CUMHURİYET TARİHİ ve ATATÜRK

Cevap: CUMHURİYET TARİHİ ve ATATÜRK

Sivas Kongresi

İşgal kuvvetlerinin tüm ülkede hızla ilerlediği ve Türk Milleti'nin büyük haksızlıklara maruz kaldığı bir dönemde, Mustafa Kemal Paşa Erzurum'dan Sivas'a geldi ve 4 Eylül 1919'da Kongre'yi bu şehirde başlattı. Erzurum gibi Sivas da özellikle seçilen bir şehirdi. Zira Sivas hem işgal edilmemiş durumdaydı hem de ulaşım açısından nispeten uygun bir konumdaydı. Ayrıca Mustafa Kemal, Sivas'ın kolaylıkla işgal edilemeyeceğini düşünüyordu ve bu öngörüsünde de haklı çıktı.

Sivas Kongresi çok büyük zorluklar altında toplanmıştır. İstanbul'daki yönetim Mustafa Kemal hakkında tutuklama emri çıkarmış, delege seçimlerini ve seçilen delegelerin kongreye katılımlarını engellemek için her yola başvurmuştur. İngiliz ve Fransızlar ise, Sivas'ı işgal etme tehditleri savurmuşlardır. Ancak tüm bu girişimler Mustafa Kemal'in azmi, hedefe yönelik kararlılığı ve isabetli uygulamaları sayesinde sonuçsuz kalmıştır. Dolayısıyla Sivas Kongresi Batı, Orta ve Doğu Anadolu'dan gelen temsilcilerin katılımıyla toplanmıştır.
Mustafa Kemal'in başkanlığını yaptığı Sivas Kongresi kararları şu şekilde özetlenebilir:


1. Milli sınırları içinde vatan bölünmez bir bütündür; parçalanamaz.

2. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı millet top yekün kendisini savunacak ve direnecektir.

3. İstanbul Hükümeti, harici bir baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk mecburiyetinde kalırsa, vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü temin edecek her türlü tedbir ve karar alınmıştır.

4. Kuvayı Milliye'yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak temel esastır.

5. Manda ve himaye kabul olunamaz.

6. Milli iradeyi temsil etmek üzere, Meclis-i Mebusan'ın derhal toplanması mecburidir.

7. Aynı gaye ile, milli vicdandan doğan cemiyetler, "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında genel bir teşkilat olarak birleştirilmiştir.

8. Genel teşkilatı idare ve alınan kararları yürütmek için kongre tarafından Temsil Heyeti seçilmiştir.


Sivas Kongre Heyeti tarafından alınan kararlar Damat Ferit Paşa Hükümeti'ne, İtilaf Devletleri Temsilcileri'ne ve Türk Milleti'ne duyuruldu. Bu durum toplumun her kesiminde büyük yankı uyandırdı. Bundan böyle tüm Türkler tek bir vücut halinde işgalcilere ve düşmanlara karşı koyacaktı.

Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti'nin talebi üzerine 20-22 Ekim 1919 tarihlerinde Amasya'da hükümet temsilcileriyle görüştü. Bu görüşmelerin sonucunda Mustafa Kemal'in amacı gerçekleşmiş, bir millet meclisinin toplanmasına karar verilmişti. Mustafa Kemal, İstanbul'da toplanacak bir meclisin işgal kuvvetleri tarafından mutlaka bir tuzağa uğrayacağını düşünmesine ve Anadolu'da toplanmasını istemesine rağmen, Meclis 12 Ocak 1920'de İstanbul'da toplandı. Birçok milletvekili Mustafa Kemal Paşa'ya söz vermelerine rağmen, Milli Mücadele'den yana bir grup oluşturamadılar. Atatürk bu durumdan şöyle bahsetmiştir: "Bu grubu kurmayı vicdan borcu, millet borcu bilmek durum ve kabiliyetinde bulunan efendiler inançsız idiler!.. Korkak idiler!.. Cahil idiler!.. İnançsız idiler, çünkü milli davanın ciddiliğine ve kesinliğine ve bu davanın dayanağı olan Milli teşkilatın sağlamlığına inanmıyorlardı. Korkak idiler, çünkü tek kurtuluş dayanağının millet olduğunu ve olacağını takdir edemiyorlardı. Padişah'a dalkavukluk ederek, yabancılara hoş görünerek, yumuşak ve nazik davranarak büyük gayelerin gerçekleştirilebileceği gafletini gösteriyorlardı. Bu meclisin kayda değer tek faaliyeti, Erzurum ve Sivas Kongreleri'nin esaslarını Misak-ı Milli olarak kabul etmek olmuştur.
 
Cevap: CUMHURİYET TARİHİ ve ATATÜRK

Kurtuluş Savaşı ve Atatürk

Mustafa Kemal, Temsil Heyeti üyeleriyle birlikte 27 Aralık 1919'da Ankara'ya geçti ve Milli Mücadele'yi buradan yönetmeye başladı. Bu sırada Anadolu'daki direniş tüm hızıyla devam ediyordu. Sivil halk kahramanca vatan toprakları için mücadele ediyordu. Yurdun her yanında cepheler açılmıştı; Yunan işgaline karşı Ege Cephesi, Fransız işgaline karşı Güney Cephesi, Ermeni işgaline karşı Kuzeydoğu Cephesi açılmış durumdaydı.

Mustafa Kemal 16 Mart 1920'de İstanbul'un tamamen işgalinden sonra, Ankara'da bir meclis toplamak için yeni temsilcilerin seçilmesini istedi. Böylece tüm ülkeden gelen halkın temsilcileriyle 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Mustafa Kemal, milleti temsil etmesi için 110 delegenin oybirliği ile başkan seçildi. Böylece temelleri atılan yeni Türk Devleti'nin de lideri belli oluyordu. Yine Türk Milletinin ölüm-kalım savaşının, varoluş-yokoluş mücadelesinin, yani Kurtuluş Savaşı'nın lideri seçiliyordu. Kurtarılmayı bekleyen vatan için mevcut son derece kısıtlı imkanlar ancak Mustafa Kemal gibi bir önderin sorumluluğuna verilebilirdi.
Bu gelişmeler karşısında İstanbul Hükümeti boş durmuyor; Milli Mücadele'yi engellemek daha doğrusu ortadan kaldırmak için her yola başvuruyordu. Bu amaçla başta Mustafa Kemal olmak üzere Milli Mücadele'ye katılanları idama mahkum etti. Bu sırada düşman işgali olanca hızıyla devam ediyor, Anadolu'da çıkan iç isyanlar düşmanla göğüs göğüse çarpışan mahalli kuvvetler ve gönüllülerin işini daha da zorlaştırıyordu. Tüm zorluklara ve yetersizliklere rağmen Türk Milleti çeşitli cephelerde savaşıyor, önemli başarılara imza atıyordu. Bunlardan biri Doğu Cephesi'ydi. 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir komutasındaki kuvvetlerimiz, Ermenilere karşı mücadele vererek 29 Eylül 1920'de Sarıkamış'ı, 30 Ekim 1920'de Kars'ı işgalden kurtardılar. Türklerin tarihe geçen savunması karşısında çaresiz kalan Ermeniler barış istediler; 2-3 Aralık 1920'de Gümrü Antlaşması imzalandı ve böylece Türkiye ile Ermenistan Cumhuriyeti arasındaki savaş durumuna son verildi. 18 maddeden oluşan bu antlaşma ile Türkiye-Ermenistan sınırı belirlendi ve iki ülke arasındaki sorunlar çözüme bağlandı.

Güney Cephesi'nde Fransızlar ve onlara destek veren Ermenilerle cesurca savaşan Kuvayı Milliye birlikleri, işgalcileri 12 Şubat 1920'de Maraş'tan, 11 Nisan'da ise Urfa'dan kovmayı başardılar. 21 Ekim 1921'de yapılan Ankara Antlaşması ile işgal altındaki Adana, Mersin, Gaziantep gibi şehirlerimiz özgürlüğüne kavuştular. Ayrıca Hatay için özel bir idare kurularak resmi dilinin Türkçe olmasına izin verilecekti. Böylece Fransa Misak-ı Milli'yi resmen tanımış oluyordu.

1920 yılının yaz aylarında yeni kurulmuş olan Hükümet Ankara'da iş başındaydı. İşte bu sırada Türk Ordusu'nun elinde oldukça yetersiz silah, cephane, araç ve gereç olmasını fırsat bilen Yunanlılar, 22 Haziran 1920'de elinden gelen herşeyi yapan Kuvayı Milliye'yi aştılar; 8 Temmuz'da Bursa'yı, 29 Ağustos'da ise Uşak'ı ele geçirdiler. Yine bu dönemde İstanbul Hükümeti İtilaf Devletleri'yle Sevr Antlaşması'nı imzaladı. Böylece Babıali'deki Hükümet Türk Milleti'nin yok oluşu anlamına gelen bir kararın altına imza atarak tarihi bir hata yaptı.

Yunanlılar Batı'da hızla ilerliyor ve buna karşı bölge kuvvetleri yetersiz kalıyordu. Bu duruma artık bir son verilmeliydi. Mustafa Kemal hemen harekete geçti ve cephe komutanları Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü ile biraraya gelerek onlara bulduğu çözüm yolunu iletti. Bu çözüm ise dağınık ve disiplinsiz hareket eden gönüllülerin birleştirilerek düzenli bir ordunun kurulmasıydı.

Kadın, çocuk, genç, ihtiyar demeden oluşturulan milli ordunun çatısı altında toplanmayı reddeden bazı gruplar da olmuştu. Bunlardan biri önceleri bazı başarılar kazanan, ama sonra kendi başına hareket eden Çerkez Ethem ve kardeşleriydi. Onların yaptığı, milli hükümete karşı bir isyan niteliği taşıyordu. Bu yüzden söz konusu durumun ortadan kalkması için, 29 Aralık 1920'de Batı Cephesi Komutanı İsmet Bey ile Güney Cephesi Komutanı Refet Bey harekete geçtiler. Türk kuvvetlerinin ısrarlı takibi üzerine Çerkez Ethem ve yandaşları önce Gediz'e, daha sonra Simav'a çekilmek zorunda kaldılar. Bu kovalamaca lehimize gibi görünse bile aslında durum aleyhimize dönebilirdi. Çünkü Türk askerinin cepheden uzaklaştığını fark eden Yunanlılar, doğan fırsattan faydalanmayı düşünmüş ve 6 Ocak 1921 günü Bursa ve Uşak'tan harekete geçmişlerdi. Böylece Türk birliklerini ani bir baskınla aşmayı, Eskişehir ve Afyon'u alarak Ankara'ya ulaşmayı hedefliyorlardı. Kısacası, hem asiler hem de işgalci Yunan kuvvetlerine karşı mücadele veriyor, Kurtuluş Savaşımızın en zorlu dönemini yaşıyorduk. Aynı günlerde Mustafa Kemal, TBMM'de şu sözlerle başarıya olan inancını dile getiriyordu: "Efendiler! Dahilde ve hariçteki düşmanlarımız ister çok, ister az olsun, faaliyetlerinin genişliği ne olursa olsun, kesin başarı, son başarı meşru bir amaç izleyenlerde olacaktır."
 
Cevap: CUMHURİYET TARİHİ ve ATATÜRK

Birinci ve İkinci İnönü Savaşları

Başgösteren tehlike üzerine, Albay İsmet Bey ve arkadaşları, hemen Çerkez Ethem'i bırakarak orduyu İnönü ve Dumlupınar'a sevk etmeye karar verdiler. Fakat bir sorun vardı; Gediz ve Kütahya yöreleri ile İnönü arasındaki 3 günlük yol daha kısa sürede aşılmalıydı. Çünkü Yunanlılar, bizden daha önce İnönü'ye ulaşırlarsa fazla güçlük çekmeden Eskişehir'e varacaklardı. Dönemin zor şartları içinde İnönü'ye doğru yolculuk başladı. Bu arada ordunun gücünü arttırmak için, Ankara'da yeni kurulan 4. Tümen de cepheye çağrıldı.
Bu sırada Yunanlılar da boş durmamış, 8 Ocak 1921 günü Çivril ve Pazarcık'ı, 9 Ocak sabahı da Bilecik ve Bozüyük'ü ele geçirmişlerdi. Aynı gün öğleden sonra Yunanlılar Bozüyük istikametinden saldırıya geçtiler; böylece çok şiddetli bir savaş başladı. Türk askeri Yunanlıların tüm girişimlerine olağanüstü karşı koyuyor, düşmanın ilerlemesine fırsat vermiyordu. Böylesine bir karşı koyuş Yunanlıların hiç beklemediği bir hareketti. 10 Ocak'ta savaşa bizzat katılan ve bu savaştaki başarısından ötürü soyadını bu savaştan alan Albay İsmet Bey ve askerlerimiz, vatanın kurtulması uğruna canlarını ortaya koymaktan çekinmiyorlardı. Bu azmin karşısında daha fazla duramayan Yunanlılar ikinci günün sonunda geri çekilmeye karar verdiler. 11 Ocak sabahı Bursa'ya doğru çekilme hareketi başlamış oldu. Mustafa Kemal 11 Ocak 1921'de bir telgraf çekerek Batı Cephesi'nin tüm subay ve erlerini tebrik etti; kazanılan başarının kesin zafer için "hayırlı bir başlangıç olmasını Allah'tan diledi".

Kazanılan bu zafer Milli Mücadele'nin dönüm noktasını teşkil etmiştir. Ayrıca daha sonra kazanılacak olan zaferlerin öncüsü olmuş, canını dişine takan Türk halkının şevk ve heyecanını, kurtuluş umudunu artırmıştır. Sıranın kendisine geldiğini anlayan Çerkez Ethem, ileri harekata geçen Türk kuvvetlerinin karşısında dayanama¤¤¤¤¤ Yunanlılara sığınmıştır. Böylece bölgedeki iç isyan da başarıyla bastırılmış ve tam bir birlik sağlanmıştır. Tüm dünya ordumuzun gücüne şahit olmuştur.

Birinci İnönü, askeri bir zaferle birlikte siyasi bir zaferi de getirmiştir: Yabancı devletlere artık, Milli Hükümetin göz ardı edilmemesi gereken bir oluşum olduğunu göstermiştir. Nitekim İtilaf Devletleri bu zaferin getirdiği askeri ve siyasi gelişmeler karşısında, 1921'in Şubat ayındaki Londra Konferansı'na hem İstanbul hem de Ankara Hükümetini davet etmiştir. Böylece, bir anlamda Ankara hükümeti büyük devletler tarafından resmen tanınmıştır. Konferansın hemen ardından 16 Mart 1921'de Rusya ile Moskova Antlaşması imzalanmıştır. Bu ise, TBMM'nin devletlerarası alanda söz sahibi olduğunu bir kere daha kanıtlamıştır.

Yunanlılar, kaybettikleri mevzileri ve itibarı geri kazanma ümidiyle, 23 Mart'ta aynı cephelerden tekrar taarruza geçtiler. Ancak ilk savaşta olduğu gibi, İnönü'deki mevzileri geçemediler ve Türk kuvvetlerinin karşı taarruzu karşısında 31 Mart 1921'de geri çekilmeye başladılar. Yunanlıların 1 Nisan'da ağır kayıplar vererek savaş alanını terk etmeleriyle, tarihe İkinci İnönü Zaferi olarak geçen bir başarı daha kazanıldı.
 
Cevap: CUMHURİYET TARİHİ ve ATATÜRK

Başkomutan Mustafa Kemal

Zafer inancıyla cepheden cepheye koşan Türk askerleri, kısa bir süre sonra toplanarak harekete geçen Yunanlılarla tekrar karşı karşıya geldiler. Temmuz ayının başlarında, Batı Cephesi'nin çeşitli yerlerinde geçen şiddetli çarpışmalar sırasında Türk Ordusu zorlanmaya başlamıştı. Zira Yunanlılar asker sayısı, silah ve cephane gücü açısından Türklere kıyasla çok üstün konumdaydılar. Bu avantajlarını iyi değerlendirerek bazı bölgeleri ele geçirdiler. Afyon, Eskişehir, Kütahya ve Bilecik düşmanlarca işgal edildi.

Bu olumsuz gelişmeler üzerine Ankara'da bulunan Mustafa Kemal, derhal Karacahisar'daki Batı Cephesi Karargahı'na geldi. Türk Ordusu'na göre imkanları çok geniş olan Yunanlılara karşı farklı bir strateji geliştirmeyi uygun gördü ve bunu İsmet Paşa'ya bildirdi. Atatürk'e göre, "Orduyu, Eskişehir'in kuzey ve güneyinde topladıktan sonra, düşman ordusuyla araya bir mesafe koymak lazımdır ki, orduyu derleyip toparlamak ve güçlendirmek mümkün olabilsin. Bunun için Sakarya'nın doğusuna kadar çekilmek yerindedir!" Böylece Türk kuvvetleri Sakarya'nın doğusuna kadar çekildiler.

Gerçekten de bu, verilebilecek en doğru karardı. Çünkü sayısı azalan kuvvetlerimizin kendilerinden oldukça avantajlı durumdaki Yunan Ordusu'na karşı dayanabilmesi uzun sürmeyecekti, ki bu büyük kayıplara neden olabilirdi. Kütahya-Eskişehir Savaşları olarak bilinen geri çekilme ve mücadelede yaklaşık kırk bin şehit verildi; büyük miktarda askeri malzeme ve mühimmat kaybedildi.

Gelişen tehlikeli durum karşısında bazı tedbirler almak gerekiyordu. Örneğin Hükümet Merkezi'nin Ankara'dan Kayseri'ye taşınması düşünülmüştü. Ama Türk'ün yüksek onur ve seciyesi beklenen cevabı verdi: "Biz buraya kaçmaya mı geldik, yoksa düşmanla dövüşmeye mi?" Sonuç olarak, milletin temsilcileri kanlarının son damlasına kadar savaşma ve sonuna kadar mücadele etme gerekliliğini savundular; Ankara'nın savunulması için yapılması gereken çalışmaların hızlandırılmasına karar verdiler.

Mustafa Kemal zafere dair inancını hiçbir zaman kaybetmemiş, her zaman şerefli bir geçmişe sahip olan Türk halkını bu konuda yüreklendirmişti. Dahası ordumuzun belirlediği noktada düşmanın yok edilmesi için geri çekilme hareketinin gerekçesini her fırsatta dile getirmişti. Fakat bazı kesimler geri çekilmeyi yenilgi olarak kabul edip, Ordumuzun, Meclis'in ve halkın kayıpta olduğunu söylüyorlardı. Bunun sonucunda ülkede bir tedirginlik başgösterince Mustafa Kemal yeni bir girişimde daha bulundu ve ordunun başına geçti. 5 Ağustos 1921'de çıkarılan bir kanunla kendisine Başkomutanlık görevi verildi.

Mustafa Kemal Paşa aynı gün Meclis kürsüsünden şu açıklamayı yaptı:
"Efendiler! Zavallı milletimizi esir etmek isteyen düşmanları, Allah'ın yardımıyla behemehal mağlup edeceğimize dair olan emniyet ve itimadım bir dakika olsun sarsılmamıştır. Bu dakikada bu kesin inancımı yüksek heyetinize karşı, bütün millete karşı ve bütün aleme karşı ilan ederim."

Başkomutan aynı gün ordu ve millete de bir bildiri yayımladı. Bu bildiride ise şu cümleler yer alıyordu:
"... Bana bu vazifeyi tevdi etmiş olan Meclis ve bu Meclis'te beliren milletin kesin iradesi, hareket tarzımın mihrakını teşkil edecektir. Hiçbir sebep ve suretle değiştirilmesine imkan olmayan bu kesin irade, her ne olursa olsun düşman ordusunu imha etmek ve bütün Yunanistan'ın silâhlı kuvvetlerinden oluşan bu orduyu, anayurdumuzun mukaddes ocağında boğarak kurtuluşa ve bağımsızlığa kavuşmaktır."7
Böylece Mustafa Kemal tekrar askeri kimliğine kavuşmuş oluyordu. Ayrıca bu görevle Osmanlı'da bir ilki daha gerçekleştirmiş oldu. Çünkü o zamana kadar padişaha ait olan başkomutanlık görevi, milletin seçimiyle halktan birine verilmişti.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın liderliğinde tarihte eşine az rastlanır bir seferberlik başladı. Bu öyle bir seferberlikti ki, Türk Milleti ve Ordusu el ele vermiş, neyi varsa ortaya ko¤¤¤¤¤ bir ölüm-kalım mücadelesine girişmişti.
 
Cevap: CUMHURİYET TARİHİ ve ATATÜRK

Sakarya Meydan Savaşı

Mustafa Kemal'in Polatlı'daki karargaha ulaştığı 1921 Ağustosu'nun ortalarında, Yunanlılar, Sakarya'ya doğru harekete geçtiler; hedefleri Ankara'yı ele geçirmekti. Geçtikleri yerdeki birçok şehir ve kasabayı işgal ederek sonunda Sakarya'ya Türk Ordusu'nun karşısına gelmişlerdi. Bu savaşta, İngilizler tarafından her bakımdan desteklenen Yunanlılara karşı, ayağında çarık bile olmayan askerlerin, çağdaş silahlardan yoksun Türk Halkı'nın, sırtında bebeğini taşıyan kahraman Türk kadınlarının verdiği mücadele söz konusuydu.

23 Ağustos 1921'de Yunan Ordusu'nun taarruzu ile Sakarya Meydan Muharebesi başladı. Savaş çok çetin geçiyor, Türk askeri görülmemiş bir başarı sergiliyordu. Kimi zaman top sesleri Ankara'dan bile duyuluyor, buna karşılık düşman kuvvetleri ağır kayıplar verdirilerek durduruluyordu. Türk kuvvetleri her noktada inancını bir an olsun kaybetmeden azimle mevzilerini koruyor, ne pahasına olursa olsun düşmanın ilerlemesini engelliyorlardı. Başkomutan'ın bu savaştaki stratejisini yansıtan şu sözler oldukça manidardır:

"Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. Onun için, küçük büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük, büyük her birlik, ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda kaldığını gören birlikler, ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmağa ve mukavemete mecburdur."

Mustafa Kemal'in bu ifadesini herkes düstur olarak benimsedi. Savaşın ilerlediği günlerde düşman kuvvetleri mevzilerinden uzaklaştılar. Mustafa Kemal Paşa'nın en başta istediği şey gerçekleşmiş, düşman kendi istediği yere doğru gelmeye başlamıştı. 10 Eylül 1921'de onun planı doğrultusunda Türkler karşı saldırıya geçtiler. Düşman kesin bir yenilgiyle karşı karşıya geldi ve bu taarruzla birlikte batıya doğru çekilmeye başladı. Elbette bu zaferde Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın mükemmel planlamasının yanında, savaşın her aşamasına bizzat katılmış olmasının payı da büyüktü.

Yunanlıların "Büyük Yunanistan", Türklerin ise "Vatan Ülküsü" için çarpıştığı savaş tam 22 gün devam ederek 13 Eylül 1921'de sona erdi. Düşman kuvvetleri büyük bir yenilgiye uğratıldılar. Milli Mücadele tarihi içinde bu başarının anlamı çok büyüktü. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Mareşal rütbesi ve Gazi ünvanı ile onurlandırıldı. Yine askeri alanda kazanılan başarı beraberinde siyasi başarıyı da getirdi. Ekim ayında Fransızlarla Ankara Antlaşması, Kafkas Cumhuriyetleri ile Kars Antlaşması imzalandı. Böylece düşman birliklerinin elinde İstanbul ve Boğazlar ile Gemlik-Eskişehir-Afyon-Çivril-Nazilli genel hattının batısı ile Doğu Trakya kalmış oluyordu.
 
Cevap: CUMHURİYET TARİHİ ve ATATÜRK

Büyük Taarruz

Bu ağır yenilgiden sonra Yunanlılar, Afyon-Eskişehir hattına kadar geri çekildiler ve savunmaya geçtiler. Sahip oldukları bu geniş hatta üç kolorduları vardı ve buradan çıkacak olurlarsa savaşı kaybettiklerini kabul etmek zorunda kalacaklardı. Ama buna pek ihtimal vermiyorlardı. Çünkü Türk Ordusu'nun zaten yetersiz olan kaynaklarının iyice tükenmesi, kış mevsiminin olumsuzlukları gibi nedenlerin Türkleri kaçınılmaz bir yenilgiye mahkum edeceğini düşünüyorlardı. Bunun tarihi bir yanılgı olduğunu anlamaları ise çok uzun sürmedi.

Yunanlıların zannının aksine, Başkomutan Mustafa Kemal taarruz hazırlıklarını hızlandırmıştı. Düşmanları Türk topraklarından tamamen söküp atacak nihai saldırıya ilişkin planını büyük bir gizlilikle uyguluyordu. Ancak taarruzun zamanı ve yöntemine dair hiç kimseye bilgi vermiyordu. Onun bu bekleyişi muhalefeti kızdırmaya başlamış, daha neyin beklendiği konusunda tartışmalara yol açmıştı. Oysa Büyük Komutan bu sırada tüm imkanları biraraya getirmek için çaba gösteriyordu. Sonunda 27 Temmuz gecesi Akşehir'e çağırdığı ordu komutanlarına planını açıkladı; 6 Ağustos 1922'de ise taarruza hazırlık emrini verdi. Kalan imkanlar dahilinde bütün ülke seferber olmasına rağmen Yunanlılar her bakımdan üstündüler. Bir konu hariç; Türk'ün sahip olduğu yüksek manevi güç...

Büyük Taarruz topçularımızın ateşiyle 26 Ağustos 1922'de Kocatepe'den başladı ve kısa sürede Afyon-Konya demiryolu hattı boyunca başarıyla gelişti. Bu hattın güneyinden taarruz eden 1. Ordu'ya Nurettin Paşa, kuzeyinden saldıran 2. Ordu'ya ise Yakup Şevki Paşa komuta ediyordu. Süvari Kolordusu'nun başında Fahrettin (Altay) Paşa bulunuyordu. Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa idi. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ise Büyük Taarruz'u, tartışmasız bir cesaret örneği sergileyerek ateş hattından yönetiyordu.

Yunan kuvvetleri son derece süratli gelişen Türk taarruzunu beklemiyorlardı; şaşkınlık içinde geri çekilmeye başladılar. 27 Ağustos 1922'de ordumuz Afyon'a girince Yunan Ordusu da Dumlupınar'a doğru çekilmeye başladı. Bunun üzerine hemen girişimde bulunun Türk kuvvetleri 30 Ağustos'ta Dumlupınar'da 200.000 askerden oluşan Yunan Ordusu'nu kuşatma altına aldılar. Düşmanların kayıpları büyük oldu. Aynı gece Kütahya da düşman işgalinden kurtarıldı.

Tüm bu gelişmelerin ardından düşman ile Türk kuvvetleri arasında amansız bir kovalamaca başladı. Başkomutan, 1 Eylül 1922'de şu emri veriyordu: "Ordular! İlk hedefiniz Akdenizdir, ileri!"
Bu emri alan Türk askeri, 1 Eylül'de Uşak'ı, 2 Eylül'de Eskişehir'i, 3 Eylül'de Nazilli, Simav, Salihli, Alaşehir ve Gördes'i, 6 Eylül'de Balıkesir ve Bilecik'i, 7 Eylül'de Aydın'ı, 8 Eylül'de de Manisa'yı kurtardılar. Bu sırada 1. Yunan Ordusu Komutanı General Trikopis ile 2. Yunan Ordusu Komutanı General Diyenis ve bazı yüksek rütbeli Yunan subayları esir düştüler. Türk kuvvetleri en sonunda 9 Eylül 1922'de İzmir'i düşman işgalinden kurtardılar ve kesin zafer sağlanmış oldu.

Bu zaferle düşmanın bütün ümitleri yıkılmış, Türk'ün yüksek manevi gücü ve zekası tüm dünya tarafından bir kere daha anlaşılmış oldu. Bu başarıyı körükleyen ise, Mustafa Kemal başta olmak üzere aziz Türk Milleti'nin "Kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti" isteği oldu.

Türk Milleti artık yeni bir döneme adım atıyordu. 11 Ekim 1922'de İtilaf Devletleri'yle Mudanya Mütarekesi imzalandı ve silahlar bırakıldı; Türk ve Yunan kuvvetleri arasındaki çarpışmalara son verildi. Yunanlılar Edirne ve Doğu Trakya'dan vazgeçtiler. İstanbul ve Boğazlar bazı şartlarla idaremize bırakıldı.
 
Cevap: CUMHURİYET TARİHİ ve ATATÜRK

Lozan Barış Konferansı

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce alınan bir kararla 1 Kasım 1922'de saltanat ile hilafet birbirinden ayrıldı ve saltanat kaldırıldı. Bundan böyle, Atatürk'ün ifadesiyle, "Milletin saltanat ve hakimiyet makamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi olacaktı." Bu önemli gelişmenin ardından 20 Kasım 1922'de Lozan Konferansı toplandı. Lozan'da yapılan sadece bir barış antlaşması değildi; burada Türk Milleti ile dönemin büyük devletleri arasında geçmişten gelen anlaşmazlıklar da bir karara bağlanacaktı. Birkaç ay sürecek olan görüşmelere TBMM'yi temsilen İsmet Paşa katılıyordu. En sonunda 24 Temmuz 1923'te imzalanan, bir önsöz, beş bölüm ve 143 maddeden oluşan antlaşma ile bağımsız Türk Devleti'nin varlığı bütün dünyaca onaylanmış oldu.

Bu antlaşmada yeni sınırlarımız şöyle belirlenmiştir: Güneyde Ankara Antlaşması'nda belirlenen sınırlar kabul edilmiş; fakat Irak sınırı sorunu çözülemeyip, 9 ay sonraya bırakılmıştır. Batı sınırı olarak Meriç Nehri kabul edilmiş; Karaağaç ve çevresi, Ege Denizi'nde Bozcaada ve İmroz Türkiye'ye bırakılmıştır. Yunanlıların elinde kalan Anadolu kıyısına yakın adalar ise, askersiz hale getirilmiştir.

Azınlıkların himayesi konusundaki gelişmelere gelince, Türk tebaasından sayılan gayrimüslimlerin kanun ve hukuk düzeni önünde eşitliği sağlanmıştır. Böylece Patrikhanelerin eşitsizlik ve adaletsizliğe yol açan yetkileri ortadan kaldırılmıştır.

Lozan Konferansı'nda karara bağlanan önemli diğer bir konu ise kapitülasyonlara ilişkindir. Osmanlı mirası olan kapitülasyonlar kaldırılmış ve böylece yeni Türk Devleti ağır bir yükten kurtulmuştur. Lozan Barış Antlaşması Türk tarihinin önemli dönüm noktalarından biridir. Böylece Kurtuluş Savaşı'nda elde edilenler ve Türk Milleti'nin hakları güvence altına alınmıştır. Savaş alanında kazanılan başarılar diplomasi alanında teyit edilmiştir. Atatürk'ün deyişiyle Lozan Antlaşması, "Türk Milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması'yla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastın yıkılışını ifade eden bir vesikadır... Bu sebeple Osmanlı devrine ait tarihte benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir."

Diğer taraftan Lozan Antlaşması dünya barışına da büyük hizmet etmiştir. Zira stratejik açıdan dünyanın en sıcak bölgelerinden birinde, uzun yıllar boyunca barış ve güvenlik ortamını ayakta tutmak bu sayede mümkün olmuştur.
 
Cevap: CUMHURİYET TARİHİ ve ATATÜRK

İzmir İktisat Kongresi
Atatürk'ün büyük önem verdiği İzmir İktisat Kongresi, 1135 delege ile 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında toplandı. İzmir İktisat Kongresi'nde Yeni Türkiye'nin ekonomik sorunları tartışıldı ve çözüm önerileri gözden geçirildi. Ayrıca, Lozan'da devam edilmesi istenen kapitülasyonların ve diğer ayrıcalıkların kabul edilemeyeceği dile getirildi. Bu kritik devrede, ekonomik sorunları düzenlemek için kararlar alan İzmir İktisat Kongresi'nin başlıca amacı, savaşlardan yorgun çıkan halka ve ekonomiye yön verilmesi ve yurdun kalkınması için yapılması gerekenlerin belirlenmesiydi. Bu kongrenin sonunda, oybirliği ile Misak-ı İktisadi kabul edildi; Atatürk'ün gösterdiği hedefler doğrultusunda modern ve kalkınmış bir Türkiye için canla başla çalışmaya başlandı. Kongrede ;

• Hammaddesi yurt içinde olan endüstri kollarının kurulmasına,
• Özel girişimcilerin desteklenmesine,
• Yatırımcılara kredi sağlayacak bankaların kurulmasına,
• Günlük tüketim mallarına öncelik verilmesine,
• Önemli kuruluşların millileştirilmesine,
• Sanayii teşvik edici yasaların çıkarılması, özellikle gümrük tarifelerinin milli sanayiin kalkınma ihtiyaçlarına göre değiştirilmesine,
• Yerli malların karada ve denizde ucuz tarife ile taşınmasına,
• Sanayi bankası kurulmasına karar verildi.
 
Cevap: CUMHURİYET TARİHİ ve ATATÜRK

Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu Atatürk

13 Ekim 1923'de Ankara, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla, Türkiye Devleti'nin Hükümet Merkezi oldu. Artık yönetime isminin verilmesinin zamanı gelmişti. Sonunda 29 Ekim 1923 akşamı, yapılan bir anayasa değişikliği ile Cumhuriyet ilan edildi. Yapılan değişiklikler 364 numaralı kanunda şöyle belirtiliyordu:

Madde 1) Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İdare usulü halkın kendi yönetimini bizzat ve fiili olarak idare etmesine dayanır. Türkiye Devleti'nin hükümet şekli Cumhuriyet'tir.

Madde 4) Türkiye Devleti, TBMM tarafından idare olunur. Meclis hükümeti meydana getiren bakanlıkları, bakanlar kurulu vasıtasıyla idare eder.

Madde 10) Türkiye Cumhurbaşkanı, TBMM genel kurulu tarafından ve kendi üyeleri arasından bir seçim dönemi için seçilir. Bu görev, yeni cumhurbaşkanının seçimine kadar devam eder. Tekrar seçilmek mümkündür.

Madde 11) Türkiye Cumhurbaşkanı, devletin başkanıdır. Bu sıfatla gerek görüldükçe meclise ve bakanlar kuruluna başkanlık eder.

Madde 12) Başbakan, cumhurbaşkanı tarafından ve meclis üyeleri arasından seçilir. Diğer bakanlar, başbakan tarafından yine meclis üyeleri arasından seçildikten sonra, bakanlar kurulu cumhurbaşkanı tarafından meclisin onayına sunulur. Meclis toplantı halinde değil ise, onaylama meclisin toplanmasına bırakılır.

Milletvekilleri Cumhuriyet'in ilanını ayakta alkışla¤¤¤¤¤ ve "Yaşasın Cumhuriyet!" şeklinde duygularını ifade ederek kutladılar. Hemen ardından Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı ve Ankara Milletvekili Mustafa Kemal Paşa, oy birliği ile Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı seçildi. İlk kabine İsmet Paşa tarafından kuruldu ve Meclis Başkanlığına da Fethi Bey (Okyar) getirildi.

TBMM'nin 1921 tarihli ilk anayasası sadece 3 yıl yürürlükte kalabildi. Çünkü önemli eksiklikleri vardı ve yetersizdi. Bu sebeple yeni anayasa hazırlıklarına girişildi ve Cumhuriyet döneminin ilk anayasası, 20 Nisan 1924'de TBMM'de büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Bu anayasa güçler birliği esasına dayandırıldı. 105 maddeden oluşuyordu; siyasi partilerin kurulmasına ve dolayısıyla demokrasiye açıktı; klasik hak ve özgürlüklere yer veriyordu. 1924 Anayasası zaman içinde yapılan değişiklik ve düzenlemelerle çağa uygun bir hale getirildi.
 
Cevap: CUMHURİYET TARİHİ ve ATATÜRK

İnkılâpçı ve Reformcu Atatürk

Cumhuriyet'in ilanının ardından, yine Mustafa Kemal'in önderliğinde, devlet örgütü ve toplum yönetiminin de çağdaş anlayış ile uyumlu duruma getirilmesi için büyük inkılaplar gerçekleştirilmiştir. Daha sonra ayrıntılarıyla işleyeceğimiz inkılapların isimlerini burada kısaca belirtelim:

I. Siyasi Alanda Yapılan İnkılaplar:

1- Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)
2- Cumhuriyet'in İlanı (29 Ekim 1923)
3- Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)


II. Sosyal Hayatın Düzenlenmesi:

1- Şapka Kanunu (25 Kasım 1925)
2- Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılması ve Türbedarlıklar ile Birtakım Ünvanların Kaldırılması (30 Kasım 1925)
3- Milletlerarası Saat ve Takvim Hakkındaki Kanunların Kabulü (26 Aralık 1925)
4- Milletlerarası Rakamların Kabulü (20 Mayıs 1928)
5- Ölçülerin Değiştirilmesi (1 Nisan 1931)
6- Lakap ve Ünvanların Kaldırılması (26 Kasım 1934)
7- Kılık-Kıyafet Değişikliği (3 Aralık 1934)
8- Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934)
9- Mustafa Kemal'e Atatürk Soyadı Verilmesi (24 Kasım 1934)
10- Kadınların Medeni ve Siyasi Haklara Kavuşmaları:


a) Medeni Kanun'la sağlanan haklar (17 Şubat 1926)
b) Belediye seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan kanunun kabulü (3 Nisan 1930)
c) Anayasa'da yapılan değişikliklerle kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkının tanınması (5 Aralık 1934)


III. Hukuk Alanında Yapılan İnkılaplar:

1- Şeriye Mahkemeleri'nin Kaldırılması ve Yeni Mahkemeler Teşkilatı'nın Kurulması Kanunu (8 Nisan 1924)
2-Türk Medeni ve Borçlar Kanunu (17 Şubat 1926)
3- Ceza Kanunu (1926)
4- Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu (1927)
5- Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (1929)
6- İcra ve İflas Kanunu (1932)
7- Kara ve Deniz Ticareti Kanunu (1926, 1929)


IV. Eğitim ve Kültür Alanında Yapılan İnkılaplar:

1- Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) Kanunu (3 Mart 1924)
2- Yeni Türk Harflerinin Kabulü (1 Kasım 1928)
3- Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'nin Kuruluşu (12 Nisan 1931) Cemiyet daha sonra Türk Tarih Kurumu adını almıştır. (3 Ekim 1935)
4- Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin Kuruluşu (12 Temmuz 1932) Cemiyet daha sonra Türk Dil Kurumu adını almıştır. (24 Ağustos 1936)
5- İstanbul Darülfünunu'nun kapatılmasına, Milli Eğitim Bakanlığınca yeni bir üniversite kurulmasına dair kanun. (31 Mayıs 1933) İstanbul Üniversitesi 18 Kasım 1933 günü öğretime açılmıştır.

Ne var ki, Türk Milleti'ni çağdaş uygarlık seviyesine taşıyan bu gelişmeler karşısında, sayıları az da olsa bazı muhalif gruplar ortaya çıkmıştır. Hatta Büyük Önder'e suikast girişiminde bulunacak kadar ileri gitmişlerse de başarılı olamamışlardır. Türk Milleti tek bir vücut olarak Mustafa Kemal Atatürk'ün yanında yer almış; gerek kendisine gerekse inkılaplarına gönülden destek vermiştir.

Mustafa Kemal Atatürk, bir taraftan da Milli Mücadele'yi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu anlatan Nutuk adlı eserini kaleme almış ve bunu 1927 yılında, Parti Kongresi'nde altı gün süren unutulmaz bir söylevle okumuştur. Bilim adamları ve uzmanların ortak kanaatiyle, "Değerli tahlil ve tenkitlerle dolu olan bu eser, Türk tarihinin olduğu kadar Türk edebiyatının da ölmez eserleri arasında yerini almıştır."