Cevap: Depresyon ve Çatışma
Dohrenwend, genetik seleksiyon ve sosyal sınıf modeli olmak üzere iki alternatif model geliştirerek, bunlardan hangisinin ruhsal hastalıkların nedensel açıklamasında etkili olduğunu tespit etmeye çalışmıştır. Bu modelden ilki, sosyal sınıfların, ruhsal hastalıkların açıklanmasında, belirleyici bir faktör olmadığını ancak, diğer nedenlerle hasta oldukları için alt sınıfta kaldıklarını, bu açıdan bireylerin sosyal hiyerarşide nerede bulunduklarının pek de önemli olmadığını ifade etmektedir (Dressler,1985:11-13). Diğer model ise, düşük sosyal sınıfların, ruh sağlığını olumsuz etkileyecek riskli bir hayatı barındırdığını vurgulamaktadır. Dohrenwend, bu hipoaaaleri sınamak için farklı etnik gruplarda karşılaştırma metodunu kullanarak yaptığı araştırmasında, psikopatoloji ve sosyal sınıf söylemi arasında nedensel ilişkileri içeren hipoaaaini destekleyen bulgulara ulaşmıştır. Bu konuda yapılan son incelemelerin de, Dohrenwend’in hipoaaaini destekleyen sonuçlarla uyumlu olduğu ifade edilmektedir (Link,1993:1352-1356).
Alt sınıftaki ruhsal hastalık risklerinin diğer sosyal sınıflardan çok daha fazla olacağı varsayımının test edilmesi amacıyla kriz dönemlerinin sosyal sınıflar üzerindeki etkilerini değerlendiren çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bununla ilgili olarak, A.B.D.‘de, ruhsal hastaların hastanelere başvuru oranlarıyla, kötü seyreden ekonomik göstergeler arasındaki ilişkileri ele alan Brenner, yaptığı çalışmalarda, ekonomik düşüşlerin, stres ve ruhsal hastalık riskini arttırdığını ileri sürmüştür. Brenner, ekonomik düşüşlerin, bireylerin sosyal rollerini yerine getirmelerine engel olduğunu ve bu nedenle, A.B.D. gibi ekonomik ağırlıklı bir toplumda, parasal sorunların stres ve ruhsal rahatsızlıklara yol açtığını ileri sürmüştür (Brenner,1973:113-114).
Yaşanan zorlukların, ekonomik sorunların, alt sınıfları daha fazla etkilediği düşüncesinden hareketle ekonomik sorunlarla bu gruplardaki ruhsal hastalıklar arasındaki ilişkileri irdeleyen bir diğer araştırma da, A.B.D.’de “büyük depresyon” adı verilen, 1929 yılı ekonomik krizinden hemen sonra, Chicago’da, Faris ve Dunham tarafından yapılmıştır. Faris ve Dunham bu çalışmalarının soncunda, slum bölgelerinde yaşayan alt sosyal sınıflarda, daha çok şizofrenik hasta olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu iki araştırmacı, inceledikleri kişilerin, bu düşük konumlarının ve yoksulluklarının, onların sosyal ilişkilerden izole olmalarına ve böylece, şizofreninin münzeviliğini andıran temel kişiliğinin ve ruhsal pozisyonunun oluşmasına neden olduğunu ifade etmişlerdir (Dunham,1977:151). Ekonomik göstergelerle, ruhsal sorunlar arasındaki ilişkileri konu edinen bu tür çalışmalar, özellikle, 1960’lı yıllardan itibaren, çeşitli istatistiksel çalışmalar kullanılarak, yapılmaya çalışılmıştır. Bu konuda, beyaz erkekler arasındaki intihar oranlarıyla, birtakım ekonomik göstergeler arasındaki ilişkileri göstermeye çalışan Pierce, borsa göstergelerindeki değişmelerin, intihar oranları üzerindeki etkilerini ele aldığı araştırmasında, yukarı veya aşağı doğru ekonomik dalgalanmaların, insanların birbirleriyle olan ilişkilerini ve bağlılıklarını azaltarak, intihar oranlarını arttırdığını bulgulamıştır (Cockerham,1992:114).
Yine, sosyolog Ralph Catalano ve David Dooley gibi, ekonomik değişmelerle, zihinsel rahatsızlıklar arasındaki ilişkileri araştırmakla meşgul olan M.Harvey Brenner de, 127 yıl gibi uzun bir zaman dilimini inceleyerek, bu süreç içerisindeki istihdam oranlarıyla, akıl hastanesi kayıtlarını karşılaştırmıştır. Brenner, bununla ilgili olarak ileri sürdüğü iki hipoaaainden birinde, bazı bireylerin, ruhsal anlamda, hassas olduklarını varsayarak, ekonomik krizlerin, bu bireylerin sahip oldukları ruhsal yatkınlıkları üzerinde, tetikleyici bir etki yaptığını, bir anlamda, onların ruhsal hastalıkları üzerindeki örtüyü kaldırdığını belirtir. Diğer hipoaaainde ise, Brenner, daha önceki yaşamlarında, hastalığa bir yatkınlıkları olmadıkları halde, bireylerin, ekonomik krizlerin etkisiyle, aşağı doğru bir sosyal hareketlilik sonucunda, incinebilir, bir noktaya gelerek, ruhsal hasta haline geldiklerini belirtir. Çünkü, ona göre, sınıfsal pozisyonlarını kaybederek, aşağı doğru bir sosyal sınıfa kayanlar, diğer insanlara kıyasla, daha fazla stresli olaylarla karşılaşırlar. Nitekim, Brenner, yapmış olduğu araştırmasında, ruhsal sağlık merkezine başvuran alt sınıf insanlarının, sosyo-ekonomik durumları iyi olanlardan, iki kat daha fazla olduğunu göstermiştir (Brenner,1973:117). Sonuçta, bu araştırmada ekonomik krizlerin, bireylerin ruhsal hastalıklarında, provokatif bir etken olduğu varsayımı araştırılmasına rağmen, ulaşılan bulguların, depresyonda, ekonomik krizlerin, nedensel bir etken olduğu ortaya çıkmıştır.
Ekonomik krizler anında, insanların daha hoşgörüsüz olduklarını, bunun da ruhsal sıkıntıların ortaya çıkmasında etkili olduğunu belirten Brenner, bu tür anlarda, ruhsal sıkıntı çekenlere karşı, daha toleranssız davranıldığını ileri sürerek, hoş görüsüz davranışlarla, ekonomik krizlerin birbirleriyle karşılıklı etkileşim içerisinde ve birlikte artarak ruhsal sorunlar üzerinde belirleyici olduğunu göstermiştir (Brenner,1973:117). Ancak, Brenner, alt sınıftakiler kadar, orta sınıfa mensup olanların da, ekonomik krizler anında, sahip oldukları yetersiz kaynaklar nedeniyle, ciddi streslerle karşı karşıya kalacaklarını belirterek, ekonomik krizlerin, cüzdanlara olduğu kadar, zihinlere de zarar verdiğini belirtir.
Yine, kişilerin ruhsal sağlıklarıyla, ekonomik sarsıntı ve değişmeler arasındaki ilişkileri ele alan bir başka çalışmada, Catalano ve Dooley, işsizlik ve az düzeyde de olsa, enflasyonla, bu iki sorunun neden olduğu stresli yaşantılara, moral bozukluğuna dikkat çekerek ekonomik-sosyal sorunlarla depresyon arasında, önemli ilişkiler olduğunu bulgulamışlardır. Bu çalışmada, ekonomik krizlerin veya düşüşlerin, Brenner’in dediği gibi, sadece provakatif bir etken olmadığı aynı zamanda, doğrudan doğruya, ruhsal hastalıkları belirleyen bir baskı unsuru olduğu bulgulanmıştır (Marshall vd.,1982:843-854).