünlerin üzerlerindekiler tamamen yabancı geliyor bana. Haber bültenlerini, köşe yazarlarını algılamak için yanımda küçük el sözlükleri taşıyacağım günler ufukta görülüyor gibi. Bunları abartıyor muyum acaba? Türkiye’nin önde gelen gazetelerinin birisinin genel yayın yönetmeni “Gazeteler bir eğlence aracı haline gelmiştir.” derken maalesef “eğlence” kelimesini “entertainment” kelimesini birçok kez tekrarladıktan sonra telaffuz ediyor. Neden? Yoksa kullandığı kelimelerin Türkçelerini hatırlamakta zorluk mu çekiyor!?
Sokakların, sohbetlerin ve insanların bana yabancı kokmasının nedenini medyaya bağladım diyelim. Peki ya, neden medya Türkçe var iken yabancı dilleri kullanmak arzusunda? Bunun nedeni de maalesef sokakta dolaşan, benimle sohbet eden, okuduğum gazetede yazan, izlediğim televizyonda program yapan insanlar; yani kocaman bir toplum: Son yüzyıllarda batının olanı üstün saymaya, ciddiye almaya başlayan, Türkçeyi yabancı diller sınıfında küçük görme gafleti içerisinde olan ve benim de mensubu olduğum bir toplum. Bundan dolayı yabancı adlı, Türk mağazaları rağbet görmekte; arz ve talep dolayısıyla da yavaş yavaş mağazaların adları bana daha fazla yabancılaşmakta. İnsanlar sohbetlerinde yabancı kelimeleri kullanmayı üstünlük sayarak sık sık yabancı kelimeleri kullanmakta. Öğrenciler gördükleri yarım yamalak yabancı dil derslerinde öğrendikleri yabancı sözcükleri sohbetlerine katmakta, bunun nedeni de yabancı kelime kullanmayı üstün sayan zihniyettir. Bilim adamlarımız dahi halkla iletişim kurarken yabancı terim kullanma hastalığından kurtulamamaktadır. Anlattıkları meseleyi zaten zorlanarak anlayan bizler, araya bir de yabancı kelimeler girdiğinde konudan tamamen kopuyoruz. Korkarım “Ağır ol molla sansınlar” sözü yerini “Yabancı dille konuş bilgili sansınlar” sözüne bırakmıştır.
Aileler çocuklarının yabancı dil öğrenmeleri için çabalar göstermekte; çocuklarını kurslara göndermekte, özel dersler aldırmaktadırlar. Bunu yavaş yavaş her sokağa yayılan yabancı dil dershaneleri somut şekilde gösteriyor. Dünyanın hiçbir yerinde böylesine arttığı görülmeyen yabancı dil kursları; maalesef ülkemde anaokullarına kadar inmiştir. Yedi yaş öncesi çocukları önceleri, “Bir, iki, üç…” diye sayarken artık bunun yanında “One, two, three...” diye saymaya başlayan bir toplumun mensubuyum. Peki, bunun ne zararı var? Yabancı dil bilmenin ne zararı var diyenleriniz elbette vardır, olmalıdır. Yabancı dil öğrenmenin kimseye bir zararı olmayacaktır; fakat yabancı dil öğrenmek ana dil tamamen öğrenilmeden yapılmamalıdır. Bunun aksini, bu gün görüldüğü gibi çok acı olur. Yeni nesiller yabancı dille ana dilleri arasındaki farkların ayrımını yapamazlar.
Sizce neden evrenselleşen bir dünyada; milletlerin, dinlerin, dillerin bir yapılmaya çalışıldığı bir dönemde “Türkçe kirleniyor!” diye haykırıyorum? Bayanlar baylar, ben de en az sizin kadar ırkçılığın, din üzerine kurulu katliamların ve birbirini anlayamayan milyarca insanın yaşadığı dünyanın bir mensubu olmaktan haz duymuyorum. Fakat birileri bunun böyle olmaması gerektiğini söylerken; birleşim noktasına kendi değerlerini koymaya çalışıyorlar. Tüm insanlık kendi dinlerini, kendi dillerini, kendi değerlerini benimsesin istiyorlar. Bence bu bir kültür kıyımıdır; fakat bunu anlamayan milletler evrensel olduklarını sanıp kendi dillerini, kendi kültürlerini öğrenmeyerek emperyalist dünyanın başındakilere benzemeye çalışıyorlar. Ne mi oluyor? İki tabure arasında kalıyorlar. Bir bakıma her ikisinde de oturamıyorlar. Her an düşüp yok olma tehlikesiyle karşı karşıyalar.
Ben herkesin ortak bir dili konuştuğu, ortak insani değerlerin taşıdığı, atalarından dolayı hor görülmeyen insanların olduğu bir dünyada barış içinde yaşamak istiyorum; fakat bu dünyanın herkesin İngilizce konuştuğu, sadece Amerikalıların ve Avrupalıların insan sayıldığı ve insanların değerlerinin atalarıyla belirlendiği bir dünyayla karıştırılmasını istemiyorum.
Okan Yüksel
***********************************
Zaman zaman, özellikle 3-5 yaş arası çocukların konuşmalarına, dili kullanmalarına bakarım. Tanık olduğum şey şudur: Tertemiz, açık, güzel ve doğal bir Türkçe! Sözcüklerin seçimi, cümle içinde sıralanışı, vurgulanışı son derece düzenli ve kurallara uygundur. (Burada aileden alınan eğitimi de göz önünde bulundurmak gerekir.) Cümlenin anlamına uygun tonlamaları öylesine yerli yerindedir ki cümlenin anlamını yalnızca tonlamaya dikkat ederek algılayabilirsiniz. Sözgelimi, çocuk üzüntüsünü anlatacak bir cümle mi kuruyor, çok güzel uygulanan cümle vurgusu kuralına, yaşanılan duyguya uygun mükemmel bir ses tonu eşlik eder. Bir de o soru cümleleri yok mu! Adeta "Ben bir soru cümlesiyim." diye seslenir size. Ailesinden iyi bir eğitim almış çocuğun konuşması sizi kıskandırır bile.
12 yaş ise çocuk için çok önemli bir dönüm noktasıdır. Çocukluktan yavaş yavaş gençliğe geçişin başladığı zamandır. İşte bu yaşlarda çocuklar birtakım yeni alışkanlıklar edinmeye başlıyorlar. Belki de tam bu noktada bir kırılma yaşanıyor. O yaşa kadar Türkçesi gayet güzel, saf ve düzgün olan çocukların dili olumsuz yönde değişmeye başlıyor. Ergenliğin önemli davranış özelliklerinden biri olan “başkaları tarafından beğenilmeyi ve ilgi çekici bulunmayı isteme” dürtüsüyle yabancı sözcüklere özenme baş gösteriyor. İşte bu noktada çocuklar (farkında olmadan) Türkçe bilincini ve sevgisini yitirme tehlikesiyle karşı karışıya kalıyorlar. Kimileri bu zorlu dönemeçten en az zararla geçiyor. Ancak, kimileri de...
Bu yorumlar, aradığımız yanıtın ancak bir bölümünü veriyor bize. Yap-boz tahtasının diğer parçalarını görebilmemiz ve yerli yerine koyabilmemiz için olaya başka başka açılardan bakmak gerekiyor. Hiçbir toplumsal olayın tek bir nedeninin olamayacağı ilkesini de düşünerek başka sebepler aramalıyız. Bu, bence, tüm gönüldaşların çok iyi düşünmesi gereken bir konu.
07.08.2005 tarihli Sabah Gazetesi’nin Aktüel adlı ekinde çok ilgi çekici bir araştırmanın sonuçları yer aldı. Bu haberde şöyle bir değerlendirme vardı: “Hangi dilin ne kadar zor olduğu veya en yetkin şekilde kullanılabildiği uzun yıllardır bilim adamlarının en gözde tartışmalarından biri. Geçtiğimiz hafta Berlin'de yapılan Uluslararası Çocuk Dili Araştırmaları Derneği'nin 10. kongresinde açıklanan bir araştırma ise bu konuda son gelişmeleri ortaya koyuyor. Pek çok kesimin ilgisini uyandıran bu araştırmaya göre anadilini en erken öğrenenler Türk çocukları. Türk çocukların 2-3 yaşlarına geldiklerinde dilbilgisi kurallarına uygun konuşabildiğini söyleyen Alman dilbilimi profesörü Klann Delius, Türkçe'nin şahıs ve zaman belirleyen eklerinin düzenli olduğunu belirtiyor. Bu da lego taşlarının yan yana dizilmesi gibi sistematik ve kolay olduğunu gösteriyor. Türk dilbilimcileri ise yıllardır savundukları bu tezin, sonunda yabancılar tarafından da dile getirilmesiyle çok mutlu. Zaten son zamanlarda Türkçe öğrenmek için gelen yabancıların sayısının artması da bunun göstergesi.
( Ek bilgi: Şu an kaynağına erişemediğim bir bilgiye göre, ana dilin öğrenilmesi birçok ülkede 4, 5 ; kimilerinde ise ancak 7 yaşında tamamlanıyormuş. Türkçe, diğer dillere göre çok daha erken yaşlarda öğrenilebilen bir dil. )
Bu araştırma sonucuna göre ana dillerini en erken yaşta öğrenenler Türk çocuklarıdır. Türk çocukları 2-3 yaşlarına geldiklerinde dilbilgisi kurallarına uygun konuşabiliyorlar. Bu bilgilere bir de benim bir önceki iletide kendi gözlemlerime dayanarak yazdıklarımı ekleyelim: Türk çocukları 3 yaşına geldiklerinde Türkçeyi vurgu / tonlamaya uygun ve çok düzgün olarak konuşabiliyorlar.
İşte, burada aynı soruyu diğer katılımcılar için yineliyorum: Ana dilini en erken yaşta öğrenip kurallı ve doğru konuşabilen çocuklarımızın duru, temiz Türkçeleri ne oluyor da belirli bir zaman sonra kirleniyor?
Bu kadar erken yaşta ve kolaylıkla öğrenilen, matematiksel yapısından dolayı çok sağlam dilbilgisi kuralları olan ve konuşmayı öğrenen en küçük çocuklarca son derce duru ve güzel konuşulan bir dil –Türkçemiz- nasıl oluyor da bugün yığınla sorun altında kalabiliyor? Nasıl oluyor da kendisini en temiz biçimde kullananlar tarafından gün gelince kirletilebiliyor? Nasıl oluyor da böylesine bir kazanımı ve üstünlüğü (yani avantajı) yitirebiliyor? Yukarıda sayılan özelliklere göre düşündüğümüzde bu olayların tam tersinin olması gerekmez miydi? Yola bu kadar kazanımla çıkan Türkçemizin, en az sorun yaşayan dil olması gerekmez miydi? Küçük yaştaki kullanıcıları tarafından en güzel biçimde bayraklaştırılan Türkçemizin daha da yükseklerde dalgalanması gerekmez miydi?
Bu, bence çok büyük bir çelişkidir. Bu soruları hepimizin kendisine sorması ve ciddi biçimde yanıtlar araması gerekiyor. Türkçe bu kazanımlarını niçin yitiriyor? Sorun nerede? Eğitim sisteminde mi? Öğretmenlerde mi? Ana babalarda mı? Yoksa, hepsinde mi? Herkeste mi? Öyleyse ne yapılmalıdır? Ne tür çareler aranmalıdır? Diğer dillere göre başlangıçta kazançlı olan dilimizin yıllar geçtikçe sorunlar yumağı içinde boğulup kalmasıyla neleri yitiriyoruz tahmin edebilen var mı?
Biz nerede yanlış yapıyoruz da çocukların dilinde dupduru yaşayan Türkçemiz, daha sonraları kirleniyor?
Ozan Aydın
************************************
Gün geçmiyor ki Türkçe’nin kirlendiğine ilişkin kitle iletişim araçlarında bir yazı okuma-yalım.
Türkçe’nin kirlendiği görüşünü savunanlara göre, Türkçe’miz öyle kirleniyormuş ki, böyle giderse sadece dilimizi değil, ulusal benliğimizi, kültürümüzü ve yurdumuzu yitirme tehlikesiyle de karşı karşıya kalacakmışız.
Türkçe’nin kirlenmesi konusundaki görüş bildirenleri genel olarak iki kümede toplayabiliriz:
Birincilere göre, özellikle son 20-25 yılda dilimize yoğun biçimde giren özellikle Amerikanca sözcükler dilimizi kirletiyor.
İkinci öbekteki görüş sahiplerine göre ise dilimizde herhangi bir kirlenme söz konusu değil, olsa olsa yerli yersiz yabancı sözcük kullanmakla kimi yazarların ya da konuşurların dili kirlenmektedir.
Bu bağlamda akla şu soru geliyor: Kim sokuyor bu yabancı sözcükleri dilimize?
Hemen yanıtlayalım:
Bir ya da birden çok yabancı dil bilen, ama Türkçe’ye güvenmeyen, Türkçe bilinci ve sevgisi konusunda duyarsız, yeni kavramlara Türkçe karşılıklar üretme konusunda çaba harcamayan, düşünce, bilgi ve bilim üretme konusunda kısırlık çeken yazarlar, basın-yayın mensupları, bilim ve siyaset adamları…
Bu değerlendirme sizlere biraz sert gibi gelebilir.
Ancak sağduyumuzu yitirmeden lütfen bir kez daha düşünelim: yazarlar, basın-yayın mensupları, bilim ve siyaset adamları, sağlam bir Türkçe ve sevgisi ve bilinci edinmiş olsalardı, özgün düşünce ve bilgi üretme süreçlerine katkıda bulunmaktan, kendi söylemini yaratırken Türkçe terimler/sözcükler kullanmaya özen göstermekten, gerektiğinde yabancı kavramlara Türkçe karşılıklar üretme konusunda emek vermekten kaçınırlar mıydı?
Türkiye’de son yıllarda yabancı sözcük kullanmaya eğilim giderek artıyor, özellikle AB’ye girme sürecinde işyeri, kurum, ürün vb adlarında ticari kaygılar, özenti, yabancı ürün adlarına olan eğilimden yararlanma, yabancı şirketlerle yapılan ortaklıklar vb nedenlerle yabancı sözcüklerin daha sıklıkla kullanılacağını varsaymak hiç de yanlış bir değerlendirme olmayacaktır.
Ayrıca şu gerçeği de unutmayalım: Dilin tek bir kullanım katmanı yok; dil, kullanım bağlamında değişik katmanlardan (bilim dili, kültür dili, sanat dili, felsefe dili; yazı dili, konuşma dili; ölçünlü dil, yöre ağzı, özel diller:argo, alan argoları vd) oluşuyor.
Bakın, kitle iletişim araçlarında, yazılı ürünlerde, sözlü dilin kullanıldığı alanlarda çok büyük yanlışlarla karşılaşıyoruz: Sözcükleri yanlış yazıp söylüyoruz, sözcükleri/ deyimleri/ atasözlerini bağlamlarına uygun kullanma konusunda beceriksizlikler gösteriyoruz.
İsterseniz yeniden konumuza dönüp, dilde kirlenme diye nitelendirilen olguyu sorun boyutundan çıkarabilecek önlemlere de kısaca değinelim.
Bu konudaki görüşlerimi birbiriyle ilişkili üç aşamada özetleyebilirim:
-Birinci aşamada; biz öncelikle Türkiye’nin bütün öğretim kurumlarında Türkçe eğitim yapılmasında kesinkes ayak diremeliyiz; bu tutum hiçbir zaman yabancı dil öğrenimini/ öğretimini dışlamamaktadır. Bunun için de Türkçe eğitim siyasetini yeniden gözden geçirmemiz gerekmektedir.
-İkinci aşamada, Türkiye’de bilim, kültür, sanat, felsefe alanındaki bilgi ve düşünce üretiminin büyük bir hızla artırılmasına çalışmalıyız. Bu çalışmaların Türkçe’ye hem söylem hem de sözcük/terim açısından çok büyük yararı olacaktır (Terimlerin Türkçeleşmesi Türkçe’nin terim dağarcığını artıracak, bu terimlerle üretilen düşünce ve bilgiler ilgili birimlere, basamaklara daha kolaylıkla ulaşabilecektir.) Yabancı dillerden alıntılanan terimlere bilim, kültür ve sanat kurumları, vakit geçirmeden Türkçe karşılıklar bulmak durumundadır.
-Üçüncü aşamada, dil kullanımı konusunda eleştiri ve özeleştiri kurumunu daha etkin olacak biçimde devreye sokmalıyız. Her alandaki basın-yayın etkinliklerinde, Türkçe kullanımının doğru ve anlaşılır olması için gerektiğinde hem eleştiri, hem de özeleştiri yapmaktan kaçınmamalıyız.
Hemen her dil, kullanıldığı toplumun beklenti ve gereksinmeleri karşılayacak ölçüde gelişkindir.
Önemli olan, değişen koşullara uyum sağlayabilmek, ortaya çıkan sorunlara gerçekçi çözümler bulabilmek için, umut kırıcı yaklaşımlarla toplumsal duyarlığı zedelememek, halkın sağduyusuna güvenmek, yerel-ulusal-evrensel gelişim çizgisinde çok duyarlı ve uyanık davranmak gerekiyor.
Son olarak şunu söyleyebilirim;
Yurtseverliğin, bize düşen görevleri bireysel, toplum ve kamusal alanda en iyi biçimde yapmak; dilseverliğin de, sağlam bir dil sevgisi ve bilinciyle dil kullanımında özenli davranmak, dili doğru ve güzel kullanmak olduğu gerçeğini hiçbir zaman unutmamalıyız.
Yusuf Çotuksöken