Böbrek hastalıkları

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan Misafir
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
M

Misafir

Forum Okuru
Böbrek hastalıkları
böbrek hastalıkları, belirtileri, tedavi yolları, tedavileri, böbrek taşı, ameliyatı, tümörü



Bu yazımızda böbrek hastalıkları ve bu hastalığa neden olan sebeplerle birlikte tedavi yolları hakkında bilgiler sunuyoruz Melek'ler.

84d9c5508bda53.jpg




BÖBREK TAŞLARI: Amerika Birleşik Devletleri’nde hastaneye yatan her 1000 hastanın l’inde yatış nedeni böbrek taşıdır. Yapılan otopsilerde ise taş vakalarına % 1 sıklıkta rastlanmıştır. Buna göre böbrek taşlarının daha genel bir yaklaşımla idrar yolları taşlarının büyük bir bölümü sessizdir. Yani hastayı rahatsız edici herhangi bir belirti ortaya çıkarmaz. Kimyasal yapılarına göre, birbirinden farklı böbrek taşlarına rastlanabilir. Kimyasal yapısı “Kalsiyum oksalat”, “Kalsiyum fosfat”, “Amon-yumürat”, “Sodyum ürat”, “Ürik asit”, “Sistin”, “Ksantin”, “Kalsiyum karbonat”, “Amonyum fosfat” ve “Magnezyum fosfat” olan taşlar vardır. Kalsiyum fosfat, kalsiyum karbonat, amonyum fosfat, magnezyum fosfat, kalsiyum oksalat taşlarını, çekilen basit bir böbrek röntgeninde görmek olasıdır.

Diğer taşların görülebilmesi için “întravenöz piyelografi” [1VP] denilen özel bir yöntemle, böbreklerin röntgeninin çekilmesi gerekmektedir. % 80 vakada böbrek taşı tek tarafta oluşur. Sağ böbrekte daha sık taş oluşmaktadır. Erkeklerde kadınlara oranla iki kat daha sık olarak böbrek taşma rastlanmaktadır. % 60 vakada böbrekte tek bir taş bulunmaktadır. Böbrek taşı 0.5 cm ‘den 5 cm ‘ye kadar büyüklükte olabilmektedir.İdrar içinde ürat, fosfat, oksalat gibi kristalloid-îer erimiş durumdadır. Normalde idrar yolları idrar ile ıslanmaz. Ancak idrar yollarında gelişecek olan bir iltihap, buraların idrarla ıslanabilmesine yol açar.

Islanabilen bu anormal yüzeylere ise idrar içindeki kristalloidler çökmeye ye böylece taş oluşmaya başlar. Üre, azot, salisilik asit gibi idrar içinde bulunabilen bazı maddeler, “Hidrotrop madde-ler”dir. Bu maddeler kristalloidlerin idrar içinde erirliklerini artırırlar, dolayısıyla da bu kristalloidlerin çöküp taş oluşturmalarına engel olurlar. İdrar içinde “Nükleik asit”, “Kondroitin sülfürik asit” gibi kolloidler bulunmaktadır. Bu kolloidle-rin yokluğunda böbrek taşlan oluşmaktadır. İdrar içindeki kristalloidlerin normalden fazla yoğunlukta bulunmaları ya da kişinin su kaybı nedeniyle yoğun idrar çıkarması, böbrek taşlarına hazırlayıcı bir etkendir. İdrar alkali olduğunda fosfat taşları oluşur, asit idrarlarda ise böbreklerde sistin ve ürat taşları oluşur. Böbrek taşı vakalarının % 4′üniin nedeni ise “Gut” hastalığıdır. Taş vakalarının % 5′inde ise ailesel eğilim saptanmaktadır.

A vitamini eksikliği, idrar yollarındaki darlıkların yol açtığı idrar akışı yavaşlaması, uzun süre yatalak olmak, kronik kemik iltihaplan, hiperparatiroıdizm, D vitamini fazlalığı böbrek taşlarının oluşumuna yol açan çeşitli etkenlerdir. Böbrek taşları genellikle böbrek kaliksleri içinde oluşurlar. Böbrek taşı idrar akışı ile dışa atılma yoluna girdiğinde, idrar yollarını herhangi bir bölgeden tıkayabilir. Bunun sonucu olarak da tıkanmanın gerisinde idrar birikebilir. Bu durum da böbrek ve idrar yollarında infeksiyonların oluşmasına yol açabi-bilir. Taş, idrar yolları içinde hareket ederken kanamaya da yol açabilir.Böbrek taşlarının büyük bir çoğunluğu hastayı rahatsız etmez. Beürti verdiğinde ise, en önemli belirtiler “Ağrı” ve “Hematüri”dir. Ağrı, böbrek taşının idrar yolları içinde ilerlemesi sonucu idrar yollarında gelişen spazma bağlıdır. Ağrı küt olabileceği gibi, “Kolik” denilen çok şiddetli, batıcı bir ağrı özelliğinde de olabilir, Koük ağrısı çok şiddetlidir, hasta kıvranır, yüzü solar, ter döker. Ağrı bütün karına yayılabilir. Bulantı ve kusma ağrı sonucu gelişebilir. Taşın idrar yollarını zedelemesi sonucu idrarda kan çıkabilir [hematüri).

Böbrek taşlarının neden olduğu ağrı atakları sırasında, hastaya morfin ya da benzeri ağrı kesicilerinin ve spazm çözücü ilaçların verilmesi, ağrının dindirilmesi bakımından yararlı olmaktadır. Hastanın fazla miktarda su içmesi, idrar akımını artıracağından, taşın düşmesini kolaylaştırabilir. Kendiliğinden düşmeyen ve hasta için tehlikeli olabilecek böbrek taşlarının ise cerrahi yöntemlerle çıkartılması gerekir. Etten ve sıvıdan zengin, karbonhidrattan ise oldukça fakir bir diet ve’ günde bir saat kadar yürümek ya da düzenli olarak spor yapmaki böbrek taşlarına karşı değerli bir önleyicidir.Böbrek taşlan olağan koşullarda id*rarda çözünmüş maddelerin çökelerek sert birikinti parçacıkları oluşturmasıyla ortaya çıkar. Böbrek taşı oluşumuna yol açan bu maddelerin başlıcalan tirat, ok*salat ve kalsiyum fosfat gibi bileşikler*dir.

Taşın oluşum yerine göre değişen hastalık belirtileri ortaya çıkabilir. Taşlar böbrek çanaklarına (kaliks) ya da havu*zuna (pelvis) yerleşebilir. Ayrıca siyek (üretra), idrar kesesi ve idrar borularında da (üreter) bulunabilirler. Böbrek taşlan sayılarına, bulundukları yerlere ve kim*yasal yapılarına göre sınıflandırılmakta*dır. Az sayıda ve küçükseler yuvarlak,idrar kesesi taşlannda olduğu gibi çok sayıda ve birbirlerine sürtünüyorlarsa köşelidirler. İri olmaları böbrek çanağı ve havuzu gibi boşluklarda oluştuklarını gösterir. Boyutlan ise çok küçük olan*lardan bütün böbrek boşluğunu doldura*cak iriliğe ulaşanlara kadar değişir.

NEDENLERİ
Böbrek taşlan bazen bir metabolizma bozukluğuna bağlı olarak gelişir, bazen de kalıtsal yolla ortaya çıkar. Taşın oluşma nedeni idrar yoğunluğunun art*ması ya da çözünmüş maddelerin idrar*da aşırı miktarda bulunmasıdır.Taş oluşumuna yol açan metaboliz*ma hastalıkları için böbrek kaynaklı asi-doz (asitlİk düzeyinin yükselmesi), ka*lıtsal hastalıklar için ise sistinüri (sistin gibi gibi amino asitlerin idrarda aşırı artması) Örnek olarak verilebilir. Ama böbrek taşı olgularının yüzde 70-80′e varan bölümünde kesin bir neden göste*rilemez. Taş oluşumu genellikle kalıtsal ve başka bazı belirleyici etkenlere bağ*lanır. Bunlar arasında idrarda kristalleş*me eğilimi olan maddelerin bulunması;idrar akışının bir engel yüzünden dur*ması; idrarın asittik (pH) derecesinin değişmesi, idrar yollanrıın iltihaplanma*sı gibi çökelti oluşturacak maddelere uygun fiziksel ve kimyasal ortamın ha*zırlanması; çevrelerinde çökelmeyi ko*laylaştıracak bir öz oluşturan bakteri, hücre artıkları gibi maddelerin varlığı sayılabilir.Kendi başına taş oluşumuna neden olan tek hastalık birincil hiperparatiroidizmdir. (paratiroit bezinin aşın çalış*ması). Kanda ve idrarda kalsiyum düze*yinin artması kalsiyum fosfat taşlarının oluşmasına uygun ortamı hazırlar. Kal*siyum taşlan ise bütün böbrek taşlarının yüzde 50-80′ini oluşturur.

En sık görülen böbrek taşlan grimsi kırmızı renkli kalsiyum oksalattan olu*şur. Bunu beyaz renkli kalsiyum fosfat ve sarımsı kahverengi kalsiyum ürat taş*lan izler. Gut (damla) hastalan gibi id-rarlannın asit derecesi yüksek olanlarda kahverengi ürik asit taşlanna oldukça sık (bölgelere göre yüzde 5-33)rastlanır. Ender görülenlerler arasında ise yeşi*limsi sistin ve sarımsı kahverengi ksan-tin taşları sayılabilir.Böbrek havuzunda oluşan taş, çok büyük değilse, idrar borusu yoluyla id*rar kesesine iner. Burada prostat büyü*mesi gibi idrar çıkarmayı güçleştiren koşullar oluşmuşsa, daha da irileşebilir ya da idrarla birlikte keseden atılır. Öte yandan böbrek taşları idrar kesesine in*meden böbrek havuzu ağzında ya da id*rar borusunda takılıp kalabilir. Bu du*rumda bazen böbrek tıkanıklığı ortaya çıkabilir.

GÖRÜLME SIKLIĞI
Böbrek taşı erkeklerde kadınlara oranla en az üç kat daha yaygındır. En çok 30-50 yaşlar arasında görülür.Hastalığın coğrafi dağılımı düzen*sizdir. Mısır, Çin, Rusya, Galler, Mada*gaskar, ABD’nin güneydoğu kesimleri ve Türkiye’ de böbrek taşı olgulanna ol*dukça sık rastlanırken Hindistan’ın gü*ney, Çin’in kuzey kesimleri, İrlanda ve Güney Amerika’da böbrek taşı olguları hemen hemen hiç görülmez.Bu dağılım hastalığın oluşumunda beslenme, iklim ve jeolojik etkenlerin önemli olduğuna ilişkin kuramlan tam olarak desteklememektedir.

BELİRTİLERİ
Böbrek taşı uzun süre belirti vermeyebi*lir ya da son derece önemsiz yakınmala*ra yol açar. Değişik şiddette ağrı ile id*rarın kumlu çıkmaya başlaması böbrek taşım düşündürür. Hastalığın temel be*lirtisi “böbrek koliği” denen tipik sancıdır. Bu birden başlayan şiddetli ağn nö*betlerine, içinde taş bulunan idrar boru*su duvarının spazm biçiminde kasılma-lan ya da taşla tıkanmış böbrek havuzu*nun gerilmesi aniden başlayan şiddetli ağn nöbetlerine yol açar. Önceleri ara*lıklı gelen, daha sonra süreklilik kaza*nan sancılar genellikle ilk olarak bel bölgesinde duyumsanır. Buradan idrar yollan boyunca yayılan ağn makat çev*resinde, erkekte erbezleri ve kamış başında, kadınlarda büyük dudaklarda, ayrıca kasık, uyluk içi ve bazen göğüs altı ve kürek kemiklerinde görülür. Ağrının en şiddetli olduğu dönemde huzursuz*luk, bunaltı, soğuk ter, bel kaslarında kasılma, bulantı ve kusma görülür. Has*ta taş düşürüyorsa, taşm dar siyek (üretra) kanalından geçerken yarattığı ağn son derece şiddetlidir. Taş düşürüldük*ten hemen sonra hasta rahatlar ve ortaya çıkmış olan bütün belirtiler kaybolur.

Ağn sırasında çıkanlan idrar miktarı az ve belirgin biçimde kanlıdır. Taşın böb*rek havuzuna dönmesi ya da idrar kese*sine inmesiyle belirtiler hafifler.Belde hafif bir dolgunluk duygusun*dan başka yakınmaya yol açmayan iri böbrek taşlan da olabilir. Bu çelişkili durumun nedeni büyük taşlann böbre*ğin bir bölgesinde hareket edemeyecek biçimde sıkışmış olmasıdır. Bu olgular*da kesin tanı koymak her zaman kolay olmaz.

İNCELEMELER

Günümüzde tanıya götürecek yeterlilik*te inceleme yöntemleri vardır. Önemli olan ağnlı dönemi yaşamadan gerekli önlemlerin alınmasıdır. Temel tanı yön*temlerinden biri radyolojik incelemedir. Hastalann yaklaşık yüzde 80′inde taşlar kalsiyum tuzlarından (fosfat, oksalat, karbonat) oluşur. Kalsiyum taşları rönt*gen ışınlarını geçirmediğinden çekilen filmlerde kolayca belirlenir. Röntgen ışınlarım geçiren ürat, ksantin ve mag-nezyum-amonyum fosfat taşlarını sap*tamak için idrar yollanna kontrast mad*de verilmesi gerekir. Bu dolaylı yönte*min bir uygulaması hızla kandan böb*reklere geçecek kontrast maddenin da*mardan verilmesidir. Röntgen ışınlarını engelleyen kontrast madde aracılığıyla idrar yollan görünür duruma gelirken, böbrek taşlarının bulunduğu yerler kontrast maddenin dolduramadığı alan*lar olarak kalır. Bu yöntemin iki adı vardır: İntravenöz (damar yoluyla) ürografi adı görüntülemeye yardımcı maddenin damara verilmesinden, “inen ürografi” adı ise kontrast maddenin kandan böbreklere doğru inmesinden kaynaklanır. İnen Ürografinin yeterli bilgi sağlayamadığı durumlarda klinik belirtiler ve laboratuvar verileri böbrek taşını düşündürüyorsa “çıkan ürografiye” başvurulur. Bu yöntemde kontrast maddeyi damar yerine doğrudan idrar yollarına vermek için siyekten sokulan bir boru (kateter) kullanılır.

Karın ultrasonografisi, röntgen ışın*larını geçirsin ya da geçirmesin, çapı yarım santimetre kadar olan küçük taş*ların bile yerini kesin biçimde belirle-yebilen bir yöntemdir. Ama bu yöntem*le idrar borusundaki taşlar ve idrar yol*larında taşın yol açtığı değişiklikler ya da taş oluşumunu hazırlayan yapısal özellikler belirlenemez. Ultrasonografı hastaya zarar vermemesi ve uygulama kolaylığı nedeniyle özellikle belirtisizDolguların tanısında oldukça yararlı bir yöntemdir. Laboratuvar incelemeleri de hastalığın tanısında büyük önem taşır. İdrarda kan aranması, idrarın asit dere*cesinin belirlenmesi, kanda kalsiyum ve ürik asit düzeylerinin ölçülmesi tanı için değer taşıyan incelemelerdir. Taşla*rın tedaviye yönelik kimyasal analizi ve idrar kültürü de çok önemlidir.
Kontrast maddenin kullanılmadığı dolaysız radyografik incelemede taş kuş*kusu uyandıran lekeler, ürografi yoluyla ayrıntılı biçimde saptanabilir. Bu yön*tem sayesinde taşın yeri, böbrek ve idrar yollarının işlevlerine etkisi anlaşılmakla kalmaz, taşsız böbreğin işlevlerine iliş*kin daha ayrıntılı bilgiler elde edilir.
KOMPLİKASYONLAR
Böbrek ve idrar borusu taşlarından kay*naklanan komplikasyonlar, yani taşa bağlı ek bozukluklar sık görülür. Büyük taşlar idrar birikmesine yol açarak böb*rek havuzu ve çanaklarında genişleme*ye (hidronefroz), zamanla mikroplan*manın başlamasıyla böbrek iltihabına (piyelonefrit), daha sonra da böbrek do*kusunun apse sonucu yıkıma uğraması*na (piyonefroz) neden olur. Bu kompli*kasyonlar yavaş bir gelişme göstermesi*ne karşın, böbrek yetmezliğiyle sonuç*lanan kronik piyelonefrit kaçınılmazdır

TEDAVİ
Böbrek taşının tedavisi üç aşamada ya*pılır: Ağrı tedavisi; taş oluşumuna ze*min hazırlayan ya da yol açan genel ko*şulların tedavisi; böbrek işlevlerini bo*zan ve/ya da sürekli ağrı yapan taşların cerrahi tedavisi. Sancı biçiminde başla*yan şiddetli ağrı sıcak uygulamasıyla ya da spazm çözücü, iltihap ve ağrı giderici ilaçlarla dindirilmeye çalışılır.

BÖBREK TAŞI TEDAVİSİNDE YENİ YÖNTEMLER

Yeni geliştirilen yöntemler böbrek ve idrar yollarındaki taşların cerrahi teda*visinde büyük ilerleme sağladı. İsveç’ te bulunan ve özellikle Almanya ve İn*giltere’de daha da geliştirilen perkütan litotripsi adh yöntem geleneksel cerrahi tedavi yöntemlerine göre önemli üstün*lükler taşımaktadır. Deride açılan bir delikten böbrek taşlarının alınmasını olanaklı kılan bu yöntem, kullanılan ay*gıtların basit, uygulamanın hızlı ve da*ha masrafsız, sonuçlanıl son derece olumlu olması nedeniyle birçok ülkede yaygın biçimde kullanılmaya başlamış*tır. Üstelik geleneksel tedavinin ameli*yat sonrası ağrılı dönemi ve hastanede uzun süre kalma gibi istenmeyen so*nuçlan da bu yeni yöntemle aşılmıştır.Perkütan litotripsi yönteminde, önce deriden sokulan nefroskop adlı bir ay*gıtla böbrek boşluklarına ulaşılarak taş*ların görülmesi sağlanır. Taşlar yanm santimetreyi aşmayan çaptaysa aygıtta bulunan penslerle dışarı çekilir. Daha büyük taşlar ses dalgalanya parçalan*dıktan sonra bir pompayla emilir. Bu yöntem yerel ya da genel anestezi kul*lanılarak uygulanabilir. Hastalar girişi*min ilk gününden başlayarak ayağa kal*kıp yemek yiyebilirler.




BÖBREK TÜMÖRLERİ:Vücutta gelişen tümörlerin yüzde 3-5′i böbrek tümörleridir. Böbrekte geli*şen bazı tümör tiplerinin başka organ*larda görülmemesi ve kendilerine Özgü belirtiler vermesi dikkat çekicidir.
Böbrekte bu organın kendi doku*sundan kaynaklanan tümörün dışında, başka organlarda gelişen tümörlerden sıçrayarak metastaz yapan, yani ikincil kanser odağı oluşturan tümörler görü*lür. Başta meme, akciğer ve mide ol*mak üzere bütün kötü huylu tümörle*rin yaklaşık yüzde 8′i böbreklere sıç*rar.
Böbrek tümörlerinin yüzde 90′dan fazlası karsinomdur. Yaygın olarak böbrek kanseri olarak bilinen böbrek karsinomlan, böbrek dokusundan geli*şen tümörlerdir. Bağ ya da destek do*kularının kötü huylu tümörleri olan sarkomlar ise çok daha az görülür. Bunlar liposarkom (yağdoku kanseri), ‘eiomiyosarkom (düz kas kanseri), rab-domiyosarkom (çizgili kas kanseri), anjiyosarkom (damar kanseri), fibrosarkomdur (lifsi bağdokunun kanseri). Nefroblastom olarak da bilinen Wilms tümörü hemen hemen yalnız çocuklar*da ortaya çıkar. Kentlerde kırsal ke*simden daha sık rastlanan böbrek tü*mörleri, erkeklerde kadınlardan Üç kez daha çok görülür. Görülme sıklığı yaş ile artarak 60 yaş dolayında en yüksek noktaya ulaşır,
NEDENLERİ
İnsanlarda nedeni bilinmemekle birlik*te içerdiği dimetilnitrozamin nedeniyle sigara, fenasetin, kurşun ve kadmiyum gibi etkenlerin tümöre yol açtığı yolun*da güçlü kanıtlar vardır. Hayvanlarda böbrek karsinomları virüs, aromatik hidrokarbonlar ve östrojenler kullanıla*rak oluşturulabilmektedir. Bir çeşit ke*mirici olan keseğenlere dietilstilbestrol denen bireşimsel östrojen verildiğinde tümör oluşması, bu tümörlerin hormon*larla ilgili olabileceğini düşündürmek*tedir. Şimdiye değin yalnızca hayvan*lar üstünde yapılan deneylerde gösteri*len bu bağlantı, henüz insandaki tümör oluşumunu açıklayacak kesinlikte de*ğildir.
Böbrek tümörlerinde görülen ilginç bir özellik tümör sıçramalarının çok en*der de olsa, tümörlü böbrek çıkarıldıktan sonra kendiliğinden gerileyebilmesidir.
BELİRTİLERİ
Böbrek tümörleri genellikle erken belirti vermez. Tümörün başka bir amaçla ya*pılan cerrahi girişim sırasında rastlantı*sal olarak saptandığı durumlar hiç de az değildir. İdrarda kan (hematüri), ağrı ve ele gelen kütleden oluşan tanıya götürü*cü klasik belirti üçlüsü genellikle tümö*rün geç metastaz evresinde görülür.
Tümörün başlıca yerel ve genel etki*lere bağlı belirtileri aşağıda sıralanmış*tır:
• Yerel: İdrarda kan (yüzde 57), ağrı (yüzde 45), ele gelen kütle (yüzde 32). Olguların yüzde 11′inde bu belirtilerin üçü bir arada bulunur.
Genel: Kilo kaybı (yüzde 48), ateş (yüzde 15), kansızlık (yüzde 43), yük*sek tansiyon (yüzde 15), akyuvar sayısı*nın artması (yüzde 4), kanda kalsiyum düzeyinin artması (yüzde 4), kanda re*nin düzeyinin artması (yüzde 40). Olgu*ların yaklaşık yüzde 7’sinde bu belirtile*rin hiçbiri görülmez.
İNCELEMELER
İğneyle örnek parçanın alınması sıra*sında tümör çevre dokulara ve uzak or*ganlara sıçrayabildiğinden yalnızca böbrekle sınırlı kalan tümörlere genel*likle iğne biyopsisi uygulanmaz. Bu yöntem daha çok tümörün çevre doku ve uzak organlara sıçradığı olgularda kullanılır. İyi huylu böbrek kistlerin*den aspirasyon (emme) iğnesiyle alınan örnekler yüzde 100 kesin tanı koy*ma olanağı sağlar. Karın röntgeni baş*lıca radyolojik incelemelerden biridir. Bu yöntemle böbreklerin yerini, boyut*larını, sınırlarını, varsa kalsiyum çökel*me yerlerini ve taşlarını belirlemek olanaklıdır. Kütlesel lezyonlan ortaya çıkarmada ilk kullanılacak yöntem ürografidir. Kütlenin tümör mü yoksa kist mi olduğu ultrasonografiyle anlaşılabilir. Ultrasonografi sonucu kist olarak belirlenen kütleden iğneyle çe*kilen sıvıda hücre incelemesi yapılarak kiste ilişkin bilgi elde edilir. Kütlenin tümör yapısında olduğu durumlarda ise bazen böbreğe anjiyografi uygulan*ması gerekir.
Anjiyografi kan damarlarının kont*rast madde yüklemesi yapılarak görün*tülenmesi yöntemidir. Bu yöntemle küçük boyutlardaki böbrek karsinom-ları bile saptanabilir. Anjiyografi aynı zamanda tedavi programının belirlenmesi için gerekli bilgileri sağlar. Tü*mörün yeri ve sınırlarına ek olarak, kütlenin damar yapısı, tek ya da iki yanda bulunması ve toplardamarlara sıçrayıp sıçramadığı ortaya çıkar. Bil*gisayarlı tomografi (kesit görüntüle*me) tümör tanısında ayrıntılı, kesin ve geride belirsizlikler bırakmayan bir yöntem olarak büyük üstünlükler taşır. Bu yöntem aracılığıyla böbrek çevre*sindeki yapılara yayılma, yakın ya da uzak organlara sıçramalar belirlenebi*lir. Sintigrafi tümörün kemik ve kara*ciğere sıçradığı ileri evrelerde kullanı*lan bir tanı yöntemidir. Belirti verme*yen bir böbrek kütlesinin alet yardı*mıyla tanısında göz önünde tutulması gereken bazı noktalar aşağıda belirtil*miştir:
• Olguların yüzde 70′inde kütle iyi huy*lu böbrek kistleri, yalnız yüzde 5′inde kötü huylu tümörlerdir.
• Yapılacak kan tahlilleri arasında sedi*mantasyon ve kreatinin temizlenme hızı, hematokrit, üre, kalsiyum ve alkali fosfa-taz düzeylerinin belirlenmesi sayılabilir.
AYIRICI TANI
Başka birçok hastalık durumunun bir*likte bulunması böbrek karsinomunda tanıyı zorlaştırır. Böbreğin dış ya da merkez bölgelerinde görülen tek kistler çoğu zaman karsinomla karıştırılır.
Ayırıcr tanıda anjiyografi, ürografı, ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografi büyük önem taşır. Kist duvarında kalsi*yum birikintilerinin bulunması tipik bir özelliktir ve kisti tümörden ayırmaya yardımcı olur. Körbağırsak tümörleri sağ böbrek tümörlerini taklit edebilir. Ama daha hareketli olmaları ve kontrast madde verilerek çekilen röntgende tipik bulgular vermesiyle böbrek tümörlerin*den kolayca ayırt edilir.
Ekinokok larvalarının oluşturduğu içi sıvı dolu kesecikler (kist hidatik) laboratuvar incelemeleriyle böbrek tümö*ründen ayrılır. Dalak büyümesi, dalakta birincil tümörler ve kötü huylu lenfom gibi dalak hastalıkları da böbrek tümörilyle kanşabileceğinden ayırıcı tanıda aöz önünde tutulmalıdır.
GİDİŞİ VE KOMPLİKASYONLAR
Tümör birçok yoldan çevreye yayılabi*lir. Böbrek kapsülünü aşarak doğrudan böbrek çevresi dokulara, böbreküstü bezlerine, pankreasa ve olguların yüzde 30′unda bağırsağa sıçrayabilir.
Lenf yoluyla yayılma önce böbrek Çukurunda, bel ve aort çevresindeki lenf düğümlerinde görülür. Buradan gö*ğüs lenf kanalına ulaşan tümör hücrele*ri daha sonra boyun lenf düğümlerine sıçrar.
Lenf kan yoluyla yayılma, göğüs lenf kanalına ulaşan tümör hücrelerinin buradan üst anatoplardamara ulaşma*sıyla gerçekleşir. Kan yoluyla yayılma daha da önemlidir. Böbrek toplardama*rını kaplayan tümör, alt anatoplarda*mara geçer. Ayrıca kan akış yönüne karşı ilerleyerek alt anatoplardamar ve böbrek toplardamarından omurga çev*resindeki toplardamarlara sıçrayabilir. Burada kapı toplardamanyla (vena porta) oluşan bağlantılardan geçen tümör hücreleri metabolizma ürünlerini mide, bağırsak ve dalak gibi organlar*dan karaciğere taşıyan bu büyük top*lardamar sistemine girer. Gene alt ana*toplardamar yoluyla kalbin sağ kulakçığına, buradan da akciğerlere geçerek atardamar dolaşımına yayılır. Böbrek tümörlerinin birçok yayılma yolunun bulunması doğal olarak bu tümörlerin uzak organlara sıçrama olasılığını da yükseltmektedir. Yayılma ve sıçramadan etkilenen organlar sırasıyla lenf düğümleri ve akciğerler (yüzde 55), karaciğer (yüzde 33), kemikler (yüzde 32), böbreküstü bezleri (yüzde 19), Öbür böbrek (yüzde 11), beyin (yüzde 6), dalak (yüzde 5), kalınbağırsak (yüz*de 4) ve deridir (yüzde 3). Tümörün en sık yol açtığı komplikasyonlar böbre*ğin çıkarılmasıyla gerileyen yüksek tansiyon, karaciğer toplardamanyla alt anatoplardamarın tıkanması ve sperma-tik kordon damarlarının ani genişleme*sidir (akut varikosel). Varikosel sol spermatik toplardamarın tümörle kap*lanmasına bağlı olarak gelişir. Bu tip varikosel hızla ilerlemesi ve hastanın oturma konumunu değiştirmesiyle küçülmemesi gibi özellikleriyle iyi huylu varikoselden ayrılır.
Hastaların üçte birinden fazlasında, uzak metastazlar (sıçrama) yapmış böb*rek tümörü, bulunduğu yere göre deği*şen belirtiler verir. Bu belirtiler erken tam için önemli olmakla birlikte böbrek tümörlerinin yalnız yüzde 5′inde ilk kli*nik belirtiler metastazlardan kaynakla*nır. Tanı konulan hastaların yaklaşık üçte birinde tümör çoktan yayılma yap*mıştır. Tümör sıçramalarının en sık rastlanan klinik bulguları, tümörün ya*yılma yollan göz önünde tutularak ko*layca önceden kestirilebilir. Ama özel*likle akciğer, kemik ve beyne sıçrama durumu araştırılırken, organlann birin*cil tümörleriyle karşı laşma olasılığı gözden uzak
BEKLENEN GİDİŞİ (PROGNOZ)
Tümöre bağlı olarak böbreğin alındığı olgularda 10 yıllık yaşam beklentisi oranı yüzde 18-23 arasında değişmekte*dir. Bu kötü sonucun nedeni büyük öl*çüde hastalığın sinsi ilerlemesinden kaynaklanır. Tümörün ilk belirtileri ge*nellikle dikkat çekmez ve belli bir süre sonra, belki yıllar sonra tanı konduğun*da, göz ardı edilen ilk şikâyetlerin tümöre bağlı olduğu anlaşılır. İlk belirti*lerin ortaya çıkması ile tanı arasında or*talama iki yıl geçmektedir. Bu durumda tümör oldukça irileşerek ortalama 5-7 cm çapa ulaşmış, genellikle lenf düğümlerine sıçramış ve toplardamara ya*yılmıştır. Tanıdaki bu gecikme göz önüne alınırsa yukarda verilen oranlann
İncelemeler
Radyolojik inceleme yöntemlerinden ürografi böbreğin biçim bozukluğunu açığa çıkararak kesin tanı koymaya yar*dımcı olur. Bazen böbreğin işlevsel ola*rak devre dışı kaldığı durumlarda, ultra-sonografi daha kesin bilgi sağlar. Ayrıca atardamar filmiyle tümörün sınırları ve damarlanmasma ilişkin cerrahi nite*likte bilgi elde edilir. Bu yöntemle aynı zamanda karaciğere olası sıçramalar da ortaya çıkarılır. Anjiyografi, yani da*marların kontrast madde verilerek gö-rüntülenmesiyle elde edilen bilgiler, bil*gisayarlı tomografi (kesit görüntüleme) yöntemiyle de sağlanabilir.Hastaya zarar vermeyen bir incele*me yöntemi olan ultrasonografi böbreğin işlevsel olarak devre dışı kaldığı ol*gularda kesin tanıya götürür. Ayrıca ka*raciğere sıçramalara ilişkin değerli bil*giler sağlar. Nefroblastomlu bir bebeğe klinik yaklaşımda, tümörün her iki böb*rekte de bulunma olasılığı her zaman göz önünde tutulmalıdır. Bu nedenle yapılacak incelemelerde ya da tümörlü böbreğin çıkarılması sırasında, görece sağlam görünen böbreği de dikkatle kontrol etmek gerekir.
Laboratuvar incelemelerine gelince, hematokritin genellikle normal olduğu görülür. İdrarda bol kan bulunması kan*sızlığa yol açabilir. Alyuvar yapımını hızlandıran bir hormon olan eritropoie-tinin arttığı durumlarda kanda alyuvar sayısı yükselir (polisitemi). Böbrek işlevlerine ilişkin göstergeler genellikle normaldir. İdrar tahlilinde kan ve daha az sıklıkta protein görülür. Karaciğerin tümör sıçramasına bağlı olarak aşırı ölçüde çalışamaz duruma geldiği olgular dışında, karaciğer işlev testleri de ge*nellikle normal sonuçlar verir. Bazı ol*gularda görülen laktik dehidrogenaz düzeyindeki artış tümör dokusunun öldüğüne işaret eder. Alyuvar sedimentasyon hızı yüksek bulunabilir.
Tümörün Gidişi ve Komplikasyonlar
Böbrekte oluşan nefroblastom saptandı*ğı sırada, tümör genellikle yalnızca bu organla sınırlıdır. Tümörün çevre doku*lara sıçradığı durumlarda yayılma, lenf yoluyla böbrek çukuru lenf düğümleri*ne ve aortun bel bölgesi çevresinde bu*lunan lenf zincirine ulaşmıştır. Ender olarak göğse ve özellikle sol köprücük kemiği üstü lenf bezlerine sıçrama gö*rülebilir. Nefroblastom başka organlara genellikle kan yoluyla yayılır. Tümör geliştikçe gerçekleşen bu sıçramalardan en çok akciğerler etkilenir; karaciğere sıçramalar da az değildir. Hastalarda böbrek çıkarıldıktan sonra da tümörün yinelediği olgular bildirilmiştir. Bu ne*denle nefroblastom olgularında ameli*yat sonrası düzenli tıbbi denetim büyük önem taşır.Akciğer sıçramalafımn erken tanısı için düzenli akciğer röntgeni çekilerek hasta denetim altında tutulur. Daha sey*rek olarak kemik ve beyne sıçramalar görülebilir. Bu durumlarda hastada gö*rülen açık belirtiler genellikle tanı koy*maya yeter. Tedaviden sonra tümörün yeniden ortaya çıkma olasılığı göz ardı edilmemesi gereken bir durumdur.
Tedavi
• Genel ilkeler- Böbreğin alınmasına yönelik cerrahi girişim tedavinin teme*lini oluşturur. Ameliyat sonrası uygula*nan ışın tedavisi ve kemoterapi son za*manlarda tümörün tedavisinde olumlu sonuçlar vermiştir.
İkincil tümörün genellikle akciğer gibi tek bir odakta görüldüğü durumlar*da bu odağın cerrahi girişimle çıkarıl*ması yoluna gidilir. Bu yöntem özellik*le ikincil tümör uzun bir süre sonra ge*lişmişse uygulanır. Söz konusu olgular*da genellikle iyileşme sağlanır. Sıçra*manın birden çok odak oluşturması has*talığın gidişini kötüleştirmekle birlikte kemoterapi ve ışın tedavisinin birlikte kullanılmasıyla hastanın daha uzun süre yaşatılması, ender olarak da iyileştiril*mesi olanaklıdır.

• Yan etkiler- Böbreğin alınmasından sonra komplikasyon çok seyrek görülür. Bunlar karın cerrahisinin yol açtığı komplikasyonlara benzer. Ameliyat sonrası dönemde idrar yollarının iltiha*bına sık rastlanır. Bu nedenle ameliyat*tan sonraki birkaç ay boyunca düzenli biçimde idrar kültürü yapılarak, enfek*siyon olup olmadığı denetlenir.Işın tedavisi, birkaç ay sonra bile mekanik bağırsak tıkanıklığı sendrom-lanna yol açabilir. Bu olgularda yeni bir cerrahi girişim gündeme gelir.Tümörlü böbreğin çıkarılmasından sonra geride kalan böbrek olağan böb*rek işlevlerini kolayca üstlenebilir. Kar*nın sağ yarısına ışın tedavisi uygulandığı durumlarda karaciğer büyük ölçüde etkilenir ve ışınlara bağlı karaciğer ilti*haplanması gelişebilir. Bunun sonucun*da karaciğer ve dalağın büyümesi, kara*ciğer işlevlerinin bozulması, trombosit sayısının azalması gibi belirtiler ortaya çıkar. Işınların etkisinde kalan karaci*ğer bölgeleri, karaciğer sintigrafisinde “soğuk alanlar” olarak görünür ve bu görüntü tümör sıçramasıyla karıştmla-bilir. Küçük bebeklerde karnın bütün bölgelerine ışın verildiği durumlarda ağır ishal görülebilir. Bu durumda teda*vinin kesilmesi gerekir. Ayrıca süt ve tahıllarla alınan glüten, beslenmeden çı*karılmalıdır. Işın tedavisinin geç ortaya çıkan başka bir komplikasyonu olan skolyoz (omurganın yanlara doğru çar*pıklığı), omurların da ışına tutulmasıyla önlenebilir. Işın tedavisi kanun yan kı*sımlarında küçülme ve göğüs kafesinde biçim bozukluklarına da yol açabilir. Sağlam böbreğin ışın aldığı olgularda seneler sonra da olsa ışına bağlı böbrek iltihabı (nefrit) gelişebilir.Böbrek tümörleri vücutta oluşan bütün tümörlerin % 2’sini oluşturmaktadır. Ancak böbrek tümörlerinin % 9O’ı habis özelliktedir. Habis böbrek tümörlerinin % 85′i adenokarsinomdur. Böbrekte gelişen adenokarsinom, böbrek tüplerinin epitelinden kaynaklanmaktadır. Böbrek adenokarsinomunun diğer adları “Hipernefrom” ve “Gravritz tümörü” dür.Böbrek adenokrasinomu genellikle 40 yaşından sonra ortaya çıkmaktadır. Erkeklerde, kadınlara oranla iki kat daha sık görülmektedir. Habis böbrek tümörleri, çoğunlukla kan yoluyla erkenden metastaz yapmaktadırlar (başka organlara sıçramaktadırlar). Metastaz en sık akciğerlere olmaktadır. Karaciğer, kemikler, beyin, diğer böbrek ve diğer organlara da metastazlar olabilmektedir. Kemiklere metastaz yapmış tümor, bulunduğu bölgede kemik erimesine yol açmaktadır. Böbrekteki habis tümörlerin belirtileri hematüri, belde küt ağrı, böbrek bölgesinde şişlik ya da kitle hissi, anemi, halsizlik ve zayıflama biçimindedir. Hastalığın tedavisi cerrahidir. Habis böbrek tümörlerinin yaklaşık % 10′unu ise böbrek adenosarkomudur. Bu tümörün diğer adı ise “Wüms” tümörüdür. Wilms tümörü çocuklarda ilk 1-10 yaş arasında görülür. En sık ise 1-3 “yaşları arasında ortaya çıkmaktadır. Tümörün en özgün belirtisi ilgili bölgede şişliğe yol açmasıdır. Genellikle anneler çocuklarını yıkarken elleriyle tümörü hissederler ve bu nedenle çocuklarını doktora götürürler. Bazen de böbrek bölgesindeki şişlik dikkati çeker. Tedavi cerrahi olarak böbreğin çıkartılması ve ameliyat sonrası ışın tedavisidir.
 
Geri
Üst