Cevap: Depresyon ve Çatışma
Benliğin Sınıfsal Kurgusu
Depresif bireylerin ne tür kişilik özellikleri gösterdiklerini daha önce belirttiğimiz için, burada bu özellikler üzerinde durmak yerine sadece, benliğin toplumsal değişkenler bağlamında nasıl kurgulandığını ve bunun ruhsal hastalık riskleri üzerindeki etkilerini tartışmaya çalışacağız. Depresyonun oluşumunda ve devamında, bireyin benlik imajında meydana gelen yıkımın önemli bir yeri vardır. Benlik imajının ise, bireyin kendini değerlendirmede başvurduğu bilişsel şemalarına referans sağlayan sosyal şartlarla ve değerlerle alakalı olduğunu söyleyebiliriz.
Benlik, kişinin yaşadıklarının bir bütün olarak örgütlendiği duygusal ve bilişsel süreçler sistemi olarak tarif edilebilir. Benlik, bireyin kendine ilişkin düşünceleriyle başkalarının kendisine yönelik tutum ve davranışlarının karşılıklı etkileşiminin bir yansımasını ifade eder. Benlik, bireyin ne olduğunu ve ileride ne olmak istediğini, başkalarının kendi hakkında neler düşünmelerini istediğini yansıtan bir kavram olduğundan değer yüklü bir içeriğe sahiptir (Poloma,1993:223). Benlik saygısı, bir anlamda, kişinin kendi kişisel özelliklerini beğenmesini, değerli ve başarılı görmesini ifade ettiğinden, bireyin sosyal pozisyonuyla benlik saygısı arasında ciddi bir bağlantı vardır. Çünkü, genel olarak, benlik saygısı, bireyin sahip olduğu statü ve rollerinin sonucunda edinilir. Nitekim, Mc Call ve Simmons, "Kimlikler ve Etkileşimler" adlı eserinde, bireyin kendine olan bakışının sosyal olarak kurulduğunu belirtmişlerdir (Brown,1989:235). Benlik saygısıyla ümitsizlik ve depresyon duygulanımı arasında karşılıklı bağlantılar vardır. Depresyonda önemli bir belirleyici olan ümitsizlik duygusunun ve düşük benlik saygısının oluşmasında ise, ailenin sosyo-ekonomik kökeniyle bu zeminin belirleyici olduğu travmaların önemli bir etkisi vardır. Bu anlamda, bireylerin toplumda işgal ettikleri yeri ifade eden statünün, psikolojik bir değeri vardır.
Sosyal statü, belli tüketim alışkanlıkları, eğitim ve gelire bağlı olarak değişen, statü sembolleriyle kendini belli eder. Bireyin, diğerlerinden göreceği sevgi ve saygı, onun ruhsal sağlığı için oldukça önemlidir. İnsanların kendilerine saygı duyabilmeleri ise, en azından, toplumsal saygı kaynaklarını içeren yüksek statülere sahip olup olmamalarına bağlıdır. Statü ve prestij artışı, modern dünyada, maddi olanaklarla yakından ilgili olduğundan sağladığı tatminlerle, bir 


gibi değerlendirilebilir; çünkü bu, markalı bir araba, lüks bir yaşam ve toplumsal saygı anlamına gelir.
Nasıl ki, üst ben, diğer insanların içe yansıtılması ile somutluk kazanıyorsa, benlik imajımız da, sosyal tabakadaki yerimize göre, diğerlerinin bakışları dolayımıyla, yani statü aracılığıyla edinilir. Sartre’ın deyimiyle, “ilke olarak, başkası, bana bakan kimsedir... İmkanlarının saklı ölümü... Görülmüşlüğüm, beni böylece, benim olmayan bir özgürlüğe karşı koyamayacak bir varlık olarak oluşturur. Bu anlamda, başkasına göründüğümüz kadarıyla kendimizi, köleler olarak kabul ederiz” (Duhm,1996:141).
Birey statüsü ile özdeşleştiğinden, sosyo-ekonomik düzeydeki düşmeyle depresyon arasında ters bir korelasyondan bahsedilebilir. Statü, kendine saygının önemli bir kaynağı olarak aynı zamanda, benlik bilincinin bir parçası olan özlem düzeyini belirlediğinden, düşük veya düşmekte olan statünün, hayal kırıklığı üzerindeki etkisini anlayabiliriz. Öncelikle düşük statü, tecrit edici bir durumu yaratabilir veya aşağı doğru sosyal hareketlilik, statü kaybı, yakın sosyal çevrenin koruma duvarının dışına itilmek riskini bağrında taşır. Bundan dolayı, alt tabakalar, en az değer gören ve marjinalleşme potansiyeliyle hastalık yükü en fazla risk gruplarını bağrında taşır.
Statü, bireyin, toplum içinde yerine getirdiği rollerle yakından alakalıdır. Rol, sosyolojik anlamda bireyin, ceza verme yetkisini elinde bulunduran diğerlerinin beklentilerine göre tanımlanır. Daha iyisi olmak için gösterilen bu çabayı, kapitalist ekonomi bağlamında, diğerlerinin beklentileri dolayımında anlayabileceğimizi söyleyebiliriz. Gerçekten de, bireyin, iç ve dış beklentilerinin yüksekliği karşısında, sahip olduğu potansiyellerinin yetersizliği, birey için ciddi bir risktir. İlerleme ideali, sınıf atlama şeklinde ortaya çıktığından, alt tabakada olanlar bir yana, durumlarını daha fazla iyileştiremeyenlerin bile iyi olmadıkları, geri gittikleri algısına sahip olmaları doğaldır. Çoğu mükemmelci depresif hastanın, aslında, kendi alanlarındaki birçok kişiden daha iyi olmalarına rağmen, yeterince başarılı olmadıkları için kendilerini sert biçimde eleştirip depresyona girmelerinin altında da, kanaatkârlıktan yoksunlaştıran üretim tarzıyla kapitalist sistemin artan beklentileri vardır.
Prestij ve üstünlük ihtiyacımızla beslenen reklamlardan da anlaşılacağı gibi, statü, ister öznel, ister nesnel anlamıyla olsun, bireylerin bir şeylere sahip olup olmamalarına yani, yüksek bir gelirin ve iyi bir mesleğin olup olmamasına göre artıp azalabilmektedir (Duhm,1996:140). Özellikle, gelir durumu, sınıfsal konumun en önemli bileşenini oluşturur. Hane halkının gelir durumuyla ilgili çalışmalarda farklı sonuçlar bildirilmişse de Norman Brodbom ve David Caplovitz, yaptıkları bir araştırmada, birçok veri içerisinde, mutluluğu, en çok etkileyen faktörün, gelir durumu olduğunu tespit etmişlerdir (Cole,1999:23). Bu durumda, her şeyin garantisi olmasa da ruh sağlığının asgari şartının, geçim yapabilecek bir gelire ve sosyal bir güvenceye sahip olmak olduğunu ifade edebiliriz.
Ancak, sanıldığı gibi, bizatihi yoksulluk sorununun kendisinin, kendinden menkul bir sorun olmadığını düşünüyoruz. Reklamlarla pohpohlanan sınıfsal çelişkiler, içinde bulunulan durumu sorun olarak algılamanın temelinde bulunmaktadır. Yani, sorun, bizim neye sahip olamadığımızın yanı sıra, başkalarının neye sahip oldukları ile de yakından ilgilidir. Başkaları ile kıyaslayarak edinilen “ben değeri”, verili bir kültürel, ekonomik standartların sonucunda oluşur. Neyin, kimin kötü durumda olduğunu belirleyen, etiketleyen standartlar, değerler gözlüğüyle diğerlerinin durumuna bakılarak tespit edilir, ve bu kıyaslama, alt düzeydekilerin kendilerini kötü durumda algılamalarını belirler. Bununla ilgili olarak yapılan bir araştırmanın sonucuna göre, ruhsal hastalıkların ve depresyonun anlaşılmasında, asıl önemli olanın, gelir durumundan ziyade gelir eşitsizliğinin olduğu yerlerde yaşamanın getirdiği gerilim olduğu ifade edilmektedir. Londra’da yapılan bir çalışmada, gelir eşitsizliğinin fazla olduğu yerleşim yerlerinde, fakirliğin bu durumdaki bireyler için daha büyük bir sorun olduğunu ortaya koymuştur (Weich,2001:226 ).
Sosyo-ekonomik yapı içerisinde önemli bir yer tutan faktörlerden biri de bireyin sahip olduğu meslektir. Mesleğin, bireyin kişiliği ve ruhsal sağlığı üzerinde ciddi etkileri olduğu ifade edilmektedir. Örneğin, çoğu kişilerin aşırı kontrol edilen, aşırı düzenli ortamlarda rahatsız oldukları bilinen bir durumdur. Yapılan görevlerde, alt sınıflara ait mesleklerde olmayan kontrol etme, planlama ve yönetme davranışlarının depresyona karşı koruyucu olduğu bulgusundan hareketle, bu tür yetkileri içermeyen alt sınıfla ilgili mesleklerin depresyon açısından risk oluşturabileceği düşünülmektedir (Link,1993:1352-1356).
Mesleklerin bireylerin ruhsal sağlıkları üzerindeki etkilerini araştıran ve sosyal sınıf sürecinin doğrudan psikojenik etkiler doğurduğunu ileri süren Lenski, statü çatışması veya uyuşmazlığı modeliyle bireyin eğitim gördüğü bir alandan çok farklı veya onunla çatışan bir meslekte çalışmak zorunda kalmasının yarattığı ruhsal sorunlara değinir. Örneğin, ekonomik gerileme dönemlerinde, yüksek eğitimli bireylerin alt sınıf işlerde çalışmak zorunda kalmaları gibi, sosyal sınıfların birbirine paralel olmayan boyutlarının yarattığı ruhsal sorunlar bu bağlamda değerlendirilmektedir (Dressler,1985:13). Bu açıdan işsizliğin ve meslekle ilgili sorunların gelecek kaygılarını ve ümitsizlik duygularını arttırarak ciddi ruhsal sıkıntılar doğurduğunu ifade edebiliriz.
Günümüzde, modern toplumlarda başarı ve gelir düzeyiyle yakından ilgili olan eğitim, gerçekten de, hem iş hayatındaki hem de sosyal ilişkilerdeki anahtar işlevinden ötürü, toplumsal prestijin önemli kaynaklarından biridir. Bireylerin sosyal konumlarının önemli belirleyicilerinden biri olan eğitim, modern zamanlarda, sınıf atlamanın önemli bir adımını oluşturur. Eğitim seviyesinin yüksekliği ve genelde onunla birlikte gelen başarı, bireylerin kendilerine olan güvenlerinde, yasal-yasal olmayan sorunlar karşısında mücadele etmelerinde ve alternatifler geliştirmelerinde, oldukça önem taşır. Bunun yanı sıra, modern dönemde, okumaya verilen değerin bir sonucu olarak, eğitim seviyesi, bir statü öğesi olarak değerlendirildiğinden, düşük eğitim seviyesi ve başarısızlık, bireylerin benlik imajlarında zaaf oluşturan faktörlerden biri olarak depresyonda ve ruhsal hastalıklarda bir risk etmeni olarak değerlendirilebilir.