Dikkat Eksikliği Bozukluğu
Dr. Ferhunde ÖKTEM
Yaklaşık elli yıl öncesinden başlayarak, hekimler, psikologlar ve eğitimciler giderek artan bir şekilde dikkatlerini bu tür yakınması olan çocuklar üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Her uzman grubu bu çocuklara kendi konuları açısından yaklaşmıştır. Sorunun çok yönlü ele alınışının yanısıra, farklı tanımlamalar ve sınıflandırmalar da gelişmiştir:
Hiperkinetik Reaksiyon, Hiperaktif Çocuk Sendromu, Minimal Beyin Disfonksiyonu, Minimal Serebral Disfonksiyon, Dikkat Eksikliği Bozukluğu, Dikkat Eksikliği Aşırı Hareketlilik Bozukluğu gibi isimler altında anılmıştır.
Dikkat Eksikliği Bozukluğu (DEB), Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Bölümlerince üzerinde en çok durulan, en çok önemsenen yakınmalardan biri haline gelmiştir. Çünkü bu bölümlere yapılan başvu­ruların yaklaşık yarısını bu tanı grubu oluşturmaktadır. Yakınmaların görünümleri değişse de artık okul öncesi çağdan başlayıp yetişkinlik döne­mine dek uzandığı kabul edilmektedir. Belirtiler çocuğun eğitim ve yaşan­tısının hemen her alanını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Tedavi edilmediği takdirde yoğun ruhsal ve sosyal sorunlar ortaya çıkmaktadır. En önemlisi de okul, aile ve tıbbi yaklaşımlarla başarılı bir şekilde tedavi edilmektedir.
GÖRÜLÜŞ SIKLIĞI:
Dikkat Eksikliği Bozukluğu’nun görülüş sıklığı okul çağı çocuklarının %3-5’i olarak belirtilmektedir. Bu yüzdeye, okul öncesi, ergen ve yetişkin­ler katılmamıştır. Bölümümüzde yapılan çalışmalarda ilk başvuruların %1O’unu DEB yakınması oluşturmaktadır. Görülüş sıklığı oranları örneklem gruplarına, kullanılan ölçeklere ve tanı kriterlerine göre değişiklikler gösterebilmektedir. Klinik örneklemde 1/9 oranıyla erkeklerde çok olduğu görülmektedir. Alan örneklemelerinde ise bu oran 1/4 olarak verilmektedir. Kızların kliniklere daha az gönderilme nedenleri araştırılmıştır. Yapılan bazı çalışmalarda kızların daha çok dikkatsizlik ve bilişsel zorluklar sergilediği, bunun gözden kaçabileceği ya da önemsenmeyebileceği, oysa erkeklerin saldırganlık, ataklık ve davranım bozuklukları gösterebildik­leri için kliniklere erken gönderildiği bulunmuştur.
Bölümümüze yapılan DEB başvurularında 2/8 oranında erkek çocuk­larda fazlalık görülmektedir. Oysa genel hasta örneklcmimizde bu oran 4/6’ dır.
ETİYOLOJİ
Dikkat Eksikliği Bozukluğu’nun nedenlerine ilişkin yoğun çalışmalar bulunmasına karşın henüz kesin bir yanıt alınamamıştır. Biyolojik ve psikososyal ctmenlcrin etkileşim halinde oynadıkları rollerin bu tür bir yakınmayı ortaya çıkardığı düşünülmektedir. Frajil X, fetal alkol sendro­mu, çok düşük doğum ağırlığı, çok ender görülen genetik geçişli tiroid bozukluklarının da DEB belirtileri verdiği bilinmektedir. Ancak genel DEB grubunun içinde bunlar çok küçük bir oranı oluşturmaktadırlar.
Önceki yıllarda cnsefalit geçiren çocukların bulgularından esinlenerek bunun bir “beyin hasarı” olabileceği düşünülmüştür. Son yıllarda beyin görüntüleme ya da diğer gelişmiş tetkiklerle bu alanın araştırılması sürdürülmektedir. Temporal ve frontal loblar, korpus kallosum bu konuda­ki çalışmalarda en sık anılan bölümlerdir.
Patolizyolojisinc yönelik çalışmalar da son yılların gözde araştır­malarını oluşturmaktadır. Bu konuya ilişkin bilgiler daha çok yetişkinlere yöneliktir.
Erişkin yaş grubunda SPECT çalışmalarında çocukluklarından beri DEB yakınmaları gösteren yetişkinlerde striatumda fokal serebral hipofüzyon,duyusal ve duyusalmotor alanlarda hiperfüzyon bulunmuştur.Ergenlerle yapılan araştırmalardan tutarlı sonuçlar elde edilmemiştir. Normal yetişkinlerle DEB olanlar karşılaştırıldığında DEB gösterenlerin promotor korteks ve üst prefrontal kortekste daha düşük serebral glukoz metabolizmasından söz edilmektedir.
Bölümümüzde yapılan çok kapsamlı bir araştırmada, alerjik yakın­malar DEB grubumuzda, genel hasta grubuna kıyasla 10 kez fazla bulun­muştur. Geçirilmiş hastalıklar arasında enfeksiyonlar, travmalar, ve SSS hastalıkları ön sıralarda yer almaktadır. Bunların DEB grubunda görülüş oranı genel hasta grubuna kıyasla çok yüksektir. Erken doğum öyküsüne DEB grubunun %20’sinde rastlanmıştır. Bu oran kontrol grubunda %8’dir. DEB yakınması olan çocukların anne sütü alma sürelerinin çok az olduğu dikkati çekmiştir
Ailesel kalıtsal etmenler yaklaşık 25 yıldır yoğun bir şekilde araştırıl­maktadır. Kalıtımın 0.55 ile 0.92 oranlarında etkili olduğu görüşleri vardır. Monozigot ikizlerde görülüş oranı %51, dizigot ikizlerde ise %33’tür. Yakın akrabalarda görülüş sıklığının yüksek olduğu belirtilmek­tedir. Evlat edinme çalışmaları kalıtsal etmenlerin çevresel etmenlere göre daha etkili olduğunu göstermektedir.
Dikkat Eksikliği Bozukluğu gösterenlerin merkezi sinir sistemi uyarıcıları ve antidepresanlara verdikleri olumlu yanıt, bir katekolamin bozukluğunu akla getirmektedir. Hayvan ve insanların kan ve idrarlarında yapılan çok sayıda araştırma bu konuda odaklaşmıştır. Ancak sonuçlar tutarsızdır. Düşük dopamin ve nörepinefrin dönüşümleri pek çok araştır­mada ele alınmıştır. Ancak seratonin ve katekolamin sistemleri arasında­ki etkileşimden ötürü “bir ilaç-bir transmiter” yaklaşımı olayı çok basite indirgemek olmaktadır.
Psikososyal etmenlerin etiyolojide birincil rol oynadığı düşünülme­mektedir. DEB olan çocukların ailelerinde çok değişik ana baba çocuk etkileşimleri gözlenmiştir. Psikososyal etmenler daha çok Karşı Gelme Bozukluğu ve Ağır Davranım Bozukluğu gösteren çocuk ve yetişkinlerde etkili olmaktadır.
DEB’nun nedenlerine yönelik çalışmalarda bazı çevresel etmenler üze­rinde de çok durulmaktadır. Doğum öncesi ve doğum sırası etmenler, toksinler, kurşun, katkılı yiyecekler, şeker entoksikasyonu, vitaminler, beslenme özellikleri gibi pek çok özellik üzerinde yoğun çalışmalar yapıl­maktadır. Henüz bulgularda biri ya da birkaçına yönelik yeterli destek sağlanmamıştır.
GELİŞİMSEL PSİKOPATOLOJI
DEB’na ilişkin belirtiler değişik yaşlarda farklı görüntüler sergiler.Elde edilen bilgilerin çoğu ilkokul çocuklarına ilişkindir. Daha küçük ve daha büyüklere yönelik veriler azdır.
Okul öncesi dönemde en zorluk çekilen ayırdedici tanı sorunu normal çocukların aşırı hareketliliği ile DEB olanların ayırdedilmesindedir. Pek çok ana baba çocuklarını dikkatsiz ve aşırı hareketli olarak tanımlar. Gerçek DEB olan çocukların bu yakınmaları süreğendir. Her zaman ve her yerde benzeri türde davranışlarda bulunur. Bu yakınmalara ek bazı davranış sorunları sergiler. Babaları tutma nöbetleri, saldırgan davranışlar birincil yakınmalara eklenebilir. Düşüncesiz ve korkusuz davranışları vardır. Bir babada olduğu gibi “Düşer miyim, bir yerime bir şey olur mu. Aklına bile gelmiyor. Bunların fren tertibatları çalışmıyor.” şeklinde yakınmalara sık rastlanır. Gürültülü, patırtılı oyun ve davranışlar, sakar­lıklar bu çocukları izlerken hemen dikkat çeker. Genellikle bebeklik ve çocukluklarında uyku sorunları vardır. Çoğu ana baba çocuklarının çok erken saatlerde uyandıklarından, uyku derinliğinin az olduğundan yakınır.
Okul öncesi dönemdeki çocukların yarısının dokuz yaşından önce tanı aldığı belirtilmektedir. Bu oran ülkemizde daha düşüktür. “Yaramaz ço­cukların akıllı olacağına” ilişkin görüş nedeniyle çocukların bölüme getiri­lişleri daha ileriki yaşlarda olmaktadır. Okul öncesi çağda getirilen çocuk­ların yakınmalarının ise çok ağır olduğu dikkati çekmektedir. Araştırmalar bu dönemlerdeki yoğun yakınmaların, semptomların ileriki yıllarda yoğun bir biçimde süreceğinin ön uyarısı olduğunu söylemektedir.
Okula başlayıp akademik arenaya çıkan çocuğu bekleyen pek çok güçlük vardır. Derste yerinde oturmaması, dikkatini bir konu üzerinde yoğunlaştıramaması, algılama bozukluğu, sakarlığı onu sürekli uyarılan ve yerilen bir ortama sokar. Artık kendini eleştirenler grubuna bir de öğretmenleri hatta sınıf arkadaşlarının ana babaları da eklenmiştir. Belirtileri ek olarak arkadaşlık kurma ve sürdürmede yaşadığı zorluklar, onu daha içine kapanık, yalnız, öfkeli, küskün ve oyun bozan yapabilecektir. Bu Karşı Gelme ve Ağır Davranım Bozukluğu gibi ek tanıların ortaya çıkış için uygun zemin hazırlayacaktır.
GÖRME ALANINDAKİ BOZUKLUK:
Bu çocuklar algıladıklarını örgütlemedc, organize etmede güçlük çekmektedir. “p, b, d, “ harfleri çoğu kez karıştırılır. Çünkü bunlardan her biri çeşitli döndürmelerle bir diğeri olabilir. Çocuk “yap” kelimesini görür bunu “pay” olarak okur, ya da yazar. Bu karışıklık, geometrik desenlerin kopya edilmesinde de kendini gösterir.
Görsel algılama bozukluğunun bir diğer şekli, konum örgütlenmesin­deki aksamalarla kendini gösterir. Bu çocuklar genellikle sağını solunu karıştırır.
Derinlik algısındaki sorunlar, görsel algı bozukluğunun bir diğer yönüdür. Bu tür sorunu olan çocuklar mesafeleri yanlış tahmin eder, eşyalara çarpar. Bu yüzden ana babalar bu tür çocukların sakar olmasından sıklıkla yakınır. Örneğin, yemek masasında çocuk, muhtemelen bardağın mesafesini yanlış tahmin etmekte ve bardağı devirebilmektedir.
Bu alanla ilgili diğer bir örnek şöyle özetlenebilir; gözler bir anlamda ellere ne yapacağını söyleme görevini üstlenmiştir. Göz ilgili eşyaya odak­laşır, doğru olarak algılar ve ellere ne yönde hareket edeceği ya da ne za­man faaliyete geçeceğini söyler. Örneğin, bir top oyununda gözün topta olması gerekir. Top bize atıldığında doğru yöne yönclinir. Bu alanda güçlüğü olan çocuklar hızı ya da mesafeyi yanlış değerlendirir. El oraya çok erken ya da çok geç gidebilir, çocuk topu kaçırır. Aynı şey vurma, yakalama, zıplama ya da fırlatma gibi etkinliklerde de söz konusudur. Buna bağlı olarak, bu alanda güçlüğü olan çocuklar bu tür oyunlarda başarısız olur ve oyunlardan dışlanırlar.
Görsel algıyı içeren beyin sahasının yaklaşık beşbuçuk yaşta olgun­laştığını unutmamak gerekir. Bu nedenle küçük çocukların bu tür güçlük­ler göstermesi doğaldır.
İŞİTME ALANINDAKİ BOZUKLUK:
Çocuğun işitme algısında da aksaklıklar olabilir. Seslerdeki farklılıkları ayırt etmede güçlük çekebilir. Bu karışıklıktan ötürü çocuk söyleneni ters anlar ve yanlış tepkide bulunur. “Geç-güç” gibi birbirine benzeyen kelimeler karıştırılabilir. Normal bir konuşmada önemli olan noktayı algılamada güçlük çekebilir. Örneğin; “Mutfağa git, su dolmuşsa musluğu kapat” denildiğinde “su dolmuşsa” kısmı atlanıp mutfağa gidilir ve mus­luk kapatılır. Bu nedenle ana-baba çocuğu dikkatsiz ya da söz dinlemez olarak nitelendirebilir. Bu güçlük çocuğa hızlı ya da ardarda çok şey söylendiğinde en belirgin şekilde kendini gösterir.
Yaklaşık elli yıl öncesinden başlayarak, hekimler, psikologlar ve eğitimciler giderek artan bir şekilde dikkatlerini bu tür yakınması olan çocuklar üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Her uzman grubu bu çocuklara kendi konuları açısından yaklaşmıştır. Sorunun çok yönlü ele alınışının yanısıra, farklı tanımlamalar ve sınıflandırmalar da gelişmiştir:
Hiperkinetik Reaksiyon, Hiperaktif Çocuk Sendromu, Minimal Beyin Disfonksiyonu, Minimal Serebral Disfonksiyon, Dikkat Eksikliği Bozukluğu, Dikkat Eksikliği Aşırı Hareketlilik Bozukluğu gibi isimler altında anılmıştır.
Dikkat Eksikliği Bozukluğu (DEB), Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Bölümlerince üzerinde en çok durulan, en çok önemsenen yakınmalardan biri haline gelmiştir. Çünkü bu bölümlere yapılan başvu­ruların yaklaşık yarısını bu tanı grubu oluşturmaktadır. Yakınmaların görünümleri değişse de artık okul öncesi çağdan başlayıp yetişkinlik döne­mine dek uzandığı kabul edilmektedir. Belirtiler çocuğun eğitim ve yaşan­tısının hemen her alanını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Tedavi edilmediği takdirde yoğun ruhsal ve sosyal sorunlar ortaya çıkmaktadır. En önemlisi de okul, aile ve tıbbi yaklaşımlarla başarılı bir şekilde tedavi edilmektedir.
GÖRÜLÜŞ SIKLIĞI:
Dikkat Eksikliği Bozukluğu’nun görülüş sıklığı okul çağı çocuklarının %3-5’i olarak belirtilmektedir. Bu yüzdeye, okul öncesi, ergen ve yetişkin­ler katılmamıştır. Bölümümüzde yapılan çalışmalarda ilk başvuruların %1O’unu DEB yakınması oluşturmaktadır. Görülüş sıklığı oranları örneklem gruplarına, kullanılan ölçeklere ve tanı kriterlerine göre değişiklikler gösterebilmektedir. Klinik örneklemde 1/9 oranıyla erkeklerde çok olduğu görülmektedir. Alan örneklemelerinde ise bu oran 1/4 olarak verilmektedir. Kızların kliniklere daha az gönderilme nedenleri araştırılmıştır. Yapılan bazı çalışmalarda kızların daha çok dikkatsizlik ve bilişsel zorluklar sergilediği, bunun gözden kaçabileceği ya da önemsenmeyebileceği, oysa erkeklerin saldırganlık, ataklık ve davranım bozuklukları gösterebildik­leri için kliniklere erken gönderildiği bulunmuştur.
Bölümümüze yapılan DEB başvurularında 2/8 oranında erkek çocuk­larda fazlalık görülmektedir. Oysa genel hasta örneklcmimizde bu oran 4/6’ dır.
ETİYOLOJİ
Dikkat Eksikliği Bozukluğu’nun nedenlerine ilişkin yoğun çalışmalar bulunmasına karşın henüz kesin bir yanıt alınamamıştır. Biyolojik ve psikososyal ctmenlcrin etkileşim halinde oynadıkları rollerin bu tür bir yakınmayı ortaya çıkardığı düşünülmektedir. Frajil X, fetal alkol sendro­mu, çok düşük doğum ağırlığı, çok ender görülen genetik geçişli tiroid bozukluklarının da DEB belirtileri verdiği bilinmektedir. Ancak genel DEB grubunun içinde bunlar çok küçük bir oranı oluşturmaktadırlar.
Önceki yıllarda cnsefalit geçiren çocukların bulgularından esinlenerek bunun bir “beyin hasarı” olabileceği düşünülmüştür. Son yıllarda beyin görüntüleme ya da diğer gelişmiş tetkiklerle bu alanın araştırılması sürdürülmektedir. Temporal ve frontal loblar, korpus kallosum bu konuda­ki çalışmalarda en sık anılan bölümlerdir.
Patolizyolojisinc yönelik çalışmalar da son yılların gözde araştır­malarını oluşturmaktadır. Bu konuya ilişkin bilgiler daha çok yetişkinlere yöneliktir.
Erişkin yaş grubunda SPECT çalışmalarında çocukluklarından beri DEB yakınmaları gösteren yetişkinlerde striatumda fokal serebral hipofüzyon,duyusal ve duyusalmotor alanlarda hiperfüzyon bulunmuştur.Ergenlerle yapılan araştırmalardan tutarlı sonuçlar elde edilmemiştir. Normal yetişkinlerle DEB olanlar karşılaştırıldığında DEB gösterenlerin promotor korteks ve üst prefrontal kortekste daha düşük serebral glukoz metabolizmasından söz edilmektedir.
Bölümümüzde yapılan çok kapsamlı bir araştırmada, alerjik yakın­malar DEB grubumuzda, genel hasta grubuna kıyasla 10 kez fazla bulun­muştur. Geçirilmiş hastalıklar arasında enfeksiyonlar, travmalar, ve SSS hastalıkları ön sıralarda yer almaktadır. Bunların DEB grubunda görülüş oranı genel hasta grubuna kıyasla çok yüksektir. Erken doğum öyküsüne DEB grubunun %20’sinde rastlanmıştır. Bu oran kontrol grubunda %8’dir. DEB yakınması olan çocukların anne sütü alma sürelerinin çok az olduğu dikkati çekmiştir
Ailesel kalıtsal etmenler yaklaşık 25 yıldır yoğun bir şekilde araştırıl­maktadır. Kalıtımın 0.55 ile 0.92 oranlarında etkili olduğu görüşleri vardır. Monozigot ikizlerde görülüş oranı %51, dizigot ikizlerde ise %33’tür. Yakın akrabalarda görülüş sıklığının yüksek olduğu belirtilmek­tedir. Evlat edinme çalışmaları kalıtsal etmenlerin çevresel etmenlere göre daha etkili olduğunu göstermektedir.
Dikkat Eksikliği Bozukluğu gösterenlerin merkezi sinir sistemi uyarıcıları ve antidepresanlara verdikleri olumlu yanıt, bir katekolamin bozukluğunu akla getirmektedir. Hayvan ve insanların kan ve idrarlarında yapılan çok sayıda araştırma bu konuda odaklaşmıştır. Ancak sonuçlar tutarsızdır. Düşük dopamin ve nörepinefrin dönüşümleri pek çok araştır­mada ele alınmıştır. Ancak seratonin ve katekolamin sistemleri arasında­ki etkileşimden ötürü “bir ilaç-bir transmiter” yaklaşımı olayı çok basite indirgemek olmaktadır.
Psikososyal etmenlerin etiyolojide birincil rol oynadığı düşünülme­mektedir. DEB olan çocukların ailelerinde çok değişik ana baba çocuk etkileşimleri gözlenmiştir. Psikososyal etmenler daha çok Karşı Gelme Bozukluğu ve Ağır Davranım Bozukluğu gösteren çocuk ve yetişkinlerde etkili olmaktadır.
DEB’nun nedenlerine yönelik çalışmalarda bazı çevresel etmenler üze­rinde de çok durulmaktadır. Doğum öncesi ve doğum sırası etmenler, toksinler, kurşun, katkılı yiyecekler, şeker entoksikasyonu, vitaminler, beslenme özellikleri gibi pek çok özellik üzerinde yoğun çalışmalar yapıl­maktadır. Henüz bulgularda biri ya da birkaçına yönelik yeterli destek sağlanmamıştır.
GELİŞİMSEL PSİKOPATOLOJI
DEB’na ilişkin belirtiler değişik yaşlarda farklı görüntüler sergiler.Elde edilen bilgilerin çoğu ilkokul çocuklarına ilişkindir. Daha küçük ve daha büyüklere yönelik veriler azdır.
Okul öncesi dönemde en zorluk çekilen ayırdedici tanı sorunu normal çocukların aşırı hareketliliği ile DEB olanların ayırdedilmesindedir. Pek çok ana baba çocuklarını dikkatsiz ve aşırı hareketli olarak tanımlar. Gerçek DEB olan çocukların bu yakınmaları süreğendir. Her zaman ve her yerde benzeri türde davranışlarda bulunur. Bu yakınmalara ek bazı davranış sorunları sergiler. Babaları tutma nöbetleri, saldırgan davranışlar birincil yakınmalara eklenebilir. Düşüncesiz ve korkusuz davranışları vardır. Bir babada olduğu gibi “Düşer miyim, bir yerime bir şey olur mu. Aklına bile gelmiyor. Bunların fren tertibatları çalışmıyor.” şeklinde yakınmalara sık rastlanır. Gürültülü, patırtılı oyun ve davranışlar, sakar­lıklar bu çocukları izlerken hemen dikkat çeker. Genellikle bebeklik ve çocukluklarında uyku sorunları vardır. Çoğu ana baba çocuklarının çok erken saatlerde uyandıklarından, uyku derinliğinin az olduğundan yakınır.
Okul öncesi dönemdeki çocukların yarısının dokuz yaşından önce tanı aldığı belirtilmektedir. Bu oran ülkemizde daha düşüktür. “Yaramaz ço­cukların akıllı olacağına” ilişkin görüş nedeniyle çocukların bölüme getiri­lişleri daha ileriki yaşlarda olmaktadır. Okul öncesi çağda getirilen çocuk­ların yakınmalarının ise çok ağır olduğu dikkati çekmektedir. Araştırmalar bu dönemlerdeki yoğun yakınmaların, semptomların ileriki yıllarda yoğun bir biçimde süreceğinin ön uyarısı olduğunu söylemektedir.
Okula başlayıp akademik arenaya çıkan çocuğu bekleyen pek çok güçlük vardır. Derste yerinde oturmaması, dikkatini bir konu üzerinde yoğunlaştıramaması, algılama bozukluğu, sakarlığı onu sürekli uyarılan ve yerilen bir ortama sokar. Artık kendini eleştirenler grubuna bir de öğretmenleri hatta sınıf arkadaşlarının ana babaları da eklenmiştir. Belirtileri ek olarak arkadaşlık kurma ve sürdürmede yaşadığı zorluklar, onu daha içine kapanık, yalnız, öfkeli, küskün ve oyun bozan yapabilecektir. Bu Karşı Gelme ve Ağır Davranım Bozukluğu gibi ek tanıların ortaya çıkış için uygun zemin hazırlayacaktır.
GÖRME ALANINDAKİ BOZUKLUK:
Bu çocuklar algıladıklarını örgütlemedc, organize etmede güçlük çekmektedir. “p, b, d, “ harfleri çoğu kez karıştırılır. Çünkü bunlardan her biri çeşitli döndürmelerle bir diğeri olabilir. Çocuk “yap” kelimesini görür bunu “pay” olarak okur, ya da yazar. Bu karışıklık, geometrik desenlerin kopya edilmesinde de kendini gösterir.
Görsel algılama bozukluğunun bir diğer şekli, konum örgütlenmesin­deki aksamalarla kendini gösterir. Bu çocuklar genellikle sağını solunu karıştırır.
Derinlik algısındaki sorunlar, görsel algı bozukluğunun bir diğer yönüdür. Bu tür sorunu olan çocuklar mesafeleri yanlış tahmin eder, eşyalara çarpar. Bu yüzden ana babalar bu tür çocukların sakar olmasından sıklıkla yakınır. Örneğin, yemek masasında çocuk, muhtemelen bardağın mesafesini yanlış tahmin etmekte ve bardağı devirebilmektedir.
Bu alanla ilgili diğer bir örnek şöyle özetlenebilir; gözler bir anlamda ellere ne yapacağını söyleme görevini üstlenmiştir. Göz ilgili eşyaya odak­laşır, doğru olarak algılar ve ellere ne yönde hareket edeceği ya da ne za­man faaliyete geçeceğini söyler. Örneğin, bir top oyununda gözün topta olması gerekir. Top bize atıldığında doğru yöne yönclinir. Bu alanda güçlüğü olan çocuklar hızı ya da mesafeyi yanlış değerlendirir. El oraya çok erken ya da çok geç gidebilir, çocuk topu kaçırır. Aynı şey vurma, yakalama, zıplama ya da fırlatma gibi etkinliklerde de söz konusudur. Buna bağlı olarak, bu alanda güçlüğü olan çocuklar bu tür oyunlarda başarısız olur ve oyunlardan dışlanırlar.
Görsel algıyı içeren beyin sahasının yaklaşık beşbuçuk yaşta olgun­laştığını unutmamak gerekir. Bu nedenle küçük çocukların bu tür güçlük­ler göstermesi doğaldır.
İŞİTME ALANINDAKİ BOZUKLUK:
Çocuğun işitme algısında da aksaklıklar olabilir. Seslerdeki farklılıkları ayırt etmede güçlük çekebilir. Bu karışıklıktan ötürü çocuk söyleneni ters anlar ve yanlış tepkide bulunur. “Geç-güç” gibi birbirine benzeyen kelimeler karıştırılabilir. Normal bir konuşmada önemli olan noktayı algılamada güçlük çekebilir. Örneğin; “Mutfağa git, su dolmuşsa musluğu kapat” denildiğinde “su dolmuşsa” kısmı atlanıp mutfağa gidilir ve mus­luk kapatılır. Bu nedenle ana-baba çocuğu dikkatsiz ya da söz dinlemez olarak nitelendirebilir. Bu güçlük çocuğa hızlı ya da ardarda çok şey söylendiğinde en belirgin şekilde kendini gösterir.