Konuya cevap cer

Ce: Dikkat Eksikliği Bozukluğu


BÜTÜNLEME BOZUKLUĞU:


Giren bütün duyusal uyarıcılar bir sıraya konur ve sonra yorumlanır.Bu yapılmadığı zaman algılar anlamsızlaşır. Bazı çocuklarda aksaklıktır. Bütünlemenin bir yönü doğru sırada örgütleme yeteneğidir. Bu alanda bozukluğu olan çocuklar bir öyküyü duyar ya da bir olayı görür. Ama onu anlatırken ortasından başlar, başa döner sonunu anlatır ve kar­makarışık bir şekilde öykü tamamlanır. 23 sayısını görür, kağıda 32 yazar. 2+3=? sorusu verildiğinde 2+ 5=3 yanıtını verebilir. Sonucun 5 olduğu bilinmekte fakat yanlış sırada verilmektedir.


Bütünlenmenin bir diğer yönü soyutlamadır. Bilgi bir kez beyne kaydedilir ve doğru akış içinde sıralanırsa bu durum uyarıcının daha genel ilişkilerine dec genellenebilir. Örneğin öğretmen sınıfta bir polis öyküsü anlatır ve çocuklara kendileri polis olsaydı neler yapacaklarını sorar. Soyutlamada güçlüğü olan çocuk öyküdeki polis kavramından genel polis kavramına geçemez,orda kalır.




BELLEK:


Bilgi beyine ulaşır ve bütünlenirse depolanma süreci haşlayacaktır. Bu sürecin kısa ve uzun süreli olmak üzere iki formu vardır. Örneğin, kısa süreli bellekte bir telefon numarasına bakıp bunu aklımızda tutar numarayı çeviririz. Ama aradığımız numara meşgul çıkarsa ya da biri o sırada birşey sorarsa yeniden numaraya bakmamız gerekir. Dikkat Eksikliği Hiperak­tivite Bozukluğu olan çocukların diğer çocuklara kıyasla daha fazla tekrarla öğrendikleri gözlenir, bu da bir tür uzun süreli bellek demektir. Ana babalar genellikle tutarsızlığı fark eder, çocukları yeni öğrendikleri şeyi unutmakta, ancak iki üç yıl önceki yerleri ve yaşantıları hatırlayabilmekte­dir. Bu tür çocuklarda uzun süreli bellek bozukluklarına daha az rastlanır.




DAVRANIŞLAR:


Bilgi, kelimeler aracılığı (konuşma) ince kas faaliyetleri (yazma-çizme) ya da diğer kas aktiviteleri (diğer davranışlar) şeklinde kendini gösterir.İletişim alanında kullanılan iki dil formundan söz edilir.


a) Kendiliğinden konuşma


b) Bağımlı konuşma


Kendiliğinden konuşmadaki inisiyatif kişidedir. Saniyenin çok kısa bir bölümünde düşünce örgütlenir ve uygun kelime bulunur. Bağımlı konuş­mada kişiye soru sorulur ya da bir konuda konuşması istenir.Özel dil bozukluğu olan çocuklarda çoğunlukla kendiliğinden konuşmalarda zorluk yoktur. Sorun bağımlı konuşmalarda vardır. Tutarsızlık çok açıktır. Soru sorulduğunda “Hı, efendim, ne” gibi geçiştirme sözcüklerine çok sık rastlanır. Kelime bulmakta güçlük çeker. Bunu başka kelimelerle geçiştirmeye çalışır ve sonunda anlamsız bir konuşma ortaya çıkar.


Kendiliğinden konuşmalarla bağımlı konuşmalar arasındaki tutarsızlık, ana babaları ve öğretmenleri şaşırtır. Çocuğun tembel olduğu çünkü iste­diği zaman cevap verebildiği düşünülür.


İnce motor koordinasyon bozukluğu çivi çakma, çatal bıçak kullanma, yazı yazma, resim yapma gibi etkinliklerde çok belirgindir. Çocuğun eli hiçbir zaman kafası kadar iyi ya da hızlı çalışamaz. Sıklıkla iki seçim vardır.Ya çok yavaş yazacak ve zamanında bitiremeyecek ya da çabuk yazıp hata yapacaktır. Heceleme, gramer, harflerin konumu ve büyüklük­leri en büyük hata kaynağıdır.


Daha az bilinen bir başka ince motor bozukluğu, konuşma yaratımı açısından ortaya çıkar. Konuşmada interkostal ve diyafram kasları, vokal kordları kontrol eden kaslar, oral ve nazal farinks, ağız, dil ve damak kasları takım olarak çalışır ve konuşmayı yaratırlar. Bu alanlardan birinde olan aksaklık sonucu telaffuz bozukluğu ve konuşma güçlüğü gözlenebilir.


Koordinasyon konusunda güçlüğü olan çocuklar bisiklete binmede, topa vurmada, topu yakalamada vb. eylemlerde beceriksiz olarak tanım­lanırlar.


Özel öğrenme bozukluğundaki işleyişi açıklayan bu yaklaşımlar kuşkusuz oldukça basite indirgenmiştir. Öğrenme süreci çok daha kar­maşıktır. Yine her çocukta bu sözü edilen aksaklıkların tümünün olması da şart değildir. Her çocuk bu alanlardaki bir ya da birden fazla aksaklığı göstererek kendine özgü bir görünüm alır.


Yukarıda sözü edilen alanlara ilişkin sorunlar, ayrıntılı öykü alma ve uygulanan psikolojik testlerde belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Wechsler Çocuklar İçin Zeka Ölçeği’nde Sözel ve Performans puanlar arasında olağanın üzerinde farklar mevcuttur. Defterleri düzensizdir. Harf atlamalar ve ters yapmalar, yarım bırakılmış sayfalar adeta defterin en belirgin özelliğidir.


DEB’ndaki klinik görüntüler, gençlerde çocuklardaki kadar ayrıntılı ve düzenli bir şekilde araştırılmamıştır. Belirtilerin yaşla azalmasının yanısıra görünümlerinde de değişiklikler olabilmektedir. Bu nedenle tanı ölçüt­lerinin bu çağa özgü bir biçimde yeniden gözden geçirilmesi gerekmekte­dir. Ergenlik döneminde artık gençler “bir sınıf, bir öğretmen“ kolaylığından çıkmıştır. Her derse ve her sınıfa gelen ayrı bir öğretmenle karşılıklı 






olarak birbirlerinin özelliklerini tanıyıp. uygun davranışlarda bulunmak bu dönem için zor bir yaşantıdır. Yaşıtlarıyla ilişkilerindeki aksaklıklar vc özellikle bağımsızlığa geçiş süreçleri sancılı olur. Ama belirti bu kez aşırı hareketlilikten içsel huzursuzluk duygusuna dönüşür. Dikkatsizlik ve bil­işsel sorunlar okul ve iş yaşamındaki örgütleme, düzene koyma, istenilen­leri istenildiği gibi yerine getirme konularındaki zorlukları belirginleştirecektir. Bağımsız çalışma güçlüğü ergenin akademik başarısında önemli rol oynamaktadır. Bu dönemde bisiklet ve motosiklet kazalarının DEB olan gençlerde sık görüldüğü, bunun yalnızca dikkatsizlik kökenli olmadığı, gencin içinde bulunduğu güçlüklere bir tepkisi olduğu ileri sürülmektedir.


Son yıllarda DEB’nun yaşam boyu etkileri üzerinde daha çok durulmaya başlanmış, yetişkinlikteki görünümleri ve tedavileri üzerinde araştır­malar yoğunlaşmıştır. Örgütleme sorununun sürmesi, ataklık, dikkat zor­lukları iş yerinde de sorun yaratmaktadır. Bitirilmemiş, yarım bırakılmış işler, sık görev değiştirme bu kişilerin yaşantılarında sık rastlanan temalardır. Huy değişikliklerinin çabuk ve şiddetli olabilmesinden ötürü iş ve evlilik konularında belirgin yakınmalar olmaktadır.


KOMORBİDİTE:


Komorbidite çocuk, ergen ve yetişkinler için her dönemin özellikleri göz önüne alınarak değerlendirilmelidir. Kliniklere gönderilen çocukların 2/3’sinin ek belirtisi olduğu bildirilmektedir. Çocukların ek tanıları, görüldükleri kliniğe göre farklılıklar göstermektedir. Örneğin psikiyatri kliniklerinde görülen çocukların daha çok Karşı Gelme ve Ağır Davranım Bozukluğu tanılarıyla geldikleri, pediatri grubunda ise Dil ve İletişim Bozuklukları, Özel Öğrenme Bozuklukları ek tanılarının sık olduğu gözlenmiştir. En sık rastlanan ek tanılar; Özel Öğrenme Bozuklukları, Dil ve İletişim Bozuklukları, Ağır Davranım Bozukluğu, Karşı Gelme Bozukluğu, Anksiyete,Tik,Tourette Sendromu ve Duygu Durum Bozukluklarıdır.


Bu tanılar yalnızca komorbit yakınmalar açısından değil, ayırıcı tanı açısından da önemlidir. Çok ayrıntılı bir çalışmada DEB, Ağır Davranım Bozukluğu, Kaygı Bozukluğu ve Karşı Gelme Bozukluğu ile yapılan yüz­den çok araştırma gözden geçirilmiştir. Bunların büyük çoğunluğunun alı­nan bir tanı grubu ile onunla eşleştirilen normal çocuklar arasındaki fark­ların araştırılması şeklinde olduğu görülmüştür. 0 zaman gözlenen fark­ların sadece o tanı grubuna özgü olduğu düşünülmektedir. Oysa sözgeli­mi DEB olan çocukların normal çocuklardan daha aktif oldukları bilin­mektedir. Aşırı hareketliliğin bir kaygı belirtisi olduğu konusunda da fikir birliği vardır. Ancak bu tanıyı alan çocukların kaygılı çocuklardan hangi açılardan farklı olduğuna ilişkin kesin bir bilgi yoktur. Bu çalışmayla tanı kategorilerinin varsayılan geçerliğinin yeniden sorgulanması gerektiği, tek bir tanı grubunu alarak normallerle karşılaştırmanın hatalı tartışmalara yol açabileceği gösterilmiştir.


Bir başka geniş çaplı araştırmada farklı tanıları alan çocuklar birbir­leriyle ve normal çocuklarla karşılaştırılmıştır. Bu çalışmanın bulguları­na göre; anksiyete bozukluğu gösteren çocuklar, sosyal, bilişsel, ve başarı yönünden en az sorun gösteren gruptur. Ancak normal çocuklardan çok zor ayırdedilmektedir. Büyük çoğunluğunu kızlar oluşturmaktadır. Ağır Davranım Bozukluğu ve Karşı Gelme Bozukluğu arasında ölçülebilen tüm değişkenler açısından fark bulunmamıştır. Bu nedenle Karşı Gelme Bozukluğu tanısının geçerliği konusunda kuşkular artmıştır. DEB’nun önemli ölçüde bilişsel bir bozukluk olduğu belirtilmektedir. Bu grubun gerek Anksiyete Bozukluğu gerekse Ağır Davranım Bozukluğu grubundan farklı olduğu kanısı ağırlıktadır. Dikkat ve davranım bozukluklarının bir­likte görülüşlerinde sosyal bozukluk etmeni daha önemli düzeylerde bulunmuştur. Bu tür yakınmalarda dikkat bozukluğunun temel neden olduğu, üzerine eklenen olumsuz sosyal etmenlerle DEB ve Ağır Davranım Bozukluğunun birlikte görüldüğü grubu oluşturduğu ileri sürülmektedir. Ağır Davranım Bozukluğu gösterenlerin ise daha ben­merkezcil ve saldırgan çocuklar olduğu, bunlarda bilişsel bozukluklar gözlenmediği belirtilmektcdir.


Yapılan bir başka çalışmada DEB olan çocukların %47’sinin Ağır Davranım Bozukluğu ya da Karşı Gelme Bozukluğu gösterdiğini, %26’sının Anksiyete ve Fobik Bozukluğu olduğunu, %18’inde ise Ağır Davranım Bozukluğu ve Anksiyetenin birlikte bulunduğu belirtilmekte­dir. İlkokul 2. sınıf öğrencileri üzerinde yapılan geniş çaplı bir taramada bunların %2.3’ünün dikkatsiz ve çok hareketli, %3.6’sının agresif, %3’ünün ise dikkat, hareket ve davranış sorunları olduğunu belir­lemişlerdir. Yakınması olmayan çocuklarla bu grubu karşılaştırdıklarında, sorunlu grubun daha çok dağılmış aile yapısının olduğu, düşük sosyo­ekonomik düzeyden geldiği, eğitim güçlüğü, sosyal yaşam bozukluğu ve dürtüsellik gösterdiği bulunmuştur.


Bu çocuklarda ve yetişkinlerde DSM’de belirtilmemesine karşın sosyal beceri zorluğu vardır. Bu da kişiler arası ilişkilerde sorunlara neden olur.


Komorbidite tanı sürecini karıştırır. Eş zamanlı bozuklukların tanın­ması ve tedavisi en az DEB kadar önemlidir. Bu konuya ilişkin bilgilerin artması ayırıcı tanı açısından da çok önemlidir. DEB’na ek olan farklı bozuklukların belki de farklı köklerden geldikleri bulunacaktır.


Geri
Üst